• Sonuç bulunamadı

KARAKÖY, EMİNÖNÜ, SİRKECİ

Belgede SOSYETE A D N A N V E L İ (sayfa 73-77)

Parm akkapıdan geçerken, kaldırım da yürüyen empri- meli bir kadının yanında, ânî bir fren yaptı. Sağ tarafa doğru eğilip pencereden seslendi:

— Karaköy, Eminönü, Sirkeci...

Kadın aldırış etmeden 'yürüdü. Şoför de tek rar gaza bastı. Yanında muavini oturuyordu. A rkada da iki kişi vardı. Ağacamie gelince trafik polisi, «Dur!» işareti ver­

di. Genç bir kadın karşıya geçti. Şoför bu hale içerledi:

— Bir karı için bir arabayı durduruyorlar birader.

İhtiyarca olsa'kulak asmaz ha!... Günde böyle 100-150 karıya yol verse, elbet birinden birini piyastos eder. Ka­

raköy, Eminönü, Sirkeci!... Sonra anam babam, nerede kalmıştım?.. İşte o gâvurun manzarasını anlatıyordum, değil mi?.. Neyse lâfı uzatmıyalım. Herifi döndürüp do­

laştırıp Tophaneye getirdim. Arabadan iner inmez doğru gidip taksi saatine bakmaz mı?.. 14 lira yetmiş kuruş yaz­

mış... Bana hiçbir şey demeden iki onluk çıkardı, para­

nın üstünü,beklem eye başladı.

— Hey müsü, dedim. Bu memlekette yirm i kâğıda m arul bile taşımazlar. Uçlan bakalım bir yirm i daha!...

Enayi gâvur bir "şey anlamadı. Fan fin fin diyerek bir şeyler söyledi:

— Bu işin fan fin fon’u yok, dedim, öyle ağızları ye­

mezler. Ya forti papeli toslarsın, ya da alırım paçanı...

Muavin sordu:

— Forti papel kaç lira mânasına geliyor âbi?.

— Forti papel demek, yani dört onluk demektir.

— tyi biliyorsun maşallah İngilizceyi...

— U nuttuk birader... Eskiden İngilizcem çok kuvvet­

liydi. Şimdi zayıf düştü. Ama biz İngilizceyi asıl yerin­

den öğrendik. Şaban adında bir arkadaş vardı. Kitaplara filân boş verirdi. İngilizceyi gramofondan öğrenirdi. Çok zihni evvel oğlandı. Gramofona bir plâk kordu; iğneyi

değiştirir değiştirir çalardı. Söz temsili bizim elimize b ir gramofon geçse hemen Hamiyeti koruz. Safiyeyi koruz, değil mi? Halbuki o Şaban bizim gibi yapmazdı. Neyse sonunda banga mem uru oldu. Biz de şoför olduk. Ama o m em ur oldu da ne oldu sanki? İhya mı oldu? Ne gezer.

Meselâ diyeceksin ki, farzedelim Altıncı Şube ‘Müdü­

rü şoförlere karşı bir gün müsamaha ve iltimas et­

memesinden nâşi her hususta vazifesinden mütevellit fa­

lan diyerekten lûgatli bir cümle söyliyeceksin değil mi?.

İşte eski zamanda ben bunu birde söylerdim. İngilizce de­

yip de geçme ha.. Çok nazik dildir. Bir kere yanlış yaptın mıydı, arkasını katiyen getiremezsin. Meselâ her lâfın ba­

şına bir piliz koyacaksın. Kapıdan girerken piliz, yemek yerken piliz, oturup kalkarken piliz, aptese giderken gene piliz... Pilizsiz İngilizce katiyen olmaz. Ay dedin miydi başka mânaya gelir. Ayvaz dersen yine başka mânası v ar­

dır. Yani çok ince mesele... Lâf lâfı açaimış. Biz de lâkır­

dıyı başka yere getirdik. Ne diyordum? Ben, gavura öyle dedim. «Tosla bakalım . forti papeli» dedim. Deyyus bağı­

rıp tepinmeye başlamaz mı?. K abahat onda değil, kaba­

hat bizim millette birader.. M uzurluktan yana birinciyiz..

Gâvur kısmı Tophane rıhtım ına ayak bastı mıydı, hemen kulağına fışırdıyorlar, «Taksi saati ne yazarsa onu vere­

ceksin» diyorlar. Herif de benim yüzüme bakmadan hemen saate bakıyor. Neyse uzun lâfın kısası, herifin yakaya bir yapıştım. «Sana bu tstanbulu zindan ederim deyyus» de­

dim. Baktım kikirik gevşedi. Tabii şıp diyç forti papeli de tosladı.

Şoför, Galatasaray’ı geçtikten sonra tek ra r kaldırım a sokulup seslendi:

— Karaköy, Eminönü, Sirkeci!...

Ve kaşla göz arasında, arkaya bir kişi daha aldı. Ama bu, trafik polisinin gözünden kaçmadı. Yanından geçerken arabayı durdurdu. Eğilip şoföre doğru:

— Gözünün yaşına vallahi bakmam, yak anm canını, dedi.

K ikirik’ten forti papeli koparan o arslan, polisin k ar­

şısında birdenbire fare kesiliverdi:

— Yakarsın ağabeyciğim. Valla yakarsın. Ben seni bi­

lirim.. Bir daiha görürsen ne dersen de. Bir sen yakarsın, bir de Beykozlu Fethi var, o yakar. İkiniz de yakarsınız ağabeyciğim..

— Haydi çek!..

— Çekeyim ağabeyciğim.. Yakarsınız... Valla yakarsı­

nız..

Otomobil ilerledi. Şoför hâlâ kendi kendine söyleni­

yordu: |

— Yakarsın.. Biraz zor yakarsın. 27 num aradaki Ay- ten akşama beni m erak etmese seni şu kâinatın orta yerin­

de, vakti geçmiş domatese çevirirdim ama, neyse dua e t.

Şoför Seyfi’nin yumuşak zamanına rastgeldin. Gönlümü b ir karıya kaptırmışım, boynumuz bükük... Karaköy, Emi­

nönü, Sirkeci...

Tünel başından dönerken radyoyu açtı. Elleriyle de direksiyona vurarak tempo tutm aya başladı:

«Diyarbakır şad akaaar Hele yaaar, zalııım yaaaar.»

Şişhaneye doğru inerken, Maliye .Şubesinin karşısın­

daki kaldırımda bir ahbabına rastlayınca durdu:

— Teefiiiik.. Ulan Teefiilik... Ne haber?. Hayrlyi gör­

dün mü, Hayriyi?..

— Görmedim be!..

— Görürsen söyle o kaşkavala, yarın akşam Topha­

nede Dede’nin kahvesine gelsin. Onunla bir aksatam ız var. Söyle ha, unutm a...

— Söylerim, söylerim...

— Daha başka nasılsın?. Yenge ne yapıyor? Doğurdu mu?.

— Haftaya cumaya bekliyoruz.

— Çok hergele herifsin be Tevfik.. Mektep rai aça­

caksın? Bu kaçıncı olacak?...

— Allah kısm et ederse beşinci...

— Ulan onlarm beşi birden büyüyüp de piyasaya çık­

tılar mıydı, kimse sana yan bakam az. Değil mİ ha?...

Otomobilin arkasında b ir tram vay durmuş, boyuna kam pana çalıyordu. Şoför Seyfi sinirlendi:

— öttü rm e şunu be beynimizin dibinde.. Hacıağa!.. Bir tram vay ele geçirince adam mı oldun sanıyorsun?, Bak

uçkurun sarkıyor, onu topla!. Haydi eyvallah Tefik.. Kara*

köy, Eminönü, Sirkeci...

Şişhane yokuşunun üst başından bir Eminönü yolcu­

su bindirdi. Düşkün kılıklı bir ihtiyardı.

Karaköyde bütün yollar, boydanboya tıkanmış, A ltın­

cı Şube tekmil elemanları^le seferber olmuştu. Kulakları yırtan düdük sesleri ortalığı çın çın öttürüyor, buna rağ­

men vasıtalarm bir şdım ilerlemesi kabil olmuyordu. Sey- fi arabayla kaldırıma sokuldu. El frenini çektikten sonra:

— Şimdi geliyorum, dedi. Tokatlı’dan bir ayran içeyim birader. Ciğerim yandı sıcaktan..

Gitti, geldi. Direksiyona oturm adan önce kaldırıma doğru seslendi:

— Sirkeci, Cağaloğlu, Türbe!...

Köprüyü geçmek 15 dakika sürdü. Bahçekapıya gelin­

ce, m uavinin yanındaki ihtiyar indi. Şoförün eline 25 k u ­ ruş verdi. Seyfi birden köpürdü:

— Elli kuruş elli!. Bu ar ab? ya elli dördün Desoto’su derler. Yirmi beşe kapı açmam ben adama...

İhtiyar, mazlum bir hal aldı:

— Ama ben her zaman Şişhane’den Sirkeci’ye, yirm i beşe geliyorum.

— Senin yirm i beşe geldiğin vakitler, G alata köprüsü iki taraflı çalışıyordu. Şimdi Köprüyü ikiye taksim etti­

ler. Fiyatlar da elliye çıktı. Bir yirm i beşlik daha elden gel bakalım.

— Veririm ama, seni de Altıncı Şubeye şikâyet ede­

rim.

— tstersen 36 ncı şubeye git. Orhan Beye bir de selâm sarkıt. «Akrep Seyfi benden elli kuruş aldı> de.. Haydi çek arabanı... Cağaloğlu, Türbe, Beyazit!...

Otomobil hareket ettikten sonra Seyfi yanındaki m u­

avinine dert yandı:

— Bu seyrüsefer çok yapıyor bize birader. Ama artık onların da borusu ötmiyecek. Bizim Şoförler Cemiyeti An­

kara’ya b ir istida verdi. Polis, şoförlere efendi muamelesi yapsın diye. Altıncı Sube’ye A nkara’dan bir em ir gelince o vakit cuk oturacaklar... Haydi Coğoloğlu, Türbe, Be­

yazıt büiir!... (20.6.1954)

Belgede SOSYETE A D N A N V E L İ (sayfa 73-77)