• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: SULTAN II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ DONANMA STRATEJİSİ . 44

2.3.1. Kıyı Savunma Doktrini’nin Jeopolitik Temelleri

93 Harbi’nin ardından Osmanlı Devleti, jeopolitik konumunun ortaya çıkardığı güvenlik sorunlarıyla hiç olmadığı kadar yüzleşmek zorunda kaldı. Dört tarafı denizlerle çevrili olan bir devletin, müdafaa etmesi gereken uzun sahil şeritlerine sahip olması ve ulaşım hatlarının devamlılığı ve güvenliği, kendi nezdinde hafife almaması gereken bir “stratejik açmaz”ı temsil etmekteydi (Mercan, 2014b: 103). Bilhassa 93 Harbi’nden sonra imparatorluğun merkezi kabul edilen bir bölgesinde fiilen bağımsız bir Bulgaristan’ın ortaya çıkarılması bütün dengeleri altüst etti. Berlin Antlaşması, Osmanlı Balkanları’nın sınırlarını Adriyatik’ten Ege Denizi’ne kadar uzanan dar bir koridor hâlinde çizmişti. Sınırlar doğal arazi arızalarına dayanmadığı ve cephe derinliğinden yoksun olduğu için, hem denizden hem de karadan gelebilecek tehditlere karşı askerî açıdan savunulması oldukça zordu (Uyar ve Erickson, 2014:407-408).

Diğer taraftan, Ege Denizi’ne kadar uzanan Rusya’ya bağlı devasa bir kukla devletler zincirinin ortaya koyduğu jeopolitik durum, Rus tahakküm ve nüfuz alanını muazzam ölçüde genişleterek Rusya’yı, Osmanlı Devleti’nin karşısına en tehlikeli rakip olarak çıkarmıştı (Quataert, 2000: 58). Nitekim Rusların Boğaziçi ve İstanbul’u işgal etmek için yapacakları coup de main amfibi çıkarma ile ilgili hazırlık yaptığı söylentileri (BOA, Y.EE. 46/117; BOA, Y. PRK. AZJ. 11/75)36 ve günden güne artan Rus ve Yunan donanma tehdidi ile ilgili tedirginlik veren istihbarat (BOA, Y.PRK. MYD. 3/57), Osmanlı karar alıcılarını sahil şeritlerinin tehlikeye açık olması37 gibi stratejik bir

36 Ayrıca A.B. Şirokorad da Rus İmparatorluk Bahriyesi’nin 1880’lerin başlarında İstanbul’un denizden ani bir saldırı ile ele geçirilmesi üzerine çalıştığını teyit eder. Ancak Rus İmparatorluk Bahriye ileri gelenleri İstanbul Boğazı’na yapılacak bir çıkarma icra etmek için Karadeniz’de güçlü bir donanma gerek duyulduğunun farkındaydı. Bu minvalde 1881 yılında Rus Karadeniz Filosu’nu desteklemeye yönelik bir inşa programı yürürlüğe kondu. Daha teferruatlı malumat için bkz. (Şirokorad: 443-444). Ayrıca Rus Karadeniz Filosu’nun güçlendirmeye yönelik yedi adet kalın zırha sahip muharebe gemisinin inşa edildiği istihbaratı ile ilgili de bkz. (BOA, Y.PRK. MYD. 3/25). Sefir Nelidov’un Çar II. Nikola’ya sunduğu İstanbul’a yönelik sürpriz taarruz projesi ile ilgili ayrıca bkz. (Palmer, 2002: 190-191). Bunun dışında “Rusya Boğaziçi'ne Taarruz Tehlikesini Göze Alabilir mi?” başlığıyla Viyana'da tabedilen ve Osmanlı Viyana Sefareti'nden gönderilen kitap ile ilgili bilgi için bkz. (BOA, Y. A.HUS. 267/113).

37 “Sevahil-i memalik-i şahanenin vüsati Bahr-i Ahmer ve Bahr-i Sefid ve Bahr-i Siyah cihetlerinin

ehemmiyeti mülabesesiyle bahren temin-i tahaffuzata delalet edecek esbabın istikmali (…)” şeklindeki

ifadeyle birlikte aynı belge de uzun sahil şeritlerine sahip olmanın getirdiği güvenlik hassasiyetleri vurgulandıktan sonra bu duruma göre donanmanın takviye edilmesinin bir zorunluluk arz ettiğinden söz edilir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. (DMA, MKT. 908/15).

60

açmazın işkencesiyle karşı karşıya bırakmaktaydı. Rusya ve Yunanistan’ın donanmalarını hızlı bir şekilde güçlendirmesinin, Osmanlı ricali üzerinde neden olduğu kaygı verici durum Bahriye Nezareti’nden Mâbeyn-i Hümâyûna yazılan “husûsî” içerikli raporda de şu şekilde ifade edilmekteydi:

“Rusya ve Yunan devletleri iki üç seneden beri sufün-i harbiye i‘mâlatınca yevmen fe-yevmen iktisâb-ı terkîbât ile kuvve-i bahriyelerini teksîr eylemekde oldukları ve kendi tersânelerinde geceli gündüzlü çalıştıktan mâ‘adâ Avrupa’da sipârişler vukû‘ bulmakta idiği ataşe-navâllerle sâir mahallerden alınan ma‘lûmât-ı mütevâliyeden anlaşılmış olduğuna ve devlet-i mütecâveriyet-i müşârün-ileyhimânın erkân-ı vâkı‘aları saltanat-ı seniyye aleyhinde olmak ihtimâli her bir melhûzdan efvâ olarak fevka’l-âde câlib-i nazar-i dikkat ve ehemmiyet ve onlara karşı kuvve-i bahriye-i mülûkânenin dahi teksîriyle bir derece-i ale’l-âde îsâl ve irtikâsı lüzûmu (…) (DMA, MKT. 568/27A)”

Osmanlı ile aynı coğrafyanın dinamiklerini paylaşan başta Rusya ve Yunanistan’ın denizlerde ortaya koyduğu tehdit algısı dışında, İngiliz Kraliyet Donanması’nın Osmanlı kıyı şeritlerindeki tehlikeli varlığı bilhassa Sultan II. Abdülhamid’in üzerindeki

ciddi bir kaygı unsuruydu. Sultan’ın bu endişe hâli, gerek Başbakanlık Osmanlı Arşivi gerekse Deniz Müzesi Arşivi’nde

karakol hizmeti icra eden gemilerin, kıyılara ve limanlara yakın mahallerde seyreden İngiliz muharebe gemilerinin hareketleriyle ilgili detaylı raporların önemli bir yer tutmasından da anlaşılmaktaydı (BOA, DH. ŞFR. 251/115; BOA, Y. PRK. ASK. 37/80; BOA, Y. PRK. ASK. 55/50; DMA, MKT. 657/99-115-153).

Bunun dışında, Sultan II. Abdülhamid’in bahriyeye, İngiliz Kraliyet Donanması’nın Akdeniz Filosu’nun hangi limanlara uğradığının, kimin kumandası altında olduğunun ve kaç gemiden meydana geldiğinin teferruatlı olarak bildirilmesine dönük 19 Ekim 1883 tarihli talimatı da mevcuttu (DMA, MKT. 430/121-124). Doğrusu, başta Sultan olmak üzere, Osmanlı bahriye ricalindeki bu İngiliz endişesi hiç de boşuna değildi. 1880’lere gelindiğinde, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğüne yönelik en önemli dış tehdit; “son dönem Osmanlı siyasetinin her yerde hazır ve nazır karabasanı” olarak görülen İngiltere’ydi (Deringil, 2007: 86). Özellikle Mısır’ın Osmanlı Devleti’nin himayesinden savaşmadan çıkması ve Kıbrıs’ın İngiltere’ye gönülsüz bırakılması, İngiliz “Gambot

61

Diplomasisi”nin38 parlak zaferlerine karşı Osmanlı Bahriyesi’nin mukavemet gösterecek kapasitede olmaması, bahriyenin sahillerin kontrolünü ve stratejik geçiş güzergâhları olan boğazların müdafaasını ana savunma anlayışı olarak benimsemesine yol açarak “anti-İngiliz” bir ideolojiyle hayat bulan Jeune École’ün Osmanlı’daki yansımalarını çok daha belirgin kılmıştı (Mercan, 2014b: 104).

Diğer yandan bu dönemde İngiltere ile Osmanlı Devleti’ni karşı karşıya getiren meseleler arasında Devlet-i Aliyye’nin uygulamakla yükümlü olduğu uluslararası deniz hukuku yaptırımları da gelmekteydi. Bu hukukun kapsamında yer alan uluslararası ticaretin devamlılığı ilkesine bağlı olarak korsanlık39, silah ve insan kaçakçılığına karşı mücadeleye dönük Osmanlı Devleti, hukuki açıdan bir dizi yükümlülükler üstlenmişti. Bu yükümlükler, Osmanlı kontrolündeki ticaret yollarında meydana gelen kanunsuz faaliyetlere karşı önlem almayı şart koşmaktaydı. Bir yanıyla Osmanlı kıyı bölgelerindeki asayişinde bozulmasındaki en temel etkenlerin başında yer alan deniz haydutluğu ve kaçakçılık faaliyetleri genellikle payitahtan uzak bölgelerde sıklıkla görülen vakalar arasındaydı. Örneğin, İngiltere tarafından titizlikle uygulanan esir ticaretine dönük kısıtlamalara karşı Osmanlı Devleti de sınır güvenliğinin nispeten daha gevşek olduğu Güney sahillerindeki esir ticaretine karşı kayda değer girişimlerde bulunmuştu (DMA, ŞB. 223/82A). Osmanlı makamları, Kızıldeniz’de sahillerin ıssız yerlerine çıkmak suretiyle ciddi asayiş sorunlarına sebebiyet veren “zenci esir

ticaretinin men’i” için bölgeye acil olarak gambot ve silahlı vapurlardan mürekkep bir

filotilla ile takviye edilmesine karar vermişti (DMA, ŞB. 233/36A; BOA, MV. 112/4). İlk bakışta tüm bu girişimler, Osmanlı Devleti’nin düvel-i muazzama ile diplomatik ilişkilerini sağlıklı sürdürebilmesi ve buna bağlı olarak hukuki yükümlülüklerini yerine getirmesi adına alınan tedbirler olarak değerlendirilse de aslında Adriyatik’de 348, Akdeniz’de 5070, Karadeniz’de 714, Marmara’da 542 ve Kızıldeniz’de 1.833 mil

38 Gunboat Diplomacy: İngiltere’nin kontrol altına almak istediği devletlere karşı gerektiğinde askerî güç kullanarak baskı kurmada kullandığı dış politika aracıdır. Genelde donanma gemileri, topları şehre çevrilmiş şekilde kıyıda beklerken, aynı güce karşı koyabilecek donanmaya sahip olmayan devletlerin de şartları ve talepleri kabul etmekten başka seçenekleri kalmaması durumudur (Gerace, 2004: 67).

39 16 Nisan 1856’da Osmanlı Devleti’nin de dâhil olduğu Paris Kongresi’nde kabul edilen beyanname ile korsanlık yasaklanmıştır. Aslında deniz korsanlığı ile deniz haydutluğu birbirinden oldukça farklı kavramlardır. Deniz haydutluğu (piracy, piratrie) devletler hukukuna göre özel kişilere ait gemilerle özel kişilerin, harp ya da barış zamanında açık denizdeki gemilere, bu gemilerdeki insanlara ya da yüke karşı bir devlet yararına değil; kendi çıkarları için yaptıkları haydutluk fiilleridir. Korsanlık (course,

privateering) ise harp zamanında özel kişilere ait gemilerin harbe taraf olan devletten müsaade belgesi

(lettres de marque, commission de course) alarak diğer muharip devlete karşı harp hareketine katılması ve bu hareketlerle harp hukuku kurallarına bağlı olmasıdır (Meray, 1963; 106-107).

62

olmak üzere toplamda 8.567 millik devasa bir kıyı hattının yeterli düzeyde korumaya dönük girişimler olarak ele alınmalıdır. (Besbelli, 1962: 69).