• Sonuç bulunamadı

Bir uygarlık, mutlaka başka uygarlık ya da uygarlıklarla ilişki içerisinde bulunmaktadır. Uygarlıklar arasında böyle bir ilişki doğar doğmaz da, o uygarlık değişmeye, dönüşmeye başlamaktadır. Bir yerde insanlık tarihi uygarlıklar arasındaki bu tür ilişkiler ve onların sonucu ortaya çıkan değişikliklerin tarihi olmaktadır. Savaşlarda karşılaşanları yalnızca ordular olarak düşünmemek gerekir, bu aynı zamanda iki farklı uygarlığında karşılaşmasıdır (Tanilli,1992:7). Tarihe bakıldığında uygarlıkların, ulusların şekillenmesinde halkların birbirleriyle kurdukları iletişim değişimde, gelişimde, toplumsal yapıda çok büyük önem teşkil etmektedir. İletişimsizlik düşünülemeyeceği gibi etkileşimsizlik de düşünülememektedir. İnsanların sınırları aşmasına birçok engel, birçok kural getirilebilir ancak düşüncelerin ve görüşlerin serbest iletişimi sınırları önemsemez, iletilmek isteniyorsa bir yol bulunarak iletilmektedir.

Uluslararası iletişim kavimler kurulduğunda kavimler arası iletişim krallıklar kurulduğunda krallıklar arası iletişim olarak var olsa da bu kavramın iletişim biliminde kullanımı ikinci dünya savaşından sonra

başlamıştır. Savaş öncesinde diplomatik, siyasal ekonomik, kültürel alanlarda resmi ve gayri-resmi olarak var olan iletişim radyonun bulunuşuyla boyut değiştirmiştir. Uluslararası iletişim soğuk savaşın başlaması ve radyonun bu savaşta temel araçlardan biri olarak kullanılmasıyla önem kazanmıştır. Bu konunun önem kazanmasında her konuda olduğu gibi ekonomik, siyasal ve ideolojik amaçları içinde barındırmasından kaynaklanmaktadır. Savaş sırasında psikolojik silah olarak kullanılan iletişim, kapitalist düşünce tarzında ekonomik çıkarlar için kullanılmaya başlanmıştır (Erdoğan, 1997:307–308). Bu doğrultuda düşünüldüğünde uluslararası iletişim her zaman egemen güçlerin ideallerine hizmet etmektedir.

İnsanlık tarihinin ilk yıllarından beri uluslararası iletişimin var olduğunu düşünen görüşe göre küreselleşme insanların bulundukları dar çerçeveden kendilerine yeni mekânlar ve yeni ilişkiler sağlayacak bir hareketliliğe girişimlerini ifade etmektedir. Bu hareketlilik bazen savaş, kıtlık, hastalık afet gibi olağanüstü şartlarda gerçekleşirken, bazen de ticaret ve seyahat gibi doğal gerekçelerle oluşmuştur. Küreselleşmenin at deve gibi hayvanların evcilleştirilmesi, göç ve ticaret kervanlarının oluşturulması, büyük pazar ve panayırların kurulması, ipek yolu ve deniz yollarının kullanılması kadar eski bir mazisi olduğunu varsayılmaktadır (Seymen ve Bolat 2005:17–18). Bu görüşe göre küreselleşme insanlar arasında alışverişin, iletişimin başladığı andan itibaren var olan bir süreç olarak algılanmaktadır.

Küreselleşmenin kültürel etkileri diğer etkilerinden çok daha karmaşık bir yapı içermektedir. Bu yapı modernizm-kültür yapısından çok daha değişik bir gelişim seyri içinde olmaktadır. Küreselleşme kültür planlaması yoluyla kültür değişimini sağlamaya çalışmakta ve bazen de homojenleşmeyi sağlamak için zora başvurmaktadır. Küreselleşme taraftarlarına göre bu süreç göçmen kültürünü asimile etmeyi, kültürel alandaki bireysel yaratıcılığı ideolojilerin emrine vermeyi düşünmemektedir. Hayatın öteki alanlarında görülen küreselleşme kültürel asimilasyonun değil, farklı kültürlerin birlikte yaşamaları iradesinin yanında durmaktadır. Küreselleşme sayesinde kültürler birbirlerini daha

iyi tanıyacakları ve birlikte var olmanın yollarını daha kolay bulacakları öngörülmektedir. Küreselleşme karşıtları ise tüm bu denilenlerden endişe duymaktadır. Globalleşme süreci kültürleri yüz yüze getiriyor ancak ekonomisi, siyaseti güçlü bir kültür böyle bir alanlardan beslenemeyen kültürler yüz yüze gelmektedir. Bu durumda da bir kültürün egemenliği söz konusu olmaktadır. Kültür egemenliğinin olduğu bir ortamda karşılıklı aktarım ortadan kalkmakta bunun yerine tek taraflı aktarım süreci başlamaktadır. Tek taraflı aktarımın olduğu düzende dünya kültürleri değil yalnızca belli kültürler küreselleşmektedir (Aydın, 2002:21–22). Bütün bunların sonucunda da kültürel çoğulluk değil bir tür kültür emperyalizmi ortaya çıkmaktadır.

Küreselleşmenin kültürel etkileri ele alınırken birbirinden farklı iki sonuç ortaya çıkmaktadır. Bu sonuçlardan ilki, mikro-milliyetçilik biçiminde kendini göstermektedir. Dünyanın farklı yerlerinde yaşanan mikro-milliyetçilik akımları, ulusal devleti aşan ve onun daha küçük parçalar halinde algılayan bir yapıyı oluşturmaktadır. Küreselleşme, elektronik medya aracılığı ile en küçük bir kültürel farklılığı bile vurgulayarak tüm dünya kamuoyunun dikkatini bu farklılığa çekmektedir. Ayrıca siyasal açıdan, kültürel farklılıkların korunması ilkesini demokratik hak ve özgürlükler alanının ayrılmaz bir parçası olarak gören bir anlayışı yaygınlaştırmaktadır. Küreselleşmenin kültürel boyutunun ikinci sonucu; özellikle tüketici davranışını etkiyenlere, dünya çapında kültürel bir tek tipleştirmenin önünü açmış olması olarak görülmektedir (Şeker, 2007:106–107).

1980’li yıllarda özellikle ekonomi bağlamında kullanılan küreselleşme kavramı gelişen çağla birlikte her alanda kullanılmaya başlanmıştır ve bu durumda birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Bireylerin somut ve sanal gerçeklik üzerinden başka insanlarla toplumsal ve/veya kurumsal olarak bir araya gelmesinin anlatımı olan küreselleşmenin temeli ekonomik ilişkilere dayanmaktadır. Verimli ekonomi için ortam yaratmak temel hedef olarak görülmektedir. Bunun için oluşturulan yeni ilişkiler, bir dil, kültür, tarih varlığı olarak insanı sürekli bir biçimde etkilemektedir. Küreselleşmenin akışkan yapısı gereği

bu süreç dışında kalınmak istense bile bunu mümkün kılmayarak herkesi etkilemekte, ekonomi için yaratılan pazar alanında “nesne” konumuna getirmektedir. İnsanların içine girdiği bu yeni ortam onları alabildiğince edilgin kılmaktadır (Çotuksöken,2002:173). İnsanlar, küreselleşme sürecinin her ne kadar dışında kalamaya çalışsa da yaşamın her alanını saran bu ortam içerisine girmek ve faaliyetlerini burada gerçekleştirmek zorunda kalmaktadırlar.

Küreselleşmenin pekiştirilmesi ve daha da yayılması için dünyayı mega kapitalin çıkarları adına yönetme görevine uygun bir siyasi üstyapı gerekmektedir. Dünya sermayesinin hakim parçasının ortak çıkarları ve mantığı gereği ekonomik düzenleme görevinin uluslararası oluşumlar tarafından üstlenilmesi gerekmektedir. Ulus devletler sınıf hakimiyetinin hem de kapitalistler arası çekişmenin temel aracı olmaya devam etmektedirler. Bu mantıktan yola çıkıldığında sermaye ne yeni bir dünya devletinden vazgeçebilir ne de bir dünya devleti yaratabilmektedir. Bu sorunun çözümü uluslararası örgütler topluluğuna yaslanmaktadır (Savran,2008:286–287).

Bazı hükümetler küreselleşmeyi aktif şekilde teşvik ederken ve bunun yanı sıra çoğu devlet bu sürece razı olmak zorunda kalırken küreselleşme ulus devletlerin gücünü önemli ölçüde azalmaktadır. Bahsedilen güç özellikle kendi hak ve çıkarlarını koruma anlamında azaltılmaktadır. Sermaye hareketliliği, ulusal devletlerin tam istihdam politikalarını izleme ve belirli düzenlemeler getirme güçlerini de zayıflatmaktadır. Uluslararası anlaşmalar ve kuruluşlar çevreyle ilgili ve sosyal amaçlı korumayı kısıtladı. Yeni ideoloji hükümetin ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini yeniden şekillendirmektedir (Brecher, Costello ve Smith, 2002:22). Küreselleşme sürecinde uluslararası anlaşmalar ve hükümlerle devletler kendi ulusal sınırları içerisinde, yalnızca kendi halkını etkileyecek olan konularda bile bağımsız hareket edemez hale getirilmişlerdir.

Kürselleşme süreciyle şehirleri, insanları birbirine benzeten, aynılaştıran tek tipleştiren bir süreç yaşanmaktadır. Çarşılar, yollar,

tabelalar her şey birbirinin aynı olaşmaktadır. Geçmişten aktarılan medeni müşterek alanları yok olmakta ve bu alanlar bu zamana kadar kazandıkları anlamlardan soyunup çok kültürlülük, çok kimliklilik tanımları arasında rasyonelliğin emrettiği işlevleri yerine getiren birer yapı haline dönüşmektedir. Modern toplumun büyük aynılaştırıcıları para, akıl ve hukuk birleşerek standardize ettikleri insanlara standart mekanlar oluşturmaktadır. Mekan birliğinin ve bütünlüğünün bozulması, sürekli artan hacmi ve hızı devamlılık ve aidiyet duygularını tahrip etmektedir (Koçdemir, 2002:46–47). Küreselleşme adı altında yapılan bu değişimler insanların yalnızca yaşadığı mekanı değil yaşam şeklini, değerlerini, inançlarını da değiştirmekte yani bir toplumu kültürel olarak dönüştürmektedir. Küreselleşme popüler olanı yaratmakta ve dayatmaktadır. Bu süreçte yaşanan bu değişmeler kültürler arasındaki farkları ayrıcalıkları en aza indirmekte ve insanları aynılaştırmaktadır.

Küreselleşme boyutu dünya çapında kültürlerin benzeşmesi, tekdüzeleşmesi bunun sonucunda da tüketim kültürünün hakim olması şeklinde şekillenmektedir. Tüketim kültürü nitelendirmesi ile ele alınan bu dönemde geçmişin değerleri önemini yitirirken tüketim ve tüketime ilişkin değerler daha çok ön plana çıkmaktadır. Bu gelişmelerle artık ulus, din, dil gibi değerler yerine tüketim, moda, marka gibi unsurlar öne çıkmaya başladı. Bu yaşanan süreçte kültür grubunun ait olduğu siyasal birlikten kopartılması ve özerk bir siyasal yapıya kavuşturulması teşvik edilmektedir. Küreselleşmenin dünya üzerinde yaygın olduğu enformasyon, kültür akışının gelişmiş ülkelerden az gelişmişlere doğru olduğu bu dönemde bazı ülkeler parçalanmakta bazıları ise bütünleşerek büyümektedir. Bütünleşme ve parçalanma küreselleşmenin iki yüzünü oluşturmaktadır (Yılmaz, 2004:32–33). Gelişmiş ülkelerin gücüne güç katarak, her alanda zenginleşmesini sağlarken, daha az gelişmiş ülkeleri kültürel ve ekonomik olarak yok olma tehlikesiyle baş başa bırakmaktadır.