• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

2.4. Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı

2.5.3. Gelirler Politikası ve Reel Ücretler

Hükümet, gelirler politikasını 1999‟dan itibaren iktisadi programların önemli bir unsuru olarak kabul etmiĢ, ancak uygulamasını kısmen gerçekleĢtirebilmiĢtir. Memur maaĢları ve asgari ücretler reel olarak 2000 yılında gerilemiĢtir. Kamu kesiminde 7 puan, özel sektörde ise düĢük oranda artıĢ gerçekleĢmiĢtir. 1999‟da baĢlanan IMF programının ücretleri sınırlama ilkesi memur maaĢları ve asgari ücretlerde uygulanabilmiĢ, kamu kesiminde toplu iĢ sözleĢmeleri istikrar prgramı kabul edilmeden önce imzalandığından bu alana etki etmemiĢ, özel sektörün bir kısmı ise kararı uygulamamıĢtır. (Koyuncu ve ġenses, 2004: 21)

2000-2001 krizleri sonrasında da gelirler politikası, iktisat politikası içerisinde çok önemli yer tutmuĢtur. GEGP kapsamında, enflasyonla mücadele konusunda gerekli katkıyı sağlayacak, büyüme, istihdam ve gelir dağılımı konularındaki olumsuzlukları ortadan kaldıracak uygulamalar olarak belirtilmiĢtir. Enflasyonla mücadele konusunda ücret-fiyat döngüsüne girmenin sorun ortaya çıkartacağı ifade edilmiĢ, gelirler politikasının iĢsizliği arttıracağı çekincesi saklı tutulmuĢtur. (ġahin, 2009: 266) GEGP kapsamıında gelirler politikasının ücretli kesimi ilgilendiren kısmında “Hedeflenen enflasyonla uyumlu gelirler politikası

uygulanması esastır. Memur maaşları enflasyonla uyumlu olarak artırılacaktır. Kamu işçilerinin ücretleri, 1999-2000 dönemini kapsayan toplu iş sözleşmeleriyle sağlanmış olan reel artışlar, kamu dengesi ve kamu kesimi çalışanları arasında ücret adaletini gözetecek şekilde ayarlanacaktır. Her kesimin bugün göstereceği fedakarlık büyüme ve istihdam açısından krizin maliyetini düşürecek ve yılın ikinci yarısında büyüme ortamına girişi hızlandıracaktır.” ifadeleri kullanılmıĢtır. (Türkiye‟nin

Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı, 2001: 29)

1991-2000 yılları arasında kamu kesiminde reel ücretlerin yılda %6 oranında, maaĢların ise %0,6 oranında yükseldiği söylenmiĢtir. Krizden önceki son iki yıl

129

içerisinde ise ücretlerin %52 arttığı, maaĢların %8 oranında azaldığı, 2000‟de ikisi arasındaki oranın 2,6‟ya çıktığı ifade edilmiĢtir. Kamu kesimi gelir-gider dengesi, ücret eĢitliği ve verimlilik ilkeleri çerçevesinde ücret artıĢlarının düzenleneceği, ücret ve maaĢların dengeye getirileceği belirtilmiĢtir. (ġahin, 2009: 266)

2000-2001 krizi, reel ücretlerde önemli oranda düĢüĢe neden olmuĢtur. KĠT çalıĢanlarının ücretleri %11, memur maaĢları %4 ve asgari ücretler %14 oranında gerilemiĢ; özel sektörde düĢüĢ %20‟ye ulaĢmıĢtır. 2000-2001 krizleri, reel ücretlerin 1993 yılındaki seviyesinin gerisine çekilmesine neden olmuĢtur. 2002 yılında memur maaĢları ve asgari ücret reel olarak artmıĢ, KĠT çalıĢanlarının ücretleri düĢmeye devam etmiĢtir. 2002 yılında reel ücretler genel olarak artmıĢ, bu durumun ortaya çıkmasında bu yılın seçim yılı olması etkili olmuĢtur. (Koyuncu ve ġenses, 2004: 22- 23)

Grafik 19 – ĠĢgücü Verimliliği ve Birim Ücret Endeksi (1997-2005)

Kaynak: (T.C. Kalkınma Bakanlığı, 2014c)

Grafik 19‟da bu dönemde birim ücret ve iĢgücü verimliliği endekslerindeki değiĢim gözlenebilmektedir. Emek verimliliği endeksinde 2001 yılı haricinde bu dönemde sürekli artıĢ olduğu görülmektedir. Birim ücret endeksi 2000 ve 2001

98,4 104,6 116,6 112,8 124,2 133,7 145,5 153,2 100,0 108,2 113,1 102,8 71,2 73,0 85,8 96,1 108,3 50,0 70,0 90,0 110,0 130,0 150,0 170,0 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005

130

yıllarında düĢmüĢtür. 1997-2005 yılları arası dönem gelen itibariyle değerlendirildiğinde 1997 yılındaki seviyesini 2005 yılında yakalayabilmiĢken, iĢgücü verimliliği 2005 yılında 1997 yılındaki seviyesinin %53,2 oranında üzerine çıkmıĢtır. Ücretlere enflasyon oranından daha az oranda zam yaparak maliyet avanajı elde etmiĢler; ancak ücretli kesimin reel gelirinin azalması, ailelerin yoksullaĢmasına, tüketimin ve yurt içi talebin düĢmesine neden olmuĢtur. (Sönmez, 2002: 47)

Tarım kesimin GEGP‟nin gelirler politikası “Düşük gelirli çiftçilerin

doğrudan gelir desteği sistemi ile güçlendirilmesi temel ilkedir. Bu politikanın ülke genelinde uygulanabilmesi için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‟nca yürütülen çiftçi kayıt projesinin tamamlanması gerekmektedir. Kısa dönemde, devletin destekleme alım fiyatlarının kuruluşların finansman imkanları dikkate alınarak ve hedeflenen enflasyonu aşmayacak şekilde artırılması öngörülmektedir.” (Türkiye‟nin Güçlü

Ekonomiye GeçiĢ Programı, 2001: 29) Ģeklinde ifade edilmiĢtir. GEGP‟nin tarım kesimine etkisi ilgili kısımda değerlendirilmiĢtir.

2000-2001 krizlerinin reel ücretleri düĢürücü etkisinin yanında, vergi uygulamaları üzerinden de ücretlere olumsuz etkileri olmuĢtur. Dönemin hükümetinin 2000-2001 krizlerine karĢı yaklaĢımı, batık bankaların TMSF‟ye devri ve zararın kamu tarafından ödenmesi, maliyetin ise vergi yoluyla vatandaĢtan tahsil edilmesi Ģeklinde gerçekleĢmiĢtir. (OkumuĢ, 2010: 14) Bankacılık sektöründeki sorunların aĢılması amacıyla gerçekleĢtirilen 2000-2001 krizlerindeki uygulamalar, finans öncülüğünde neoliberal kalkınma stratejilerini muhafaza amacıyla, meydana getirilen katma değerin bunları üreten halktan alınarak finans sektörüne kaydırılması üzerine kuruludur. Hükümet, bu uygulama için özel ve kamu bankalarına sermaye aktarımı amacıyla DĠBS oluĢturmak için devlet gücünü kullanmıĢtır. Devlet borçları, gelecekte toplanması planlanan vergi gelirlerine karĢılık olarak gerçekleĢtirilmektedir. Bu bakımdan, devlet borçlarına karĢılık vergi gelirlerine el konması mantığına dayalı olan Duyun-u Umumiye ile benzerlik kurmak mümkündür. Farkı, DĠBS‟lerde iç borçlanma söz konusudur. Ancak sermaye hareketlerine açık geliĢmekte olan ve tasarruf düzeyinin düĢük olduğu iktisadi sistemlerde genellikle dıĢ borçlanma yüksek düzeyde olduğu ve iç borçlanmanın dıĢ

131

borçlardan bağımsız olmadığı düĢünüldüğünde, dolaylı sonuç aynı olmaktadır. (Marois, 2013: 242)

Devletin temel maddi unsurunu oluĢturan vergi gelirleri, halkın değer yaratma ve vergi ödeme kapasitelerinin bir yansımasıdır. Finans sermayesi, DĠBS‟leri faiz karĢılığında almaktadır. Devlet tahvilleri vergi gelirlerinin karĢılığı olduğundan hükümet, KDV oranlarını %10‟dan %18‟e çıkartarak karĢılık yaratmaya çalıĢmıĢ, bu durum yoksul kesimin tüketim harcamalarının üzerine ek yük olarak binmek sureti ile bu kesimi ezmiĢtir. Dönemin hükümeti, sosyal harcamaları azaltarak, kamu çalıĢanlarının ücretlerini düĢürerek, gelir vergisini arttırarak ve özelleĢtirme yaparak kaynak yaratma konusunda oldukça radikal uygulamalar geliĢtirmiĢtir. Bu yönüyle 2000-2001 krizleri sonrası uygulamalar, ücretli kesimin üzerindeki vergi yükü ile finans sermayesinin kurtarılması nedeniyle, toplumsal kesimler arasında sınıf temelli bir bölüĢüm politikasını da yansıtmaktadır. Bu sebeple, ücretli kesimden alınan vergiler ve bankaların TMSF‟ye devredilerek sermayedar kesimin krizden kurtarılması ve iktisadi kriz arasında “sınıf temelli bir ilişki” mevcut olduğu düĢünülmektedir. (Marois, 2013: 242-243)

Grafik 20 – Gelir, Kurumlar ve Katma Değer Vergisinin Genel Bütçe Vergi Gelirleri Ġçindeki Payı (1988-2013) (%)

Kaynak: (GĠB, 2014) 0% 5% 10% 15% 20% 25% 30% 35% 40% 45% 19 88 19 89 19 90 19 91 19 92 19 93 19 94 19 94 19 95 19 96 19 97 19 98 19 99 20 00 20 01 20 02 20 03 20 04 20 05 20 05 20 06 20 07 20 08 20 09 20 10 20 11 20 12 20 13

132

Toplam vergi gelirleri içinde gelir vergisi, kurumlar vergisi ve KDV arasında bir karĢılaĢtırma yapıldığında gelir vergisi ve KDV‟nin kurumlar vergisine göre daha yüksek paya sahip olduğu görülmektedir. Grafik 20‟de gözlenebildiği üzere, gelir vergisinin payı 1998-2000 yıllarında düĢmüĢ, 2001 yılında 5,7 puan artmıĢ, sonraki yıllarda %19,1 ile %23,4 aralığında seyretmiĢtir. Burada önemli bir husus, 2001, 2008 ve 2009 kriz yıllarında gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içerisindeki payının 2000‟li yıllardaki zirve noktalarında olmasıdır. Oran 2001 yılında %29,1, 2008‟de ve 2009‟da %23,4 olarak gerçekleĢmiĢtir. KDV bu üç vergi geliri arasında en yüksek paya sahip olandır. Toplam dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı 2001‟de %54,7, 2002 ortalarında yaklaĢık %69 olmuĢtur. (Sönmez, 2002: 56) Kurumlar vergisi belirtilen dönemde yüksek oranda değiĢim göstermeksizin %10 civarında paya sahip olmuĢtur. (GĠB, 2014) KDV‟nin payının en yüksek oranda olması, tüketim yapan tüm toplumun üzerinde vergi yükünün fazla olduğunu göstermektedir. Ġkinci sırada paya sahip olan gelir vergisi de büyük oranda ücretli kesimden alınmaktadır. Tüketim yapan ve ücret geliri elde eden toplumun üzerindeki vergi yükü kriz dönemlerinde topluma daha ağır gelmektedir.

2.5.4. Gelir Dağılımı ve Yoksulluk

Batı Avrupa Ülkeleri‟nde olduğu gibi, kamu sosyal harcamalarının hükümetler tarafından arttırılması yoluyla iĢsizlik oranının düĢürülmediği ülkelerde, gelir dağılımında bozulmanın en önemli nedenini iĢsizlik teĢkil etmektedir. (Kazgan, 2013: 270) Buna ek olarak genel sosyoekonomik değiĢim süreci incelenerek gelir dağılımının bozulmasına neden olan diğer unsurlara dair tespit yapmak mümkündür. Ġlk olarak, yerli veya yabancı küresel finans sermayesinin yüksek kar arayıĢı 1989 yılından itibaren gerçekleĢen süreç dikkate alındığında gelir dağılımını bozan nedenler arasında yer almaktadır. Bu sebeple bağlantılı Ģekilde, kamu açıklarının kapatılması amacıyla Hazine ve TCMB‟nin yüksek faiz uygulaması ve kriz

Can Aktan ise, yoksulluk ve gelir dağılımındaki bozukluğa karĢı devletin görevler üstlenmesinin, ancak bunların sınırlı kalmasının gerektiğini belirtmektedir. Aktan‟a göre, ekonomiye fazla kamu müdahalesi, piyasa ekonomisinin iĢleyiĢini bozacak, ayrıca bazı kesimlerin rant arayıĢını arttıracaktır. (Aktan, 2002:22)

133

dönemlerinde kamu borç stokunun artan faizler nedeniyle büyümesi gelir dağılımını bozan bir baĢka nedendir. DıĢ ticaret açığı veya devalüasyona neden olabilecek bir baĢka konu ortaya çıktığında, yüksek faizlerden yararlanarak kar elde eden sıcak paranın, devalüasyon ve iktisadi krize neden olacak Ģekilde aniden yurtdıĢına çıkıĢı da gelir dağılımını bozmaktadır. Finans piyasalarında yüksek faizin kar cazibesinin artması sonucunda reel sektöre yapılan yatırımların mali sektöre kaydırılması da büyüme hızını düĢürmekte, dolayısıyla gelir dağılımı üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır. Bunun sonucunda, iktisadi büyümenin yavaĢlamasından kaynaklı olarak iĢ bulamayan, ancak elinde tasarrufu da bulunmayan yoksul kitle, finans piyasalarından da gelir elde edemeyeceğinden, ortaya çıkan krizlerde daha da yoksullaĢmaktadır. Buna bağlı olarak, giderek daha çok yoksullaĢan bir yoksul kitle yanında, kriz dönemlerindeki finans hareketlerinden yararlanarak daha da zenginleĢen bir kitle ve ikisinin arasında büyük bir gelir uçurumu ortaya çıkmaktadır. (Kazgan, 2013: 256)

Faiz-kar-gelir vergisi üçgeninde oluĢan bu gelir dağılımı bozukluğu, bankalar ile devlet arasındaki borçlanma iliĢkilerinin temel yapısından kaynaklanmaktadır. Kamu borçlarının karĢılanması, Türkiye‟de bankacılık sektörünün önemli gelir kaynakları arasında yer almıĢtır. Bu olgu, kamu kurumları ile bankalar arasında bir bağ oluĢmasına neden olmuĢtur. Kamuya verilen borçların faizleri bankalara gelir olarak yansırken, gelir vergisinden elde edilecek gelirlerden hükümet tarafından faiz ödemesi yapılmıĢtır. DĠBS‟e faiz ödenmesi, kamu kurumları aracılığı ile servetin vergi ödeyenlerden finans sermayesine akması anlamına gelmektedir. Bu dönemde TCMB, enflasyonu kontrol altında tutmak amacıyla faiz oranlarını yüksekte muhafaza etmektedir. Bu durum, sermayedar, ücretli kesim ve devlet arasında belli sorunları ortaya çıkartmaktadır. Ücretli kesimin kendisinin ödediği vergilerin faiz ödemelerine gitmesine itiraz etmesi durumunda bu iĢleyiĢ aksayacağı halde, finans sermayesi direniĢ göstererek vergi ödemekten kurtulmuĢtur. Bunun neticesinde kamu açıklarının kapatılması için sürekli borçlanma gerekliliği ortaya çıkmıĢtır. (Marois, 2013: 262-263)

134

Grafik 21 – Gelir Dağılımı (%20'lik Kısımlarda Yıllar Ġtibariyle DeğiĢim) (1987-2005) (%)

Kaynak: (1) TÜĠK, 2014e

(2) (Koyuncu ve ġenses, 2004: 24) (1987 yılı verileri)

Gelir dağılımı konusunda Türkiye‟de geçmiĢ yıllara ait kapsamlı ve sık aralıklı çalıĢmalar bulunmamaktadır. Bununla birlikte Grafik 21‟de ele alınan verilerden, daha önce değinildiği gibi, 1994-2002 yılları arasında kısmi iyileĢme olduğu gözlemlenebilmektedir. En yüksek %20‟lik gelir grubunun payı düĢmüĢ, en düĢük gelir grubunun payı ise sınırlı Ģekilde yükselmiĢtir. En büyük iyileĢme en yüksek dördüncü gelir grubunda 1,8 puanlık artıĢ olarak gözlenmiĢ, ikinci ve üçüncü gelir gruplarının gelirleri 1,4 puan artmıĢtır. 2003‟te en büyük iyileĢme en yoksul grupta gözlenmiĢ olmakla birlikte, sonraki yıllar itibariyle krizlerden en çok etkilenme özelliğini taĢıyan en yoksul grubun geliri iyileĢme göstermemiĢtir. Ancak, grafikteki verilere göre, en yüksek %20‟lik gruptan diğer gruplara doğru bir gelir bölüĢümünün bulunduğu düĢünülebilir. Verileri değerlendiren Koyuncu ve ġenses‟e göre 1994-2002 yılları arasındaki olumlu geliĢmeye, kentlerde toplumun en yüksek gelirli kesiminden diğer kesimlere doğru gerçekleĢmiĢ olan gelir transferi neden olmuĢtur. (Koyuncu ve ġenses, 2004: 25)

Bununla birlikte bazı bilim insanlarına göre gelir dağılımı hususundaki resmi istatistiksel veriler güvenilir değildir. Örneğin Boratav kiĢi baĢına milli gelir verilerini değerlendirirken, GSYH verilerinde 2001-2003 yıllarına ait açıklanmıĢ

5,2 4,9 5,3 6,0 6,0 6,1 9,6 8,6 9,8 10,3 10,7 11,1 14,1 12,6 14,0 14,5 15,2 15,8 21,2 19,0 20,8 20,9 21,9 22,6 50,0 54,9 50,0 48,3 46,2 44,4 0,0 10,0 20,0 30,0 40,0 50,0 60,0 1987 1994 2002 2003 2004 2005 1. % 20 2. %20 3. % 20 4. % 20 5. % 20

135

verilerin kuĢkulu olduğunu ifade etmektedir. Bu görüĢe göre, belirtilen yıllarda GSYH‟nin %41,9‟unu özel tüketim, %1,7‟sini kamu tüketimi, %12,9‟unu sabit sermaye birikimi, %73,7‟sini stok birikimi oluĢturmaktadır. Ġthalat-ihracat farkı %- 30,1 olduğundan, GSYH stok birikimine dayalı olarak büyüme göstermiĢtir. Firmaların, reel faizlerin %20 civarında seyrettiği bir dönemde bu büyüklükte stok yaratarak GSYH‟ye katkıda bulunmaları Ģüpheli bulunmuĢtur. Gini katsayısını değerlendiren HurĢit GüneĢ ise TÜĠK verilerine göre katsayının 1973-2002 yılları arasında 0,51‟den 0,44‟e düĢmüĢ olmasını inandırıcı bulmamakta, gelir dağılımının giderek düzeliyor gözükmesinin yaĢanmakta olan gerçek hayatla çeliĢtiğini ifade etmektedir. (Aktaran: Kazgan, 2013: 254)

Koyuncu ve ġenses‟e göre de yukarıdaki veriler iki nedenle güvenilir gözükmemektedir. Ġlk olarak, belirtilen yıllar arasında türlerine göre gelir dağılımında finansal gelirlerin resmi verilere göre düĢmüĢ gözükmesi ile bu yıllarda devletin yüksek faizli iç borçlanma ihtiyacı nedeniyle yüksek gelirli kesimin finansal gelirlerinin artmıĢ olduğu gerçeği arasında çeliĢki mevcuttur. (Koyuncu ve ġenses, 2004: 25) Kazgan ise, TÜĠK veilerinin ailenin beyanına dayandığı için güvenilir olmadığını belirtmektedir. (Kazgan, 2013: 272)

Tüketici kredilerine olan talep de yoksulluk ve gelir dağılımı hususlarında gösterge olarak ele alınmaktadır. TÜĠK verilerine göre toplumun tüm bankalardan kullandığı tüketici kredilerinde bu dönemde ciddi artıĢ gerçekleĢmiĢtir. 2002 öncesine ait tüketici kredileri ile ilgili veri bulunmamaktadır. Bu nedenle daha önceki yıllarla karĢılaĢtırma imkanı bulunmamakla birlikte, sonraki yıllarla fark değerlendirildiğinde 2000-2001 krizlerinin toplumun tüketici kredilerine talebindeki artıĢa yol açtığı anlaĢılmaktadır. 2002 yılında bankalar tarafından 4,98 milyon TL tutarında tüketici kredisi verilmiĢ, 2003 yılında bu tutar 13,7 milyon TL‟ye çıkmıĢtır. (TÜĠK, 2014o) TÜĠK gelir dağılımı verilerinin ilk dört gelir gruplarının gelirlerinde gösterdiği yukarıda değerlendirilmiĢ olan artıĢın, bu grupların refah seviyelerinin yükselmesine bağlı olarak tüketici kredilerinde bir yıl içerisinde %175‟lik artıĢa neden olacak bir değiĢimi göstermediği anlaĢılmaktadır. Bu nedenle, tüketici kredilerindeki artıĢın iktisadi kriz nedeniyle bu grupların sığındıkları bir araç olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.

136

Bankaların verdikleri, ancak tahsil etmekte güçlük çektikleri kredi tutarları da 2000-2001 krizlerinin etkisinden yola çıkarak, krizlerin yoksullaĢmayı arttırıcı etkisini açık Ģekilde göstermektedir. Takipteki kredilerde 1997/12 döneminde 61,83 milyon TL, 1998/12‟de 191,96 milyon TL, 1999/12‟de 336,02 milyon TL, 2000/12‟de 645,58 milyon TL olan tutar, 2001/09 döneminde 2,93 milyar TL, 2002/12‟de 7,32 milyar TL, 2003/12‟de 7,75 milyar TL tutarına ulaĢmıĢtır. 2004 ve 2005 yılları son aylarında 5,96 milyar TL ve 5,62 milyar TL tutarlarına gerilemiĢtir. (TBB, 2014) Bu verilere göre, 2000 Aralık ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre, toplumun kullandığı ancak geri ödeyemediği tüm kredi borçlarının toplamı %92 oranında, 2001 Eylül ayında bir önceki yılın aralık ayına göre %271 oranında, 2001 Aralık ayında ise önceki veriye kıyasla %206 oranında artıĢ göstermiĢtir. Ayrıca, yalnızca ödenemeyen veya geç ödenen tüketici kredileri 2001 yılında 2000 yılına göre %90, kredi kartı borçları %115 oranında artmıĢtır. (Sönmez, 2002: 87) Bankalardan kredi alımının kriz ortaya çıktığında gerçekleĢtiği, ödemelerin ise sonra yapıldığı düĢünüldüğünde, ödeyememe durumunun krizin ortaya çıktığı dönemleri takiben meydana gelmesi tutarlı gözükmektedir.

2.5.5. Eğitim, Sağlık ve Sosyal Güvenlik

2000-2001 krizlerinin etkilerini eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında da kısmen gözlemlemek mümkündür. 2000-2001 krizleri döneminde sosyal harcamaların GSMH içindeki payında değiĢme olmamakla birlikte, bu dönemde GSMH küçüldüğünden sosyal harcamalar da azalmıĢtır. Konsolide bütçe içindeki payında ise önemli oransal azalma gerçekleĢmiĢtir. Eğitim ve sağlık harcamalarının GSMH içindeki paylarında azalma söz konusu olmamakla birlikte, konsolide bütçedeki oranları azalmıĢtır. Sosyal yardım harcamalarında ise GSMH payı ve bütçe payında önemli bir değiĢiklik gerçekleĢmemiĢtir. (Koyuncu ve ġenses, 2004: 29)

(1) Kaynakta 2001/12 verisi mevcut olmadığından, 2001/9 verisi alınmıĢtır.

(2) Kaynakta 2001/09 dönemi ve sonrası veriler “Takipteki Krediler” olarak, 2001/09 öncesi veriler “Takipteki Alacaklar” olarak belirtilmektedir.

137

Grafik 22 – Kamu Eğitim Bütçesinin Genel Bütçe Ġçindeki Payı (1997-2004) (%)

Kaynak: (Güngör ve Göksu, 2013: 66)

Grafik 22‟te, kamu eğitim harcamalarında bu dönemde gerçekleĢen değiĢim gözlemlenebilmektedir. Kamu eğitim harcamaları 2001 öncesi birkaç yılda düĢüĢ eğiliminde iken, 2001‟de artmıĢtır. Kriz yılında bir sosyal alana harcamanın oransal olarak artmıĢ olması olumlu bir yönelim olmakla birlikte, sonraki yıllarda oran tekrar düĢüĢ göstermiĢtir. Bu olgu, bütçe takviminin krizlerin patlak verdiği dönemler ile bağlantısı açısından yorumlanabilir. Bununla birlikte, 2001 yılındaki artıĢın kriz etkeni dıĢındaki unsurlarda aranması gerekmektedir. 2001 yılı haricindeki oransal düĢüĢ, kriz dönemlerinde sosyal harcamalardaki düĢüĢ eğilimi ile uyumlu gözükmektedir.

Tablo 10‟de 1997/1998 ile 2004-2005 öğretim yılları arasında okullaĢma oranlarındaki değiĢim görülmektedir. Ġlköğretimde toplam okullaĢma oranı 1997/1998 öğretim yılında %84,74 iken, 2000/2001 öğretim yılında %95,28‟e kadar yükselmiĢ; ancak bu yıldan sonra, 2004/2005 öğretim yılına kadar sürekli olarak düĢmüĢtür. 2008 Krizi ile ilgili veriler değerlendirilirken görüleceği üzere, ilköğretimde okullaĢma oranlarındaki toparlanma ancak 2005/2006 öğretim yılında baĢlamıĢtır. Ayrıca, ilköğretimde daha az, ortaöğretim ve yükseköğretimde daha

8,05% 8,40% 7,85% 7,17% 8,34% 7,60% 6,90% 8,53% 0,00% 1,00% 2,00% 3,00% 4,00% 5,00% 6,00% 7,00% 8,00% 9,00% 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004

138

fazla olmak üzere Türkiye ile OECD ülkeleri okullaĢma oranları arasında önemli fark mevcuttur. (Bakar Arabacı, 2011: 111)

Tablo 10 – OkullaĢma Oranı (1997-2005) (%)

Öğretim Yılı İlköğretim Ortaöğretim Yükseköğretim

Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın

1997/'98 84,74 90,25 78,97 37,87 41,39 34,16 10,25 11,28 9,17 1998/'99 89,26 94,48 83,79 38,87 42,34 35,22 10,76 11,81 9,67 1999/'00 93,54 98,41 88,45 40,38 44,05 36,52 11,62 12,68 10,52 2000/'01 95,28 99,58 90,79 43,95 48,49 39,18 12,27 13,12 11,38 2001/'02 92,40 96,20 88,45 48,11 53,01 42,97 12,98 13,75 12,17 2002/'03 90,98 94,49 87,34 50,57 55,72 45,16 14,65 15,73 13,53 2003/'04 90,21 93,41 86,89 53,37 58,01 48,50 15,31 16,62 13,93 2004/'05 89,66 92,58 86,63 54,87 59,05 50,51 16,60 18,03 15,10 Kaynak: (TÜĠK, 2014m)

Ortaöğretimde okullaĢma oranlarında kriz döneminde düĢüĢ gerçekleĢmemiĢ, ancak artıĢ hızı 2001/2002 öğretim yılına kadar artarken bu yıldan sonra yavaĢlamıĢtır. Yükseköğretimde ise okullaĢma oranları değiĢken hızda artmaya devam etmiĢtir. 2002/2003 öğretim yılına kadar yılda 0,5 ile 1 puan arasında artan yükseköğretimde okullaĢma oranı, 2002/2003 öğretim yılnda 1,67 puan artmıĢtır. Sonraki yıl artıĢ hızı düĢerken, 2004/2005 öğretim yılında tekrar 1 puanın üzerinde yükselmiĢtir. Kriz sonrası yıldaki ani artıĢın nedeni kriz döneminde iĢsiz kalan kitlenin belli bir kısmının eğitim/öğretime yönelmesi olabileceği gibi, üniversite eğitiminden yararlanma imkanlarındaki artıĢlar da etkili bir unsur olarak değerlendirilebilir. Yüksek öğretimde erkek öğrencilerde okullaĢma oranı, kız öğrencilere kıyasla daha hızlı artmıĢtır.

139

Grafik 23 – Sağlık Harcamalarının GSYH Ġçindeki Payı (1999-2006) (%)

Kaynak: (1) TÜĠK, 2014n

(2) (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2013: 155)

Not: (1) Harcamaların GSYH'ye oranları, her iki kaynaktaki veriler üzerinden hesaplanıp; toplam oran 2. kaynaktaki yuvarlanmıĢ verilerin yerine kullanılmıĢtır.

(2) “Diğer” sağlık harcamaları; özel sosyal sigorta (banka sandıkları), hanehalklarına hizmet eden kar amacı gütmeyen kuruluĢlar, KĠT‟ler, vakıf üniversiteleri, özelleĢtirme kapsamındaki kuruluĢlar ve diğer iĢletmelerin yaptığı sağlık harcamalarını kapsar.

Sağlık harcamaları ise Grafik 23‟te görüldüğü üzere krizden sınırlı ölçüde etkilenmiĢtir. Toplam sağlık harcamalarının GSYH içindeki payı 2002 yılına kadar artarken, artıĢ 2002-2005 yılları arasında fazla değiĢmemiĢtir. Genel devlet harcamaları içinde sağlık harcamalarının payı 2005 yılında gerilemiĢ, sonraki yıl artmıĢtır. Krizin sağlık harcamalarına en büyük etkisi özel sektörde gerçekleĢmiĢtir. 2001-2003 yıllarında özel sektör sağlık harcamaları gerilemiĢ, daha sonra sınırlı oranda artmıĢtır.

Sağlık alanında, 2000-2005 yılları arasında yatak baĢına nüfus (2000‟de 426, 2005‟te 388 kiĢi), doktor baĢına nüfus (2000‟de 755, 2005‟te 668 kiĢi), sağlık ocağı sayısı (2000‟de 5700, 2005‟te 6203 adet) ve hastane yatağı sayısı (2000‟de 150855, 2005‟te 176546 adet), yukarıda harcama yüzdelerindeki değiĢime karĢın anlamlı bir değiĢim göstermemiĢtir. Doktor baĢına ve yatak baĢına nüfus ile yatak sayısı ve sağlık ocağı sayısı krize karĢın olumlu yönde değiĢim göstermiĢtir. (T.C. Kalkınma

4,77% 4,95% 5,16% 5,36% 5,34% 5,37% 5,45% 5,81% 0,00% 1,00% 2,00% 3,00% 4,00% 5,00% 6,00% 7,00% 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006

Toplam Sağlık Harcamalarının GSYH'ye Oranı Genel Devlet Sağlık Harcamalarının GSYH'ye Oranı Özel Sektör Sağlık Harcamalarının GSYH'ye Oranı

140

Bakanlığı, 2014ç) Harcamaların durduğu dönemde belirtilen olumlu geliĢimin ne Ģekilde finanse edildiği ayrı bir araĢtırma konusunu teĢkil etmektedir.

Grafik 24 – Sosyal Güvenlik Harcamalarının Konsolide Bütçe Ġçerisindeki Payı (1997-2010) (%)

Kaynak: (T.C. Kalkınma Bakanlığı, 2014b)

Sosyal güvenlik harcamaları 2000-2001 krizlerinden açık Ģekilde etkilenmiĢtir. Grafik 24‟te görüldüğü üzere, 1999 yılındaki %9,79‟luk orana karĢılık, 2000 ve 2001 yıllarında %7,07 ve %6,3‟luk oranlarda sosyal güvenlik harcamaları gerçekleĢmiĢtir. Bu dönemde faiz ödemelerine, sosyal güvenlik harcamalarının üzerinde para harcanmıĢtır. (Sönmez, 2002: 55) Sonraki yıllarda sosyal güvenlik harcamalarının konsolide bütçe içindeki payı toparlanma göstermiĢtir.

Kamu borçlarının faizlerinin 2002 yılından önce yüksek tutarlarda olması, 2002 sonrasında da faiz dıĢı fazla hedefi nedeniyle kamu harcamalarının düĢük seviyelerde tutulması, Boratav‟a göre kamu maliyesinin standart fonksiyonunu bozmuĢtur. Eğitim, sağlık, adalet, savunma gibi kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi için ve bu alanlardaki yatırımlara yönelik harcamaların bütçe içindeki payı giderek düĢmüĢ; 1988 yılında %64 olan bu harcamalar 2005 yılında %29 seviyesine kadar gerilemiĢtir. Faiz ödemeleri haricindeki transfer harcamaları ve sosyal güvenlik sistemine bütçeden yapılan katkılardaki azalmalar da bu orandaki

9,51 8,97 9,79 7,07 6,30 9,56 11,34 12,55 14,86 14,13 16,46 15,68 19,90 19,21 - 5,00 10,00 15,00 20,00 25,00 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010

141

düĢüĢe katkı sağlamıĢtır. Boratav artan piyasalaĢma olgusunu “Cumhuriyet tarihi

boyunca daima parasız olarak sunulmuş olan temel kamu hizmetlerinde dahi belli bir bedel ödeyerek yararlanma giderek yaygınlaşmış, geleneksel kamu hizmeti anlayışı zaman içerisinde müşteri-satıcı ilişkisine dönüşmeye başlamıştır.” Ģeklinde ifade

etmektedir. (Boratav, 2010: 191-192) Koç‟a göre de hükümetler ve sermayedar

Benzer Belgeler