• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TABERÎ TEFSİRİNDE UMÛM-HUSÛS

2.2. Taberî Tefsirinde Umûmun Tespiti

2.2.4. Kıraat

Kıraat kelimesi, Arapçada ‘‘ َأ َر َُق’’ (karae) kökünden gelen semaî bir mastardır. Sözlük anlamı itibarıyla ‘‘okumak ve tilâvet etmek’’ anlamlarına gelmektedir. Kıraât ise ilgili fiilin ‘‘kirâetun’’ şeklindeki mastarın çoğulu olarak ‘‘okumalar’’ anlamına gelmektedir.412

Istılahta ise Kıraat ‘‘Kur’ân lafızlarının telaffuzu konusunda Kıraat imamlarının Kur’ân’ı okumada Hz. Peygamber’e ve sahabilere dayanarak takip ettikleri yoldur.’’413 Kıraat denilince daha çok Kıraat ilmi anlaşılmaktadır. Bundan da Kur’ân kelimelerinin üzerindeki küllî ve kısmî değişikliklerin nakleden imamlara isnat edilerek çeşitli okunuş şekillerin eda edilmesi kastedilmektedir. Kıraat imamların ihtilaflı okunuşları daha çok hazf, isbât, fasl, vasl, sâkin okuma, imâle, beyne ve işmâm gibi konularda kendini göstermektedir.414

Kur’ân kelimelerinin çeşitli şekilde okunmasına ruhsat tanıyan Hz. Peygamber’in (s.a.s.), “ ُه نِم َرَّسَيَت اَم اوُء َر قاَف ٍف ُر حَأ ِةَع بَس ىَلَع َل ِز نُأ َنآ رُق لا اَذَه َّنإ / Şüphesiz bu Kur’ân yedi harf üzere indirilmiştir. Ondan kolayınıza geleni okuyunuz.”415 şeklindeki sözleri bu ruhsatın ilerde ‘‘Kıraat’’ ilmi adını almasına zemin hazırlamıştır. ‘‘Yedi harf’’ ilmi olarak da meşhur olan bu ruhsatın başlıca nedenleri arasında Kur’ân muhataplarına âyetlerin

411 Mâturîdî, Te’vîlât, 2:611; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-mesîr fî ilmi't-tefsîr, thk. ‘Abdurrezzak el-Mehdî

(Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, 2001), 3:480; Ebû Hayyân, el-Bahru'l-muhît, 5:348; Ebu’s-Senâ Şihâbuddîn Mahmud b. ‘Abdillah el-Âlûsî (ö. 1270/1854), Rûhu’l-me‘ânî fî tefsîri'l-Kur'âni'l-‘Azîm ve’s-Seb‘i’l-Mesânî, thk. ‘Alî ‘Abdulbârî ‘Atıyye (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, 1994), 9:161.

412 İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab, 1:128.

413 Zurkānî, Menâhil, 1:128; 158; 336.

414 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-kırââti’l-‘aşr, 2. Baskı (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, 2002), 1:15;

Ahmed b. Muhammed el-Bennâ, İthâfü fudalâi’l-beşer bi’l-kırââti’l-erbaati ‘aşer, thk. Şa‘bân Muhammed İsmail, (Beyrut: ‘Âlemu’l-Kutub, 1987), 1:5.

74

okunmasında kolaylığın sağlanması ve Arap kabileleri arasında âyetlerin okunması ve daha rahat anlaşılmasının önünün açılmasını dile getirmek mümkündür.416

Müfessir Taberî’nin Kur’ân âyetlerini te’vil ederken üzerinde durduğu ve açıklamalarını ele aldığı konulardan biri de kıraatler konusudur. Genelde o, âyetle ilgili çeşitli rivayetler, görüşler, kendi tercih ve açıklamalarından sonra âyetteki kıraat farklılıklarına değinmektedir. Kıraat farklılıklarına değindikten sonra müellif kendi yöntemi gereği genelde mütevatir ve meşhur kıraatlerden yana tercihini belirtirken bazı durumlarda şaz kıraatleri de tercih ettiği görülmüştür.417

Kıraat âlimleri tarafından çeşitli şekilde okunan kıraat vecihlerin geçerliliği konusunda bazı şartlar ileri sürülmüştür:

a) Nakledilen kıraat senedinin sağlam olması.

b) Hz. Osman’ın çoğalttığı yedi mushaftan birine uygun olması. c) Arap dili gramerine uygun olması.

Böylece âlimlerin ittifakına göre yukarıdaki üç şartı taşıyan kıraatin Kur’ân’ın çeşitli şekilde okunmasına ruhsatı verilen yedi harften olması hasebiyle kabul edilmemesi caiz değildir.418

Kuşkusuz tefsir ve kıraat ilimleri arasında çok sıkı bir münasebet vardır. Kur’ân’da Kıraat ilmi gereğince farklı okunan kelimenin tefsiri açısından da değişik şekilde yorumlanması söz konusudur. Kur’ân’daki bazı kapalı ve müphem ifadelerin açıklanmasında, birbirine tezat teşkil etmeyen çeşitli hükümlerin zenginlik olarak ortaya çıkmasında kıraat ilminin rolü tartışılmazdır.419

Aynı şekilde Taberî tefsirinde de bu önemli tefsir-kıraat ilişkisi göz ardı edilmemiştir. Nitekim müellife göre hadiste geçen ‘‘yedi harf’’ten maksat, bizzat Kur’ân kelimelerinin okunmasında meydana gelen değişikliklerdir. Yoksa bazılarının iddia ettiğine göre helâller, haramlar, teşvikler, kıssalar, tehtidler vb. değildir. Dolayısıyla

416 Abdurrahman Çetin, Kıraatların Tefsire Etkisi, (İstanbul: Marifet Yayınları, 2001) 51.

417 Halis Albayrak, Taberî ve Kıraat, (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2002), 366.

418 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-kırââti’l-‘aşr, 1:16.

75

Taberî “Kur’ân yedi harf üzere inmiştir” hadisini ‘‘Arapların meşhur yedi lehçesi’’ şeklinde açıklamış ve bunun Müslümanlar arasında yaygın olduğunu belirtmiştir.420 Âyetleri te’vil ederken sık sık Kıraat şekillerine başvuran Taberî’nin, âyetin umûm veya husûsunu belirtirken tercihini desteklemek için Kıraat ilmini referans gösterdiği pek söylenemez. Nitekim Taberî, Kıraat ilminin gereği âyetin çeşitli okunuşunu sadece bir yerde umûmun tespitinde delil olarak kullanmıştır. Ayrıca müellif kıraat farklılıklarına değinirken kıraat imamlarının isimleri yerine çoğu zaman onların memleketlerini anmıştır. Örneğin o Ebu Caʻfer (ö. 130/747) ve Nâfi’nin (ö. 169/785) kıraatlerine değinirken ‘‘Ehlu’l-Medine’’421, Asım b. Behdele (ö. 127/744), Hamza b. Habîb (ö. 157/773), ‘Alî b. Hamza el-Kisâî (ö. 189/804) ve Halef b. Hişâm’ın (ö. 229/843) kıraatlerine değinirken ‘‘Ehlu’l-Kûfe’’422, Ebû Amr (ö. 154/770) ve Yakub b. İshak’ın (ö. 205/820) kıraatlerine değinirken de ‘‘Ehlu’l-Basra’’423 lafızlarını kullanmıştır.

Örnek 1: Doğruyu Getiren

Taberî, ez-Zumer Sûresi’nin 39/33. âyetinde ‘‘doğruyu getiren’’den kimin veya kimlerin kastedildiğiyle ilgili farklı görüşleri ele almakta ve tercihini kıraat deliliyle desteklemektedir:

Te’vil ehli, َنوُقَّتُمْلا ُمُه َكِئَل ْوُأ ِهِب َقَّدَص َو ِقْد ِ صلاِب َءآَج يِذَّلا َو / ‘‘Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte Yüce Allah’a karşı gelmekten sakınanlar onlardır.’’ (ez-Zumer 39/33) âyetinde ِقْد ِ صلاِب َءآَج / ‘‘doğruyu getiren’’ olarak tanımlanan zatın kimin veya kimlerin olabileceği konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir:424

a) İbn ‘Abbas’tan gelen rivayete göre burada ‘‘doğruyu getiren’’den maksat, ‘‘Allah’tan başka ilah yoktur’’ sözünü söyleyen herkestir.425

b) ‘Alî b. Ebî Tâlib, Katâde, İbn Zeyd ve Suddî’den gelen rivayete göre burada ‘‘doğruyu getiren’’den maksat, Hz. Muhammed’dir (s.a.s.). ‘‘Onu tasdik eden’’den maksat ise Hz. Ebû Bekir veya diğer müminlerdir.426

420 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 1:52. 421 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2:508. 422 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 11:69. 423 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 3:486. 424 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 20:204. 425 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 20:204. 426 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 20:205

76

c) Mucâhid’in görüşüne göre burada ‘‘doğruyu getiren’’den maksat, Kur’ân ehlidir. Onlar kıyamet günü Kur’ân’la gelir ve ‘‘İşte sizin bize verdiğiniz ve bizimde tabi olduğumuz Kur’ân’’ derler.427

d) Suddî’nin görüşüne göre ‘‘doğruyu getiren’’den maksat Hz. Cebrail, ‘‘doğru’’dan maksat Kur’ân ve ‘‘Onu tasdik eden’’den maksat ise Hz. Muhammed’dir (s.a.s.).428 Taberî âyetin te’vili bağlamında yukarıda nakledilen farklı görüşlerden İbn ‘Abbas’ın rivayetini tercihe şayan olarak görmektedir. Bu da âyetin ‘‘Doğruyu getiren’’den maksadın kelime-i tevhidi tasdik ederek Kur’ân’a ve Peygamberlere imanın gerekli olduğunu söyleyen herhangi bir Müslümanın olabileceğidir. Böylece umûmdan yana tercihini yapan müellif, dediklerini desteklemek için âyetin siyâkını ve ilgili kelimenin Kıraat ilmi açısından farklı okunuşunu delil olarak göstermektedir. Nitekim İbn Mesʻûd âyetteki ‘‘ َءآَج’’ kelimesini ‘‘اوُءآَج’’ şeklinde okumuştur. Bu kıraat aslında âyetin başında gelen ‘‘يِذَّلأ’’ şeklindeki ism-i mevsulun bazen çoğul anlamına geldiğini göstermektedir.429

Âyetin te’vilini umûma hamletme konusunda Taberî’yle aynı görüşte olan müfessirlere gelince burada Zeccâc, Mekkî b. Ebî Tâlib (ö. 437/1045), İbn ‘Atıyye ve Ebû Hayyân’dan söz edilebilir. Zeccâc umûmun tercihinde İbn Mesʻûd’un kıraat şeklini delil gösterirken Mekkî, İbn ‘Atıyye ve Ebû Hayyân görüşlerini âyetin siyâk-sibâkına dayandırmışlardır.430

Bu konuda âyetin husûs ifadeli olduğunu tercih ederek Taberî’yle aynı fikirde olmayan müfessirler arasında Mâturîdî, İbn Ebî Zemenîn, Vâhidî, Sem‘ânî, Zemahşerî, Mahallî ve Suyûtî gibi müfessirler görülmektedir. Bunlar âyetin anlamını sınırlayarak ‘‘Doğruyu getiren’’den maksadın sadece Hz. Muhammed’in (s.a.s.) kastedildiğini ileri sürmüşlerdir.431

427 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 20:206.

428 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 20:205.

429 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 20:204-208.

430 Zeccâc, Me‘âni’l-Kur’ân, 4:354; Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib Kaysî (ö. 437/1045),

el-Hidâye ilâ bulûği’n-nihâye, thk. Şahid el-Buşuhî, (Ebûzabî: Câmiatu’ş-Şârika, 2008), 10:436; İbn ‘Atıyye, el-Muharreru’l-vecîz, 4:531; Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, 7:410.

431 Mâturîdî, Te’vîlât, 4:308; İbn Ebî Zemenîn, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîz, 4:112; Vâhidî, el-Vecîz fî

tefsîri’l-Kitâbi’l-‘Azîz, thk. Safvan Dâvûdî, (Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1994), 933; Sem‘ânî, Tefsiru’s-Sem‘ânî, 4:469; Zemahşerî, el-Keşşâf, 4:128; Mahallî - Suyûtî, Celâleyn, 611.

77

Sonuç olarak Taberî ve bu konuda onun gibi düşünen müfessirlerin görüşü daha isabetli olarak görülmektedir. Çünkü âyetteki ‘‘يِذَّلَأ’’ şeklinde müfret olarak gelen ism-i mevsulden çoğul kastedildiği aşikârdır. Müellif bu gerçeği ortaya koymak için âyetin siyâkını ve her ne kadar şaz da olsa İbn Mes‘ûd’un kıraatını delil olarak göstermiştir.