• Sonuç bulunamadı

Dünya coğrafyasında, neo-liberal politikalarla, ulus devletin kalkınma ve toplumsal adalete ilişkin sorumluluklarından sıyrılması ve sermayenin küreselleşmesiyle birlikte kentler ve yerel yönetimler bu yeniden yapılanmanın önemli kurumları olmuşlardır. Küresel sermaye ulus devleti aşarak doğrudan kentlere ulaşabilme yeteneği kazanmıştır.160

Böylelikle, küreselleşme sürecinde kentlerin de değiştiği ve uluslar arası arenada aktör haline geldikleri görülmektedir. Bu bakımdan küreselleşme, bütün dünya devletlerini geri plana atıp, kentleri ön plana çıkarmış ve bütün dünyayı coğrafi anlamda eşit kılmıştır.161

Küreselleşmeyle kentlerin yakın bir etkileşim içinde olduğu görülmektedir. Teknolojik gelişmeler kentleri, küresel üretim merkezleri haline getirmekte ve kentlerin uluslar arası sanayilerin artan hareketliliğinin yol açtığı değişikliklere hazırlanması oranında küreselleşmeden fayda edebileceği ifade edilmektedir. Buna gerekçe olarak da sanayi ve hizmet sektörlerinin, ilişkili hizmetlerin, üretim sağlayarak kentsel ve bölgesel gelişmeye büyük katkılarda bulunmaları gösterilmektedir.162

Gelinen noktada, kentler; ulus ötesi sermaye ile ulus devletin çıkarları arasında çelişkilerin yer aldığı mekânlar olmuştur. Böylelikle kentlerin hâkim sınıfı ulus ötesi sınıf, bu sınıfın kültürü kozmopolitan, ideolojisi tüketim üzerine kurgulu,

159

M. Yavuz Alptekin, Medeniyet Havzalarından Küresel Trendlere Şehir ve Toplum: Şehirlerin

Toplum Biçimlendirme İşlevi, Beta Yayınları, İstanbul, 2007, s.107 160

Mihriban Şengül, “Kentleşen Dünya, ‘Küreselleşme’ ve Yoksulluk: Türkiye Kentleşmesine Bakış”, Kent ve Politika: Antik Kentten Dünya Kentine, (Ed. Ayşegül Mengi), İmge Kitabevi, Ankara, 2007, s.90

161

Aktay, a.g.e., s.17

162

amacı küresel düzeyde sermaye birikiminin problemsizce gerçekleştirilmesi olmaktadır.163

Geçmişte, ulus-devletler arasında gerçekleşen sermaye, mal, hizmet ve bilgi akımlarının çoğu bugün artık kentler arasında gerçekleşmektedir. Günümüz kentleri güçlerini ülkelerden değil ülkeler güçlerini kentlerden almaktadırlar. Bir başka deyişle ulusal kalkınmanın yolu artık kentlerden geçmektedir. Bundan dolayı ekonomileri güçlenen kentler ortaya çıkmaktadır.164 Güçlenen ekonomilere eklemlenmek isteyen kentler, diğer kentlerle yarış içine girmekte ve beş yıldızlı otellerle, gökdelenlerle, büyük iş ve ticaret merkezleriyle doldurulmasını sınırlamakta olan bütün kentsel ve çevresel değerleri hiçe saymakta herhangi bir sakınca görmemektedir.165

Kentlerin, ekonomik olarak güçlenmek, çok uluslu sermayeyi kendisine çekebilmek ve dünya çapında oluşan pazarda kendilerine yer edinebilmek için diğer kentlerle kıyasıya bir rekabete girmesi yarışan kentler modelini doğurmuştur.166 Bugün eğer devletlerden çok kentler konuşuluyorsa, Paris kenti Fransa’nın önüne, Londra; İngiltere’nin önüne, New York, Washington, Los Angeles; Amerika Birleşik Devletleri’nin önüne, Roma; İtalya’nın önüne, Madrid; İspanya’nın önüne ve İstanbul; Türkiye’nin önüne geçiyorsa bunda kentlerin ulus-devletlerin önüne geçtiği noktasında aramak gerekir.

Dünyada daha önce yaşanan hızlı şehirleşme süreçlerinde geçerli olan dinamikler şüphesiz ki bugün de vardır ve geçerlidir. Fakat bu dinamikler bugün temel itici güç ve belirleyici güç olma faktörünü yitirmiş bunların yerine başka güç ve faktörler ortaya çıkmıştır. Bunların ilki daha iyi bir hayat ümidiyle şehirlere göçü anlatan çekici güç ile tarımsal alandaki modernizasyon sonucunda sektördeki gizli işsizliği anlatan itici güçtür. İkinci dinamik, geleneksel yaşama çevresi olarak köy

163

Binnur Öktem, Küresel Kent Söyleminin Kentsel Mekanı Dönüştürmedeki Rolü, İstanbul’da

Kentsel Ayrışma, Haz. Hatice Kurtuluş, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2005, s.32 164

Cem Kozlu, Türkiye Mucizesi İçin Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri, İş Bankası Yayınları, No: 335, Ankara, 1994, s. 293.

165

Keleş, a.g.e., s.56

166

hayatının cazibesini yitirmesi ve tarım toplumundan kopuş sürecinin küresel bir gerçek haline gelmesidir. Üçüncü küresel dinamik, toplumlar arası ilişkileri kolaylaştırıp, yoğunlaştıran ulaşım imkanlarının bütün dünyada yaygınlaşmasıdır. Dördüncü dinamik, küresel sermaye akışlarının direkt yabancı yatırım şeklinde lokal bölgelerde ekonomik canlanmaya ve kentlerin büyümesine destek olmasıdır. Beşinci dinamik, küçük kasabaların kent boyutuna ve küçük kentlerin büyük kent boyutuna dönüşmesinde ufuk açan bir süreç olarak kardeş şehir uygulamasının küresel ölçekte yaygınlık kazanmasıdır. Bu beş küresel süreç, temelde tarım toplumundan kopuşu getiren geleneksel zihniyetin dönüşümü sayesinde bütün dünyada hızlı bir şehirleşmenin günümüzdeki geçerli sebepleri olmuşlardır.167

2.3.1. Küresel Kentleşme

Küreselleşmeyle beraber geleneksel ulus-devlet modelinin yoğun olarak sorgulanması gündeme gelmiştir.168 Doğan, neo-liberal yeniden yapılanma ve emperyalist küreselleşme süreçlerinin ekonomi-politik düzende ortaya çıkardığı değişikliklerin, mekân boyutunda önemli etkileri olduğunu ve sermayenin dolaşım hızı ve yoğunluğunun artmasını ve devletin toplumsal-ekonomik işlevlerinin neo- liberal politikalarla daraltılmasını, kırsal ve bölgesel ölçekleri olduğu kadar kentsel sistemleri ve kentsel gelişmeyi etkileyen önemli dışsal süreçler olarak görmektedir.169 Bu durumda kapitalizmin bir uzantısı olarak dünya kentleri kavramı ortaya çıkmaktadır.170

Dünya kenti171 kavramı 18. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmış ve bu kavramı ilk kullanan Goethe’dir. Goethe dünya kentini, 18. yüzyılda Paris ve

167 Alptekin, a.g.e., s.119-122 168 Al, a.g.e., s.14 169 Doğan, a.g.e., s.67 170 Aslanoğlu, a.g.e., s.113 171

Kent sosyologu David Harvey’in “hiyerarşik kentler düzeni” mekanizmasında bazı kentler hızla küreselleşen ekonomide, mal, hizmet, enformasyon gibi alanlarda giderek artan ölçüde diğer kentleri kontrol etmeye ve denetlemeye başlamışlar ve bu tür kentlere dünya kenti yada global kent denmektedir. Bir diğer kent sosyologu Saskie Sassen ise dünya kentlerini kapitalist süreçte şirketleşmiş kent olarak görmektedir. Braudel, on beş ile on sekizinci yüzyıl arasında gerçekten

Roma’nın kültürel zenginliğini ifade etmek için kullanmıştır. 1915’te İskoç plancı Geddes tarafından ise dönemin yeni büyük metropoliten alanlarını tanımlamak için kullanmıştır. Peter Hall kavramı genişletmiş ve dünyanın ekonomik aktivitelerin en fazla yoğunlaştığı yer olarak tanımlamıştır. Hall’un dünya kenti güçlü ulusal hükümetlerin ve uluslar arası otoritelerin de yer seçtiği kenttir. Braudel dünya kentini ekonomik sisteme hâkim olan kent olarak tanımlamaktadır.172 Kentler ve küresel süreç arasındaki etkileşimin sosyo-kültürel ekonomik boyutlardaki analizi için Friedman da dünya kenti hipotezini öne sürmektedir. Friedman’a göre dünya kenti; kentin dünya ekonomisine eklemlenme biçimi ve bu süreçteki mekânsal fonksiyonlar kentte oluşan yapısal değişiklikleri etkilemektedir.

1. Küresel sermayeyi çekebilecek alt yapıya sahip olan kentler giderek dünya kent hiyerarşisinde yerlerini alacaktır.

2. Dünya kentlerinin küresel kontrol fonksiyonları kentin yapısında etkin bir şekilde yansıtılırlar.

3. Dünya kentleri gerek iç göç, gerek uluslar arası göç konusunda odak noktaları olarak öne çıkmaktadır.

4. Dünya kenti mekânsal kutuplaşma, sosyal sınıf kutuplaşması gibi sanayi kapitalizminin çelişkilerine sahne olmaktadır.

5. Dünya kenti devletin mali kapasitesinin üzerinde sosyal maliyetler yaratmaktadır.173

Ali Şimşek, neo-liberalizme yönelttiği eleştiride, neo-liberalizmi mekân ölçeği dışında düşünmenin imkânsızlığına dikkati çekmektedir. Şimşek’e göre kapitalizmin tarihi içinde mekânı bu kadar dinamik, akışkan olarak kullanan ve sınıfsal olarak kutuplaştıran bir sermaye birikim dönemi olmamıştır. Küresel düşün,

yerel hareket et! sloganıyla neo-liberalizmin geçmiş dönemlerin ulus-devlet merkezli

uluslar arası bir nitelik kazanan bu kentlere “villemonde” (dünya kenti) adlandırmasında bulunur. Ali Şimşek, global kentleri, sermayenin baz istasyonu olarak kullandığı, kapitalizmin ve kapitalizme dünya çapında mekansal erişimi ve entegrasyonu sağlayan başat metropol olarak görmektedir.

172

Binnur Öktem, a.g.m…, s. 27

173

bir anlayışa alternatif olarak ekonomiyi “küresel şehirler” ekseninde düşünmeyi öneren yeni tasarımlar getirdiğini söyleyerek “dünya kenti”ne gönderme yapmakta ve bu tip şehirleri “şirketleşmiş şehirler” olarak görmekte ve bir şirket feodalizminden bahsetmektedir.174 1980’lerden sonra kentin anlamı değişmeye başlamış ve sermayenin egemenliğinde bağımlı bir dünyayı kavrayış üzerine oturmuştur.175

2.3.2. Metropolleşme

Metropol sözcüğünün temelinde, antik Elen (Yunan) dilindeki “Mitra-Polis” bulunmaktadır. Mitra, rahim, polis ise kent anlamına gelir. Bu ikisinin birleşimi “anakent” anlamına gelmektedir.176 Kent ve metropol hayatı gerçekten de ekonomik işlevlerin ötesinde anlamlar sunmaktadır ve sembolik bir dünyanın çeperlerini çizmektedir.177

Küreselleşme sürecinin kentteki yansıması metropolitenleşme dinamiğinin yarattığı parçalanmışlıkta da kendini göstermektedir. Bu parçalanmışlık içinde, kentin belli kısımları günümüzün belirleyici ekonomik ilişkileri içinde yatırımları, hizmetleri ve diğer maddi olanakları kendine çekip gelişirken, bunun dışında kalanların önceki dönemlerden daha fazla merkezden, olanaklardan uzaklaşarak yoksullaşmasıdır. Bu durum, Işık’ın, “İstanbul’un bazı yöreleri metropoliten kent

merkezine Türkiye’nin doğusu kadar uzaktır” sözleriyle özetlenebilir. Önceki

dönemde de söz konusu olan, kentte yaşayan toplumsal grupların mekânsal ayrışması günümüzde toplumsal ayrışmayı destekleyen bir etmen durumuna gelmektedir. Böylesi farklılıkların söz konusu olduğu kentlerin bir yönü büyük iş merkezleri, plazalar, eğlence yerleri, banka binaları, ışıklı vitrinler, kültürel çeşitlenme, lüks ve güvenli konut alanları, yaşam koşullarının iyiliğiyle karakterize olurken, diğer bir yönü ise nüfusun büyük bölümünün yaygın işsizlik, düşük ücretli işlerde çalışma, düşük gelir, yoksulluk koşullarında yaşadığı ve konut, sağlık, eğitim, ulaşım gibi

174

Ali Şimşek, Yeni Orta Sınıf, L&M Yayınları, İstanbul, 2005, s.38

175

Ocak, a.g.m., s.35

176

Volkan Aytar, Metropol, L&M Yayınları, İstanbul, 2005, s.9

177

temel kentsel hizmetlerden en alt düzeyde yararlanılmasıyla karakterize olmaktadır. Giderek birbirinden kopan ve gettolaşma eğilimi gösteren farklı bölgeleriyle kentlerin “yan yana yabancılar kenti haline gelmesi” toplumda gerilimi artıran bir kutuplaşmayı da gündeme getirmektedir. Kentin bu ikili yapısının gelişmiş ya da az gelişmiş ülke metropollerinde nasıl bir kutuplaşmayı getirdiği 1992’de Los Angeles’teki178 ayaklanmada net bir biçimde görülmüştür. Bu kutuplaşma karşısında kentte yaşayan göreli refah içindeki kesimlerin kent dışındaki kendilerine özel, güvenlik sistemleriyle donatılmış sitelere kaçma eğiliminin hızla artması ise söz konusu kutuplaşmayı ve mekânsal ayrımcılığı daha da pekiştirmektedir. Bir tarafta, kentin olanaklarından dışlanmışlar, öte taraftan dışlanmışların buna karşı öfkesinden korkarak sitelerine kapananların yaşadıkları günümüz metropoliten kentleri eşitsizlik, şiddet, baskı dışındaki, “kentlilik”, “yerel katılım”, “yerel özerklik”, “demokratik bir kent yaşamı” gibi kavramlar ve ideallerin altını oymakta ve havada kalmalarına neden olmaktadır.179

Dönüşen kentin, geleneksel üst sınıflarını kapsamakla beraber yeni orta sınıfa göre biçimlenmiş diğer bir yönü ise uydu kentlerdir. Şehir dışında ve şehrin alt-orta sınıflarından uzakta kurulmuş lüks mimarili, golf sahası dâhil bol yeşil alanlı, her türlü sosyal tesisin eksiksiz yer aldığı bu siteler 90’lı yılların ve yeni orta sınıfın en parıltılı yönünü oluşturmaktadır. Son on ya da yirmi yıldır, gelişmekte olan ülkelerdeki kentler daha heterojen, katmanlı ve parçalanmış olma eğilimi göstermektedirler. İş, ikamet ve eğlence birbirinden giderek ayrılıp her biri kentin farklı bölgelerinde toplanırken mimari ve toplumsal açıdan birbirinden farklı komşuluk çevrelerinin oluşmasıyla konut alanlarının ayrışması (segregasyon) hız kazanmaktadır. Yeni ortaya çıkmakta olan konut alanları fiziki ortam, konut tipi arsa- konut mülkiyeti güvencesi açısından önemli değişkenler göstermektedir. Kent nüfusunun büyük bölümü halen mülkiyet yönünden belirsiz, ruhsatsız, kamu ve

178

Postmodern kent metaforu haline gelen Los Angeles’ta, 1990’lı yıllarda giderek artan militaristleşme başlamıştır ve 1992 yılında ekonomik konjonktüre bağlı olarak, artan işsizlik, sosyal ve mekansal ayrımcılığın artması neticesinde saldırılar artmıştır. Bu yüzden kent merkezinde video kamera sistemleri oluşturulmuş ve denetim sağlanmaya çalışılmıştır. Büyük binalar güvenlik sistemleri ile donatılarak silahlı korumalarla korunmuştur.

179

belediye hizmetlerinin yetersiz kaldığı bölgelerde yaşam devam etmektedir. Bu düşük gelirli yerleşim bölgelerinde, topluluk bağları genellikle yakın komşuluk çevresi ile sınırlı kalmakta, geleneksel-hemşehri toplulukları- ve dini kimliklere dayalı toplumsal örgütlenmeler günlük yaşamı önemli ölçüde şekillendiriyor ve siyasi otoritelerle ilişkiler büyük ölçüde klientelist ilişkiler aracılığı ile yürütülmektedir. Diğer uçta ise tam donanımlı, tecrit edilmiş ve sosyal açıdan oldukça türdeş semtlerde yaşayan orta ve üst sınıflar yer alıyor. Maddi durumu iyi olan orta sınıf aileler artan bir hızla kentin dışına, kendilerini daha alt sınıflara mensup insanlardan iyice ayırabilecekleri, onlarla ilişki kurmaktan kaçınabilecekleri, istedikleri kişilerle görüşüp istemediklerini yaşamlarından kolayca çıkarabilecekleri uydu kentlere taşınıyorlar. Kentler böylece sınıflar ve kültürler arasında tahayyül edilen farkların sosyal ve mekânsal sınırlar olarak yerleştiği birçok yerel muhite bölünüyor.180

Kentlerin sınıfsal yapıyı dönüştürücü etkisinden sosyalist ve ardından Marksist çözümlemelerde de bahsedilmektedir. Ancak daha önce genelde pozitif bir gözle bakılan, toplumsal ayrışmayı, katmanlaşmayı, karmaşıklaşmayı, iş bölümünü ve “ilerleme”yi ifade eden bu süreç, Marksist analizde sınıfsal ayrımı, bir sınıfın diğeri üzerinde hakimiyetini kökleştiren ama aynı zamanda devrimci toplumsal değişimin kapısını açan bir anlam kazanır. Marksizm, kapitalizmin gelişimini kentsel gelişimle birlikte tartışır. Friedrich Engels’in İngiltere Manchester’deki işçi sınıfı üzerine çalışması, kapitalizm, sınıf yapısı ve kent sosyolojisi üzerine yazılmış en önemli klasikler arasında sayılır. Engels sanayi kapitalizminin ve yeni sınıf toplumunun kenti nasıl dönüştürdüğünü, kentsel mekânları sınıf ayrımlarına göre nasıl biçimlendirdiğini betimler. İşçi sınıfı mahalleleri orta ve üst sınıf mahallelerinden kesin sınırlarla ayrılır. Mesken ve işyeri alanları farklılaşır. Elbette tüm büyük kentlerin –hatta kimi orta büyüklükteki kentlerin- nitelikleri arasında mal, kişi ve enformasyon akışını çeşitli düzeylerde örgütlemek bulunmaktadır. Burada ayırt edici nokta, metropolün geniş bir mekân üzerinde ve uzak mesafeler boyunca tüm bu karmaşık ilişkileri koordine edebilmesi ve aynı zamanda değişen koşullara da adapte olabilmesidir. Bu koordinasyon da ana olarak enformasyonun kontrol ve idare

180

edilmesine dayanır. Burada bahsedilen enformasyon, mal ve kişilerin dağılmasını, piyasaların genişlemesini sağlayan ve bunlarla birlikte gelişen toplumsal örüntüleri sürdüren tüm bilgi ve iletişim ağlarını, araştırma ve bilimsel birikimi de kapsar. L. Bourdeau-Lepage ve J.-M.Huirot, bu türden bir enformasyonun kontrol ve idaresinin metropolün ayırt edici özelliği olduğunu ve metropolün kimi analizlerde öne sürüldüğü gibi on dokuzuncu yüzyıl ortasından itibaren gelişen bir biçim değil, başlangıçları Orta Çağ’a giden bir tarihe sahip bir kent türü olduğunu iddia eder. Bu argümana göre Orta Çağ ile on sekizinci yüzyıl arasında metropol, ticaret kentlerinin kimilerinin ihtisaslaşarak daha geniş bölgeler üzerinde kontrol fonksiyonlarını yaymasıyla doğmuştur.181

Ayrıca metropoller gelir dağılımındaki eşitsizlikle de öne çıkmaktadırlar. 2000 yılında metropollerde hane başına düşen yıllık ortalama kullanılabilir gelir kentsel Türkiye ortalamasının yüzde 32 üzerindeyken, 2001 yılındaki ekonomik kriz sonrası 2002 yılında iki ortalamanın birbirine yaklaşarak %18’e indiği görülmektedir. 2004 yılında fark yeniden açılarak %35 yükselirken, ortaya çıkan değişim eğiliminin devamı durumunda 2007’de metropol ortalama hane gelirinin kentsel Türkiye ortalamalarının %49 üzerine çıkacağını gösteriyor. Yani metropol haneleriyle kentsel Türkiye haneleri arasındaki ortalama gelir farklılaşması giderek büyümektedir.182

Metropollerde 2001 krizi sonucunda, gelir dağılımının biraz iyileştiği görülmekte ve en üst yüzde 20’lik dilimin gelirden aldığı pay %46.7’den %46.1’e inmiş ve en alt %20’lik gelir diliminin ise payı %6,5’ten %7’ye yükselmiştir. Ama bu durum geçici olmuş ve 2004’te gelir dağılımındaki iyileşme yerini yeniden kötüleşmeye bırakmıştır. 2000, 2002 ve 2004 bulgularının ortaya çıkardığı eğilimler 2007’de metropollerde gelir dağılımının daha da bozulacağını ve gelir eşitsizliğinin artacağını göstermektedir.183

181

Aytar, a.g.e., s.21-29

182

Kentlerin Üç Türkiyesi-1, Radikal Gazetesi, 16 Nisan 2006

183

Benzer Belgeler