ŞİİRLERİN TEMA, İÇERİK VE YAPI BAKIMINDAN İNCELENMESİ
3.1. Şiirlerin Tema ve İçerik Bakımından İncelenmesi
3.1.7. Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi
3.1.7.1. İnsanın yabancılaşmasına yönelik yapılan eleştiri
Özel, insanın kendi benliğiyle olan irtibatını keserek başkalarının/“herkes”lerin güdümü altına girmesini ve gerçek benliğiyle olan içsel temasını ortadan kaldırarak yabancılaşan bir varlık haline gelmesini bütün canlılığıyla
“Propaganda” adlı metninde şiirselleştirmektedir. Şair beni’nin hayat içerisinde almış olduğu yerin verdiği tecrübe ile üst bir perdeden seslenen Özel, ş ahsi biyografisinden hareketle ‘gördüm’ fiili etrafında insanların/‘köleler’in/‘karavaşlar’ın yabancılaşmasına işaret eder:
Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar sinemalarda saklanıyor kışın yaz olunca denizin yalayışlarına kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman dağların kokusundan fabrikalar acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
Silâhlar gördüm
namlusu akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyoları kapatsam çare yok, secde etsem anılarıma
bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında olacak şey mi duymak portakal bahçelerini mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)
Şairin modern insanın kendiyle/kendiliğiyle arasına giren dünyanın çıkmazlarını işaret ederken yukarıdaki dizelerde ‘camekân’ kelimesini kullanması dikkat çekicidir. Simge ve metafor olarak ayrı ayrı okunma imkânı veren bu sözcük, satılık şeylerin sergilendiği “göstermelik”, diğer bir ifadeyle sahici olmayan değerleri akla getirmektedir. Çevresine ve kendi varlık alanlarına yabancılaşarak yaşayan modern insanın önüne konulanı, kendisine “gösterilen”i seyretmekten başka şansı bulunmamaktadır. Gasset’in ifadeleriyle söylersek gösterilene mecbur bırakılan bu insan “her an kendi kendisi olmaktan çıkmak, biricik ve aktarılması olanaksız benliğini yitirmek” tehlikesiyle karşı karşıyadır.
İsmet Özel, “Propaganda” şiirinden 17 yıl evvel kaleme aldığı “Bir Devrimcinin Armonikası” adlı şiirinde, modern hayat içerisinde konumlandırmakta zorluk çektiği beni’ni, “tahta bavul” metaforuyla imledikten sonra yukarıdaki metinde dikkat çekilen ‘camekânlar’a, “ve anamın kanserine alıştım / ve de bir simsar gibi asvalta ve otobüslere / bir vitrin gibi / bir bıçak, bir / setre” (“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)” diyerek,
‘vitrin’ sözcüğünün çağrışım alanlarıyla işaret eder. Şair, insanların hayatın gizine sırtlarını dönerek tek tip halinde yabancılaşarak yaşamalarını, şiirin sınırları dâhilinde söz konusu ederken bu ‘vitrin’ kelimesine, 2005 yılında yayımlanan “Savaş Bitti” şiirinde tekrar dönecektir.
(…)
Çünkü aklını yorgun düşürmeyen her insan İçerisinde
Bir gün soğuk ve rutubetli ve gözün Gözü görmediği mahzenlere düşmek Oralarda çürümek korkusu taşır Korkudan kurtulmanın yolu Ben size söyleyeyim
Vitrinde
Mümkünse vitrinin göbeğinde
Kendine bir yer beğenmekten geçiyor
Gözde değilse göz önünde o da olmadı göz altında Aklı dinç kalan ezilir gözden uzaksa
Mahlûkat gözüne görünmemek İşte bu olmaz
Olduğundan fazla sanılmamayı Dinçlik kaldıramaz
(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.68)
Böylelikle “Propaganda” şiirinde ‘aklını yorgun düşürmemek’ için gözlerini ‘camekânlar’dan gelecek olanlara diken ‘köleler’/‘karavaşlar’/‘herkes’ler, kendilerine/kendiliklerine yönelip “benliğe dalma” korkusundan kurtulmak için ‘vitrinin göbeğinde’ yer alma telaşına düşmüşlerdir. Şair, “herkes”lerin bu davranışını,
‘olduğundan fazla sanılmak’ olarak nitelendirmesi dikkat çekmektedir. Çünkü iç dünyasına çekilip çevresindekilerin “oluş”u üzerine fikirler üreterek onlara egemen olma olasılığını düşünmeye başlayan ve
“benliğine dalan insan” ciddi bir zahmete girmiş olacaktır.
Aynı zamanda bireyselleşme ve hakiki anlamda aydınlanmanın da başlangıcı olan bu durum, modern insanın öncelediği bir şey değildir. O, sürekli ‘göz önünde’ olanla ve ‘göz önünde’ olmakla ilgilendiği için, “mış gibi”
yaparak anlamdan yoksun bıraktığı hayatının aslının anlaşılmasını istemez. Dolayısıyla herkesleşerek yaşayan modern insan, hep suretle ilgilenir ve “dış”ta olma halini yaşar. “İç” olan sîret ise modern insanın/‘herkes’lerin yaşam alanlarının çok dışındadır.
İsmet Özel, “Propaganda” şiirinin devamında köle ve karavaş olarak adlandırdığı ‘herkes’lerin arasında çıkıp gitmek ister. Fakat şair, bu eylemini gerçekleştirmeden evvel başvurduğu başka bir eyleme dikkat çeker: ‘Kafa kemiklerini eritinceye kadar düşünmek:
Gördüm
gözlerinde zındanlarla bana baktıklarını düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz ve saçlarım hakaretlerle okşanırken koyu bir itiraf sarıyor beni.
susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun bu köleleri.
(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, 23)
Yukarıdaki dizeler, Özel’in biyografisindeki sorgulama süreci akılda tutularak okunduğunda farklı anlam katmanlarına yönelerek açımlanabilmektedir. Bunlardan biri olarak gösterebileceğimiz, Hegel’in “Efendi ve Köle Diyalektiği” ödünçlenerek söz konusu edilen, ‘köle-silah’ ilişkisidir. Aklın ışığında doğaya ve hayata hâkim olmaya çalışan modern insanın/kölenin, bu doğrultuda ürettiklerinin/silahların efendisi mi yoksa kölesi mi olduğu şiirselleştirilirken Hegel’in diyalektiğinde işaret edilen noktaya yaklaşılır. Burada dikkat çeken husus Hegel’in
“seyreden insan, seyrettiği şey tarafında ‘emilmiştir’ ve ‘bilen özne’ de, bilinen nesne içinde ‘kendini kaybetmiştir’” diyerek işaret ettiği insanın “kendinin bilincinde olma” durumunun, İsmet Özel’in şiirinde ‘gözleri camekânlara’ dikilen köleler ile koşutluk kurarak metnin anlamına derinlik kazdırmasıdır.
Özel, “Akla Karşı Tezler” adlı metninde, şiirin adından da anlaşılacağı üzere, modern insanın en büyük dayanak olarak kabul ettiği ‘akla’, ironiyle yaklaşır ve bu insanın sıradanlaştırdığı hayata işaret eder. Numaralarla bölümlenerek 4 ayrı kısımda meydana getirilen şiirin ilk bölümünde, bizim de daha öncesinde Özel’deki cinsel temalı şiirleri incelerken dikkat çektiğimiz cinsellik, modern insanın hayatındaki yerinin çok ince bir tarzda ironize edilmesiyle işaret edilir. Şairin bunu yaparken yine ‘herkes’lerin hayatın merkezine koyduğu ‘ilm-i hilâf ü cedel’i söz konusu etmesi dikkat çekicidir. Çünkü bu durum modern toplumda yer alan insanların hayatlarındaki açılımı, sürekli birbirlerine bir şeyleri ispat ederek yaşıyor olmalarını akla getirmekte; kalp ve ruh yaşantısının uzağına düşerek habersiz olunan ve ötelenen metafizik âlemi hissettirmektedir:
Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim düşünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş ama sürmekte karanlık henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
bazıları uyanmış uykusuna doymadan bazıları uykusuna varmadan doymuş
görüyorsunuz ilm-i hilaf ü cedel düzeniyle hayat nasıl da sürüklüyor kendini
ve ben bunu kanıtlayabiliyorum şu şair halimle
böylece size ey saygıdeğer erbab-i cumhuriyet akıllı ve yetenekli olduğumu
kanıtlamış oluyorum sizler de
bu derin bilgeliği kavrayarak
kendi değerinizi ortaya koymuş oluyorsunuz.
(“Akla Karşı Tezler 1”, Erbain, s.185)
Şiirin 2. bölümünde şair, yine standartlaştırılmaya çalışılan hayatların cenderesine sıkışmış olan insanın hayatı algılayış biçimini kelimelerin değişmeceli anlamlarını önceleyerek söz konusu etmeye devam eder. Örneğin aşağıya alıntılayacağımız dizelerde yer alan ‘ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim’ söz grubu, metaforik içeriğiyle okunduğunda modern insanın hayat karşısındaki statik tavrına işaret eder. Çünkü modern insan göz ününde olmayı yeğlediğinden hayat içerisinde “olduğu” gibi yer almaktan kaçınır ve sürekli başkaları tarafından nasıl göründüğünün hesabını yapar. “Herkes”lerin bu tavrı, Sokrates’in çağlar ötesinden “mal mülk edinmekten, şan ve şöhreti önemsemekten utanmıyorsunuz ama ruhunuzla ilgilenmekten kaçınıyorsunuz” şeklinde beliren aforizmasıyla yan yana okunduğunda biraz daha net anlaşılabilmektedir:
Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim tarihi bir gerçek kadar sıkılgan
bilmem ki Tesalya'daki Termofil bir yiğitlik anısı
bir hayınlık anıtı mı olsa yine bilmem quantum kuramını öğrenen insan haklı mıdır kendini ardıçkuşu sanmakta- ben
yirminci yüzyılın sonlarında
en uzak uyanışlar ikliminde yaşadım
bir imparatorluk genişliğindeki gençliğim sırasında kadınlardan daha çok birinci şubeye vardım.
(“Akla Karşı Tezler 2”, Erbain, s.186)
Özel’in yukarıdaki dizelerinin ulaştığı anlam dünyasına, şairin biyografisindeki yaşanmışlıklar da akılda tutularak dâhil olunmaya çalışıldığında, modern insanınkinin tersine dinamik ve sürekli akış halinde olan bir yaşam biçimi ile karşılaşılacaktır. Özel, bu durumu iyice belirginleştirmek için geçmişte kalmış olayların “oluşu” ve sonrasında
‘herkes’lere “sunuluşu” üzerine bir diyalektiğe girer. Tarihe “Tesalya Savaşı” olarak da geçen 1897 yılındaki
“Türk-Yunan Savaşı”na ‘Tesalya’daki Termofil anıtı’ dizesiyle gönderme yapan şair, Türk ordusunun geçilemez denilen “Termopil” adlı geçidi, büyük kahramanlık göstererek 24 saat gibi kısa bir sürede ele geçirmesine rağmen savaş sonrasında elimizden çıkan bu topraklar üzerine dikilen anıtın anlamını sorgular.
Özel şiirin devamında herkesleşmekten kurtulmanın yolu olarak ‘yüreği’, ‘geniş’, ‘dayanıklı’ ve ‘aydınlık tutmak’
gerektiğini ifade eder. Şair, aynı zamanda insanların kendi varlık alanlarına doğru hareket ederek bireyselleşmelerinin de ön şartı olan bu duruma şiirde, ‘baca temizleyicileri’nin meslekleri gereği içerisinde bulundukları “iş ortamı”nı örnekleyerek dikkat çeker:
En mutlu insanlar belki de baca temizleyicileridir
öyle dar, öyle kara karanlık bir yerdedirler ki yüreklerini geniş, dayanıklı
aydınlık tutmak zorundadırlar buna yükümlü sayarlar kendilerini.
Baca temizleyicileri başkalarını sevmekle kalmaz başkalarınca sevilirler aynı zamanda
çünkü herkesi düşünmeyecek kadar mutlu
herkes tarafından düşünülmeyecek kadar mutludurlar.
(“Akla Karşı Tezler 2”, Erbain, s.187)
Metnin kurgusal düzleminde, ‘dar’, ‘kara’ ve ‘karanlık’ kelimelerin zıt anlamları kullanılarak kazandırılan anlam zenginliği, şiirin son bölümünde de ‘köylü’ ve ‘kalın surat’ sözcüklerinin çağrışım alanı işaret edilerek devam ettirilir:
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Bu sorunun karşılığını bulamıyorum içinden çıkılmaz bi olay, ama önemsiz köylüleri öldürmesek de olur
hatta onların kalın suratlarını görmezlikten gelebiliriz yapılacak çok şey var daha sözgelimi ben, kendim hiç hayıt ağacı görmemişim
görmeden ölürüm diye korkum da yok değil mi ki albatrosu Baudelaire'den Yves Bonnefoy'dan semenderi öğrendim bir gün bakarsınız
şu güzelim bilgiç beynimi kırıp teneşir tahtası olarak kullanabilirim.
(“Akla Karşı Tezler 4”, Erbain, s.188)
İsmet Özel, ‘herkes’lerin sonu gelmez bir telaş içinde modern dünyanın karnavallaşan yapısının esiri olarak devam ettirmeye çalıştıkları hayatlarına “Jazz” adlı şiirinde işaret eder. Şiirinin isminin simgesel olarak karşılık geldiği anlam dünyasından faydalanan şair, söyleyişteki hızlı ritimle beraber metinde eleştirisi yapılan noktalara iyice belirginlik kazandırmış olmaktadır:
Bu vapuru kaçırırsam beni belki de cinnet basar belki kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam nöbette uyursam eğer kitaplarımı yakarlar etimde şirpençe çıkar bu kızı alamazsam bu işi bitiremezsem şehirden beni kovarlar izin kağıdım yanar konuşacak olursam bu senet bankalar kapanmadan
ruhumun rengini kapatmayacak olursa
ölür kuyuya düşen çocuk
çocuğun mercan saati çatlar mutlaka
(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)
Modern dünyanın insan üzerindeki yaptırımlarına işaret eden yukarıdaki dizeler, şiirin devamında hayatının kontrolünü kendi ellerine almak isteyen insanın gayretini imleyerek devam eder. Özel, metnin bu kısmında
“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar” adlı şiirinde söz konusu ettiği “ruhu olmak” kavramına yakın bir ses tonuyla konuşmaya başlar. Bu sefer ‘nabzımı bulmalıyım nereden bulacaksam’
diyen şair, 21. asrın sıradanlıkları karşısında ayık olma bilincini elde bulundurup ‘beyninin ortasında büzülerek’,
‘kalbi’ ve ‘zamanı’ arasındaki boşluğu zedelenmeden/yabancılaşmadan doldurmak ister. Şiirin sonunda ise, her şeyi akıl ve mantık ile izah etmeye çalışan modern insanın çıkmazının, kuyuya düşen çocuğun/Hz. Yusuf’un ölmemesi sonucu cevapsız kalan sorularla eleştirilmesi dikkat çekmektedir:
koşup haber vermeliyim nabzımı çünkü ben kasadan fiş alarak yağmuru, selvileri zor durumda bıraktım benim yongalarımdan yapıldı bu çelenkler ben papatyaları şımartmadım diye oldu Mata Hari'ler casus, Al Capone'lar gangster inmem gerek gözbebeklerimin altına
beynimin ortasına büzülmeliyim
genşeyip kımıldayabilirim oradan sonra dum di dum
duridum dubida
kendi kalbimle zamanım arasındaki sarkaç püskürtüyor beni dünyaya
bırakıyorum zerreciklerime kadar emsin beni Atlantik ve Pasifik ve beş kıta
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin
(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16-17)
İsmet Özel, Türkçeye “Bunlar Onlardır” şeklinde çevrilebilecek “Ils Sont Eux” adlı şiirinde, ‘herkes’lerin
eleştirisini yaptığı şiirlerinin genelinden farklı olarak, bu “kalabalığın” kimler olduğunu işaret eder ve dikkat çekmek istediği yabancılaşmayı daha belirgin bir hale getirir. Bu şiirin öne çıkan bir başka yanı da, Özel’in şiir evreninin merkezinde duran ve hayatındaki açılıma paralel olarak ilerleyen beni’nin “Ils Sont Eux”da geri planda kalmış olmasıdır. Bunun bir başka örneğini “Akla Karşı Tezler”de, ‘baca temizleyicileri’ ve ‘köylüleri’ çok sınırlı da olsa söz konusu ederek ortaya koyan İsmet Özel, bu şiirinde bütünüyle anlatıcı pozisyonunda kalmış; “bunlar”
ve “onlar” işaret zamiriyle göstermek istediği sıradanlaşan hayatlara bütünüyle dikkat çekmek istemiştir.
“Ils Sont Eux” şiirinde, anlatı düzlemine yaklaştırılarak hayatı algılayış biçimleri şiirselleştirilen insanların söz konusu edilen serüvenleri, şiirin yöneldiği anlam dünyası merkez alınarak 3 bölümde incelenebilir. Şair, metnin ilk bölümü olarak kabul edebileceğimiz kısımda, toplumsallaşarak kendi kimliklerinin uzağına düşen insanları belli özellikleri ile okuyucuya tanıtır:
Ağır ceza reisi duruşmaya girerken safir bir göz yapışıyor kırmızı yakasına kırmızı yakaları var yargıç cübbelerinin Fransız ihtilalinden kalma.
Burslu okuduğu yıllardan kalma ceza reisinin garip bir tarafı var
kaşlarını çatınca bir çocukluk dolduruyor yüzünü
ürkünç bir uğursuzluk gülümsediği sıra.
Garip bir tarafı var valinin
makam arabasına binerken her seferinde bakır bir dudak karışıyor kırmızı saçlarına saçlarını parmaklarıyla taradığı zamanlar bu dudak
öpüyor onu hain bir yumuşaklıkla.
Safir göz görünmüyor yargıca kendini valiye vermiyor bakır dudak görmüyor alay komutanı tekmil alırken gömleğine bir damla civanın sızdığını bir gözyaşı, bir ukde anlamı kazanarak.
Kimse görmüyor buruşuk pardesüsüyle bir babanın kırılgan bir yelpaze olduğunu akşam eve girince karısı
katlanmış kilimlerle uyum içinde kolunu büküyor, dayıyor elini yanağına büyük kız kanepede bu ara
bir göl gezintisine çıkmıştır
İki yanında neden akar binlerce bu kelebek?
Binlerce kanatlı çekirge neden uçar beyninin yukarsında?
Evde soba yanıyor
önce çalılar geçiyor çocukların boğazından sonra ağaç kökleri yırtıyor damarlarını bütün ailenin.
Dışarda soğuk
safirden, bakırdan, cıvadan bir gece uçuyor gece uçarken kulaklarına dokunuyor bekçinin bekçi
mavi zehir şiddetinde düdük çalarak bir soru soruyor karanlığa
bütün cevaplar sendedir, saklama diyor karanlık ona
bekçi en saklı yerinden bir banka broşürü bir piyango bileti çıkarıp gösteriyor copunu gösteriyor lisebirdeki oğlana sonra acılı olduğu açıkça anlaşılan bir kadına bıyık buruyor
buruk bir sabah başlıyor acılı olduğu açıkça anlaşılmayan dünyada.
(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.18–20)
Böylelikle ‘herkes’lerin/“onlar”ın arasından ayırt edilerek “bunlar” diye işaret edilen insanlar şiirde, ‘ağır ceza reisi’, ‘vali’, ‘alay komutanı’, ‘baba’, ‘karısı’, ‘büyük kız’, ‘lisebirdeki oğlan’, ‘bekçi’ ve ‘kadın’ olarak belirir.
Şair, hayatlarından birtakım kesitleri öne çıkararak işaret ettiği bu insanlardan özellikle ‘ağır ceza reisi’, ‘vali’,
‘alay komutanı’ ve ‘bekçi’ye farklı bir boyutta dikkat çeker. Kendi bireysel yaşantılarına ait bir takım özelliklerden çok, yapmış oldukları meslekleriyle şiire konu olan bu insanlar, kendi “biyografisini yaşıyor olma”larıyla eleştirilir. Özel, ‘ağır ceza reisi’nin ‘duruşma’sını, ‘vali’nin ‘makam arabası’nı, ‘alay komutanı’nın
‘tekmil’ini ve ‘bekçi’nin de ‘düdüğü’nü şiire konu ederek, kurumların insanların öz yaşamlarını ortadan kaldırması sonucunda varılan yabancılaşmayı ve herkesleşmeyi işaret etmiş olmaktadır.
Yukarıda ifadeye çalıştığımız eleştirisi yapılan husus, Jung’un “personayla özdeşleşme”/“biyografisini yaşıyor olma” ile ilgili söyledikleri çevresinde ele alındığında daha net anlaşılabilecektir. Jung, “dünya insanları belirli bir davranışa zorlar ve profesyonel insanlar bu beklentileri yerine getirmek için çaba harcarlar. Tehlikeli olan insanın personası’yla özdeşleşmesidir, örneğin profesör ders kitabıyla, tenor sesiyle özdeşleşir. Bu da onların felaketi olur. Çünkü o zaman insan yalnızca kendi biyografisinde yaşar” demekte ve bu türden bir tıkanıklığı yaşayan insanların en basit bir işi bile doğallıkla yapamayacaklarını ifade etmektedir. İsmet Özel, bu türden bir eleştiriyi, “Bir Yusuf Masalı”nın İkinci Babı olan “Yusuf’un Kaçırılışıdır” adlı bölümde “Giderek / Her nesne
ödeviyle / Kaybediyor nesne niteliğini / Ödevini yerine getiren “o şey” oluyor” (“Yusuf’un Kaçırılışıdır”, Bir Yusuf Masalı, s.72) diyerek hissettirmektedir.
İsmet Özel’in “Ils Sont Eux” adlı şiirinden yukarıya alıntıladığımız dizelerinde, ikinci bir grup ve anlatım düzeyi olarak değerlendirebileceğimiz ‘baba’, ‘karısı’, ‘büyük kız’ ve ‘lisebirdeki oğlan’ şeklinde dikkat çekilen insanlarla aslında bir başka kurumun fertleri söz konusu edilmiş olur. Bu kurum, toplumsallaşma sonucu kendi bireysel yetilerini kaybetmiş olan ve hayatın gizine sırtını dönerek yaşayan fertlerin oluşturduğu ailedir. Şairin, bu ailenin özelliklerini sıralarken kullanmış olduğu ‘uyum içinde’ olmak, ‘gezintiye çıkmak’, ‘sürüklenmek’ ve
‘herhangi bir sırra varamamak’ gibi söz grupları, konformizmin rahatlığını yaşayarak kendiliğini unutan insanların dünyasını akla getirmektedir.
Özel, şiirin ikinci bölümü olarak kabul edilebilecek mısralarda, yukarıdaki dizelerle dikkat çektiği insanların tekdüze haline gelmiş olan yaşantılarından kesitler sunmaya devam eder ve bu insanların hayatlarının anlamdan yoksun olarak sürüp gittiğini, ‘rüya’, ‘okşayış’ ve ‘Tevrat gibi kelimeler’in imajinatif değerlerini akla getirerek dikkatlere sunar. Bu bölümde dikkat çeken husus, şairin söz konusu olan ‘herkes’lerdeki yabancılaşmayı iyice belirgin kılmak için kahramanlarından birine kendilik bilincine doğru mesafe kazandırmış olmasıdır.
Özel’in şiirlerinde önemli bir izlek olarak devam eden “kendilik çağrısı”nı incelediğimiz kısımda da dikkat çekmeye çalıştığımız bu duruma şair, ikinci bölümünün sonunda kurumsallaşan boyutuyla eleştiri getirdiği ailenin
‘buruşuk pardesülü’ babası ile işaret eder:
Ağır ceza reisi
santa luçia söylüyor traş olurken
maiyet memurluğundan beri aksatmadan yaptığı gibi vali sabah sabah
parlatıyor
zaten pırıl pırıl olan siyah kunduralarını.
Kışlada alay komutanı barakaların kar altında öksüz duruşlarına bakarak
susuyor, söylemiyor bildiği tek şiiri 'güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez' demiş çünkü Valéry.
Çünkü serbest düşünme zamanı geçti artık şimdi mesai saati
disiplin kurulunun toplantısı var arşivde sicil belgeleri damgalanacak tayinler imzaya girecek
teftişe gidecek generaller
rüya, okşayış, Tevrat gibi kelimeler
gündemin dışında.
Yurttaşlar uygunadım çalışmalarıyla söktüler karîha yarımküresini yerinden bir pusula koydular açtıkları boşluğa titreyen, korkak ibresiyle bu pusula kuzeyi gösteriyor serbest
düşünme zamanlarında ;
safir bir göz görünce karıştırıyor yönü tırnaklarını yiyor bakır bir gittikçe daha dalgın, elinde cetvel masada hesap makinesi, pusula yetmiyor dibe dalmasına
bağlıyor kalın bir urganla beline ağır bir sandık
adam dibe inmek için beline bağladığı sandığını keşfediyor dibe ulaştığında.
(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.21–24)
İsmet Özel, bu noktadan sonra şiirin 3. bölümü olarak kabul edebileceğimiz son kısma ulaşmış olur. Hayatını kuşatan mecbur bırakılmışlıkların arasında ‘gittikçe daha dalgın’ hale gelen ‘buruşuk pardesülü adam’ın, bunlardan sıyrılmak/‘dibe inmek’ için ortaya koyduğu kazanıma paralel olarak açımlanan bu kısımda şair, diğer kahramanlarının da sonunu şiirselleştirir. Özel’in şiirin son dizesi olarak dikkat çektiği husus, ‘herkes’lerin varlıklarını sürdürebilmek için kuvvet almaya çalıştığı gelip geçici olan değerlerin ya da kurumların yerine kendi
İsmet Özel, bu noktadan sonra şiirin 3. bölümü olarak kabul edebileceğimiz son kısma ulaşmış olur. Hayatını kuşatan mecbur bırakılmışlıkların arasında ‘gittikçe daha dalgın’ hale gelen ‘buruşuk pardesülü adam’ın, bunlardan sıyrılmak/‘dibe inmek’ için ortaya koyduğu kazanıma paralel olarak açımlanan bu kısımda şair, diğer kahramanlarının da sonunu şiirselleştirir. Özel’in şiirin son dizesi olarak dikkat çektiği husus, ‘herkes’lerin varlıklarını sürdürebilmek için kuvvet almaya çalıştığı gelip geçici olan değerlerin ya da kurumların yerine kendi