• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

2.6. Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı ve Sosyal Politika

3.1.1. Küresel Kriz

Küresel Kriz, ABD kaynaklı bir finans krizi olarak ortaya çıkmıĢtır. Krizin Amerika ve Avrupa‟da ortaya çıktığı 2007‟ye gelinceye kadar oluĢan finans piyasalarındaki fazla likidite, reel sektörün sermaye talebini karĢılamıĢtır. Bu dönemde konut kredilerinde alacakların yatırım aracı haline getirilmesi, daha düĢük maliyetli kredi imkanlarını oluĢturmuĢtur. Bu nedenle, bu yatırım araçlarının bulunduğu türev ürünleri piyasası ciddi Ģekilde büyüme göstermiĢtir. Bu süreçte faizlerin düĢük olması sermaye akımlarını hızlandırmıĢ, ayrıca bazı ülkeler kendi para birimlerinin değerini dolar karĢısında düĢük tutarak döviz rezervlerini arttrımıĢlardır. Kriz öncesi dönemde ülkeler, bu likidite artıĢı ile belli bir refah seviyesi sağlamıĢlardır. (Orhan, 2013: 148-149)

162

Bu olgu, geçmiĢ yıllarda Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumla benzerlikler göstermektedir. Önceki bölümlerde belirtildiği üzere, Türkiye, çoğunlukla kriz öncesi dönemlerde gelen yüksek sıcak para akıĢlarının yarattığı talep artıĢı nedeni ile daha fazla ve ithalata dayalı tüketime kaymıĢtır. 2000-2001 krizlerinden önce özellikle otomotivdeki talep artıĢı buna örnek teĢkil etmektedir. Benzer olgu, borç üzerinden olmasa dahi, likidite artıĢı dolayısıyla kriz öncesi dönemde geliĢmiĢ ülkelerdeki refah artıĢı olarak ortaya çıkmıĢtır.

2012‟de DB kapsamında hazırlanan bir çalıĢmaya göre küresel finans krizinin nedenlerini açıklamaya yönelik tüm giriĢimler, ABD‟deki emlak balonunun patlaması üzerinde birleĢmekte, ancak görüĢler krizin oluĢumunda ve nedenlerinde küresel dengesizliklerin rolu hususunda farklılık göstermektedir. Ġlk varsayım, küresel dengesizliklerin, Doğu Asya ekonomilerinin ihracat yönlü büyüme stratejisini, kendini sigortalama amaçlı olarak uluslararası rezervlerin biriktirilmesini ve Çin‟in döviz kurunu düĢük değerlemesini içeren iktisat politikaları tarafından meydana getirildiği yönündedir. Ġhracat yönlü büyüme stratejisine iĢaret eden iddia, Doğu Asya Ülkeleri‟nin muhtelif mikroekonomik ve makroekonomik politikalar yoluyla sistematik ihracat artıĢının küresel dengesizliklerin yaratılmasında çok önemli olduğun yönündedir. Sigortalanma güdüsü varsayımı, 1998‟de –pek çok ülkenin IMF‟den yardım talep etmek zorunda kaldığı- tekrar eden ödemeler dengesi krizlerine karĢı bir koruma olarak Doğu Asya Ülkeleri‟nin uluslararası rezerv biriktirmelerinin, cari iĢlemler fazlası yaratmalarında kritik bir öneme sahip olduğunu iddia etmektedir. Son olarak, Çin‟in Yuan‟ın değerini yapay olarak düĢük seviyede tutmayı sürdürdüğü ve böylece ülkenin ihracatta rekabet edebilirliğini koruduğu algısı, Çin‟in artan dıĢ ticaret fazlasının ve küresel eĢitsizliklerin arkasındaki anahtar unsur olarak sıkça dile getirilmiĢtir. Her üç politika tipi de dünya genelinde düĢük faiz oranları, finansal sektörün dizginlenmemiĢ büyümesi ve patlaması küresel finansal krizi tetiklemiĢ olan büyük emlak balonuna neden olan anahtar unsur olarak küresel tasarrufların bolluğu temel düĢüncesine dayanmaktadır. (Lin ve Treichel, 2012: 24)

Türkiye de, sıcak para giriĢ-çıkıĢlarına açık bir ülke olarak benzer amaçla döviz rezervi bulundurmaktadır.

163

Ġkinci varsayım, ABD‟de emlak balonunun ortaya çıkıĢının, emlak kredisi (mortgage) piyasasının düĢük gelirli kesimlere geniĢlemesini, internet Ģirketi balonunun patlamasını takip eden gevĢek para politikasını ve büyük ölçüde banka düzenlemelerinin dıĢındaki gölge banka sisteminin ortaya çıkıĢı da dahil olmak üzere, emlak kredisi ve finans piyasalarının düzenleme, teĢvik, tasarım ve yapısındaki baĢarısızlıkları yansıtan, öncelikle ülke içinde üretilmiĢ bir sorun olduğunu iddia etmektedir. Bir taraftan emlak balonundan kaynaklı servet etkisince mümkün hale gelen hanehalklarının aĢırı tüketimi, diğer taraftan Irak ve Afganistan savaĢlarının ve Bush‟un vergi kesintilerinin neden olduğu, mali politikadan kaynaklı kamu borçları ABD‟yi büyük bir cari iĢlemler açığı ortamına götürmüĢtür. Bu açıklar, ABD dolarının reserv para olma durumu nedeniyle finanse edilebilmiĢtir. Bu varsayım esasen krizi, küresel dengesizlikleri tetikleyen ve emlak balonunun yaratılmasını kolaylaĢtıran ABD‟deki sürdürülemez aĢırı tüketimi teĢvik eden, ABD‟nin sürdürdüğü geniĢ “parasal, mali, emlak” politikalarına bağlamaktadır. (Lin ve Treichel, 2012: 24-25)

2010 yılında küresel krizin nedenlerine iliĢkin IMF kapsamında hazırlanmıĢ bir çalıĢmaya göre küresel dengesizliklerin doğuĢu, cari pozisyonların ülkeler arasında daha çok dağılımı ve ülkeler arasında daha geniĢ net sermaye akımı ile özdeĢtir. Tek bir ülke düzeyinde, bir cari iĢlemler açığı, yabancı yatırımcıların taleplerini ülkenin iç ekonomisi üzerine kurmalarından kaynaklı olarak net sermaye giriĢi ile eĢdeğerdir. Yüksek sermaye giriĢleri, uluslararası piyasalarda yerli bankaların finans kurumlarının ve yatırımcıların verim arayıĢına neden olacak Ģekilde toptan fonlama maliyetini azaltabilmekte, uzun dönemli faiz oranlarını düĢürebilmekte ve yerel varlık (emlak) fiyatlarının artmasına neden olacak Ģekilde iç ekonomide kredi teminini arttırabilmektedir. (Merrouche ve Nier, 2010: 8) Bu görüĢ, önceki kriz dönemlerinde Türkiye ekonomisinin sıcak para ile iliĢkisine benzer bir durumu yansıtmaktadır. 1989 sonrasında Türkiye ekonomisinde de benzer durum ortaya çıkmıĢ, sıcak para giriĢi iç talebi arttırmıĢtır.

ABD‟de cari iĢlemler açığı, 2002 yılından 2009 yılına kadar dalgalı Ģekilde, ancak sürekli yükselmiĢtir. (US Department Of Commerce, Bureau of Economic Analysis, 2009)



Bireysel tüketim harcamaları ABD‟de 1959-2009 arasında yıllık ortalama %7,1 oranında artmıĢtır. (McCully, 2011:15)

164

Sıcak para hareketlerinin gerçekleĢtiği finansal sistemin denetlenmesi ve düzenlenmesi, ahlaki riski kontrol altında tutarak ve finans kurumlarını aĢırı risk almaktan vazgeçirerek krizleri önleyen anahtar unsurlardır. Bununla birlikte, yetersiz denetim ve düzenleme, küresel finans krizine neden olmaya ilk adaylardır. Bazı yorumcular, denetleme ve düzenlemelerin, makroekonomik unsurlardan güç alan risklerin ortaya çıkıĢını önlemekte baĢarısız olduğuna iĢaret etmiĢlerdir. Diğer bazı yorumcular ise finansal dengesizliklere, daha önce belirtildiği gibi, gevĢek para politikasının neden olduğunu, yetersiz denetim ve düzenleme politikalarının finansal dengesizlikleri kontrolsüz bıraktığını ifade etmiĢlerdir. (Merrouche ve Nier, 2010: 9)

Bu yorumlar, Savran‟ın ileride ayrıntılı Ģekilde ele alınacak olan görüĢlerini doğrulamaktadır. Küresel kriz için, iktisadi sistemin kendi iç denetleme mekanizmalarından baĢka suçlanacak bir unsur bulunamamaktadır. Sosyal politika açısından yorumlandığında bu düĢünce, Küresel Kriz‟in ortaya çıkıĢ Ģeklinin, daha önceki krizlerde olduğu gibi neoliberalizmin sağlıklı uygulanmasına engel olan sosyal politikaların suçlu olduğu görüĢünü geçersiz hale getirmektedir.

Bankaların ABD‟de geliri düĢük olan kesimlere yüksek kar amacı ile riskli krediler vermeleri ve bu krediler üzerinden türev yatırım araçları üreterek finans piyasalarına sürmeleri krizin görünen nedenini teĢkil etmektedir. Finans piyasalarının küreselleĢme sürecinde, mal ve hizmet piyasaları gibi birbiriyle iletiĢim içerisinde olması, krizin ABD‟den dünyaya yayılmasına neden olmuĢtur. ABD‟nin ekonomik gücü ve doların rezerv para birimi olması da bu yayılmayı hızlandırmıĢtır. 2007 yılı temmuz ayında ABD‟de kriz ortaya çıkmıĢ, Türkiye‟ye yayılması ise yatırım bankalarının ABD‟de iflasını ilan etmesinini takiben, 2008 yılı sonlarında gerçekleĢmiĢtir. (ġahin, 2009: 275)

Konut kredileri sistemindeki bozukluklar Küresel Kriz‟in nedeni olarak gösterilmekle birlikte; bir görüĢe göre asıl neden, finansal piyasaların reel sektörden

Örneğin; Ġzlanda örneği üzerinden piyasa oyuncularının birbirini teĢvik ederek ortaya çıkardıkları olumsuzlukların Küresel Kriz‟in oluĢumunda önemli bir unsur oluĢturduğunu belirten Čihák ve Demirgüç-Kunt, bunun önlenmesi için “teşvik denetimi” mekanizmasını kurulmasını önermektedirler. (Čihák ve Demirgüç-Kunt, 2013:1)

165

hızlı geniĢlemesi, kolay verilen kredilere bağlı olarak konut fiyatlarında talebe bağlı artıĢ, faiz politikalarında değiĢim, menkul kıymet fonlarındaki piyasa sıkıĢıklığı, ABD‟de devletin para arzının karĢılıksız olarak arttırılması ve kredi derecelendirme kuruluĢlarının yapının bozukluklarını görmezden gelmesi olarak değerlendirilmektedir. Bu görüĢe göre krizin asıl nedeni, ABD vatandaĢlarının satın alabileceği sayının çok fazlası ile konut üretilmesi ve sonrasında artan talep nedeni ile konut fiyatlarının yükselmesidir. Sistemin iĢleyiĢi, finans kuruluĢlarının konut satın almak isteyenlere uzun vadeli kredi açmaları ve konut üzerinde ipotek koymalarına dayanmaktadır. Bu finans kuruluĢları, verdikleri kredilerden olan alacaklarını ipoteğe dayalı menkul kıymet iĢlemi yapan ikincil kurumlara devir etmektedirler. Bu kurumlar, kredi alacaklarına karĢılık olarak yatırım fonu üreterek finans piyasalarında bu fonları satıĢa çıkartmaktadırlar. Konut kredilerinin finansal sisteme bu Ģekilde yeniden sokulması ile finans kurumları, uzun vadede ödemesini alacakları kredileri finanse etmiĢ olmaktadırlar. Özetle, konutlar bireyler yerine bankalar tarafından satın alınıp ipotek edildikten sonra ödeme planına bağlanarak belli bir vadede borcu ödenmektedir. Sonraki iĢlemler, bankalar ile finans kuruluĢları arasında gerçekleĢmektedir. Kredilerin menkul kıymete dönüĢtürülmesi ile oluĢturulmuĢ olan fonlar finans kuruluĢları üzerinden tüm dünyaya satılarak riske diğer ülkeler de ortak edilmiĢtir. (Orhan, 2013: 149-150)

Menkul kıymetlerin küresel piyasalarda alınıp satılması, düzgün bir kur iĢleyiĢini gerektirmektedir. Daha önce bu gereklilik, mal ve hizmetlerin alınıp satılması için belirmiĢtir. Mal ve hizmet piyasalarının küresel hale gelmesi ile birlikte, farklı para birimleri arasındaki kur farklarının belli bir dengeye getirtilmesi gerekliliği ortaya çıkmıĢtır. Ancak, ülkeler arası kur farklarını azaltabilmek için oluĢturulan mekanizmaların asıl amacı mal ve hizmet ticaretinin rahatlatılması olmamıĢtır. Asıl amaç, bu ürünleri konu alan finansal yatırım araçlarının türev ürünleri piyasalarında ticaretinin rahatlatılmasıdır. Bu piyasaların ortaya çıkması ile birlikte, ülkelerin tasarrufları, uluslararası finans piyasalarına aktarılmaya baĢlanmıĢtır. (Orhan, 2013: 145)

Bretton Woods SözleĢmesi‟nin de amacı aynıdır. Bu yönde bir görüĢ:“Döviz kuru değişkenliği,

uluslararası ticaret hacmini düşürebileceği en sıklıkla dile getirilen ödeme zorluğudur. Döviz kuru değişkenliği, ticareti, ticari unsurların uluslararası etkileşime katılımını engelleyen belirsizlikleri oluşturarak etkilemektedir.” (Terborgh, 2003:9)

166

Küresel Kriz‟in ortaya çıktığı dönemde mal ve hizmet piyasaları ile kaydi paranın döndüğü finans piyasaları arasında 11 kat büyüklük farkı meydana gelmiĢtir. Bu fark, Küresel Kriz‟in maliyetini teĢkil etmiĢtir. (Orhan, 2013: 151) Spekülatif para hareketleri için “Kumarhane Kapitalizmi” ifadesinin kullanıldığını küresel krizden önce aktaran IĢıklı‟ya göre; “Üretim ve istihdamla ilgisi giderek azalan, salt

spekülatif işlemlerle sınırlı bir kar döğüşü, ekonomik alanın tek etkinliği haline gelmektedir.”. (IĢıklı, 2010: 85)

Bu etkinliğin üzerine inĢa edildiği unsur ise kur rejimidir. KüreselleĢme sürecinde özellikle Türkiye gibi ülkelerde kur rejiminin belirlenme süreci, küresel finans piyasalarının önünün açılması amacıyla özdeĢtir. Bu belirleme sürecinde ulus- devlet kimliği zayıflamakta ve meĢruiyetin kaynağı değiĢmektedir. Türkiye‟de bu süreç, 2000-2001 krizleri döneminde TCMB‟nin bağımsızlaĢması süreci ile gerçekleĢmiĢtir. Ġktisadi konuların belli seviyede uzmanlık gerektirmesi ve pek çok durumda hızlı karar almanın zorunlu olması nedenleri ile TCMB‟nin belli ölçüde bağımsız olması, iktisadi hayatın getirdiği bir mecburiyettir. Bununla birlikte, sosyoekonomik etkileri olan pek çok konunun ilgililerinden bağımsız olarak karara bağlanması, daha önce GEGP kapsamında çıkartılan 15 yasa hususunda değerlendirildiği üzere, iktisat politikası ile sosyal politikayı birbirinden kopartmakta ve olumsuz toplumsal sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.

ġahin‟e göre “Küresel kriz, kuralsız kapitalizmin krizidir.”. (ġahin, 2009: 276) ÇalıĢmamızın Küresel Kriz ile ilgili temel tespitine paralel olan bu görüĢ, sosyal politika alanına yansımaların değerlendirilmesi için de ölçü alınacaktır. Savran, kapitalizmin kuralsızlığının ötesinde, kriz kavramının kapitalist sistemin doğasında var olduğunu düĢünmektedir. Marx‟ın düĢüncelerinden hareketle, tarihsel olarak krizler incelendiğinde dört önermenin ortaya atılabileceğini ifade etmektedir. Ġlk olarak, “Kapitalizmin gelişme kalıbında kriz kaçınılmaz bir momenttir.”. Ġkincisi, “Krizlerde sadece durgunluk yaşanmaz, üretilmiş olan üretici güçler tahrip edilir.”. Üçüncüsü, “Bu niteliğiyle krizler burjuva toplumunun varlığını tehdit eder.” ve “Bu

tehdit tarih içinde artarak gelişir.”. (Savran, 2013: 149) Burjuva toplumunun

167

eşitsizlikler” olarak ifade ettiği sorunları meydana getiren iktisadi krizlere karĢı

sosyal politika, hükümetler tarafından tek yönlü olarak devreye sokulmaktadır.

Küresel Kriz‟de tahribatın etkisinin uzun süreli olacağını belirten OkumuĢ, uzun süreli olmasının baĢlıca nedenlerini Ģu Ģekilde sıralamaktadır: Milyonlarca insan dünya genelinde iĢini kaybetmiĢtir. ĠĢini kaybetmeyenler ise güvensiz ortam nedeni ile tasarruflarını arttırmakta ve tüketimi kısmaktadır. Bu nedenle üretim ve talep azalması yaĢanmaktadır. Ġkinci olarak, finans sektörüne gelecek yıllarda regülasyon baskısı meydana gelecek ve likidite eskisi kadar hızlı olmayacaktır. Üçüncüsü, bankacılık sektöründe sorunlar yaĢanmasından dolayı, bankalar eskisi kadar rahat kredi veremeyeceklerdir. Dördüncü olarak, kamu harcamaları ve likiditeyi arttırmak ülkelerin krize karĢı buldukları yöntem olmaktadır. Bu Ģekilde tüketim, üretim ve iktisadi büyüme sağlanabilmektedir. Ancak bu dönemde kamu harcamaları ve likidite arttırılamayacağından, kamu dengeleri toplanan vergilerle iyileĢtirilmeye çalıĢılmaktadır. BeĢinci olarak, öngörüye göre borç ödemeleri geliĢmekte olan ülkelerin baĢlıca sorunlarından biri olacaktır. (OkumuĢ, 2010: 50-51) Küresel Kriz‟in en olumsuz etkileri, ABD ve AB ülkeleri üzerinde gözlemlenmiĢtir. Krizden Çin ve Hindistan etkilenmeden kurtulmuĢlardır. Asya Kaplanları olarak bilinen ülkeler ve Latin Amerika Ülkeleri, geçici ve sınırlı olarak etkilenmiĢler, Türkiye de bu ülkelerdeki kadar etkilenmiĢtir. Bu genel görünüm nedeni ile “yükselen pazar” ülkelerinin ticaretteki canlılığı temin ederek krizden çıkıĢta yardımcı olabilme ihtimali gündeme gelmiĢtir. Çin ve Hindistan dünya dengelerinde ön plana çıkmaya baĢlamıĢtır. 2007 yılında ABD, GSYH büyüklüğü ilk 20 sırada olan ülkeleri kapsayan G-20 ülkelerini toplantıya çağırmıĢ, Türkiye de davetliler içerisinde yer almıĢtır. Söz konusu ülkeler 2010 yılı içerisinde krizin etkilerinden kurtulmaya baĢlamıĢlar, ancak geliĢmiĢ ülkeler uzun süre

Bir görüĢe göre; Küresel Finansal Kriz Çin‟i de sert Ģekilde vurmuĢtur. Ancak, kendi avantajlı koĢulları kadar, Çin Hükümeti‟nin kontrol edici aktif katkıları sayesinde tüketim düzeyi güçlü kalmaya devam etmiĢtir. (Bulman, 2010:20-21)

 Kriz döneminde Hindistan‟da, son beĢ yıl içindeki büyüme oranı %8,8‟den, 2,1 puanlık bir düĢüĢle, %6,7‟ye gerilemiĢtir. Küresel etkilerin hindistan ekonomisini yavaĢlatmasını engellemek amacıyla Federal hükümet, talebi arttırmak için vergi desteği ve istihdam ve kamu varlıklarını arttırmak için kamu projelerine yapılan harcamaların arttırılması Ģeklinde üç uyarıcı mali paketle cevap vermiĢtir. Hindistan‟ın merkez bankası, ürtici sektörlerin ihtiyaçlarını karĢılamak için finansal sistemden fon akıĢını kolaylaĢtırmak amacıyla bir çok parasal kolaylaĢtırıcı ve likidite arttırıcı önlem almıĢtır. (Bajpai, 2011:2)

168

kurtulamamıĢlardır. Krizi uzun dönemli bir iktisadi durgunluk dönemi takip etmiĢtir. (Kazgan, 2013: 281)

Grafik 26 – Bazı Ülke ve Bölgelerde GSYH Büyüme Oranı (2002-2012) (%)

Kaynak: (UNdata, 2014)

Grafik 26‟de Küresel Kriz‟in bazı ülke ve bölgelerin büyüme oranlarında gerçekleĢtirdiği düĢüĢ gözlemlenebilmektedir. Ġlk olarak, yukarıda belirtildiği gibi

169

Çin ve Hindistan krizden neredeyse hiç etkilenmemiĢlerdir. Çin‟in büyüme hızı, 2007-2009 yıllarında sürekli düĢüĢ yaĢamakla birlikte, %9,2‟lik yüksek bir oranın altına inmemiĢ, 2010‟da sınırlı ölçüde artmıĢ, sonra tekrar yavaĢlamıĢtır. Bunun ortaya çıkmasında dünya genelindeki uzun süren durgunluğun Çin‟in ihraç mallarına olan talebi azaltmasının etkili olduğu düĢünülebilir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri ile Sahra Altı Afrika Ülkeleri‟nin krizden diğer ülkelere kıyasla daha az etkilendikleri görülmektedir. Doğu Asya ve Pasifik Ülkeleri‟nde ise bu süreçte büyüme oranı ciddi ölçüde düĢmüĢ, ancak eksi seviyelere inmemiĢtir. Çin ve Ortadoğu, Kuzey Afrika, Sahra Altı Afrika, Doğu Asya ve Pasifik Ülkeleri haricinde grafik kapsamında ele alınmıĢ olan tüm ülke ve bölgelerde Küresel Kriz döneminde GSYH büyüme hızı eksiye düĢmüĢtür.

Japonya ve Türkiye büyüme hızları ortalamaları ile AB ve OECD ülkelerinde GSYH büyüme hızları ortalamaları, krizin kaynak ülkesi olan ABD‟deki orana kıyasla daha sert düĢüĢ göstermiĢtir. OECD ülkeleri içerisinde ABD‟nin de bulunduğu düĢünüldüğünde, ABD haricindeki OECD küçülmesinin daha Ģiddetli olduğu ortaya çıkmaktadır. Grafik 26 kapsamındaki veriler BM‟nin DB‟ye dayandırdığı veriler olup, Türkiye verileri, farklı verilerin bu verilerle karĢılaĢtırılması yapılarak ayrıca değerlendirilecektir.

AĢağıdaki Grafik 27‟de verilen gelir düzeylerindeki değiĢim göstergeleri itibariyle incelendiğinde, krizden en fazla etkilenen ülkelerin yüksek gelirli ülkeler olduğu görülmektedir. Diğer ülke gruplarının hiçbirinde GSYH büyüme oranları eksiye düĢmemiĢtir. DüĢük ve orta gelirli ülkeler ile az geliĢmiĢ ülkeler birbirine oldukça yakın iniĢ-çıkıĢlar yaĢamıĢtır. Ağır borçlu fakir ülkeler ise krizden neredeyse hiç etkilenmemiĢtir. DB, gelir düzeylerine göre ülke gruplandırmaları yaptığından, Grafik 26 ve 27‟deki verilerin birbiri ile tutarlı sonuçlar vermesi olağan gözükmektedir.

170

Grafik 27 – Ülkelerin Gelir Düzeylerine Göre GSYH Büyüme Oranı (2002-2012) (%)

Kaynak: (UNdata, 2014)

Yukarıda değinilen, krizden çıkıĢta geliĢmekte olan ülkelerin bir umut olarak görülmesi olgusu, iki grafikteki veriler ile tutarlı gözükmektedir. Ancak bu düĢünce, krizin sebebinin daha derinlerde, iktisadi sistemin temel mantığında aranması zorunluluğu nedeni ile kalıcı bir çözüm teĢkil etmemektedir. Belli aralarla toplam tüketimi arttırıcı çözümlerle kriz yatıĢtırılmakta, ancak belli dönemlerde tekrar ortaya çıkmaktadır.

Benzer Belgeler