• Sonuç bulunamadı

Kalabalıklar içindeki ben’in yalnızlığı

ŞİİRLERİN TEMA, İÇERİK VE YAPI BAKIMINDAN İNCELENMESİ

3.1. Şiirlerin Tema ve İçerik Bakımından İncelenmesi

3.1.5. Toplumsallaş(ma)ma ve “Otantik olma”: Yalnızlık

3.1.5.1. Kalabalıklar içindeki ben’in yalnızlığı

İsmet Özel’in şiirlerinde söz konusu edilen yalnızlık, şikâyet edilen ya da insanlarla birlikte olamamanın sıkıntısıyla beliren bir huzursuzluk değildir. Şair, etrafını çevreleyen “kalabalık” içerisinde yalnızlığı, bilerek ve isteyerek yaşayıp şiirlerinde bu isteminin sınırlarına yaklaşır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, dünyayı kendi varlık alanı içerisinde algılayıp yine ona, başkalarının hayatından ödünçlenen tavır ve davranışlarla değil de kendi yapıp etmeleri ile bir karşılık vermeye başladığı erken yaşlardan itibaren Özel, söz konusu olan bu yalnızlığı yaşamaya başlar.

İsmet Özel bu durumu, toplumsallaşmama için bir imkân olarak görmekte; hayatındaki bu açılım sayesinde sıradanlaşarak tek tipleşmenin çevresinde toplaşan “kalabalık”dan da kurtulmuş olmaktadır. Burada dikkat çekilmesi gereken husus şairin sözü edilen temanın izleklerinin sürülebileceği şiirlerinde çocukluğun ve onlara ait hayal ve oyun dünyasının sınırlarına daha çok yaklaşıyor olmasıdır. Bu durum, “çocukluk” temalı şiirleri incelerken ifade ettiğimiz gibi çocukların, henüz bozulmamış olan saf ve duru yönlerinin şiirin sınırlarına dâhil edilerek, yalnız kalarak kendiyle/kendiliğiyle baş başa olan şairin kuvvet kazandığı merkezin işaret edilmesi bakımından da dikkat çekicidir.

İsmet Özel’in kendilerine yabancılaşarak yaşayan insanların arasındaki yalnızlığını en açık bir biçimde ifade eden satırlar “Bir Devrimci’nin Armonikası” ve “Kan Kalesi” adlı şiirlerde yer almaktadır. Çocuklardan aldığı güçle,

her şeyin aklın diktatörlüğünde yürütüldüğü bir çağla hesaplaşmaya duran şair, bu karşı oluşa armonika çalan romantik bir devrimci duyarlılığıyla yaklaşmak istemektedir. İnsanlar arasında ne kadar yalnız ve ‘acemi’

olduğunun farkında olan Özel, bu durumu ‘gövde’sini/kimliğini/benliğini, insanların kendi varlık alanlarına yaklaşıp bireyselleşerek kuracakları bir yaşam biçiminin yerine ikame edilmeye çalışılan makine karşısında benzettiği ‘tahta bir bavul’ metaforu ile işaret etmektedir:

Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım tahta bir bavul

gibi duruyorum insanın kıyısında makina

çok acemi buluyor beni sanırım (…)

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

Tahta bavulun insan yapımı olan bir eşya özelliği taşıdığı ve tahta olmayan bavullara nazaran “eğilip bükülmeden”

hatlarını sonuna kadar muhafaza ettiği düşünülürse şairin, ‘makina’ kelimesi ile eleştiri getirdiği toplumsallaşma sonucu meydana gelen sıradanlıkların ve yabancılaşmanın anlam dünyası biraz daha genişlemektedir. Özel, yukarıdaki mısralarla hissettirilmeye çalışılan modern dünyanın insanlara dayattıkları karşısında durabilmek ve bireyselleşerek “sahici” olabilmenin imkânını elde edebilmek için “yalnız” olunması gerektiğini “Kan Kalesi”

şiirinde de dile getirmektedir:

(…)

saçlarıma bin küsur yalnızlığı takıp girdiğim şehre insan varlığımızdan tuhaf tohumlar bıraksın günü geçmiş bir gazete, toprak bir çanak

bir daha gelmem belki diye bir not bakır maşrapanın yanında (“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)

Şair tarafından modern zamanların yaşandığı mekânlar olarak öne çıkarılan ‘şehir’, “insan”a ait değerlerin muhafaza edilerek yaşandığı bir ortam olarak ele alınmaz. Bu mekân içerisinde her şey güncelliğini ve yeni olma özelliğini muhafaza etmeli; “eski”ye/“insanî olan”a ait herhangi bir söyleme yer verilmemelidir. Özel’in, modern zamanların yıpratıcılığına karşın bir tür savunma mekanizması olarak öne çıkardığı “yalnızlık”, ‘günü geçmiş bir gazete’, ‘toprak bir çanak’ ve ‘bakır maşrapa’ söz gruplarının imlediği anlam dünyasıyla okunduğunda daha net ortaya çıkmaktadır.

Şehir tarafından kuşatılarak toplumsallaşmaya mahkûm edilmiş olan insan, kendine ve çevresine yabancılaşmaktan kurtulamaz ve Daryush Shayegan’ın ifadesiyle “yaralı bilinç” halinde yaşar gider. Geleneksel

toplumlarda meydana gelen kültürel şizofreniyi inceleyen Shayegan’a göre “bütün toplumsal evrimler birer yabancılaşma sürecidir. Çünkü insanın doğal karakterini değiştiren ve onu, tutkuları ve tatmin edilmemiş arzularıyla yaşayan yabancılaşmış bir varlık haline getiren bizzat toplumdur.” Burada Ortega Y Gasset’in

“toplum, topluluk, koskoca bir ruhsuzluktur” yargısını da hatırlamak isabetli olacaktır. Gasset, topluluğu

“doğalaşmış, mekanikleşmiş, neredeyse mineralleşmiş insanlık” olarak tanımlarken insanın burada kendini

“insanlık”tan çok “insanlık dışı ortam” içinde bulacağını belirtir.

Beni’nde, dışarıdan yapılan dayatmacı müdahalelerle meydana gelebilecek her türlü değişime kendini kapayan Özel, “Kan Kalesi” şiirinin devamında ‘şehre karışarak’ yaralı bir bilinci yaşamaktan uzak kalışını yine

“yalnızlık” temasın etrafında örgüleyerek dikkatlere sunmaktadır:

Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum

sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya her yerimde urlar çıkıyor, biraz kürt, biraz köylü, biraz makina kangren oluyorum bahar geldiği için

urlarımı kesiyorum kör bir usturayla

ama kopmuyor onlar ve bana şehri dolaştırıyor bırakabileceğim her şeyi bıraktırıyor bana

kızlardan geçilmiyor köprüler, ayak bileklerime dek yükseliyor kız tortuları

tülbentlerden kanı süzülürken körpe yavruların

bir bazı şeyler bulmalı yüzümüze tebelleş olan bu korkuya - Avluya çık

- Avluya kara bir şey bırakılmış (bir bomba)

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)

İsmet Özel, içerisinde bulunduğu kalabalığın özelliklerini ve kendilerinden uzaklaşarak kitle psikolojisi ile hareket eden insanların durumlarını “Bir Yusuf Masalı” adlı kitabının neredeyse tamamında söz konusu eder ve bu duruma şiirin imkânları içerisinde eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşır. Kitabın “Naat” adlı bölümünde, Hz.

Muhammed zamanında yaşanılan hayatın anlam dünyasından haberdar edilmek istenen ‘yırtlaz kalabalığa’ şöyle seslenilmektedir.

Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin!

Külden martı doğuran odalıklar ve kahyalar

kara pıhtılarıyla damgalanmış veznelerde dili şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler

celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan ey hayat rengini sazendelik sanan yırtlaz kalabalık!

(..)

Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!

Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden omzunuzdan vaveyla heybesini atın

boşa çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın

ağız dolusu gülmeden taşlıkta.

(“Naat”, Bir Yusuf Masalı, s.17)

Şairin, “devrimci duyarlılık” temasıyla kaleme aldığı şiirlerini incelerken, zaman zaman söz konusu olan bu duyarlılığı, halk ve haksızlıklar için paylaştığı ‘arkadaşlar’ını dikkatlere sunduğunu ifade etmiştik. Özel, 2006 yılı içerisinde yayımladığı ve şiirleri içerisinde en uzun şiirlerden biri olma özelliği taşıyan “Savaş Bitti” adlı metninde de ‘arkadaşlar’ını bu sefer, kendisini anlayamadıklarından dolayı küçümseyerek söz konusu etmekte ve yalnızlığının bir başka nedenini hissettirmektedir: Sözümü tersten aldı arkadaş olacak dümbelekler Bana terslendi hepsi

Yüzüme ters bakmakla iktifa etselerdi Tahammül eder sizin cirminiz

Ancak bu kadar derdim ama onlar Susturamadı içlerinde cirit atan ifriti Ne çekilmez bir adamsın sen dediler Hem şikâyet ediyorsun savaştan

Bu çapraşık dünyaya bir de ben düğüm atmam Yola getirsem elime ne geçecek

Hayat sahici bilgiyi sömürgeye saklamış Diyenler arasından birini

Bunların avenesinden bir tekecik kişi Çıkacak mı hiç sanmam

Aklını dünya hayatında benim hisseme Akşam bulutuna iliştirilmiş bir şey Düştüğüne yoracak

O şey

Oyalıyor beni

Benim bütün kenarlarım

O şeyle işli Aklını yormak

Benim arkadaşlarıma göre yabancıların işi

Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı havalarda uçana Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı yerin dibine batırana Ne arkadaşmış bunlar bir işin düşecek olsa

Çat Beykoz’dadırlar çat Kumkapı’da Ha Beykoz’dadırlar ha Kumkapı’da

Uyar mıyım aklı vücuda merbut kılmayan bu takıma Tünemeye fırsat bulduklarında

Ayırt etmeyeceklerdir hani halı hani kilim Bir ağız mutlaka öğrenmek gerekiyorsa Neme yetmez benceğize kendi halim Baktım hiç işe yaramıyor

Deniz sularında köpekleme yüzmelerim Kulaç attım yağsız karnım elverdiğince Yettiğince çelimsiz kollarım

İki yakamı bir araya getirmek Konusunda sebat ettim Bunu kolay bir şey sanan Varsa denesin de göreyim

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.63–65)

3.1.5.2. Ben’in kendine olan yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık

İçerisinde bulunduğu toplumun sıradanlıkları karşısında ayık kalmaya gayret gösteren İsmet Özel, uzak durmaya çalıştığı baskı alanları sonucunda kendine yönelmiş ve kendi ile ilgili olan söz konusu olduğunda çok ayrı bir titizlik göstermiştir. Bu durum şairin, birey olarak kendi zihinsel etkileşimini yönlendirmesine, kendi yapıp etmeleri ve seçmelerinde özgürce karar verebilmesine olanak tanımıştır.

Çalışmamızın 1. bölümünde Özel’in hayatı üzerine yaptığımız incelemeden de takip edilebilecek olan bu

“herkesleşmeme” neticesinde şair, ister istemez “yalnız” kalmış; kendi varoluşuyla ilgili kararları alma sorumluluğundan kaçarak ortalama kabullerin kendilerine sağlamış olduğu rahatlığı yaşayan “sessiz yığınların gölgesinde”n uzak durmuştur. Burada dikkat çekmek istediğimiz “yalnızlık”, otantik tarzda yaşanmak istenen ve merkezine sahiciliğin konmasıyla, kalabalıklar içerisinde yaşanılan yalnızlıkta olduğu gibi, isteyerek hatta özlenerek yaşanmak istenen bir durumdur.

“Yalnızlık” duygusunun ifadeye çalıştığımız görünüş biçimi, şairin “‘sahicilik arayışı”nın hemen yanı başında hayatının merkezine koyduğu “devrimci duyarlılık” ile ele alındığında daha net anlaşılabilmektedir. Nitekim

“Çağdaş Bir Ürperti” şiirinden “… / ve ben gövdemi denkleştirmek için doğaya / dineldim / dineldim / dineldim”

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10) şeklinde yükselen ses ve bu sesin bir tamamlayıcısı olarak “Mazot”

şiirinden “… / üzerime yüreğimden başka muska takmadan / konuşmak istiyorum.” (“Mazot”, Erbain, s.143) biçiminde yankılanan nida, sözünü ettiğimiz yalnızlığın mahiyeti hakkında bilgi vermekte ve bu türden bir yalnızlığın görünüşü olarak belirmektedir.

İsmet Özel, kaleme aldığı ilk şiirlerinden biri olan “Davun” adlı şiirinde kendilik bilincinden uzak, başkalarına ait olan ‘tanım’larla anlamlandırılan değerleri ve bu adlandırmaların sınırları içerisinde hareket eden bir çevrenin varlığını hissettirmektedir. Şiirin adından da anlaşılacağı gibi böyle bir davranış biçimini bir tür “veba” olarak değerlendiren şair, metnin söyleyişine 3 kez tekrar ederek katmış olduğu ‘değil mi’ söz grubuyla da insanlardan birbirlerine salgın bir hastalık gibi geçen bu durumu olumlamadığının işaretini verir:

Uç benim boynumun soytarısı kirle her cemreyi bana doğru olan unuttum güçbela soluyan perdeleri dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam unuttum onu da.

Zaten bir tanım değil midir tavsayan düşüp kalkmalara

hüznün hacanası diye bildiğim akşam bir tanım değil midir o kıyısız ellerimiz fırça çekmeye doğru ölümün bacısına parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan aşk -bir tanım değil midir-

kusturucu güzellikler ardından.

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)

Özel’in yukarıdaki dizelerde, ‘tanım’ sözcüğünü ‘akşam’ kelimesiyle bir arada anıyor olması, akşamın imajinatif olarak zihinlerde meydana getirdiği “her yerin karanlıkta kalması”nı çağrıştırmaktadır. Bu durum ise karanlığın, içinde olanın özelliklerini saklayarak bir tür belirsizliğe yol açmasını akla getirmesi bakımından ilgi çekicidir.

Nitekim başkalarınca tanımlanarak adı konulan değerler, yakından bakılıp üzerlerindeki tanım/karanlık kaldırılınca başka anlamlar kazanabilmektedir. Özel, şiirinin devamında sözüne ettiğimiz rahatsızlığı iyice netleştirerek ‘bıktım tanımlanmaktan’ demekte ve ‘fırlama’ kelimesi etrafında açımlanan anlamla birlikte kendi seçmeleri doğrultusunda belirecek hareket alanına dikkat çekmektedir:

Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde azgın atlar boşandıkça sesimin avlusundan uç benim boynumun soytarısı

dölle ovalı yüreğimi akarsuyunnan göğsümde serinleyen akçıl kuşların

esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan indir, indir de

geceleyin dupduru bir iniltiyi

bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru- Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)

İsmet Özel, hayatı kendi varlık alanı içerisinde yaşayarak dokunulur kılabilmek, diğer bir ifadeyle “farkındalık”

eşiğini atlayıp beni ile dünya arasındaki etkileşimi “sahici” bir tarzda gerçekleştirebilmek için var olanı/varoluşu düşünme yolunda bir gayret içerisine girmiştir. Özel’in gençlik yıllarından başlayarak hayat içerisindeki “otantik”

duruşu bu gayretinin yanı başında önemli bir kazanım olarak belirmiş; biyografisinde köklü bir değişikliğe meydan verecek olan müslüman dünya görüşüne bağlanmasında da çok önemli rol üstlenmiştir.

“Yeniden doğuş” olarak adlandırdığımız bu değişimin izleri, Özel’in şiirlerine yansıyan şekliyle, ayrı bir tema başlığı etrafında takip edilecektir. Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, hayatın otantik tarzda yaşanmak istenmesi sonucu içerisine girilen yalnızlığın, şairin hayat karşısındaki etken tavrından ve baskın tutumundan herhangi bir şey kaybettirmemiş olmasıdır. Dolayısıyla İsmet Özel’in yalnızlığı, statik ve konformist bir özellik göstermez. Aksine, kendini bulması/bilmesi için önünde açılan önemli bir imkân alanı olarak belirir.

Şairin “Yaşamak Umrumdadır” adlı şiiri, dikkat çekmek istediğimiz noktayı örneklemesi bakımından önem arz etmektedir. ‘Ben topraktan sıyrılıyorum’ diyen şair, Tevfik Fikret’in “Ömr-i Muhayyel” adlı şiirinde “Hakilere bahşeyleyerek hak-i siyahı” (“Ömr-i Muhayyel”, Rubâb-ı Şikeste, s.142) şeklinde seslendirdiği söyleyişe yaklaşır fakat Fikret gibi “Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim / (…) / Âh istiyorum göklere âmâde-i pervâz” (“Ömr-i Muhayyel”, Rubâb-ı Şikeste, s.142–143) etmek istemez. Şairin sıyrılmak istediği toprağa/dünyaya asılı kalanların yaşam biçimleri, hayatı algılayış tarzlarıdır:

Sabah şairin üstüne saldırıyor

yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi onun kalbi topraktan sıyrılıyor

aşk dahi sıyrılıyor topraktan

gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri beyni: aç kuşlardan bir ambar.

Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın Allah'ın ve devletin dibinde insanlar onu barutla karıştırıyor

ve zerdali çiçekleriyle.

Ahali kapısını taşlıyor onun onun için develer kesiyor halk

aşka ve kavgaya aydınlık getiren kalbi

topraktan sıyrılıyor.

(“Yaşamak Umrumdadır”, Evet, İsyan, s.24)

Şair, şiirin devamında ‘topraktan sıyrılmış’ olunmasına rağmen merkezine hayatı dokunulur kılmayı koyan bir benin, girmiş olduğu mücadeleyi şiirselleştirir. Bu dizelerde hayatı algılayış biçiminden dolayı yalnız kalan şairin, kendiliğine/“içe” olan yönelimi dolayısıyla beni’ne olan güveni ayrıca dikkat çekmektedir:

Ben

topraktan sıyrılıyorum buğular

ve aşiret rüzgarları kanımda.

Arklardan gece vakti sular kaç zaman ayaklarıma yaslı bir selam gibi dokundu

kopartılmış yapraklarımdan ibaretti hüzün dedim rahmet yağar ben yürürken

gece benim ardımda

taşıdım kara gençliğimi dağların damarında hep döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya beynimde hep manalı bir uçurum.

Benim hayranlığımdan inlerdi şehir ben atlara ve uzaklar hayrandım

kendi ehramlarını bile tanımayan kadınlar ansızın patlak verirdi baharda.

Dudaklarımda çürükler vardı dağ çiçeklerinden ötürü.

Irmaklara salardım kendimi

ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya bana hain sevgilimdi.

(“Yaşamak Umrumdadır”, Evet, İsyan, s.24)

Özel, kendine olan bu yönelimini “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler” adlı şiirinin 1. bölümünde, ‘yağmur’

kelimesinin çağrışım yaptığı uzak anlam değerlerine koşutluk kurarak hissettirmektedir. Hayatı/“dış”ı rengârenk olarak anlamlandıran şair, kendini/“iç”i ‘beyaz’ renginin imajinatif açılımıyla dikkatlere sunar. “Dış”tan “içe”

geçiş ise arındıran özelliği sayesinde ‘yağmur’un, aslî ve sahici/kendi olanı ortaya çıkarmasıyla imlenmektedir:

Bütün renklerimi siliyor dışardaki yağmur derin bir bıçak izi olduğum için

artık beyaz bir yumruk gibi kaldım diye hayatın karşısında

bütün kurnazlığımı siliyor dışardaki yağmur.

(“Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler 1”, Evet, İsyan, s.35)

İsmet Özel’in “Bir Yusuf Masalı”nın “Sebeb-i Telif” adlı bölümünden yükselen ses, yukarıda örneklediğimiz dizelerle birlikte okunabilme imkânına sahiptir. ‘Yağmur’ imgesine bu şiirinde de yer veren şair, bu sefer ona

‘mâşukunun’/yaprağın ve de ‘başkalarının’ kendi olması için “irkiltme”/“kendine getirme” anlamı da yüklemektedir:

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız yaprakla yağmurun aşkı meselâ

kim olsa serpilen coşturuyor bizi imreniyoruz başkalarının mahvına.

Yağmur mahvoluyor çarparak

kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur

silkiniyor vuran her damlaya.

(“Sebeb-i Telif”, Bir Yusuf Masalı, s.27)

“Bir Yusuf Masalı”nın “yazılma sebebi”ni, bu noktadan hareket ederek, hayatlarını ‘başkaları’nınkinden ödünçleyen insanlara yönelik yapılan “kendilik” çağrısı olarak göstermemiz mümkündür. 1964 yılında kaleme aldığı “Davun” şiirinde ‘bıktım tanımlanmaktan’ diyerek kendi olanın peşi sıra giderek yalnızlığı yaşayan şair, aradan geçen 30 yılın ardından yaşanmışlıkların verdiği tecrübeyle, ‘yasa’larla hayatlarının içi boşaltılmış

‘başkalarına’ dikkat çekmekte ve otantik olmanın çağrısını yapmaktadır:

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız başkalarının düşünceleriyle değil.

“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li

“içerimde ahlâk yasası”.

Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?

İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek idam mangasındasın içinde yasa varsa.

Girmem, girmedim mangalara Yer etmedi adalet duygusu içimde benim

çünkü ben

ömrümce adle boyun eğdim.

Yıldızlı gökte bana soracak olursanız kösnüdüm ona karşı

onu hep altımda istedim.

(“Sebeb-i Telif”, Bir Yusuf Masalı, s.29)

Immanuel Kant’ın doğduğu şehrin ismini zikredip filozofa ait görüşlere yer vererek şiirinde anlam genişlemesine olanak sağlayan Özel, aynı zamanda dünya karşısında kendi beni’nin almış olduğu yeri de işaret etmektedir.

Toplumsallaşma karşısında ‘girmem, girmedim mangalara’ şeklinde dile getirilen kesin yargı, “ben”in etrafta olup biten hadiselerin “gidiş”i karşısında hayrete düşüp sıradanlaşmasından ziyade, varlıkta yer edenlerin “oluş”u

üzerine düşünmesiyle daha netlik kazanmaktadır:

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz siz gidin artık

düşman dağıldı dedikleri bir anda anlaşılıyor

baştan beri bütün yenik düşenlerle aynı kışlaktaymışız

incecik yas dumanı herkese ulaşıyor sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda tek başınayız.

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı hayatımıza kendi adımızla başlardık

bilmediğimiz bu isim, hesaptaki bu açık belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine adımı aşkın üstüne kendim yazarım.

(“Sebeb-i Telif”, Bir Yusuf Masalı, s.31)