• Sonuç bulunamadı

1.1. Kişiler Arası İletişim Türleri

1.1.2. Kişiler Arası İletişim ve Çatışma

1.1.2.1. Kişiler Arası İletişim Çatışmalarının Sınıflandırılması

1.1.2.1.4. Kısmi Algılama Çatışması (Bunu da mı Demiştin…)

Bir kişi kendisine gönderilen mesajın ancak bir kısmını algılar, diğerlerini algılamazsa bu durumunda kısmi algılama çatışması oluşmuş demektir. Bireyler bazen gönderilen mesajları işlerine geldiği gibi algılamak isterler. Bu duruma en güzel örnek bir Bektaşi fıkrasıdır. Bir Bektaşi Kuran’da oruç tutmayın denildiğini iddia ederek oruç tutmaz. Hocanın birisi der ki “Erenler, Kuran oruç tutmayın diyor; ama eğer hastaysanız tutmayın diyor”. Bu fıkra, Bektaşi’nin hastaysanız oruç tutmayın mesajını kısmı algıladığını gösterir.

Hassas Koruma Şube Müdürlüğü’nde görevli bir polis, kışın nöbet tutuyormuş. Şube müdürü kışın hava çok soğuk olduğu için her yarım saatte bir, memurun kulübesine giderek ısınması için talimat vermiş. Müdür memurunun kulübenin içine hiç girmediğini, sürekli dışarıda beklediğini görmüş. Daha sonra yanına gitmiş:

“Evladım sen niye içeri girip ısınmıyorsun?” demiş. Polis:

Müdür, polisin yanına yaklaşınca memurun elektrikli battaniyeyi vücuduna sardığını ve battaniyenin fişinin prize takıldığını görmüş. (79. Fıkra)

Kısmi algılama çatışmasının görüldüğü bu olayda polis, “ısın” mesajını, “Bunu da mı demiştin?” şeklinde algılamıştır. Söz konusu olayda, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz!” düşüncesi eleştirilmiştir. Devleti yönetenlerin ya da kamuda görev alan personelin, devletin malını ve parasını savurgan bir biçimde kullandığı ve harcadığı hep bilinir. O sebeple, halk arasında “Devlet malı deniz, yemeyen domuz!” tabiri çok yaygındır. Bunu önlemek için bazı tasarruf tedbirleri alınmalıdır. Kamu çalışanlarından harcamalar kısıtlanarak tasarrufa gidilirse, israfın önüne geçilmesi mümkün olabilir.

İletişim kurma konusunda yetersiz olan bireyler, kendi aralarında bazen iletişim çatışmaları yaşarlar. “Bildirişim tek bir olay değil, belli bir noktadan başlayıp adım adım gelişerek belli bir noktada sona eren bir olaylar dizisi, art arda sıralanan bir olaylar zinciridir; bir süreçtir.” (Ünalan, 2005: 131). Bu süreçte dilin iyi kullanılmaması, empatinin olmaması gibi birçok faktör iletişim çatışmalarının ortaya çıkmasına neden olur. Bireylerin iletişim sırasında yaptıkları hatalar, bu hataların arkasındaki sebepler küçük gayretler sonucu giderilebilir:

Komiser kazanın olduğu yere gider ve oralarda incelemeler yapar. Aradan zaman geçtikten sonra telsizle anons yapıp memurunun onu kaza yerinden almasını ister.

Memur:

“Anlaşıldı efendim yeriniz neresi?” Komiser:

“Kaza yerindeyim merkez.” Memur:

“Anlaşıldı efendim, kaza yeri neresi?” derken telsizden küüüüüt diye bir ses duyulur. Daha sonra komiser:

“Merkez kazaya karıştık, tamam,” der. (108. Fıkra)

“İletişim açısından dil, en yalın bir anlatımla kodlama ve kod çözme olarak tanımlanır. Konuşan ya da bir metni yazanın iletmek istediği bildiri, genel dilde sözcük adı verilen göstergelerle kodlanmış, şifrelenmiş olur. Aynı dil birliğinden olan ya da o

dili bilen kimse, aracı olan dilden yararlanarak kodları çözer; bildiri algılanmış olur.” (Aksan, 1995: 25).

Bu olayda komiser mesajını iletirken, dildeki göstergeleri yeteri kadar kullanamamıştır. Dolayısıyla telsizin diğer ucundaki polis, komiserin mesajlarını tam olarak anlayamaz ve iletişim çatışması ortaya çıkar. “Kişiler arası bildirişimde en yaygın olarak kullanılan araç insan dili olduğuna göre, bütün sorun bu aracı yeterince etkili bir biçimde kullanmamaktan kaynaklanmaktadır.” (Başkan, 2003: 53). Çatışmanın ortadan kalkması için bireyin dili etkili bir şekilde kullanması gerekir. Unutulmamalıdır ki anlatmak istediğimiz, karşıdakinin anlayabildiği kadardır.

İletişim becerisini geliştirmek ve insanları bu alanda eğitmek, kuracağımız ilişkilerin sağlıklı olmasına yardım eder. Bazen kötü olayların başkasına aktarılmasında, uygun bir dil kullanılmalıdır. Bu fıkrada, iletişim eksikliği göze çarpar:

Tem otoyolunda kaza anonsunu alan ekipler olay yerine giderler. Kaza yerine geldiklerinde aracın etrafında kalabalığı fark ederler. Çocuğunu göremeyen babanın büyük bir feryatla bağırdığını çocuğunu bulmak için çırpındığını gören polisler, onu teskin etmeye çalışırlar. Çocuğu ambulansla hastaneye kaldırılırken yolda vefat eder. Babanın bundan haberi yoktur. Ekiptekiler onun ölmediğini, ameliyata alındığını söyleyerek babayı sakinleştirirler. Ancak olay yerine sonradan gelen karakol amiri babanın durumundan habersiz bir şekilde:

“Merhumun kimlik bilgilerini alabilir miyiz?” der. (118. Fıkra)

Polis, olaylara müdahale etmeden önce gerçekleri ayrıntılarıyla öğrenmeli, yanlış uygulamalara meydan vermemelidir. Aksi takdirde yanlış bir hareket, beklenmeyen sonuçlar doğurur. Bazen insanları kötü durumdan kurtarmak için onlara yalan söyleriz. Masum yalanlarla polis kazada çocuğunu kaybeden babayı sakinleştirirken olaydan habersiz amir, babaya gerçeği aniden söyler. Kötü haberlerin insanlara ulaştırılmasında uygun bir dil kullanılmalıdır. Bireylere kötü durumlar alıştıra alıştıra anlatılmalıdır. Aksi takdirde alıcı, kötü haber karşısında kalp krizi geçirip hayat gözlerini kapayabilir.

Mesajın kişiye göre yorumlanması; kendi suçunu destekleme, kendini haklı çıkarma gibi gayeler taşıyabilir. Birey bazen mesajı kendi gereksinimlerini dikkate alarak yorumlar:

Komiser suçluyu sorguya çeker:

“Demek yüzüğü çalmadın yolda buldun?” Hırsız:

“Evet, efendim, yolda buldum. İnanmazsanız yüzüğü düşüren sahibine sorun!” Komiser:

“Peki, yüzüğün sahibini biliyorsun da niçin yüzüğü ona vermedin?” Hırsız:

“Verecektim memur bey, ama içindeki yazıyı görünce vazgeçtim.” Komiser:

“Ne yazıyordu içinde?” Hırsız:

“Ebediyen seninim.” (56. Fıkra)

İnsanlar, olayları ya da sonuçları işine geldiği gibi anlar. Birey iç dünyasının gereksinimlerine göre kendi dışındaki durum ya da süreçleri gerçekçi olmayan bir şekilde değişikliğe uğratır. Bir türlü gerçeği çarpıtma olan bu durum kişiyi içine düştüğü zor durumdan kurtarmaya yardımcı olur. Hırsız, yüzüğün içindeki yazıyı çarpıtarak kendisine ait olmayan nesneyi sahiplenmeye çalışır.

İnsanların birbirileriyle kuracağı ilişkileri belirleyen faktörlerden biri de kişisel faktörlerdir. Karşımızdaki kişinin fiziki özellikleri, cinsiyeti, tutumları iletişim çatışmalarına neden olabilir. Bireyler, kimi yetilerini zamanla kaybettikçe karşısındakinin ne dediğini anlayamaz ve yanlış hükümler verirler.

Emekliliği yaklaşmış ve duyma problemi olan bir başkomiserin karakola tayini yapılır. Karakola yeni evlenecek bir çift düğün dilekçesi verir. Dilekçeyi arz eden memur:

“Başkomiserim, bir tane düğün dilekçesi var ne yapalım?” diye sorar. Kulağı az duyan başkomiser:

“Atın terbiyesizi nezarete!” der. (183. Fıkra)

İletişime geçtiğimiz insanların bedensel kusurları, mesajımızın anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına neden olur. Kaynak kişi olan polis memuru, başkomisere düğün dilekçesinin geldiği mesajını vermişken; başkomiser, işitme duyusunun

yetersizliğinden dolayı gönderilen mesaja uygun olmayan yanıt verir. “Dönüt, iletişim sürecinde alıcının olumlu ya da olumsuz tepkilerinin bilinmesi açısından oldukça önemlidir. Bu tepkilerin bilinmesi iletişimin başarısı açısından yarar sağlayacaktır.” (Demirel, 2007: 15). Alıcı ile mesajı ileten arasında sağlıklı bir iletişimin gerçekleşmesi için hedefteki kişinin (alıcının) mesajı anlayacak nitelikte olması gerekir. Aksi takdirde iletişim çatışması ortaya çıkar.

Eylemlerimizi yönlendiren amaçlarımızdır. İletişimde yaşanan sonraların başında, “bu iletişimi niçin kuruyorum, bu iletişimde neyi hedefliyorum, amacım ne?” sorularını sormayı unutmak yatar. Amacın unutulduğu durumlarda da konuşmayı çerçevelemede sorunlar yaşarız. Bazen öyle sorunlar yaşarız ki işler içinden çıkılmaz bir hal alır. Mesela; bir aileye yemeğe çağırmıştır bir akşam yemeği yenecektir. Yemekte konu siyasetten açılır; bu zat hem kendisinin hem de öteki insanların yemek yediğini unutur ve ülkeyi kurtarmanın tek yolunun bu yemek sohbeti olduğunu düşünerek öyle ciddileşir ki herkesin dadı tuzu kaçar. Amacımız, iletişimi kendi isteğimiz alana kanalize etmek olmalıdır.