• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TÜRKİYE’DE ENTEGRASYON

2.5. Kabul Kültürü ve Külfet Paylaşma

Türkiye'deki Suriyelilerin sayısı göz önünde bulundurulduğunda hem bugünü anlamak hem de gelecek konusunda projeksiyon yapmak bakımından ele alınması gereken en önemli konulardan birisinin, buna ister “uyum” ister “entegrasyon” ister “adaptasyon” adı verirsin, Suriyelilerin “toplumsal kabulü ve uyumu” konusu olduğu açıktır (Erdoğan, 2015: 320). Uluslararası sığınma rejimlerinde sıklıkla söylenen “külfet paylaşma” ideali (İçduygu, 2015, s. 17) ve bir arada yaşamayı güçlendiren “kabul kültürü” günümüz göç manzarasında giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Ancak bunların sosyal ve ekonomik maliyetleri de artmaktadır.

Göçmen yerleştiği ülkede ortak unsurlara sahip olsa da kendini dışlanmış ve marjinal biri olarak hissedebilir ve bu durum birkaç kuşak sürebilir (Karpat, 2017, s. 21). Bu nedenle bir arada yaşamanın kısa süreli ve hızlı gelişen bir süreç olmayacağının da göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Uyguladığı açık kapı politikası ve iç savaş mağdurlarının korunmasına yönelik tarihsel bir misyon üstlenen (İ.H.İ.K., 2018, s. 244) Türkiye, külfet paylaşma ve kabul kültürü açısından olumlu bir niteliğe sahiptir. Ancak yapılan araştırmalar külfet paylaşma ve kabul kültürünün kalıcılığı konusunda tartışmalı veriler ortaya koymaktadır.

Koser ve Lutz’un (2001) Avrupa'da “yeni göç” olarak tanımladıkları ve 1980'lerin sonlarında başlayan süreç, dünyanın geçirdiği sosyal, ekonomik ve coğrafi yeniden şekillenmelerden etkilenmiştir. Bu sürecin en önemli özelliklerinden biri olarak, Soğuk Savaşın son bulması ile Doğu Bloğu ülkelerinde yaşanan değişim gösterilmektedir (Dedeoğlu & Gökmen, 2011, s. 23). Küreselleşme ile beraber göç hareketleri de nitelik değiştirmiştir. Klasik göç alan ülkelerin yanı sıra birçok ülke yeni göçmenler için hedef

gelmiş ve Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile bu bölgeden gelen göçmenlerin sayısında ciddi artışlar yaşanmıştır (Dedeoğlu & Gökmen, 2011, s. 37). Soğuk savaşın bitmesi ile beraber göç bir güvenlik tehdidi olarak da ortaya çıkmıştır (Faist, 2003, s. 24). Bugün göç, artık uygarlıklar ve kültürler arasındaki alışverişi sağlayan ‘üçüncü alan’ olmaktan ziyade, daha çok önlenmesi gereken ve’ güvenilir’ olduğuna inandırmaya çalıştığımız homojenliğimizi tehdit eden bir tehlike olarak resmi edilmektedir (Kaya A. , 2014, s. 24). Dış göç tarihinin gösterdiği gibi yabancılar veya göçmenler çoğu kez kültürel kimliği tehdit eden kişiler olarak algılanmışlardır (Faist, 2003, s. 27).

Abadan’a göre kozmopolitlik giderek artmaktadır. Kozmopolitliğe katkıda bulunan olgulardan biri olarak göçler “etnik türdeşliğe dayalı ulus-devlet” fikrini tartışmalı hale getirmektedir. Bu da bazı kavramların, ulusal kimlik ve ulusal kültür gibi, gözden geçirilme zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Eritme modeli tümden geçerliliğini kaybetmiştir. Bu nedenle bütünleşmeye yardımcı olacak yeni araçlara da bakmamız gerekmektedir (Abadan-Unat, 2002, s. 293). Türkiye’deki Suriyeliler özelinde bir avantaj olarak görülmesi gereken konulardan biri de kültürel yakınlık durumlarıdır. Tarihsel bağlar, ortak üst kimlikler Suriyelilerin Türkiye’deki entegrasyonlarına kolaylaştırıcı etki sağlayabilir. Bu faktörler bütünleşmenin yeni araçlarından biri olabilir.

Türkiye uzun zamandır mültecilik alanında insan hakları sözleşmelerine uygun ulusal mevzuatı oluşturmak yerine geçici ve duruma özgü genelgeler ile sorunu çözmeye çalışmıştır (Elik, 2016, s. 330) . Ancak bugün ise kalıcılığın güçlenmesi durumları da dikkate alınmaya ve geçicilik üzerinden inşa edilen yaklaşımlar işlevselliğini kaybetmeye başlamıştır.

Elik’e göre “Suriye krizi gibi toplu nüfus hareketleri durumunda bile halen Türkiye'de yeterli bir altyapı bulunmamaktadır. Her ne kadar anayasanın 9. maddesi gereği Türkiye'nin taraf bulunduğu temel hak ve özgürlükleri konu alan uluslararası sözleşmelerde düzenlenen haklardan yararlanma hakkına sahip olsalar da uygulamada sorunlar yaşanmaktadır. Bu kapsamda sığınma hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, çocuklara ilişkin diğer düzenlemeler, barınma hakkı, çalışma hakkı, kamu hizmetlerine erişim gibi temel hakların sağlanması “Geçici Koruma” kapsamına girmemektedir” (Elik, 2016, s. 332). Alt yapı eksikliğinin yoğun olarak yaşandığı konulardın başında da entegrasyon gelmektedir.

Türkiye’ye yönelen uluslararası göç akımları incelendiğinde Türkiye’ye genellikle Balkanlar, Ortadoğu ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinden göçmenlerin geldiği görülmektedir. Söz konusu ülkelerden gelen göçmenlerin hedef ülke olarak Türkiye'yi seçmelerinin nedenlerinin başında “Türk” kökenli olmak, dil öğrenme kolaylığı, tarihsel ve coğrafi yakınlık gelmektedir. Coğrafi yakınlığın getirdiği yolculuk masraflarının düşüklüğü ve mevcut vize kolaylıkları da söz konusu ülkelerden Türkiye'ye gelen göçmenler için göçün önemli sebeplerindendir (Dedeoğlu & Gökmen, 2011, s. 43-44). Özellikle de soğuk savaşın sona ermesiyle eski doğu bloğu ülkelerinde meydana gelen ekonomik ve siyasi belirsizlik bu sürece katkıda bulunmuştur. Aynı zaman sürecinde Afrika, Asya ve Ortadoğu ülkelerinde ortaya çıkan siyasi rejim değişiklikleri ve savaşlar, pek çok insanın kısa veya uzun süreliğine Türkiye'ye gelmesine neden olmuştur. Coğrafi konumu ile birlikte, bu ülkelerle olan kültürel, siyasi ve tarihsel bağları Türkiye yönelen bu göç hareketlerine ivme kazandırmıştır (Kaya A. , 2014, s. 15).

İstanbul’da tahmini olarak en az 100,000 Suriyeli kayıtsız olarak ikamet etmektedir (Woods & Kayalı, 2017, s. 4). Varsayımlara göre, İstanbul’da 500 binden fazla Suriyeli yaşıyor (Kaya A. , 2016a). Geçmişteki çatışmaların aksine, Suriye krizinde mültecilerin büyük bir kısmı kamplar yerine şehirlere yerleşmişlerdir. Bu nedenle kentsel alanlardaki problemler de çeşitlenmiştir (Woods & Kayalı, 2017, s. 5). Kamp içinde yaşayan mültecilerin sayısı kamp dışında yaşayanlara oranla oldukça az olmakla birlikte, kamp dışında yaşayanların sorunlarının kamp içinde yaşayanlara oranla daha geniş ve çeşitli olduğu pek çok çalışma tarafından tespit edilmiştir.

Hareket özgürlüğü, ekonomik ve sosyal olanaklar mültecilerin büyük şehirleri tercih etmelerinin nedenleri arasındadır (Kaya & Kıraç, 2016, s. 13). Ancak, kentsel yaşam alanları mülteciler için sorunsuz bir alan özelliği taşımamaktadır. Kentlerde yaşamanın türlü zorluklarını mülteciler daha yoğun olarak hissetmektedirler. Uyum ve dil engeli bunların başında gelmektedir (Kaya A. , 2016a). Kentlerde yaşayan mülteci çocukların eğitime erişimi %23’lerde kalmaktadır. Bu nedenle sıklıkla dil bariyerinden söz edilmektedir (BMMYK, 2015). Dilin önemi entegrasyon söz konusu olduğunda daha da artmaktadır. Dilin yokluğu entegrasyonu eksik işletmekte bu da yeni gelenlerin toplumsala uyumunu geciktirmektedir.

Bütün bunlarla birlikte yerel halktan empati eksikliği, entegrasyon politikalarının yerelde ve merkezde yetersiz olması, toplumsal ve siyasal tanınma, kabul ve saygı eksikliği ve “misafir” olarak tanımlanma durumları yine Suriyeliler açısından sorunsal alanlar içerisinde yer almaktadır (Kaya A. , 2016a). Bütün bu sorunların çözüm adresi ise entagrasyon politikalarında yatmaktadır. Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Türkiye’de konut, eğitim ve sağlık hizmetlerine yeterli erişimleri olmayan binlerce Suriyeli bulunmaktadır (IOM, 2014, s. 5). Bu grupta yer alan mültecilerin gelecek dönemlerde Türkiye için sosyal riskleri arttırabilme olasılığının olduğu da sıkça dillendirilen öngörüler arasında yer almaktadır.