• Sonuç bulunamadı

2.4. BĠLGĠNĠN ARKEOLOJĠSĠNDEN ĠKTĠDAR SORUNSALINA

2.4.1. Arkeoloji

2.4.1.1. Kavram ve Arkeolojinin Amacı

Arkeoloji, Foucault‟nun 1960‟lı yılların sonuna kadar kullandığı ve yalnızca tarihsel bir okuma paradigması olarak indirgenemeyecek çözümleme yöntemini ifade eder (Revel, 2005: 79). Foucault‟nun bizzat kendisi okuyucularına, aslında ne yapmakta olduğunu, metodolojik bir çalıĢması olan “Bilginin Arkeolojisi”nde (1969) anlatmaya çalıĢmıĢtır (Roth, 1981: 32). Bu çaba büyük ölçüde yöntembilimsel bir iĢtir ve iĢte “Bilginin Arkeolojisi”, bir önceki kitabındaki vaadini, yani arkeolojik çalıĢmaların yöntem sorunlarını doğrudan ele alma vaadini gerçekleĢtirme yolunda atılan ilk adımdır (Bernauer, 2005: 168). Foucault daha önce yaptıklarında „körlemesine‟ bir çalıĢma yaptığını ama daha sonra “Bilginin Arkeolojisi”nde gözlerinin açıldığını, nelerden söz ettiğinin farkında olduğunu yazar. “Kelimeler ve

Şeyler” kitabında beĢeri bilimlerin bilimselliğinden ve epistemelerden bahsetmesine

rağmen, bu yeni kitapta sorunsallaĢtırmıĢtır (Akay, 2016: 33). Bu yüzden kitap, genellikle Foucault‟nun çeĢitli çalıĢmalarının temelinde yatan metodolojiyi en

sonunda açıkladığı yapıt olarak görülür. Çünkü kendisi “Kelimeler ve Şeyler”de bize, bundan sonraki yapıtının arkeolojinin getirdiği yöntem sorunlarını ele almak amacını taĢıyacağını söylemiĢtir (Megill, 2012: 371). Ancak bu çaba sadece bir baĢlangıçtır. Foucault‟nun bu dönemdeki kaygısı arkasında bir kullanım kılavuzu bırakmak değil sadece daha önceki çalıĢmalarında ortaya çıkan teorik sorunların bir kısmını ele almaktır. Arkeolojik yöntemin spesifik alanlarda nasıl uygulanacağı meselesi ise sonraki ampirik çalıĢmaların görevidir (Bernauer, 2005: 168).

Foucault, „arkeoloji‟ kavramını kullanarak, kelimenin alıĢılagelmiĢ anlamından bağını koparmaktadır. Onun arkeoloji kavramı, ne tarihsel köklere ulaĢmak maksatlı bir kazıyı, ne de gizli kalmıĢ anlamlara dair felsefi bir arayıĢı niteler. Arkeoloji, tarihsel verilerin ardında hangi sebeplerin olduğunu anlamaya ya da daha genel olarak tüm toplumsal gerçekliklerin temelinde yatan maddi olan ya da olmayan prensipleri keĢfetmeyi kendine görev edinmeye çalıĢmaz. Aksine, bu türden bir tarih kavrayıĢının hipotezlerine kuĢkuyla yaklaĢır. Foucault tarihin kendi içinde tutarlı safhalara ve dönemlere ayrılmıĢ olduğu kabulüne dayanan „küresel tarih‟ anlayıĢına bir karĢı proje olarak arkeolojiyi, veriyi kendi yüzeyselliği ya da „olma hali‟ içinde tasvir etmeye çalıĢan bir „genel tarih‟ biçimi olarak sunar39

. Arkeoloji, geleneksel tarih felsefesinin problem ortaya koyma biçimlerini eleĢtirmektedir (Lemke, 2016: 66). BaĢka bir deyiĢle Foucault, arkeoloji terimini, kendisinin tarihsel yaklaĢımını, ilkin, söylemin temelinde yatan derin bir hakikati araĢtıran yorum-bilgisinden ayırmak için kullanır. Modern teorinin yüzey-derinlik modelleri ve nedensellik

39

“ Global tarih bir medeniyetin bütünlük biçimini, bir dönemin bütün fenomenlerinde ortak olan anlamı, onların bağlantılarını açıklayan yasayı yeniden oluĢturmaya çalıĢır; bu, metafizik bakımından, bir dönemin çehresi adı verilen Ģeydir. Foucault bu anlayıĢla üç temel hipotezi ortaya çıkarır. 1. Çok iyi tanımlanmıĢ zamansal-uzaysal bir ortamın (nedensellik ağı, analoji iliĢkileri; merkezi bir çekirdek deyimi) bütün olayları, bütün fenomenleri (ki izleri yeniden bulunmuĢtur) arasındaki tekdüze iliĢkiler sistemi hakkındaki hipotez; 2. Bir tarihsellik formunun kendisi hem bütün fenomenlere egemen olur hem de onların tümünü aynı dönüĢüm tipine bağlar; 3. Tarih bağlantı ilkelerini kendilerinde bulunduran büyük birlikler (dönem, evre) halinde eklemlenebilir.

Genel tarih serilere, kopmalara, sınırlara, iniĢ-çıkıĢlara, dengelemelere vs. iliĢkin problematiği ile

bu postulatları yeniden gözden geçirir. O halde onun problemi üst üste konulmuĢ ve birbirinden bağımsız (ekonomi, kurumlar, bilimler, dinler, edebiyat gibi) birçok tarih arasındaki hangi iliĢki biçiminin uygun bir biçimde betimlenebileceğini belirlemek olacaktır. Kısacası, „global‟ betimlemenin bütün fenomenleri –prensip, anlam, ruh, dünya görüĢü, bütünlük biçimi gibi- tek bir merkez etrafında yoğunlaĢtırdığı yerde, „genel tarih‟ tam tersine bir dağılım alanını gösterecektir.” Ayrıntılı bilgi için bkz. Jozef Van de Wiele (2010), Michel Foucault‟da Tarih: Arkeolojinin Anlamı, ed. Veli Urhan, Foucault. Say Yayınları, Ġstanbul, s. 354-355.

modellerini altüst ederek, söylemin nedensel bağlarla birbirine bağlanmamıĢ kesintili yüzeylerini tasvir eder (Best ve Kellner, 2011: 59-60). Arkeoloji, çeĢitli düĢünce sistemlerinin ve onların kendilerine dayandığı paradigmalar içinde yer alan geliĢme olanaklarının varlığına iliĢkin bir açıklama getirme teĢebbüsüdür (Roth, 1981: 38).

Foucault elbette, tarihsel bir kesiti -ki bu onun eserlerinde Klasik Çağ‟dan günümüze kadar uzanan dönemi kapsar- yeniden kurmaya ya da su yüzüne çıkarmaya çalıĢır. Ne var ki, burada asıl amacı, her Ģeyden önce, genelde birbirinden ayrı, farklı alanlardaki -felsefi alan, ekonomik alan, bilimsel alan, siyasal alan- farklı boyutları etkileĢim içine sokmaktır. Böylece, belirli bir anda, bilme söylemlerinin, alanlara göre belirlenmiĢ olarak değil de, genel olarak ortaya çıkıĢ koĢullarını elde edebilecektir (Revel, 2005: 79). Burada Foucault‟nun farklı boyutları oyuna sokması, „arkeoloji‟yi, „tarih‟ten farklı bir çizgiye taĢımaktadır. Onun yaptığı, basitçe tarihin üstünde biriken tozu temizlemek, iç içe geçmiĢ olaylar katmanlarının iç yüzünü açığa çıkarmak değildir. Foucault'nun tarihi, bunun yerine, baĢka tarihçilerin toprağımızda göremediği çatlakları onararak olacağını öngördüğü değiĢimlere katkıda bulunmayı amaçlamaktadır (Roth, 1981: 38).

Burada ilk dikkat çeken Ģey, Foucault‟nun tarih hakkında açık, yoğun ve son derece kiĢisel bir anlayıĢa sahip olmasıdır. Gerçekte onun eserlerinin çoğu, büyük çaplı tarihsel monografiler görünümündedir. Onun, tarih yazmanın yeni bir biçimi olarak, kendi arkeolojik betimlemesini ilk kez öne sürmesi düĢünce tarihi alanındadır (Wiele, 2010: 331). Revel‟e göre ise arkeoloji, tarihsel bir dönemselleĢtirmenin içinde, -kendilerine özgü özellikleri, kendi disipliner kimliklere sahip oldukları için ortak olmayan- söylemlerin ortaya çıkıĢının ortak koĢullarını okuma giriĢimidir. Burada kastedilen dönemselleĢtirmeyi olanaklı hale getiren yine arkeolojinin kendisidir. Çünkü kiĢi, söylemlerin ortaya çıkıĢ koĢullarının neler olduğunu ve bu koĢulların ortak olup olmadığını, ancak bütün bunların doğrulandığı zamanın dönemselleĢtirilmesi sorununu gündeme getirdikten sonra görmeye baĢlar. Böylece, dönemselleĢtirme, arkeolojinin bir ürünüdür, onun bir olabilirlik koĢulu değildir. Buradan Ģöyle bir sonuç çıkmaktadır ki, Foucault, evrimleri içinde düĢüncelerin tarihini incelemek yerine, belirli bir tarihsel kesit (klasik Çağ‟dan günümüze kadar

uzanan dönem) üzerinde yoğunlaĢır. Foucault‟nun burada temel amacı, farklı disiplinlerin, belirli bir anda ortaya çıkan yeni nesnelerin oluĢumundan yola çıkarak nasıl belirlendiğini değil; bu farklı disiplinlerin bakıĢ açısına göre, nasıl tutarlı bir biçimlenmeyi tasarladıklarını betimlemektir. Bu biçimlenme, zorunlu olarak benzersiz, bütünlüklü değildir ama tutarlı olmak zorundadır. Böyle bir biçimlenme Foucault‟nun tam olarak „episteme‟ adını verdiği Ģeydir (2005: 79-80).

Arkeoloji, kendilerini en köklü biçimde belirginleĢtiren Ģeylerden hareketle bilgilerin tarihsel çözümlenmesidir. Arkeoloji, bilgileri „tarihsel bir a priori‟den yani epistemenin kendisinden hareketle belirli bir çağda bilgilerin mümkün oluĢ koĢulu olduğu temel elemandan yola çıkarak çözümler (Machedo, 2010: 285). Yani burada araĢtırılan Ģey, herhangi bir bilginin deneyim alanının çerçevesini çizen, bu deneyimi tanımlayan varlık kipini belirleyen ve bunun anlaĢılması için kullanılan yöntem ve kavramları tanımlayan epistemik düzlem, a priori‟dir (Bernauer, 2005: 159).

Arkeoloji, Foucault‟ya göre bir disiplin değil tarihsel-siyasi olarak nitelendirilebilecek bir faaliyet türüdür. Böyle bir niteleme tarihin ve siyasetin birbirlerini karĢılıklı olarak etkileyebilmesinden kaynaklanır. Ama burada önemli olan tarihin geleneksel biçimiyle, modeller ya da örnekler sunarak siyasete hizmet etmesinin olanaksız olmasıdır. Böyle bir hizmet, arkeoloğun iktidar iliĢkilerindeki temelleri, süreklilikleri keĢfetmeye çalıĢtığı müddetçe gerçekleĢir. Demek ki arkeolojik analiz, ilk olarak, içimize iĢleyen süreklilikleri aydınlatacaktır. Ġkinci olarak, eskiden sahip oldukları ve bugün de sahip oldukları yararlılığı tespit edebiliriz. Üçüncü olarak, bu temellerin, sürekliliklerin hangi iktidar sistemlerine bağlı olduklarını belirlemeyi ve nihayet onları nasıl ele alacağımızı bilmeyi sağlar. Tüm bunların ıĢığında Foucault için arkeoloji, “Geçmiş ile bugün arasındaki

benzerlik ilişkilerine değil, daha ziyade, süreklilik ilişkilerine ve mücadele stratejisinin taktik hedeflerini günümüzde tanımlama imkânı üzerinde -özellikle buna göre- temellenen tarihsel-siyasi bir teşebbüstür.” (Foucault, 2015a: 276).

Buradan anlaĢılacağı üzere, arkeoloji iktidar alanına dair de bir Ģeyler söylemektedir. Arkeolojinin salt bilgi bağlamında ele alındığı ve onun iktidar iliĢkilerine tümden yabancı bir merkezden yayıldığı kanısına zıt biçimde arkeoloji,

iktidar iliĢkileriyle de bağlantılıdır. Buna göre arkeolojinin üç iĢlevi vardır: “(1)

İçimize işlemiş karanlık süreklilikleri keşfetmek, (2) Bunlardan yola çıkarak varoluş koşullarımızın güncel düzeninde bu sürekliliklerin nasıl davrandıklarını saptamak, (3) Bu temellerin ve temel-içi sürekliliklerin hangi iktidar sistemlerine bağlı olduklarını belirleyip onları nasıl ele alacağımızı saptamak” (KoloĢ, 2016: 42).

Foucault, “Kelimeler ve şeyler” de yaptığı Ģeyi, bilimsel söylemlerin içindeki iktidar mekanizmalarının belirlenmesi olarak sunar ve devamında bu eserde cevaplamaya çalıĢılan sorular: “YaĢam üzerine, doğa tarihi üzerine, ekonomi politik üzerine bilimsel bir söylem sürdürülmek isteniyorsa, belli bir dönemde hangi kurallara uymak zorunda kalınır?”, “Neye uymak gerekir?”, “Hangi kısıtlamalara tabiyiz?”, “Bir söylemden diğerine, bir modelden diğerine iktidar etkileri nasıl meydana gelir?” sorularıdır. Buradan anlaĢılan arkeolojinin iktidar alanına dair kayıtsız kalmadığıdır. Ama tekrar hatırlatmak gerekirse, onu karakterize eden iktidar değil, bilgidir (2015b: 276-277). Foucault arkeolojide teorinin ve bilginin analizine, pratikler ve kurumlar karĢısında imtiyaz tanımaktadır (Best ve Kellner, 2011: 65).

Foucault, kendi tarihsel yaklaĢımında arkeolojinin yerini ve böyle bir incelemeyi neden arkeoloji olarak adlandırdığını Ģöyle ifade eder (2016a: 184):

“ „Arkeoloji‟ kelimesini iki veya üç temelden nedenden kullanıyorum. Birincisi, üstünde oynanabilecek bir kelime. Yunanca‟da Arche, “baĢlangıç” anlamına gelir. Fransızca‟da söylemsel olayların kaydedilme ve ayrıĢtırılma tarzını ifade eden “arĢiv” kelimesi de var. Dolayısıyla “arkeoloji” terimi söylemsel olayları bir arĢivde kayıtlılarmıĢ gibi ayrıĢtırmaya çalıĢan araĢtırma türüne gönderme yapar. Bu kelimeyi kullanmamın bir baĢka nedeni bağlı olduğum hedefle ilgilidir. Tarihsel bir alanı bütünlüğü içinde, bütün siyasi, ekonomik, cinsel boyutları içinde yeniden kurmaya çalıĢıyorum. Benim sorunum analize uygun nesneyi, söylem olgusunu oluĢturan Ģeyi bulmaktır. Dolayısıyla benim projem bir tarihçinin iĢini yapmak değil, söylemsel olaylar arasındaki iliĢkilerin niçin ve nasıl yerleĢtiğini keĢfetmektir. Bunu yapmamın nedeni günümüzde ne olduğunu öğrenmektir. ÇalıĢmamı bugün baĢımıza gelen Ģey üzerinde yoğunlaĢtırmak istiyorum. Toplumumuzda ve olduğumuz Ģeyde derin bir tarihsel boyut olduğu kanısındayım ve bu tarihsel uzam içerisinde yüzyıllar veya yıllar önce meydana gelen söylemsel olaylar çok önemlidir”.

Arkeolojinin, Foucault‟nun eleĢtirel projesi içindeki konumu böylece gösterilmektedir. Foucault‟nun daha önce kendi amacı olarak sunduğu; günümüzde ne olduğumuzu yani olduğumuz Ģeyi ve toplumumuzun olduğu Ģeyi öğrenmek, bu arkeoloji kullanılarak ulaĢılacak hedeftir (KoloĢ, 2016: 41). Foucault‟nun arkeolojik

bir yöntem ortaya koymakla yaptığı Ģey, olayı kavrayacak bir düĢünüm için bir dil geliĢtirmektir. Yani onun geçmiĢi gözden geçirmesi, geleceğe dönük bir çabadır (Bernauer, 2005).