• Sonuç bulunamadı

Küresel Toplumsal Hareketlerin Talep Bileşenleri

Yeni toplumsal hareketler ile küresel toplumsal hareketlerin talep bileşenlerindeki temel farklılık küresel toplumsal hareketlerin talep bileşenlerinin küresel bir nitelik kazanmasında ortaya çıkmaktadır. Nitekim çoğulcu kimliğe sahip olan aktörler taleplerini küresel temada birleştirmekte ve ağ yapısı içinde örgütlenmektedirler. Taleplerin temel muhatabı ise uluslararası örgütler, uluslararası finans kuruluşları ve uluslararası şirketler olmaktadır.

Çoğulcu kimliklere sahip olan aktörler neoliberal küreselleşme politikalarını sorgulamakta ve alternatif modeller üzerine düşünmektedirler. Aktörler küresel temalar etrafında taleplerini birleştirmekte, uluslararası düzeyde koordine olarak taleplerini küresel eylemlerle ifade etmekte ve taleplerinin gerçekleştirilmesi noktasında ortak politikalar oluşturmaktadırlar. Taleplerini dile getiren aktörler yerel kaynakları kullanmakla birlikte iletişim becerileri ekseninde diğer bölgelerdeki aktörlerle bir bağ kurmakta ve eylemlere küresel bir boyut kazanmaktadırlar.

Tarrow küresel toplumsal hareketlere katılan katılımcıları “ulusötesi aktivistler” şeklinde tanımlanmakta ve katılımcıların “köklü kozmopolitler” olduğunu vurgulamaktadır. Köklü kozmopolitler içinde hemen hemen her türden sosyal aktivisti barındıran, geniş insanlar ve gruplar katmanıdır (Tarrow, 2008: 141). Bu aktivistler teknolojik değişim, ekonomik entegrasyon ile kültürel iletişim unsurları çerçevesinde şekillenmekte, yerelden yetişmekte ve yerel kaynakları kullanmaktadırlar. Aktörlerin köklü olmalarının nedeni ise mekânsal kökenlerinden fiziksel ile bilişsel olarak dışarı

çıkmakla birlikte ait oldukları yerle ve bu yerlerin sağladıkları kaynak, deneyim ve sosyal ağlar gibi unsurlarla ilişkili olmayı sürdürmelerinde yatmaktadır.

Küresel toplumsal hareketler bağlantılara açık ülkelerde gerçekleşmekte ve hükümetlerini ciddiye alan bireyleri birbirine bağlamaktadır (Tilly, 2008: 171). İletişim imkânına sahip bireyler hareketlerde kendilerine daha fazla yer bulmakla birlikte hükümetle müzakere konusunda problem yaşayan ve iletişim imkânı kısıtlanan bireyler hareketlerin dışında kalmaktadır. Aynı zamanda vize zorunluluğu olmayan ve dolaşım imkânı daha fazla olan batılı aktörler daha kolay bir şekilde bir araya gelerek çeşitli küresel eylemler düzenleyebilmekte ve bu durum küresel toplumsal hareketleri eşitsizlikleri üreten bir yapıya doğru kaymasını beraberinde getirmektedir. Farklı bölgelerde veya aynı bölgede kent/kırsal ayrımında iletişim araçlarına ulaşamayan kişiler hareketlerden dışlanmaktadır. Ayrıca gelir ve eğitim durumu ile birlikte maliyet ve beceri unsurlarının etkisiyle aynı sınıf içinde değerlendirilen bireyler için iletişim teknolojilerine ulaşma ve bu teknolojileri kullanma durumu farklılık arz etmektedir. Dolayısıyla küresel toplumsal hareketlerde ulaşım imkânlarına sahip, iletişim teknolojilerini kullanabilen ve yabancı bir dile hâkim aktörler önem kazanmakta ve aktörlerin belirli zaman, gelir ile sosyal duruma (medeni durum, çocuk sahibi olma, düzenli bir mesai ve örgün eğitim faktörleri gibi) sahip olması dikkat çekmektedir.

Küresel toplumsal hareketlerde göç, iklim değişikliği, enerji ve çevre gibi ulus- devletlerin yetkilerini ve sorumluluklarını aşan küresel temalar ortak politikaları gerekli kılmakta ve bu durum uluslararası örgütlenmenin gerçekleştirilmesi noktasında itici bir gücü ortaya çıkarmaktadır. Küresel toplumsal hareketlerdeki failler artık yalnızca “bir” harekete dâhil olmak yerine sosyal bilinçlerinin gerektirdiği sayıda angajmanın altına girmekte ve çok sayıda amaç, sayısız hedef ile neredeyse sonsuz sayıda stratejiye yönelmektedirler (Kalouche ve Mielants, 2008: 281). Farklı çıkarları bulunan aktörlerin kendi tekilliklerini koruyarak mücadele alanlarını küresel alana kaydırmaları hareketlerin ağ örgütlenme modeline sahip olmasını beraberinde getirmektedir. Brecher ve diğerlerine göre hareketler yeni bir örgütlenme modeli olarak ağ yapısı çerçevesinde ortaya çıkmakta, ağlar kampanyaların örgütlendiği başlıca araç haline gelmekte ve eylemler “ağdan sokağa” uzanmaktadır. Ağlar statükodan kuşku duyan insanların bir araya gelmesini kolaylaştırmakta, farklı düzeyde çeşitli grupların birbirine bağlanmasında esnek bir yapı sunmakta ve lider hâkimiyeti ile geleneksel örgütlenmeye karşı direnç oluşturmaktadır (Brecher vd., 2002: 121-122).

Aktörlerin taleplerini uluslararası düzeyde koordine etmelerine yardımcı olan uzmanlaşmış aracılar çoğalmıştır (Tilly, 2008: 183). İnsan hakları örgütleri insan hakları ihlali söz konusu olduğunda büyük devletlere ve uluslararası otoritelere çağrı yapmakla birlikte hareket katılımcılarına izin ile bağlantılar konusunda uzman desteği sağlamaktadır. Hardt ve Negri ise uzman yardımlarının masum yardımlar olmadığını ve içinde farklı amaçları barındırdığını düşünmektedirler. Dünya Bankası’nda ve BM’de gerçekten yoksulluk ile küresel apartheid bölünmeleri azaltmak için uğraşan uzmanlar olmakla birlikte bu uzmanların hükümetlerle çalışmak ve parayı hükümetler kanalıyla aktarmak zorunda olmaları gibi önlerinde büyük bir engel bulunmaktadır (Hardt ve Negri, 2004: 191). Dolayısıyla devletlerin bütün yozlaşmışlığı, siyasal bölünmeleri ve ekonomik, ırksal ile cinsel hiyerarşileri zorunlu olarak yardım projelerinin bir parçası haline gelmekte ve bunun bir sonucu projelerin gerçek amaçları çarpıtılmakta ya da ortadan kaldırılmaktadır.

Küreselleşmenin neoliberal biçimini hedef alan ve küreselleşmeyi ortaya çıkartan kapitalist sistemin karşısında duran küresel toplumsal hareketlerin temel muhatabı uluslararası örgütler, uluslararası finans kuruluşları ve uluslararası şirketlerdir. Küreselleşmeyle birlikte ulus-devlet etkinliğini sürdürmekle birlikte düzen kurucusu ile düzenin yöneticisi olan hükümet dışı ve ulusüstü örgütlerden oluşan yeni aktörler yeni bir hâkimiyet yapısını oluşturmaktadırlar. Hardt ve Negri’ye göre IMF, Dünya Bankası ve diğer ulusüstü kurumlar “meşruluğunun nihai kaynağı bunların politik tasarımlarının asıl amacı, yani en temel düzeyde, küresel kapitalist piyasaya uygun bir liberal düzeni yerleştirme projesi”dir (Hardt ve Negri, 2004: 191-192).

Hardt ve Negri’ye göre küresel düzeninin yeniden üretimini sağlayan ve yarı- küresel bir hükümet ya da küresel bir yarı-hükümet yapısında olan kurumlar

kapitalistlerin karlarını garantilemek amacıyla kendi aralarındaki ilişkileri

düzenlemekte, ulus devletlerin anlaşmazlıklarında bir uzlaşma oluşturmaya çalışmakta ve yeni bir küresel otoritenin inşasına katkı sağlamaktadırlar. Sorunun çözümü noktasında kurumların ortadan kaldırılmasının küresel hiyerarşileri azaltmayacağından ve hâkim devletler ile şirketlere yönelik düzenlemelerin azaltılmasının felaket anlamına geleceğinden dolayı her türlü reform çabasını engelleyecek sistemsel sınırlamalar önemli hale gelmektedir.

Küresel toplumsal hareketlerde müzik, slogan, sembol ve kıyafet gibi unsurlar hareketlerin bir birliktelik oluşturmasında daha önemli olmaktadır. Uluslararası arenada

birbirleri ile yüz yüze görüşmeleri kısıtlı olan bireylerin ortak simgeleri kullanmaları hareketlere olan aidiyetin artmasına katkı sağlamaktadır. Bu simgeler dünya çapında ortak bir kimliğin oluşturulmasına ve biz duygusunun geliştirilmesine yardımcı olmaktadır. Biz durumu ortak bir amaç etrafında birleşmeyi hedeflemesinden dolayı yeni sosyal biçimleri ortaya çıkarmakta ve sosyal ile kültürel hoşgörü deneyimlerini olanaklı kılmaktadır (Dirlik, 2008: 76). Neticede biz durumu ideolojik hizipçilik yerine hareketleri ideolojik açıdan daha kapsayıcı bir boyuta taşımaktadır.