• Sonuç bulunamadı

Kaidenin Ele Alınmasında Taberî ve Usûlcüler Arasındaki Fark

BÖLÜM 1: TABERÎ TEFSİRİ VE UMÛM-HUSÛS KAVRAMLARI

1.2. Umûm-Husûs Kavramları

1.2.6. Umûm-Husûs Kavramlarının Kaideleşmesi

1.2.6.6. Kaidenin Ele Alınmasında Taberî ve Usûlcüler Arasındaki Fark

Umûmu daha çok sözlük anlamında ele alan Taberî, umûm-husûs ilişkisini zaman zaman ‘‘Umûm olan bir lafız veya hüküm herhangi bir geçersiz delil vasıtasıyla tahsis edilmemelidir.’’ şeklinde dile getirmektedir.295 Nitekim Taberî’nin bu tanımlamasıyla fıkıh usûlcülerinin umûmu ve umûm-husûs ilişkisini tanımlamaları farklılık arzeder. Usûlcülere göre âyetlerin umûm veya husûs olmaları, sadece kişilerle ilgili hükümlerle sınırlı tutulmaktadır. Bunlara göre ‘‘cemîun-kullun’’ lafızları, ‘‘istiğrak ve şumûl’’, ‘‘lam-ı tarif’’, ‘‘ism-i mevsuller’’, ‘‘şart isimleri’’, ‘‘istifham ve nefiyler’’ umûm bildirmekte ve fertler için kullanılır. Böylece genelde usûlcüler umûm ve husûsu ahkâm âyetleri kapsamında değerlendirirken296, Taberî ise âyetleri mana ve sîga yönüyle ele almaktadır. Aslında Taberî âyetlerin lafzî yönünden umûm veya husûsunu tespit ettikten sonra, gerekli yerlerde ahkâm âyetlerden çıkan sonuçları da değerlendirmektedir.297 Aslında genel itibarıyla usûlcülerin konuya yaklaşımı ile Taberî’nin yaklaşımı arasında ciddi bir ayırım kaydedilmemektedir, denebilir. Ancak meseleye âyetlerin te’vili, ilgili kavramların kullanımı ve bu süreçte uygulanan yöntem açısından bakıldığında, durumun farklı olduğu ortaya çıkacaktır. Bu farklılık aşağıdaki noktada ortaya çıkmaktadır:

Usûlcülerin umûm-husûs algısı ile Taberî’nin umûm-husûs algısı arasındaki önemli farklardan biri de usûlcülerin mesleği gereği konuyu daha çok fıkıh usûlü açısından ele alarak değerlendirmeleridir. Bu sebeple usûlcülerin, umûmun kapsama alanını gerçek bireylerden saymalarının arka planında sözünü ettiğimiz ahkâmla ilgili fıkhî yaklaşımlar yatmaktadır. Aslında bu durum doğal olarak görülmelidir. Çünkü fıkıh ilmi insanın lehine (fayda) ve aleyhine (zararına) olan şeyleri konu edindiğine göre, şüphesiz fıkhın

294 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 24:700.

295 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2:203, 313, 461, 466; 3:457; 4:394.

296 Bkz. Dipnot 273-274.

46

muhatabı ve konusu insanlar olacaktır.298 Nitekim fıkıh usûlüne dair yazılmış eserlerin aksine, Taberî umûm ve husûs kavramlarını tamamıyla lügavî anlamda, yani sadece bireyleri değil, hem mana hem de sîga bakımından kelimelerin umûm olarak her şeyi ve husûs olarak sadece bir şeyi kapsamına alacak şekilde kullanmaktadır.299 Durumun izahı için aşağıdaki örnekler ele alınacaktır:

el-Bakara Sûresi’nin 2/117. âyetinde Yüce Allah ‘‘اَمَّنِإَف ارْمَأ ىَضَقاَذِإ َو ِض ْر َْلا َو ِتا َواَمَّسلا ُعيِد َب ُلوُقَي

ُهَل ْنُك

ُنوُكَيَف / O, gökleri ve yeri benzeri olmadan yaratandır. Bir şeyin olmasını dilediği zaman ona sadece ‘ol’ der o da olmaya başlayıverir.’’ buyurmaktadır. Âyette yer alan ‘‘ ُنوُكَيَف ْنُك ُهَل ُلوُقَي / ol der o da olmaya başlayıverir’’ ifadesiyle ilgili te’vil ehli ihtilaf etmişlerdir.300 Bir kısım te’vil ehli âyeti umûm değil husûs olarak değerlendirmiş ve âyetin maksadının ‘‘Yüce Allah, var olan bir mahlûkat hakkında herhangi bir hüküm veya emir verecek olursa, o hüküm veya emir kesin olarak yerin gelir, hiçbir aksama olmaz. Örneğin Kārun’un mülkünün yerin dibine batması gibi, Yüce Allah emretmiş ve emir derhal yerine gelmiştir.’’ şeklinde olacağını belirtmişlerdir.301 Diğer bir kısım te’vil ehli ise âyetin umûm olduğunu ve maksadın ‘‘Yüce Allah’ın hem mevcut olana, hem de henüz mevcut olmayan varlıklara emretmesi halinde, O’nun emrinin derhal meydana geleceğini belirtmişlerdir. Zira Yüce Allah’ın mevcut olana da henüz mevcut olmayana da emir vermesi söz konusudur.’’ şeklinde olduğunu ifade etmişlerdir.302 Bu konuda Taberî’nin tercihine gelince, âyetin zahirinin umûm olması ve tahsisine gidilecek herhangi bir delilin bulunmaması sebebiyle ikinci görüş tercih edilmiştir.303

en-Nisâ Sûresi’nin 4/25. âyetinde Yüce Allah: ‘‘ ْمُكْنِم َتَنَعْلا َيِشَخ ْنَمِل َكِلاَذ / Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir’’ şeklinde buyurmaktadır. Âyette yer alan ‘‘ َتَنَعْلا / günah’’ kelimesiyle ilgili te’vil ehli ihtilaf etmiştir.304 Bir kısım te’vil ehline göre ilgili kelime kişinin zina günahına düşmesi korkusu olarak anlaşılmalıdır.305 Diğer bir kısım te’vil ehline göre ise ilgili kelime kişinin sadece had

298 Aydın Atik, İbn Cerîr et-Taberî'nin Kur’ân Anlayışı ve Te’vil Tercihleri, (Yayımlanmış doktora tezi)

(Ankara: AÜSBE, 2004), 113–115.

299 Atik, İbn Cerîr et-Taberî'nin Kur’ân Anlayışı ve Te’vil Tercihleri, 115–120.

300 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2:467. 301 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2:467-468. 302 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2:468. 303 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2:469-470. 304 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 6:614. 305 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 6:614-615.

47

cezasından korkması şeklinde yorumlanmalıdır.306 Bu konuda Taberî’nin tercihine gelince, o kelimenin lügavî anlamından ve ilgili anlamın umûm ifade etmesinden hareket ederek ‘‘İlgili kelimenin anlamı, insana hem dinî ve dünyevî yönünden zarar veren şey demektir. Dolayısıyla insanın dünyada gördüğü ve ahirette göreceği kendisine zarar verebilecek her şey, buradaki umûm lafzın kapsamına girmektedir.’’ şeklinde değerlendirmede bulunmuştur.307

el-Mâide Sûresi’nin 5/106. âyetinde Yüce Allah ‘‘ ُمُكَدَحَأ َرَضَح اَذِإ ْمُكِنْيَب ُةَداَهَش ْاوُنَمآ َنيِذَّلا اَهُّيَأا َي ُت ْوَمْلا َني ِح ِةَّي ِص َوْلا ِناَنْثا لْدَعا َوَذ ِم ْن ْمُك ْوَأ ِنا َرَخآ ْن ِم ْمُك ِرْيَغ ْنِإ ْنَأ ْمُت ْمُتْب َرَض يِف َْلا ِض ْر ْمُكْتَباَصَأَف ُم ُةَبي ِص ِت ْوَمْلا /

Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca, vasiyet esnasında içinizden iki âdil kişi aranızda şahitlik etsin. Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik etsin’’ şeklinde buyurmaktadır. İlgili âyetin ‘‘ ْمُك ْن ِم لْدَعا َوَذ / içinizden iki âdil kişi’’ ve ‘‘ ْمُك ِرْيَغ ْن ِم ِنا َرَخآ ْوَأ / sizin dışınızdan başka iki kişi’’ ifadeleriyle kimlerin kastedildiği konusunda te’vil ehli ihtilaf etmiştir.308 Bir kısım te’vil ehline göre birinci ifadeden maksat sizin dininizden olan iki âdil kişidir. İkinci ifadeden maksat ise sizin dininiz dışında olan başka iki kişidir.309 Diğer bir kısım te’vil ehline göre ise birinci ifadeden maksat vasiyet eden kişinin kabilesinden olan iki âdil kişidir. İkinci ifadeden maksat ise sizin kabileniz dışında, dininizden olan başka iki kişidir.310 Bu konuda Taberî’nin tercihine gelince, ona göre doğru olan görüş birinci grup te’vil ehlinin dediğidir. Çünkü Yüce Allah’ın müminlere olan hitabı umûm üzere gelmiş ve herhangi bir delil ile tahsis edilmemiştir. Böylece birinci ifade tüm müminlere umûm olunca, ikinci ifadenin de tüm gayri müminlere umûm olması uygun görülmüştür. Dolayısıyla Müslümanlar için kendi dininden olan iki âdil şahit bulunmaması durumunda, gayri Müslüman iki şahit tutması caizdir.311

Buraya kadar ele alınan örneklerden de anlaşılacağı üzere, Taberî âyetin ve ilgili ifadenin mana açısından umûm olmasını lafzî ve lügavî kaidelere dayanarak tespit etmektedir. Ancak usûlcüler, genelde hem anlam, hem de fıkhî yönünden umûmun kapsama alanını sınırlandırarak, her umûm ifade içerisinde husûs yönünü tespit etmeye

306 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 6:616. 307 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 6:616. 308 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 9:56. 309 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 9:57. 310 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 9:58-59. 311 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 9:60-70.

48

çalışmışlardır. Hatırlatalım ki bu durum Taberî için ancak âyetin tahsisine gidilecek yeterli delilin bulunmaması halinde geçerlidir.