• Sonuç bulunamadı

4. BULGULAR VE YORUMLAR

4.3. Edebi Eserlerde Kültürel Hayatın Çözümlenmesi/ Salah Bey Tarihi’nin Kültürel Çözümlenmes

4.3.1.3.3. Kahvehane ve Eğlence

Kahvehaneler, ortaya çıktığı zamanlardan beri dinlenme, sohbet etme ve eğlenme mekânları olmuştur. Kahvehanelere gelenler çeşitli oyunlar oynayarak(satranç, tavla, iskambil…) buralarda keyifli zaman geçirmek

61

istemişlerdir. Birsel, tavla, satranç, iskambil kağıtlarının ocağın hemen yanındaki sedirde ya da raflarda durduğunu belirtmiştir. (Birsel, 1983: 30)

Nebi Özdemir, “Türk Eğlence Kültürü”nü incelediği çalışmasında kahvehanelerin eğlence kültüründeki işlevini şöyle belirtmiştir:

“Koltuk kahvesi(yasak zamanlarında, çıkmaz

sokaklardaki kahvehane), çaycı dükkânı, semai kahvesi, yazlık kahvehane, seyyar kahve(tezgâh ve nadiren de taburelerden ibaret takımlara sahip kahveciler), esnaf kahvehanesi, sabahçı kahvehanesi” gibi türleri bulunan kahvehaneler, uzun süreden beri Türk eğlence sisteminin belli başlı eril ve mahalli eğlence ve sohbet mekânları durumundadır.” (Özdemir, 2005: 103)

İnsanın sosyalleşme ve kendini bir topluluğa ait hissetme ihtiyacı onu kahvehanelere yönlendirmiştir. Bazı kahvehanelerde gelenler kitap okuyarak vakit geçirirken bazılarında ise eğlenmek için çeşitli oyunlar oynanır. Birsel, kahvehanelerde vaktin çubuk, nargile, cigara içerek, çene çalarak, tavla, satranç, dama ya da domino oynayarak geçtiğini, iskambilin ise son yıllarda yaygınlaştığını aktarır. (Birsel, 1983: 36)

Birsel’in aktardığına göre, İstanbul’da yaşlıların, gençlerin, tulumbacıların, tiryakilerin ve esrarkeşlerin kahveleri ayrıdır. Gençler yüzük oyunu, tuğra gibi oyunlar oynarlar. Bunların arasında kavga, gürültü hiç eksik olmaz. (Birsel, 1983: 41)

Kahvehaneler geçmişten bugüne kadar sözlü kültür ürünlerinin icra edildiği mekânlar olma özelliğini sürdürmüşlerdir. Halk hikâyeleri, geleneksel Türk tiyatrosu türleri kahvehanelerde hayat bulur. Süreç içinde toplum hayatına dâhil olan kahvehanelerde günün farklı saatlerinde toplanılır ve gelenler buralarda hoş zaman geçirir. Birsel’in aktardığına göre Eyüp İskele Gazinosu gündüz kahve, gece gazinodur ve ramazan gecelerinde burada Karagöz de oynatılır. (Birsel, 1983: 47)

Birsel’in Galata'daki Moskof Çalgısı hakkında aktardıkları dönemin tiyatro anlayışı hakkında bilgi vermesi açısından değerlidir.

62

"Aya Nikola Kilisesi hizasında ise Moskof Çalgısı vardır. Burada en çok çay içilir. Kokona, mokona diye bir şey de yoktur. Birinci Dünya Savaşı günlerinde Yorgi ile Argiri burada

pandomima oynatmışlardır. Moskof Çalgısı'nın yanında

Amerikan Tiyatrosu, biraz ötede ise Avrupa Tiyatrosu yer alır ki Ahmet Rasim gençliğinde cumaları ve pazarları buradan dışarı çıkmaz. Amerikan Tiyatrosu'nda Küçük Amelya sahnede görünüp de yıllardan beri düzelmek bilmeyen dili, kekremsi sesi ve güfteye uygun gemici miçosu kılığıyla ”Haydi tayfalar/Gemi

yalpalar/İçelim şarap/Olalım harap/Lariç çum terellelli

hayhahay!” diye sarhoş taklidi yıkılmalarla okudu mu büyük bir fori kopar. Fori, alabildiğine el çırpmak, alabildiğine tepinmektir. Fesini çıkaran, baston ya da şemsiye vuran, şapkasını sahneye atan, ıslık çalan, "Bis bis!" haykırışlarıyla mendil sallayan, iskemle üzerine fırlayarak horoz gibi çırpınıp öten, dahası kişneyen, anıran, işaret parmağını ağzına takıp haralop yapan yüzlerce kişinin yalvarıp yakarmaları karşısında Ahmet Rasim de Küçük Amelya ile ilgilenmek gereğini duyar. Ama o daha çok Avrupa Tiyatrosu'ndaki Peruz'u beğenir. Peruz da kantosunu bitirdi mi localardan, sandalyelerden çiçekler, buketler, fiyongalı mektuplar atılır. Şangırtı, hüngürtü, patırtıdan bina yıkılacak hale gelir.”( Birsel, 1983: 57-58)

Birsel’in aktardığına göre Kebir Kahve (Hurşit’in Kahvesi) aslında bir tulumbacı kahvesidir ancak ramazanlarda çalgılı kahve haline getirilir. (Birsel, 1983: 61)

Kahvehanelerde başta kahve olmak üzere tütün, nargile, esrar, enfiye gibi çeşitli keyif verici maddeler içilmektedir. Osmanlı toplumunda esrar içilen ve esrar ya da esrarkeş kahveleri olarak adlandırılan mekânlar bulunmaktadır. Birsel’in belirttiğine göre, İstanbul’un en eski kahveleri Süleymaniye’de Tiryaki Çarşısı kahveleridir. Bu kahvelere zamanında kültürlü ve bilgili kişiler gelirken 17. yüzyıldan sonra buralar önemini yitirmeye başlamış ve esrar çekenlerin buluşup kafayı doldurdukları kahveler haline dönüşmüştür. Esrar kahveleri sadece buralarda değil, Bozdoğan Kemeri’nde, Tahtakale’de, Tophane’de, İskender Boğazı’nda, Çifte Fırınlar’da, Silivrikapı’da, İshakpaşa’ya inen yokuşta, Küçük Langa’da, Yenicami’nin arkasında, Mevlevihanekapı dolaylarında da bulunaktadır. Esrar kahveleri çok pis yerlerdir, tavanları isle kaplanmış, örümcek bağlamıştır. Kahvelerin

63

camları hiç silinmediği için gündüzleri de içeri ışık girmez. İğrenç kokular saçan bu mekânların içinde birkaç kerevet, kırık su testisi, paslı bir tas, mıcırla yanan bir mangaldan başka bir şey yoktur. (Birsel, 1983: 239-240).

Birsel’in Kahveler Kitabı’nda Naima’dan aktardığına göre tütün İslam dünyasına 1606 yılında Frenk ülkesinden gelmiş ve kısa sürede pek çok insanın tiryakiliğini kazanmıştır. Peçevi’den aktardığına göre ise tütün, Türkiye’ye İngilizler tarafından 1600 yılında III. Mehmet zamanında getirilmiştir. İngilizler tütünün ilk önce bazı hastalıklara iyi geleceğini düşünmüşler, Türkler ise keyif verici bir madde olduğunu anlayınca ilgi göstermişlerdir. Birsel, Osmanlı ülkesine tütünün çabuk yayıldığını, toplumun her kesiminden insanın tütün içmeye başladığını, sokaklarda hoş olmayan bir kokunun hâkim olduğunu, tütünün sakalı ve sarığı kokuttuğunu, insanları oyalayarak işten güçten alıkoyduğunu, tütün düşmanlarının, tütünü İstanbul yangınlarının sebebi olarak gösterdiğini belirtmiştir. Kadızade Efendi çıkan büyük bir yangının nedeninin tütün olduğunu padişaha söylediği için Sultan Murad Han kahveyi yasaklarken tütünü de yasaklamıştır. Tütün yasağı beş yıl sürer. Tütün yasağına ağırlık verilince kahve yasağı hafiflemiştir. I. İbrahim çağında ise kahvehaneler yeniden açılır, kimse tütün ve kahve yasağına uymamaktadır. (Birsel, 1983: 14-16)

Birsel, kahvehanelere gelenlerin tütünlerini kase içinde getirdiklerini, kahvecinin onlara sadece çubuk verdiğini belirtir. Kahvenin çubuklarını kullanmak istemeyen tütün tiryakilerinin kendi çubuklarını üstlerinde taşıdığını da ekleyerek bu çubuklar hakkında ayrıntılı bilgi verir. Kahvehanelerde içilen diğer keyif verici maddelerden tömbeki tütünün çubuk tütününden ayrıldığını, buruşturulmuş küçük parçalar halinde hazırlandığını, renginin daha koyu olduğunu, çok sert olduğu için iki üç kez yıkanmadan içilemediğini ama çok kolay dağıldığı için cam kavanozlar içinde saklandığını anlatır. Nargile ise lüle, gövde, marpuç bölümlerinden meydana gelir. Gövde lülenin oturduğu parçadır, çoğunlukla boynu dar, karnı geniştir. Marpuç ise genellikle kehribardır. Marpucun ağza gelen parçasına da çubukta olduğu gibi imame denir. Tiryakilerin kahve, tütün, tömbekinin yanı sıra enfiyeyi de keyif verici maddelerden saydığını belirten Birsel, enfiye kullanmayı alışkanlık haline

64

getirenlerin çoğunun yüksek bilim adamları, şeyhler, yazarlar, yönetimciler ve daha bu gibi ağırbaşlı kişiler olduğunu söyler. Enfiye tiryakileri sokakta karşılaştıkları zaman birbirlerine hemen enfiye kutularını uzatırlar, buna kaldırım şöleni adını koymuşlardır. (Birsel, 1983: 32-36)

Koçu esrar kahveleri hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Esrar kahveleri, İstanbul’un en izbe köşelerinden en mutena, parlak caddelerine varınca mevcudu. Hatta şehir etrafındaki surların yıkık kovukları içinde bile esrar kahvehanesi, tekkesi vardı.(....) Her nerede olursa olsun esrar kahvehanesi açmak yasakdır. Kahvehanelerde esrar içildiği haber alınır alınmaz tarassud edilir, kahvede bulunan esrar kabağı alınarak kahvehane kapatılır. Esrarkeşler kahvehanelerde tütün arasında esrar içerler. Bu gibi kahvehanelere girildiği zaman derhal esrar kokusu insanın yüzüne çarpar ve esrar çekenlerin kimler olduğu yüzlerinden anlaşılır”. (İstanbul Ansiklopedisi, 1971:5355-5356)