• Sonuç bulunamadı

Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanmanın Temel Öğeler

KALKINMA POLİTİKALARI VE KAMU YÖNETİMİ

2.5. Kalkınma Politikaları ve Kamu Yönetim

2.5.1. Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanmanın Temel Öğeler

2.5.1.1. Özelleştirme

Esneklik ilkesi çerçevesinde kalkınma ve planlama politikaları da esnekleştirilmiş; merkezi planlamanın yerini serbest pazar, kamu girişimciliğinin yerini özelleştirme, ulusal ekonomiyi oluşturabilecek ithal ikameci ve korumacı politikaların yerini küresel pazara açık ekonominin aldığı bir kalkınma anlayışı egemen olmuştur (Salacuse, 2000: 291). Ekonomi politikasındaki değişime koşut olarak kamu yönetimi de yeniden yapılandırılmıştır. Kamu yönetimin yeniden yapılanması özelleştirme, yerelleşme, serbestleştirme, kuralsızlaştırma, esnekleştirme gibi yeni liberal politikaların etkisiyle olmuştur. Bu politikalardan özelleştirme ve yerelleşmenin kamu yönetimindeki değişimde öncelikli ve önemli bir rolü vardır.

Özelleştirme politikaları, bürokraside ve kamu hizmeti anlayışında değişim yaratarak kamu yönetiminin değişmesine etkide bulunmuştur. (Şahin, 2001: 662). Özelleştirme politikaları, bürokraside yarattığı esnekleşmeye koşut olarak kamu hizmeti ve kamu yararı anlayışının değişmesinde de etkili olmuş, devletin müdahale alanını daraltmıştır. Serbestleştirme ve özelleştirme uygulamaları ile devletin küçülmesi sağlanmakta, ekonomik ve toplumsal işleyiş üzerindeki belirleyiciliği ve kamusal müdahale alanları azaltılmaktadır (Göktürk, 1999: 279).

Özelleştirme yalnız, devletin sırtındaki bir yük olarak tanımlanan kamunun ekonomik yatırımlarının özelleştirilmesi biçiminde gerçekleşmemiş, aynı zamanda eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi kamusal nitelikli hizmetlerinin özelleştirilmesi ya da bu hizmetlerin sözleşmeler yoluyla özel sektöre devri biçiminde de gerçekleşmiştir. Özelleştirme kamu hizmeti tanımının sınırlarını daraltmış ve bu sınırlara göre kamu yönetimini yeniden biçimlendirmiştir. Sosyal devlet

dönemindeki kamusal eğitim, sağlık, sosyal güvenlik politikalarından vazgeçilerek bu alanların sermayeye yeni pazarlar olarak açılması için yeni “kamu” politikaları geliştirmeye başlanmıştır. Özelleştirme, kamu hizmeti tanımının sınırlarını daraltmış ve bu sınırlara göre kamu yönetimini yeniden biçimlendirmiştir. Sosyal devletin en belirleyici niteliği olan kamu girişimciliği yerini özelleştirme politikasına bırakmıştır. Özelleştirme yalnız, kamunun ekonomik yatırımlarının özelleştirilmesi biçiminde gerçekleşmemiş, aynı zamanda eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi kamusal nitelikli hizmetlerinin özelleştirilmesi ya da bu hizmetlerin sözleşmeler yoluyla özel sektöre devri biçiminde de gerçekleşmiştir.

IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası mali kuruluşların ekonomik paketlerindeki yeniden yapılanma önerilerinde yer alan özelleştirme ilkesi, ekonomik boyutlu olmanın çok ötesinde kredi verilen ülkelerin kamu yönetimi ve kamu hizmeti anlayışlarını değiştirmiştir. İşletmelerde uygulanan postfordist esneklik ilkesinin kamu yönetimine uygulanması, farklı yöntemler ve kurumlar aracılığıyla gerçekleştirilmiş olsa da, esas olarak özelleştirme, sözleşmeler aracılığıyla kamu hizmetlerinin özel sektöre devri (contracting system), bağımsız idari otoritelerin oluşturulması ve yerelleşme noktalarında toplanmaktadır. Bu süreçte, kamu yönetiminin kurumsal bütünlüğü parçalanmış, kamu hizmetleri farklı statüdeki örgütler tarafından sunulmaya ve yurttaşlar “müşteri” olarak algılanmaya başlamıştır. Özelleştirme uygulamalarından doğan önemli bir sorun da toplumsal ve ekonomik karar odağının değişmesidir. Özelleştirmenin sonucunda, güç ilişkilerinde meydana gelen kayma sadece kamudan özele ya da devletten piyasaya doğru değildir. Güç kayması ulusal ve yerel siyasal kurumlardan uluslararası şirketlere ve uluslararası kurum ve kuruluşlara doğru olmaktadır (Martin, 1995: 230).

2.5.1.2.Yerelleşme

Geray (1997: 84), yönetimin aşırı merkeziyetçi bir yapıdan kurtulması, yerel işlerin halkın katılımıyla yerinden yürütülmesi, yerel yönetimlerin özerkleştirilmesi anlamında kullanılan yerelleşme kavramının, küreselleşme süreci ile birlikte yeni bir anlam kazanarak çok uluslu şirketlerin, ulus-devleti dışlayarak, yerel toplumlarla ya da işgücüyle doğrudan ilişkiye girmesini anlatan bir kavrama dönüştüğünü

belirtmektedir. Yerelin yeniden kavramsallaştırılması, post-fordist esneklik ilkesi ve buna bağlı olarak uluslararası sermaye hareketlerindeki değişiklikler üzerinde yapılandırılmıştır. Merkezi yönetimde yaşanan esnekleşme ve kamu yönetiminin işletmeleştirilmesi süreci yerel yönetimlere de yansımış, merkezi yönetimin parasal desteğinden yoksun kalan yerel yönetimler, ulusüstü sermaye ile doğrudan ilişki kurarak küreselleşmeyle eklemlenme sürecine girmiştir. Devletin toplumsal boyutunun küçültüldüğü ve kamu yönetiminin kurumsal bütünlüğünün parçalandığı bu süreçte, yerelleşme ve bölgeselleşme kavramı yeniden yapılanma öğesi olarak, yeni bir içerikle kavramsallaştırılmıştır.

Küreselleşme sürecinde yerel, ulusüstü sermaye için çekim merkezi durumuna gelmiş, yerel kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi yerel yönetimleri küreselleşmeyle eklemlemiştir. Yerel yönetimlerin küresel piyasalarla eklemlenmesi ve yerel kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi ulusüstü sermaye için yeni pazarlar yaratılırken; diğer yandan esnek uzmanlaşmanın ihtiyaç duyduğu ucuz emek sağlanmıştır. Bu bağlamda küreselleşme ile bölgeselleşme ve yerelleşme arasında çok sıkı bir bağlantı olduğu ve ulus devletlerin yerelleşmesiyle ulusüstü sermayenin küreselleştiği söylenebilir. Yerelleşme, kamu tekelinin kırılması için kullanılmaktadır. Dünya Bankası katılımcı yönetim modellerini, ulusaşırı şirketlerin kamusal karar süreçlerinde yer alabilmesi için geliştirmektedir. Mevcut merkezi ve yerel kamu örgütlenmesi, ulusaşırı şirketlerin kamusal karar sürecinde yer almasını sağlama işlevini üstlenmiştir (Güler, 1999: 59). Bu açıdan bakıldığında yerelleşme politik anlamda güç ve kaynakların merkezi hükümetten özel sektöre aktarılmasında uzun vadeli sürecin bir aşamasıdır (Güler, 1996:110).

Yeniden yapılanma sürecinde devletin, ekonomik, siyasal, toplumsal alanlardaki belirleyici gücünün ve karar alma insiyatifinin gerilemesi, devleti giderek daha teknik bir aygıt haline getirmiş ve devlet uluslarüstü merkezlere bağlı bir alt düzenleyici rolünü üstlenmeye başlamıştır. Devletin işlevlerinin bir bölümü uluslarüstü kurumlara devredilirken, bir bölümü de yerel yönetimlere ve sivil toplum kurumlarına devredilmiştir. Yerelin rolünün farklılaşmasına koşut olarak yerel yönetimlerin yeni işlevlerine uygun olarak yönetilebilmesi için özgün süreçler ve düzenekler geliştirilmiştir. “Self government” modeliyle bir finansal yerelleşme

sağlanarak, yerelin küresel sermaye hareketleri içersinde bir aktör olarak yer alması sağlanmıştır. Merkezi yönetimde yaşanan esnekleşme ve işletmeleştirme süreci yerel yönetimlerde de yaşanmış, merkezi yönetimin parasal desteğinden yoksun kalan yerel yönetimler, uluslarüstü sermaye ile doğrudan ilişki kurma ve eklemlenme sürecine girmiştir. “Self government” modeli, sosyal devletin yerel yönetim modelinden devralınan ve toplumu yakından ilgilendiren işlevler zincirine oranla, finansman ve denetimde çok daha yüksek derecede yerelleşmektedir. Kısaca, bu modelde, toplumu yakından ilgilendiren işlevlerin yerelleşmesi çok düşükken, finansman ve denetim yüksek derecede yerelleştirilmiştir (Pickvance, 1997: 130).

Sosyal devlet modelinde, merkezi yönetim, yerel yönetimlerce gerçekleştirilen geniş bir işlevler dizisini yerine getirmektedir. İşlev alanları arasında eşitlik sağlamak temel ilkedir ve merkezi yetkiler geniş çaplı yatırımların finansmanında kullanılmaktadır. Modelin finansman boyutu ve işlevlerin yerelleşmesi göreli bir merkezileşme ile birlikte gerçekleşmektedir. “Self- government” modelinde ise, üst düzeyde bir finansal yerelleşme gerçekleşmektedir, böylece yerel, ekonomik, toplumsal, siyasal boyutları olan bir yönetsel birim olmaktan çok, uluslararası sermaye hareketleri içinde yer almaya çalışan bir şirkete benzemektedir. Ancak kamusal özü boşaltılmış yeni yerelleşme politikaları, içte ve dışta “rekabet” ve “çatışma” üzerine kurulmuştur. Bu politikalar bölge ve yerel içindeki ve bölgeler arasındaki dengesizliği hızla arttırmaktadır ve bölgeyi bir sömürü düzeneğine dönüştürmektedir.