• Sonuç bulunamadı

1.2. Sanayi Toplumu ve Toplumsal Hareketler

1.2.1. İşçi Sınıfı Hareketleri

1960’lara kadar toplumsal hareketlerde işçi sınıfı hareketleri merkezi bir rol oynamıştır. Sanayileşme ile birlikte çalışma ve yaşama koşullarının kötüleşmesinin, yeni işgücü denetimi ile hâkimiyet biçimlerinin ortaya çıkmasının etkisiyle işçi sınıfı hareketleri ekonomik ve siyasi taleplerde bulunmuşlardır. Wallerstein’e göre çok sayıda kentli işçinin kötü yaşam koşullarında yaşaması, ekonomik büyümenin nimetlerinden dışlanması ve ulusal ile yerel düzeyde siyasi süreçlerde söz haklarının olmaması bu kişilerin siyasi bir güç oluşturmasını beraberinde getirmiştir (Wallerstein, 2003: 16-17). Bu gücün etkisiyle kendilerini “Marksist” gören sosyalistler, işçi partileri ve sendikalar kapitalizme son vermek ve sosyalist bir toplum kurma amacıyla toplumsal hareketleri başlatmışlardır. Eşitlik talebi ekseninde yükselen işçi sınıfı hareketlerinde İngiltere’de ortaya çıkan Chartizm hareketi toplumsal hareketler başlığı altında incelenmiştir.

1.2.1.1. Chartizm Hareketi

İngiltere’de sanayi devrimi ve teknolojik yenilikler ekseninde ortaya çıkan değişim üretim ilişkileri ile çalışma ilişkilerini dönüştürmüş ve mekanikleşmenin

artması, ağır çalışma koşulları ve ücret yetersizliği gibi problemler işçilerin ekonomik ve siyasi taleplerini çeşitli hareketlerle ifade etmesini beraberinde getirmiştir. 1832 Reform Yasası’nda toplumsal hareketlere katılan işçilerin büyük bir bölümüne oy hakkı tanınmamış ve Yeni Yoksulluk Yasası çerçevesinde sendikaların çalışabilir durumdaki işçilere yapılan yardımı keserek işçileri tatmin edici iş bulamamaları halinde usandırıcı nitelikte olan atölyelere gönderilmiştir (Tilly, 2008: 80-81). Bu gelişmeler birbirlerinden ayrı bir şekilde ortaya çıkan çeşitli toplumsal hareketleri Chartizm hareketinde birleşmiştir.

Tilly’e göre Mayıs 1838’de çeşitli radikal ve reformist liderler arasında bir uzlaşı sonucunda ortaya çıkan, halk adına imzalanan ve tipik bir dilekçe forumunda olan

“People’s Charter”2 metninde işçilerin bolluk içinde yaşadıkları sefalet ile Reform

Yasası’nın yetersizliği eleştirilerek dilekçede çeşitli talepler sıralanmıştır. Birer hedef kabul edilen talepler arasında evrensel oy hakkının sağlanması, sesli oy yerine gizli oy kullanılması, parlamento üyelerine maaş verilmesi, parlamento üyeliği için servet şartının kaldırılması ve ülkede eşit seçim bölgelerinin oluşturulması yer almıştır (Black, 1969, 127-131, Aktaran Tilly, 2008: 80-81). Çalışma hayatına ve siyasi konulara ilişkin talepler ile birlikte başta oy hakkı olmak üzere bildiri toplumsal yaşamda söz sahibi olma durumuna odaklanmıştır. Parlamento üyeliği için servet şartının kaldırılması talebinde toplumsal yaşamda söz sahibi olma durumu ile sermaye arasındaki ilişki net bir şekilde sorgulanmıştır.

“People’s Charter” metnindeki talepler yoksul emekçilerden, çeşitli birliklerden ve işçi örgütlerinden karşılık görmüş, talepler bir işçi hareketine dönüşen Chartizm’de birleşmiş ve bu birleşmede “zenginliğin kokusunun yayıldığı bir toplumda aç olduklarını, özgürlüğünden gurur duyan bir ülkede köle durumuna geldiklerini hisseden, ekmek ve umudun peşinde olan ve bunun karşılığında taşlar ve umutsuzluklarla karşılaşan insanların genel memnuniyetsizlikleri” etkili olmuştur (Hobsbawm, 2003: 87). Bu memnuniyetsizlik sonucunda ortaya çıkan Chartizm hareketi 1839-1848 yıllarında genel toplantılar ve mitingler düzenlemiş, parlamentoya reform talep eden dilekçeler sunmuş ve genel grev kararı almıştır. Parlamentoya sunulan dilekçelerden sonuç alınmamakla birlikte Chartizm hareketi işçilerin örgütlenerek taleplerini hukuki bir çerçevede sunmasında, politik hakların talep edilerek siyasal sistemin

dönüştürülmesinde ve kendisinden sonra ortaya çıkan toplumsal hareketlerin şekillenmesinde önemli bir dönemeci ifade etmiştir.

Friedrich Engels ve Tilly Chartizm hareketini toplumsal hareketler başlığı altında değerlendirmektedir. Engels’e göre Chartizm İngiliz işçi sınıfının yüz yüze olduğu durumu netleştirmesi ve proletaryanın iktidar kavgasından vazgeçip eski köleliğe dönmek ile rekabetçi kapitalist sistemi tamamen yok etmek arasındaki seçimi belirginleştirmesi nedeniyle toplumsal bir harekettir (Ağartan vd. , 2008: 60-61). Tilly’e göre de Chartizm hareketi kampanyayı, toplumsal hareket repertuvarını ve MBSB gösteri unsurlarını bünyesinde taşıması nedeniyle toplumsal harekettir. Bir hareketin toplumsal hareket olabilmesi için kampanyayı, toplumsal hareket repertuvarını ve MBSB (makul olma, birlik, sayı ve kendilerine/seçmene bağlılık) gösteri unsurlarını içermesi gerekmektedir (Tilly, 2008: 17). Hedef alınan otoritelere karşı ortak hak talebinde bulunan, sürgit ve organize halk girişimi kampanyayı, çeşitli politik eylem türlerinin gerçekleştirilmesi toplumsal hareket repertuvarını ve MBSB ilkelerinin halk önünde uyumlu sergilenmesi MBSB gösterilerini oluşturmaktadır. MBSB ilkelerinden makul olma ilkesi ölçülü davranışları, düzgün kıyafetleri ve din görevlilerinin, yüksek rütbelilerin ve çocuklarıyla birlikte annelerin katılımını kapsarken; birlik ilkesi benzer rozetleri, bandajları, ilanları ve kostümleri, saflar halinde yürüyüşü, şarkı söylemeyi ve dua etmeyi içermektedir. Sayı ilkesi kişi sayısını, dilekçelerdeki imzaları, seçmenlerin mesajlarını ve sokakları doldurmayı içerirken; bağlılık ilkesi ise kötü hava koşullarına karşı koymayı, yaşlılar ile sakatların görünür katılımını, fedakârlığı ve bağışı içermektedir. Bu çerçevede Chartizm hareketinde eşit politik haklar kazanmaya yönelik gerçekleştirilen eylemler için dağıtılan el ilanlarında MBSB ilkelerinin yer alması ve harekette genellikle şiddet içermeyen MBSB gösterilerinin yapılması nedeniyle Chartizm toplumsal hareket unsurlarını bünyesinde taşımaktadır. Ayrıca toplumsal hareketler program, kimlik ve duruş olmak üzere üç temel iddiayı bir araya getirmektedir (Tilly, 2008: 64). Bu eksende Chartizm hareketinin Charter’a dayalı program iddiaları, değerli işçi sınıfı şeklindeki kimlik iddiaları ve politik iktidardan uzak tutulmalarını protesto eden duruş iddiaları hasebiyle Chartizm toplumsal bir harekettir (Tilly, 2008: 82).

Chartizm hareketi sanayileşmeyle birlikte gelen değişimi okuyamaması ve toplumsal yaşamda söz söyleme adına temel bir bileşen haline gelememesi noktasında eleştirilmiştir. Chartizm hareketi 1840’lara doğru düzenli işin merkezinin

imalathanelere kayması ile köylülerin ve zanaatkârların yerini fabrikalarda çalışan eğirmecilerin ve dokumacıların almaya başlaması sonucunda kitlesel işçiliğe giden sınıf değişimini göremeyerek koşullara uygun bir strateji geliştirmeyi başaramamıştır (Ağartan vd. , 2008: 62). 1848 ile birlikte ulusal bir hareket olarak parçalanan Chartizm 19. yüzyılın büyük halk hareketlerine güç kaynağı olmakla birlikte Birleşik Krallık hukukunun bir parçası haline gelememiştir (Tilly, 2008: 83).

1.2.1.2.İşçi Sınıfı Hareketlerinde Yaşanan Dönüşüm

Birleşik Krallık ile birlikte Avrupa’daki birçok bölgede işçi hareketleri başta politik haklar olmak üzere çeşitli ekonomik ve sosyal taleplerini ifade etmeye başlamışlardır. 1848 yılı Fransa’da “yarı-sosyalist bir hareketin iktidarı ele geçirmesine yönelik yaşanan ilk girişim” sonucunda işçilere sınırlı grev hakkı tanınmış, işçilerin izin almadan halk mitingleri yapmaları yasallaşmış ve ticari sendikaların örgütlenmesine izin verilmiştir (Wallerstein, 2003). 1848 yılı ile birlikte işçi sınıfı hareketlerinde önemli bir dönemeci oluşturmuş, işçi hareketleri resmi bir hareket niteliği kazanmış ve işçiler bazı haklar elde etmişlerdir.

İşçi sınıfı hareketleri 1873-1896 döneminde işçilerin örgütlenmesi sonucunda sendika oluşumu açısından hızlı bir değişim yaşamış, sosyal demokrat ile komünist partileri kurulmuş ve hareketlerin kullandığı önemli bir araç olan grev yaygınlaşmaya başlamıştır. 1900 yılları ile birlikte kapitalist dünya ekonomisinin işleyişini hem yansıtan hem de yapılandıran kitlesel işçi sınıfı hareketleri kapitalizmi yıkmaya çalışırken dünya ekonomisinin belirli yönlerini sağlamlaştırmışlardır (Bush, 2008: 89). 1917 yılında Rusya’da Bolşeviklerin kendilerini işçi sınıfı mücadelesinin öncüsü şeklinde konumlandırması ve devlet iktidarını kazanmak için mücadele etmesi ise işçi hareketlerinin iktidar talebi ve partilerle olan ilişkisi açısından hareketlerde farklı bir dönemeci başlatmıştır. Bu dönemde devrim kavramı ekseninde silahlı mücadele ve siyasi partilerle olan ilişki çerçevesinde ortaya çıkan hareketlerin radikal duruşu 1930’lu yıllar ile birlikte değişmeye başlamıştır.

1930’larda işçilerin talepleri sermaye tarafından kabul edilebilir örgütlere ve protesto formlarına yönlendirildikçe işgücünün kurumsallaşmasına tanık olunmuştur (Bush ve Morris, 2008: 171). Sendikaların tanınması ve işverenlerle toplu sözleşmeler sonucunda işçiler sistem için “güvenli” bir pozisyona getirilmiştir. Wallerstein’e göre “tehlikeli sınıflar” olan işçi sınıfının parlamenter sistemde yer almalarının sağlanması

ile ücret artışı ve refah devleti uygulamaları işçi sınıfını ehlileştirmiştir. Avrupa kendi bölgesi dışındaki birçok tehlikeli sınıfın ehlileştirilmesi için az gelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınmasını içeren bir dünya programı sunmuş, 1945-1968 yıllarında eski sol bu liberal programlar sayesinde iktidara gelmiş ve bu süreçte liberaller tehlikeli sınıfları sisteme entegre etmeyi başarmışlardır. Bu programlarla ulusal kurtuluş hareketleri ve komünist hareketler sistemi yıkamamış ve eşitlikçi bir dünya kuramamış olmakla birlikte liberallerin sunduğu pastadan belirli bir pay elde etmeyi başarmışlardır. Fakat eski sol hareketlerin liberallere olan güvenlerini kaybetmesi ve pastanın tamamını elde edemeyecekleri düşüncesi hareketlerde bir umutsuzluğun yaşanmasına yol açmıştır. Nitekim 1968 ile birlikte liberalizmin bütün jeokültürünün ve özellikle de sistem karşıtı hareketlerin kurduğu tarihsel iyimserliğin kirlendiğinin, daha doğrusu sahtekârca olduğunun ve halk kitlelerinin çocuklarının dünyayı miras almak şöyle dursun daha kötü bir durumda olacağının farkına varılmıştır (Wallerstein, 2003: 83-84). Hülasa 1968 ile birlikte dünyadaki eşitsizliklerin giderek artması sonucunda eski sol hareketlerin eleştirilmesi ve işçi sınıfı dışındaki diğer toplumsal aktörlerin emek dışındaki konularda farklı taleplerinin ortaya çıkması sonucunda toplumsal hareketlerde işçi sınıfı merkezi rolünü kaybetmiştir.