• Sonuç bulunamadı

2. POLİS KONULU FIKRALARDA TOPLUMSAL ELEŞTİRİ MESAJLARI

3.1. Metinlerdeki Dil Oyunları

3.1.3. Eş Adlılık (Cinas)

Yazılışları ve söylenişleri aynı, anlamları farklı olan sözcükleri bir arada kullanmaya cinaslı söyleyiş denir. Kelimelerin en önemli özelliği anlamlarıdır. Birçok kelime, kendi başına bir anlam taşır; her kelime bir kavramı anlatır. Ancak kimi

kavramları anlatan kelimeler, bir belirsizlik oluşturur. Bunun sebebi kelimelerin birden fazla kavramı anlatmak için kullanılmasıdır. İki taraflı anlam ya da durumu karşılayan sözcüklerin bir araya getirilmesinden ortaya çıkan yanlış anlama kişinin kolayca gülmesini sağlar.

İzmir’de mahalle muhtarından mahkemesi olduğunu öğrenen Fikret Bey, karakola telefon eder. Karakoldaki görevli polis memuru gideceği mahkemenin ismini söyledikten sonra dosya numarasını 2006–225 (iki bin altı tire iki yüz yirmi beş) olarak bildirir. Yaklaşık iki saat sonra Fikret Bey, öfkeli bir şekilde karakola telefon açıp:

“Ben Tire’deyim burada öyle bir mahkeme yok!” der. (115. Fıkra)

Bu olayda her iki birey de anlaşmak için mücadele eder. İzmir’in bir ilçesi olan “Tire” ile Türkçede imlada kullanılan kısa çizginin adı olan “tire” karıştırılmıştır. Tire göstergesi ilçe adı alarak anlaşılmış ve bu durum iletişim çatışmasının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu iletişim çatışması da mizahı doğurmuştur. “Kimse sözcükte başkasının düşündüğünü tıpkı tıpkısına düşünmez. Bu yüzden her anlama aynı zamanda bir anlamamadır. Duygu ve düşüncedeki her birleşme aynı zamanda bir ayrılmadır.” (Akarsu, 1998: 49). Bu, dilin karşısında bireyin gücünü ifade eder. Dil nesnel olarak bağımsız olduğu kadar öznel anlamda etki alır ve bağlıdır. Her birey, dilin kolay şekil alıcılığı ve şeklinin çok ayrı biçimlerde bulunması özelliğinden yararlanarak, onda değişiklik yapar. Bu değişiklik, sözcüklerin ve şekillerin kendisinde değil; onların farklı anlamlarda kullanılmasıyla karşımıza çıkar. Birçok yazar ya da şair, aynı söz ve sözcük biçimlerine birbirinden farklı anlamlar yükleyebilir.

Birbirini yanlış anlama ya da doğrudan doğruya anlaşmazlık, kimi zaman sözcüklerin çok anlamlı olmasından kaynaklanır. “Bazen söyleyen kişi belli bir anlamı kastetmekte, karşısındaki ise, kendine göre aşka bir anlam anımsayıp onu düşünmektedir. Çeşitli insanlar için, belli bir anda veya durumda, bu anlamlardan bir tanesi öne geçmiş olabilir.” (Başkan, 2003: 140). Bu anlam karışıklığı bazen komik durumların ortaya çıkmasına neden olur. İnsanların zihinsel ve sözlü yetenlerini ortaya koyan cinaslarda mizahçı, karşısındaki kişiyi sözcük oyunlarıyla etkileyerek zeki bir biçimde nükteli konuşmalar yapmakta ve bu durum gülmeye neden olmaktadır.

Kadının birisi, İstanbul’a geldiği ilk günde bir yan kesicinin azizliğine uğrayarak paralarını kaptırmış. Doğruca karakola koşup olanları anlatmış. Komiser de merak etmemesi gerektiğini, gerekirse İstanbul’u altını üstüne getirip hırsızı bulacağını söylemiş.

Kadın karakoldan çıkıp bir süre yürüdükten sonra bir grup işçinin yolun kenarını kazmaya başladığını görmüş. Besbelli ki bir tamirat için kazıyorlarmış.

Kadıncağızın aklı parasında olduğu için kendi kendine keyifli keyifli gülmeye başlamış ve:

“Yaman adammış şu bizim komiser, baksana hemen İstanbul’un altını üstüne getirmeye başladı bile!” (117. Fıkra)

“İnsan dilinin derinliklerine inilince, onun yalnızca, bir isteğin, bir gereksinmenin açıklanmasını, bireyler arasında ilişkiler kurulmasını sağlamakla kalmadığı, bütünüyle bireylere özgü imgelerin, umutların, acıların, kısacası, insan ruhundaki bütün etkinliklerin başkalarına aktarılabilmesine olanak verdiği görülür.”(Aksan, 2006: 11). Altını üstüne getirmek deyiminin yanlış yorumlandığı bu fıkra, dil göstergelerinin herkes için farklı anlamlar taşıdığının bir kanıtıdır. Bir şeyi bulmak için karıştırmadık yer bırakmamak anlamında kullanılan bu deyim, polisten yardım isteyen bir vatandaş için farklı yorumlanabilir.

Düşüncenin söze dönüştürülmesi ve söylenen kalıpların amaçlanandan farklı olması bakımından deyimler, dilin ilginç bir yönünü de ortaya koymakta; konuşma ya da yazma sırasında, zihinde kalıp olarak yerleşmiş birimlerin de kullanıldığını göstermektedir.

Şurası unutulmamalıdır ki insan dili yalnızca, bir düşüncenin, bir duygu ya da isteğin söze dönüştürülmesi, bir bildirinin aktarılması değildir. Özellikle konuşulanla dinleyen kimse ya da hitap edilen kitle arasındaki ilişkiler, içinde bulunulan koşullar, konuşanla dinleyenlerin ruhsal durumları, amaçları, hatta art niyetleri, söylenenlerin algılanmasında önemli rol oynamakta, belli bir bildirme işleminin çok ötesine ulaşmaktadır.

Bir dilin zenginliği, hiçbir zaman sözcük sayısına dayanmaz. Bazı uluslar, dillerindeki kimi kavram ve varlıklara verilmiş sözcüklerin sayısıyla övünür. Oysa gerçek zenginlik sözcük sayısının yanında, sözcüklerin anlatma yeteneğine ve yeni sözcükler türetebilme özelliğine dayanır. Dillerin kavramca zenginleşmesinde, anlam

genişlemesinde bu pay büyüktür. Dilimizde birçok sözcük uzun yıllar boyunca birçok yeni anlamlar yüklenmiş ve böylelikle sözcükte çok anlamlılık ortay çıkmıştır. Türkçe diller içinde matematiksel bir mantığa sahip olmasıyla, kuralların sağlamlığıyla mecazları, atasözlerinin zenginliği ile çağa ve şartlara ayak uydurmadaki gücüyle dünya diller arasında takdir edilir bir yer edinmiştir.

Göstergeler, söylendiği zaman duyanın zihninde yalnızca belli bir kavramı canlandırmakla kalmaz; bunun yanı sıra birtakım tasarımları da oluşturur. Örneğin, polis dendiğinde zihinde, yalnızca bir memur değil, devlet, silah, suçlu, üniforma… gibi hastane dendiğinde de hastalar, beyaz önlükler, acı çekenler, hatta tedavi için sıra bekleyenler… gibi tasarımlar belirir. Ayrıca, bu kavramlarla ilgili anılar da akla gelir:

Temel ilk kez otomobil alır. Arabaya kurulup eve giderken kafasına bir şey takılır ve sağa yanaşır. Arabanın motorunu indirir, onu sökmeye başlar. Motoru un ufak eder, onu parçalarına ayırır. Çok da kızgındır, söylenir kendi kendine. Durumu gören trafik polisleri, yardım etmek için Temel’in yanına gelir. Polisler:

“Kolay gelsin, yardım edeceğimiz bir şey var mı der?” Temel kan ter içinde:

“Ha uşağum, kazıklandık ki hem de nasıl!” Polis:

“Ne oldu ki?” Temel:

“Arabanın motorunun 160 beygir olduğunu söylediler. Motoru un ufak ettim, tek bir beygir bile bulamadım. Bir üçkâğıt yaptıklarını başından anlamıştım.” (29. Fıkra)

Genellikle otomobil ve elektrikli motorların güçlerinin belirtilmesinde bir birimi olan beygir ile sadece yük taşımakta veya araba çekmekte kullanılan beygir arasında büyük bir anlam farkı vardır. Belli ki Temel’in beygir deneyimi, sadece bir attan ibarettir. Beygir göstergesi, kahramanımızın zihninde sadece bir hayvan olan atı çağrıştırır. Bu yorumunda, dilin bireysel tasarımları yansıtmanın yanında toplumsal yapının şifrelerinin çözülmesinde önemli bir faktör olduğu çıkartılabilir. Kültürün bir taşıyıcı olan dil temsil ettiği topluluğun bütün özelliklerini geleceğe aktarır. Dilde var olan her şeyin kültürde de olduğu düşünüldüğünde dilin kültürün hazinesi olduğu gerçeği ortaya çıkar.

Belki de Temel atalarının hayatında önemli bir yer edinen beygirin (atın) çağrışımsal yönünde kalmıştır. Beygir, Eski Türklerde medeniyetinin dayanağıdır. “ Eski Türk efsanesine göre Türk, gökyüzünden yer yeryüzüne atlı olarak inmiştir. Bilindiği gibi Gök Tanrısının katına ata veya kartala binerek yükselirler.” (Kaplan, 2002: 11). Bu durumun dilin arkeolojiden daha önemli olduğunu gösterir. Hayvancılık ve savaşlarla geçen yaşamdan sonra teknolojinin getirdiği kavramları tanımlamada, bu fıkrada olduğu gibi sıkıntı çıkabilir.