• Sonuç bulunamadı

2. ÇALIŞMANIN KURAMSAL ÇERÇEVESİNİ OLUŞTURAN KAVRAMLAR

2.1 Katılım Kavramı

2.1.2 Planlama ve tasarım sürecine katılım

2.1.2.2 Katılım biçimleri, dereceleri ve yöntemler

Planlama ve tasarıma katılımın karar verme sürecinden uygulama sürecine dek aynı biçimde ve derecede gerçekleşmesi beklenemez. Özellikle kamusal mekanın biçimlenmesinde kullanıcı olarak kentlinin sosyo-ekonomik durumu, amaçları, değer yargıları ve süreçte rol alan diğer aktörlerle ilişkileri katılma eyleminin farklı biçim, düzey ve derecede gelişmesine neden olur. Karar veren tarafın değişen amaçları ise katılım yöntemlerinin değişmesini beraberinde getirir. Bu bağlamda, planlama ve tasarım sürecine aktörlerin katılım biçim, düzey ve dereceleri farklı modeller ile açıklanmış, katılım yöntemleri ise amaçlarına göre sınıflandırılmştır.

Bayazit (1982), kullanıcının/kentlinin planlama ve tasarım sürecine katılım biçimlerini altı sınıfta toplamıştır:(1) Temsili, (2) Eğitilerek, (3) Danışılarak, (4)

17

halk toplantıları, sergiler, kamuoyu araştırmaları gibi aktivitelerde kentlinin rol almasıdır.

Tekeli (1991), planlamada değişik işlevleri yerine getirmek için beş farklı katılım düzeyinden söz etmektedir. İlk düzey planın halka benimsetilmesidir. Bu düzeyde, planın halk tarafından yeterince anlaşılamaması sonucu doğabilecek tepkiler azaltılmış olur. İkincisi, plancının katılım yoluyla bilgilenmesidir. Bu düzeyde, plancı halkla doğrudan ilişki kurarak istek ve ihtiyaçlarını belirli yöntemler aracılığıyla öğrenir. Üçüncü düzey, halkın plan kararlarına katılmasıdır. Plan kararlarlarının verildiği bu düzeyde, plancı toplumda değişik kesimlerle diyalog kurar, taraflar arasında açıkça ifade edilen amaçlar, tartışmalar ve uzlaşma sonuçları plan kararlarına yansıtılır, böylece plan rasyonellik kazanır. Dördüncü düzey, katılımın “kritik rasyonalizm”in gerçekleşmesi için araç olarak görülmesidir. Tekeliye göre, birinci ve ikinci tür yaklaşımların öngördüğü rasyonalizm araçsaldır. Çünkü değerler dışarıdan verilmekte yani teori ile pratik birbirinden ayrılmaktadır. Kritik rasyonalizm, bu ayrımın yapılmadığı, iyi ve doğrunun sorgulamaya ve tartışmaya açık olduğu planlama yöntemine işaret etmektedir. Bu durumda halkla aktif diyalog içerisine giren plancı ideal söylemini kurgularken gerçeklikten koymamaya çalışır. Bu düzeyde katılımın yönü diğerlerine göre değişmiştir. Daha önceki düzeylerde halk dışlanmışken, bu düzeyde dışlanmış olan plancıdır. Diğer bir ifadeyle, toplumda var olan sürece plancı dışarıdan katılmaktadır. Beşinci düzey ise, bölüşmeye değil yaratmanın heyecanına katılmaktır. Burada anlatılmak istenen, mevcutta var olan kaynakların kullanım alanlarının halkın özlemiyle tutarlı hale gelmesi için halkın kaynakların bölüşülmesine katılmak yerine birlikte yaratmanın heyecanına katılmasıdır. Böylece insanlar sadece kamu kaynaklarına bağlı kalmadan kendi kaynaklarını da harekete geçirir ve toplu tüketim ile özel tüketimin dengesi kurulur (Tekeli, 1991).

Katılım dereceleri, pasiften aktife doğru değişmektedir (Wulz, 1990).Günümüzdeki demokratik düzende halk adına karar veren temsilcilerin yetkiye sahip olmakla güce sahip olmayı eşdeğerde algılamaları ve kenti ilgilendiren konularda tek yetkili gibi davranmaları katılımın en pasif şeklidir. Kentlinin, sosyal ve ekonomik çıkarlarının planlama ve tasarım kararlarında etkin olmaya başlaması katılımın aktifleşmesine işaret eder. Kamusal projelerde katılımın aktifleşmesi, karar verici durumundaki

18

yerel otoritenin, kentliyi karar verme sürecine dahil etme eğilimi ve ortaya çıkan sonuçları uygulama sürecine yansıtmasıyla doğru orantılıdır.

Planlama ve tasarım sürecine katılım yöntemleri, karar veren taraf olarak yerel yönetici, plancı ve mimarların amaçlarıyla ilişkili olarak değişmektedir. Çeşitli ülkelerde vatandaşların planlama ve imar faaliyetlerinin karar alma süreçlerine katılımı yasalarla desteklenmektedir. Diğer taraftan, bazı ülkelerde halkın yönetimi denetlemesi ve kentsel politikaların üretimine katılımı için yasal düzenlemeler yapılmıştır.

Uygulamasına ilk olarak İsveç’te başlanan ve birçok ülkede yaşama geçen “ombudsman” sistemi halkın yerel yönetimleri denetlemesine yönelik bir örnektir. Yasal düzenlemelerle desteklenen, bir kişi veya kuruldan oluşan ombudsman, halkın idari eylem ve işlemlere karşı yaptığı şikayetleri ve başvuruları incelemekle görevlidir. “Uygunsuz, adaletsiz, baskıcı, hatalı ya da kötü yönetime dayanan tüm idari eylem ve işlemler konusunda yetkili” olan bu kurulun hazırladığı raporlar yargı kararları gibi doğrudan yaptırım gücüne sahip olmasa dahi vatandaşlar ile yerel yönetim arasındaki uyumsuzluklar karşısında bir tür yargı işlevi görmektedir (Yıldırım, 1993). Tarafsızlığı ile toplum tarafından güven duyulan bu kamu kurumu, yerel yönetimlerin gelişmesi için öneriler sunmakta, hatalı bulduğu kamu görevlilerini uyararak daha verimli çalışması için teşvik etmektedir. AB’ye uyum sürecinde olan ülkemizde son dönemde ombudsman sisteminin gerekliliği gündemde olan konular arasındadır.

Halk oylaması (referandum), kent meclisleri, halk girişimi gibi katılım yöntemleri halkın yerel yönetimlerin karar verme sürecine katılımına imkan tanımaktadır. Almanya’da halk oylamaları “yurttaşlar kararnamesi” (Bürgerentscheid) şeklinde tanımlanır. Yerel Anayasada belirlenen yurttaş kararnamesi, belediye meclisinin çoğunluk kararı ve yurttaşların talebi üzerine yapılır. Sonuçların geçerli olabilmesi için Anayasada belirlenen minimum seçmen sayısına ulaşılması gerekmektedir. Yurttaş kararnamesi belediye meclis kararı ile aynı hukuki sonuçlar vermekte, iki yıl geçmeden değiştirilmemekte, değişiklik için bu süre sonunda tekrar yurttaş kararnamesi gerekmektedir (Ünüsan, 1996).

19

Bayazıt (1982) planlama ve tasarım sürecine katılım yöntemlerini; kullanıcı hakkında bilgi edinme, kullanıcıyı bilgilendirme ve arabulucularla tasarlama yöntemi olarak sınıflandırmıştır.

• Kullanıcı hakkında bilgi edinme yöntemleri: Kamuoyunun düşünce ve davranışlarını öğrenmek için kullanılan yöntemdir. İstatistiksel veri toplama yöntemi olan anket çalışması, halkın genel düşüncesini öğrenmek için yapılan referandum, halk oylamaları kullanıcıların fiziksel mekan ve birbirleriyle etkileşimini inceleyen gözlem kullanıcı hakkında bilgi edinmek için kullanılan yöntemler arasındadır. Almanya’da birçok eyalette danışma niteliğinde ve özellikle kentsel yenileme çalışmalarında halkın genel fikrini öğrenmek üzere yapılan halk oylamaları yasalarla desteklenmektedir. Baden– Württemberg, Bayern ve Branderburg bu eyaletlere örnektir (Ünüsan, 1996). • Kullanıcıyı bilgilendirme yöntemleri: Halkın plan yapma sürecine aktif olarak katılabilmesi için yerel yönetimler tarafından bilgilendirilmeleri oldukça önemlidir. Çünkü bireyler haberdar oldukları düzeyde katılma eğilimi gösterirler. Sergiler, halk danışma toplantıları, paneller ve basın duyuruları bu grubun içindedir. Yerel basın, yerel otoritenin mesajını halka iletmede kullandığı en hızlı ve etkin yöntemdir (Fagence, 1977). Örneğin, İngiltere’de planlama konuları düzenli olarak halka yerel basın aracılığıyla iletilmektedir. • Arabulucularla planlama ve tasarlama: savunucu planlama yöntemi:

“Plancıların bir takım sorunları, vatandaşlarla birlikte çözümleme çabalarını, proje aracılığı ile bu çabalara teknik bir anlam kazandırma ve bunları yönetime karşı savunma girişimlerini, bir grubun çıkarlarını bu grubun anlayabileceği bir dille savunan ve karar vericileri etkileyen bir avukatın rolüne benzeten Davidoff, savunucu sözcüğünü ortaya atmıştır” (Colbec,1970; Bayazıt 1982, s.143).

Planlamayla ilgili stratejileri belirlemek, halkı bilgilendirmek, yerel yönetim ile halk arasında köprü görevi görmek, yoksul ve güçsüz kesimlerin haklarını yerel otoriteye ve güçlü kesimlere karşı savunmak savunucu plancıların görevleri arasındadır (Davidoff, 1965). Ayrıca savunucu plancılar, tarafların amaçlarını belirleme ve görüşlerini ifade etmelerine yardımcı olarak paylaşma ve iletişim ortamları yaratırlar.

20

Colbec, savunucu planlama kuruluşlarını dört sınıfta toplamıştır (Colbec,1970; Bayazıt 1982):

• Topluluğun kendi içinde oluşan gruplar ve liderler: Fiziksel çevrenin düzenlenmesi ve yenileme faaliyetlerinde bölge halkıyla ilişki kurarak talepleri belirlenmek, bölge halkına teknik yardım sağlamak, elde edilen bilgileri resmi kurumlara iletmek ve resmi kurumlardan bilgi almak bu grubun üstlendiği görevlerdir (Colbec, 1970; Bayazıt, 1982). Kent konseyleri, sivil toplum kuruluşları ve sivil inisiyatifler bu grupta toplanabilir. Gönüllülük ilkesine dayanarak kurulan bu gruplar, sosyal sorumluluk projeleri yürütür ve otorite tarafından alınan kararlarda toplumun çıkarlarını korumak için çalışırlar. Kent konseyleri, yerel yönetim ile kentli arasında köprü görevi görürler. Saydamlık, katılım ilkeleri çerçevesinde yerel eylem planları hazırlayarak toplumun gelişmesine katkıda bulunmak, temsil edilmeyen kesimlerin kent yaşamındaki etkinliğini arttırmak ve karar süreçlerine katılmalarını sağlamak kent konseylerinin görevleri arasındadır (Emrealp, 2005).

• Topluluk dışında kurulmuş meslek sahibi elitlerden oluşan gruplar: Meslek odaları, meslek örgütleri ve vakıflar toplumun meslek sahibi kesiminin oluşturduğu kuruluşlar olarak bu gruba dahildir. Meslek odaları, mesleğin genel çıkarlara uygun olarak gelişimini sağlamakla birlikte kentle ilgili alınan kararlarda kamu yararını korumakla yükümlüdür.

• Üniversitelerin oluşturduğu gruplar: Projelerin ve önerilerin geliştirilmesinde akademik çevrenin bilimsel ve teknik desteği oldukça önemlidir. ABD ve İngiltere’de fiziksel çevrenin düzenlenmesi, tasarım projeleri veya imar planlarının hazırlanmasında mimarlık ve planlama öğrencileri kullanılmakta, halk ile işbirliği yapmaları sağlanmaktadır. Bu çalışmalar sayesinde öğrenciler teoride öğrendikleri bilgileri pratikte uygulama şansı bulmakta, kentli ise öğrencilere istek ve ihtiyaçlarını rahatlıkla ifade edebilmektedir. • Yerel yönetimin desteklediği gruplar: Bu grup yönetimin desteklediği

firmaları, memurları ve teknik grupları içermektedir. Yerel yönetimler tarafından atanan bu gruplar mesleki bir konuda uzman olarak yönetime teknik ve yasal yönden yardım sağlar (Kaplan, 1971). Yerel yönetimlere

21

teknik açıdan destek sağlamak amacıyla “proje danışma kurulları” ve “danışmanlık komiteleri” bu gruba örnek gösterilebilir.

ABD’de uygulanan, Almanya’da ise uygulanmaya başlayan meditasyon, savunucu planlama ile paralel özellikler taşıyan bir diğer yöntemdir. Yerel yönetimlerin plan, program veya proje girişimlerinde taraflar arasında uzlaşma sağlanması amacıyla üçüncü kişinin karar verme sürecine dahil olması anlamına gelen meditasyon yönteminde süreci yöneten kişinin tarafsızlığını koruması önemli bir konudur (Dönmez, 1999).

Bayazıt’ın üç sınıfta topladığı yöntemler, halka plan ve projeleri benimsetmek, halkın ihtiyaçlarını öğrenmek, karar verme süreçlerinde etkinliğini arttırmak için karar vericiler tarafından kullanılan ve halkın pasif düzeyde kaldığı yöntemlerdir. Ancak karar verme sürecinde uygulanan bu yaklaşımlar plancı, mimar, yerel otorite ile kentli arasında kurulan diyalogun kurumsallaşması ve katılımın kent yaşamının bir parçasına dönüşmesi bakımından önemlidir.

Aktif katılım yöntemleri ise, tarafların birlikte karar verdiği, ortak plan ve projeler ürettiği durumlarda gerçekleşir. Diğer bir değişle, tarafların işbirliğiyle ürettiği öneriler doğrudan plan ve projelere yansımaktadır. Atölye çalışmaları, tasarım çalıştayları (design charette), forumlar plancı ve mimarların yerel halkla birlikte proje elde etmek için kullandıkları aktif katılım yöntemleri arasındadır. Bu ortamlarda uzmanlar, yerel halk ile aynı dili konuşabilmek için hareketli maketler, haritalama yöntemleri gibi bilginin görselleştirildiği çeşitli teknikler kullanmaktadır. Amerika ve Avrupa’da, planlama ve tasarım süreçlerine yerel halkın aktif katılımını destekleyen çeşitli organizasyonlar bulunmaktadır. Chicago’da yer alan Kent Tasarım Merkezi bu organizasyonlara örnek gösterilebilir. Kent ve mahalle ölçeğinde çeşitli yenilemeleri ve projeleri hayata geçiren tasarım merkezi, toplumun üç önemli aktörünü bir araya getirmektedir (Url-1, 2008):

• Üniversite: Akademisyenler, mimarlık ve planlama öğrencileri halkın problemlerinin tanımlanması, ortak fikir üretilmesi ve üretilen fikirler doğrultusunda projelerinin çizilmesi görevini üstlenirler. Öğrencilerin yerel halkla ilişki kurmakta ve problemlerin tespitinde başarılı sonuçlar verdiği düşünülmektedir.

22

• Sivil toplum kuruluşları: Halk ile tasarım merkezi arsındaki ilişkinin kurulmasına yardımcı olmaktadır. Tasarlanan projelerin uygulanması için gerekli teknik yardımı yaparlar.

• Özel sektör: Projelerin gerçekleştirilmesi için fon oluşturur. Çeşitli yöntemler geliştirilerek yerel halkın katılımını destekler ve kamuoyunu bilgilendirirler. 2.1.3 Katılımcı demokrasi - sivil toplum ilişkisi

Ulus devletlerin demokrasi şekli olarak ortaya çıkan ve geçmişi 19. yüzyıla dayanan temsili demokrasi, bugün küreselleşen dünyanın yönetim anlayışı olarak yetersiz kalmaya başlamıştır. Toplumsal yaşamda ve düşünce biçimlerinde yaşanan köklü değişimler, ulus devlet dünyasının büyük ölçüde homojenleştirdiği bireyleri küreselleşen dünyanın aktif bireylerine dönüştürmektedir. Bu durumda ortaya çıkan sorunsal; toplumdaki farklılıkları göz ardı ederek yönetime yabancılaştıran, hizmet almayı bekleyen ve kendisine sunulan hizmetlerin yalnızca tüketimine katılan bireyler yaratma eğiliminde olan temsili demokrasinin, farklılıklara ve değişime açık, her türlü iletişim imkanlarını kullanarak sınırları dışına çıkabilen, sürekli kendini yenileyen özgür bireyleri yönetebilmek için nasıl güncelleştirileceğidir.

Demokrasinin en temel tanımı olarak “halkın kendi kendini yönetmesi” temsili demokraside dolaylı bir biçimde gerçekleşir. Önceden belirlenmiş kişiler içerisinden halkın kendi adına karar verecek temsilcileri seçmesi, çoğunluğun belirlediği siyasi gücün “çoğunluk diktası” haline dönüşmesine neden olur (Tekeli, 2002a). Temsili demokrasi, pasif bireylerden oluşan bir toplum yaratma eğilimindedir. İktidarı belirleyen çoğunluk merkezi ve yerel yönetimi ancak seçimden seçime değiştirerek denetlemektedir. Bu süreçte taleplerinin karşılanmasını bekleyen bireylerin aksi durumda oy vermeyerek sorumluluğunu yerine getirdiğine inanması temsili demokrasinin içinde barındırdığı en büyük tehlikedir.

Temsili demokrasi kapsamında var olan “iktidar” ve “temsil” olguları iki temel tartışmayı beraberinde getirir. Bunlardan ilki, temsil edecek grubun niteliklerinin kendisini seçen topluluğun nitelikleri ile ne ölçüde özdeş olduğudur. İkincisi ise, temsil edecek grubun faaliyetlerinin topluluğun çıkarları karşısında ne ölçüde duyarlı davrandığıdır (Erder ve İncioğlu, 2008).

Bugün temsili demokrasinin alacağı yeni biçim konusundaki düşünceler katılımcı demokrasi yönünde birleşmektedir. Temsili demokrasiden, katılımcı demokrasiye

23

geçiş, ”bütün yurttaşların karar verme sürecine doğrudan katılımı” (Marshall, 1998), ile mümkündür. Burada amaçlanan toplumdaki farklı görüş ve taleplerin demokratik platformlar aracılığıyla karar verme sürecine eklemlenmesidir. Yönetilen taraf olarak vatandaşların kamusal alanda yaptığı sorgulama ve tartışmaların kentsel karar verme sürecinde yerel yönetimler tarafından değerlendirildiği ve kararların, taleplerle örtüştüğü durumlarda katılımcı demokratik yönetim anlam kazanır. Burada bahsedilen kamusal alan kişilerin etkileşim içerisinde olduğu, kendi değerleri içerisinde iyiyi ve doğruyu tartıştığı yani aktif konumda olduğu alandır. Kamusal sorgulama ise, yerel yönetimi kamusal alana açık hale getiren, diğer taraftan vatandaşların kişisel çıkarlarını geride bırakarak kamusal çıkar yoluyla yaşadıkları mekanla ilişki kurmaya yönlendiren bir toplumsal eylemdir (Karaman ve diğ.,1999). Katılımcı demokrasi, toplumdaki çatışmaları kamusal alanda diyalog kurarak çözümleyen, kendisini doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren konulara katılma isteği duyan, sorumluluk duygusu gelişmiş gerektiğinde hesap soran ve sivil toplumun aktif üyesi olarak siyasi gücün karşısında sivil gücü temsil eden vatandaşları gerekli görmektedir. Yerel yönetim değişimin getirdiği koşulların ancak bir kısmını kendi koşulları içerisinde yerine getirebilir. Bu değişimde önemli rol, sivil topluma ve sivil toplumun iletişim aracı olarak sivil toplum kuruluşlarına düşmektedir.

Sivil toplum, devlet otoritesinden bağımsız, sosyal aktörlerin sosyal ilişkilere dayanarak oluşturduğu alan olarak tanımlanabilir. Halkın kendi iradesi ile otoritenin yetkisi dışında oluşturduğu birey ve gruplar arası özgürlükler alanı olarak tanımlanan sivil toplum, devlet otoritesinin hakimiyetinde olan kamu alanının heterojenleşmesini sağlar. Bu alan çatışmalara, çeşitli ortaklıklara, aktif katılıma, iletişime ve kamu bilincinin gelişmesine yani demokrasinin işlerlik kazanmasına imkan tanıyan bir alanı ifade eder. Sivil toplumdaki çatışmalar, farklı grupların birbiri üzerinde üstünlük kurma arzusuna dönüşmediği sürece desteklenen bir eylemdir. Aksi durum demokrasiyi yıpratıcı bir sürece sürükleyebilir.

Sivil toplumla ilgili tartışmalar devlet ile toplum arasındaki karşıtlığın varsayımından doğmaktadır. Bu varsayımda siyasal toplumun niteliği önem kazanır (Yıldırım, 2004). Touraine (2004), sivil toplumun, devletin ve siyasal toplumun birbirinden ayrılmasını demokrasinin oluşumu için temel koşul olarak görmektedir. Touraine (2004, s:70) göre demokrasi, “ancak sivil toplumla devletin kendilerine özgü,

24

birbirinden ayrı hatta çoğunlukla birbirine karşıt mantıkları olduğu kabul edildiğinde ve bunların arasındaki ilişkiyi yönetmek üzere her ikisinin karşısında özerk bir siyasal sistem” bulunduğunda var olmaktadır. Diğer bir ifadeyle devlet erkinin sınırlanması, siyasal toplumun tanınması ve hem devletin hem de sivil toplumun karşısında özerkleştirilmesi anlamına gelmektedir.

Gelişmiş ülkelerde sivil toplum; sosyal, ekonomik ve kültürel hayatın bir parçası olarak devlet ve özel sektörle birlikte üçüncü sektör olarak ortaya çıkarken, gelişmekte olan ülkelerde bu durumun aksine devletin tekil gücüne karşı örgütlenme biçimi olarak ortaya çıkmakta, demokratik düzen yaratılması için itici güç olmaktadır.

Sivil toplum söylemindeki diğer yaklaşımlar, devlet – piyasa ekonomisi – küreselleşme alanında gelişmiştir. “Üçüncü yol” olarak adlandırılan yaklaşıma göre, devlet - piyasa merkezli çözümlerin yetersizliği üzerine ortaya çıkan, bunların dışında bir alternatifin olduğunu savunan ve bir dizi ülkede siyasi ideoloji haline gelen sivil toplum söylemidir. Dünyada piyasa merkezli politikaların işsizlik, sosyal güvenlikten yoksun kitlelerin büyümesi ve dışlanması, gelir dağılımındaki bozulmalar gibi sorunlarla karşılaşması, refah devleti uygulamalarının devleti büyütüp kendi başına bir güç haline getirmesi ve toplumun bastırılıp zayıflatılması sivil toplum temelli çözümleri beraberinde getirmiştir (Şengül, 2001).

Giddens (1998), küreselleşmenin yerelleşme yönünde yarattığı baskının devletin aşırı gelişmişliğinin aksine yerel sivil toplumun yeniden inşa edilmesine fırsat yarattığını savunmaktadır. Giddens’a göre, sivil toplumun güçlendirilmesine yönelik başlıklar şunlardır (Şengül, 2001, s:176):

• Devlet ve sivil toplum işbirliğinin geliştirilmesi, • Toplulukların inisiyatif verilerek güçlendirilmesi,

• Kar amacı gütmeyen üçüncü sektörün sürece dahil edilmesi, • Yerel kamusal alanın korunması,

• Topluluk temelli suçtan ve şiddetten korunma, • Demokratik aile.

Sivil toplumun oluşmasında en temel aktör olan sivil toplum kuruluşları; devlet tarafından işgal edilen kamu alanını onunla paylaşarak gerek ürettiği kamusal hizmetle ona yardımcı olur gerekse kamu yararını korumak amacıyla onunla

25

çatışmacı bir ilişki kurar. Sivil toplum kuruluşları, devlete duyulan güvenin azalmasına koşut güçlenmeye başlamıştır. Devletin ondan beklenen işleri yerine getirmede başarısız kalması, kaynakları doğru kullanmaması ve her türlü hizmetin devletten beklenmesinin getirdiği aksaklıklar sivil toplumda örgütsel yapıya duyulan ihtiyacı giderek arttırtmıştır (İlter, 1998).