• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL ÇERÇEVE VE ĠLGĠLĠ ARAġTIRMALAR

2.3. KÜLTÜR ve KÜLTÜREL ÇEġĠTLĠLĠK

2.3.1 Kültür ve Kültürel ÇeĢitlilik Kavramı

Eğitim, kültüre yön vermektir. YetiĢkin yaĢamının her boyutu, kültür tarafından Ģekillendirilir ve kültürel değerlerin tanımlanmasında eğitim bir araç rolü üstlenmiĢtir (Guy, 1999:5). Eğitim, bireyin toplumsal bilincini ve eleĢtirel düĢünme yeteneğini geliĢtirdikçe onun iĢlere katılımını ve iletiĢimini kolaylaĢtırır. Aksi takdirde insanı yok sayan kültürel sessizlik durumu belirmektedir. Ġnsan dünyayı statik değil, değiĢim süreci içinde bir gerçeklik olarak anlayabilirse, özgürleĢmenin yolunu açar. Eğitim, insanı karĢılaĢtığı sorunlarda bir kavrayıĢa ulaĢtırırsa ve olası çözümlere götürürse, baĢarılı olur. Özgürce karar verme de kavrayıĢ gücünün olgunlaĢmasına bağlıdır. Fakat insan tek baĢına değil, baĢkalarıyla birlikte özgürleĢir, bu nedenle bireysel toplumsal ayrımı yanlıĢtır, toplumda birey oluĢ ifadesi doğrudur (Ulusoy, 2009: 2). Eğitim, bilgi birikiminin ve kültür mirasının yeni kuĢaklara aktarılması zihinsel geliĢimlerinin sağlanması, özgür ve eleĢtirel düĢünebilen bireylerin yetiĢmesi yönünde olanakları gerçekliğe dönüĢtürme olgusudur. Yani eğitim, toplumun mevcut kültürel yapısının devamlılığı ortaya çıkmaktadır.

Kültürün meydana geliĢ sürecine, yani varoluĢu ve geliĢimine bakıldığında, tanrı tarafından ya da doğal bir zorunluluk tarafından değil, bizzat insanın kendisi tarafından belirlenen bir süreç olduğu ortaya çıkmaktadır. Kültür, rasyonel, özgür ve etik açıdan sorumluluk duyan bir varlık olan insan etkinliğidir. Bu etkinlik dünyanın neresinde olursa olsun mutlaka ortaya çıkan ve sürekliliği olan bir etkinliktir. Yani kültür hangi insan topluluğunda olduğu fark etmeksizin mutlak olarak mevcuttur. Bu kültürün değiĢmeyen niteliğidir. Fakat kültür farklı toplumlarda ve zamanlarda değiĢik Ģekiller alarak var olma sürecini devam ettiren bir etkinliktir (Ulusoy, 2009: 11). Aynı zamanda insanın kültürü yaratmasının yanı sıra kültür tarafından da belirlenen bir varlıktır. Yani farklı kültürler arasında etkileĢim süreci ortaya çıkmaktadır. Yine bu etkileme ve etkilenme durumunda eğitim önemli bir yer tutmaktadır. Ġyi bir eğitim ve iletiĢim olanakları ile birey, farklı kültürleri tanıyabilir, hatta onlardan yeni Ģeyler öğrenebilmektedir. Böyle bir durum farklı kültürleri yakınlaĢtırabilmekte ancak farklı kültürleri birleĢtirmemektedir. Farklı kültürlerin olması insanın kendisini farklı Ģekillerde ifade edebilmesine kolaylık sağlamakta ve var olmanın bir koĢulu olarak değerlendirilmektedir.

Her toplumun sahip olduğu bir değerler sistemi vardır ve bu sistem toplumlara göre farklılık göstermektedir. Bu farklılık ise toplumların kültürel yapılarından kaynaklanmaktadır. Dini olsun, ahlaki olsun, hukuki olsun bütün değerler kültürel yapıya göre Ģekillenir. Fakat bunun yanında insanlar arasındaki etkileĢimin yoğunlaĢmasına bağlı olarak, farklı toplumlardan insanların müĢterek olarak benimsedikleri değerler de olabilmektedir. Hangi alanda olursa olsun değerler insanları bazı davranıĢları yapmaya, bazılarını da yapmamaya yöneltir. ĠĢte böylece değerler insan davranıĢlarını belirler. Bu değerlerin insana kazandırılması ise eğitim aracılığı ile olur. Elbette değerlerin bireye kazandırılmasında yalnızca eğitim değil toplumda yer alan diğer gruplarda da etkilidir (Kıncal, 2004:86).

Eğitim yaĢantılarının evrenselliği, insan toplumlarının kültürel mirasını koruma ve gençlerin kültürün fikirlerine, geleneklerine ve standartlarına bağlı olmalarını sağlama ihtiyacına bağlanabilir. Öte yandan toplumun bütün üyeleri kültürdeki sürekli değiĢikliklere nasıl uyum sağlanacağını öğrenmek zorundadır. Bu iki süreç kültürel devamlılığı sağlamaktadır (Ulusoy, 2009: 12).

Kültürel varlık, bizim için biyolojik varlık kadar önemlidir ve doğal bir süreci yansıtmaktadır, yani tabiidir. Onur (2002), kiĢiliğin veya bir kiĢilikte ortaya çıkan davranıĢların algılanmasının toplumdan topluma ve kültürden kültüre farklılık gösterdiğini belirmektedir. Nitekim bu savı destekler nitelikte Cüceloğlu (1991) da fikirlerini aktarmaktadır; bir öğrenme mekanizması nedeniyle, saldırganlık davranıĢında, toplumlar ve kültürler arasında farklılıklar gözlendiğini vurgulayarak ABD‟de kaldığı süre içerisinde içinde trafik kazasının sonucunda birbiriyle kavgaya tutuĢan iki sürücü görmediğini, birbirine bağıran çağıran kiĢiler yerine, birbirleriyle hiç konuĢmayan, kaza yerine polisin gelmesini bekleyen ve sadece polisin sorularını cevaplayan asık suratlı kiĢileri gözlemlediğini belirtmektedir.

KağıtçıbaĢı (2010) da, insan geliĢiminin biyolojik olgunlaĢma ve sosyalleĢmeyi içerdiğini belirtmektedir. YaĢam boyu süren sosyalleĢmenin, toplumun bir bireyi olma sürecini yansıttığını ve bunun için de insanın sürekli olarak sosyokültürel çevreyle etkileĢim halinde olduğunu vurgulamaktadır. Aile toplumun ayılmaz bir parçasıdır ve doğal olarak toplumun sosyal yapısına, değerlerine ve normlarına bağlıdır. Çocukların her yerde ve her zaman aynı olmadığını, toplumsal olarak kurulduğunu ve bağlamasal olarak anlaĢılması gerektiğini savunmaktadır (Onur, 2007: 37). Ġlk zamanlarda çok önemli bir yer tutan anne; yaĢanılan kültürün öğretmeni, baba da yaĢanılan toplumun öğretmenidir. Birincisi çocukta ruha; ikincisi bedene ve sosyal davranıĢa seslenmektedir (Nirun, 1994: 157) Aynı zamanda insanların kendi çevrelerine anlam yüklediklerini ve kendi kültürlerini kendilerinin

oluĢturdukları belirtilmektedir; kültürel sembolleri, örneğin dini sembolleri kiĢiler kendileri oluĢturmakta ve bu Ģekilde anlamlanmayı sağlamaktadırlar. Bu aĢamada kültür ve akılın birbirini oluĢturduğu da dile getirilmektedir.

Cangızbay (2000), kültürel varlığın alt katmanlarının sınırlarını ve nasıl kodlandığını Ģu Ģekilde izah etmektedir; “AlıĢkanlık, adet, duygu, fikir, inanç, bilgi, zevk, tercih veya değer yargılarımız arasında nerede, ne zaman, kimden, ne vesileyle ve de ne Ģekilde duyup, görüp öğrendiğimizi ve /veya edindiğimizi hatırlamadıklarımıza doğru gittikçe, aynı zamanda kendi kültürel varlığımızın temeline de yaklaĢmıĢ oluruz” (akt. Ünalan, 2005: 13). Yalnız bu durum içinde bulunulan kültürün farkında olunması ile eĢdeğerdir. MengüĢoğlu (2000:177) da, Ģu Ģekilde bir izahta bulunmuĢtur; “Genellikle kültür alıĢ-veriĢleri daima birbirlerini karĢılıklı etkilerler ve yeni baĢarıları doğururlar. Fakat bunun için bu baĢarıların dilinden anlayacak insanların bulunması gerekir. Yoksa insan, onların ancak seyircisi, hayranı olabilir; fakat yeni Ģeylerin yaratıcısı olamaz. Zamanımızda iletiĢim olanaklarının geliĢmesi, yeryüzünün kara parçaları ve memleketler arasındaki uzaklıkların kısalmıĢ olması, ulusların alıĢ-veriĢ fenomenini artırmıĢtır. Fakat bu durumdan yararlanma, yine aynı kültür çevresi içerisinde bulunup bulunmamaya bağlıdır.” Dolayısıyla doğru uygulamalar ve farklı kültürlerle etkileĢim insan ufkunun da geniĢlemesinin yolunu açmaktadır. Sonuç olarak, kültürün korunup geliĢebilmesi ve sürdürülebilmesi; kiĢilerin kendilerini ifade edebilmeleri, sürekli olarak kendilerini geliĢtirebilmeleri, değiĢiklikleri ve her türlü yeniliği takip edebilmelerini de sağlamaktadır.

Çok kültürlülük 1980‟lerle birlikte modern topluma ve ulus devlet modeline getirilen eleĢtiriler ile artan küreselleĢme eğilimleri sonucu yaygınlık kazanmıĢ bir sosyo-kültürel olgudur (Çelik, 2008: 319).

Kültür kökenine inildiğinde aslında Latince “colere” fiilinden gelir ve anlamı toprağı iĢlemek, tarlayı sürmek, ekip-biçmektir. Batı dillerinde „cultura/culture/cultur‟ sözcükleri kullanılmaktadır. Türkçeye de Fransızcadan geçmiĢtir. Voltaire, Fransız devrimi öncesinde „culture‟ü, insan zekâsının oluĢumu ve geliĢmesini belirleyen bir terim olarak kullanmıĢtır. Bu durum kültürün farklı anlamlar kazanmasına öncülük etmiĢtir. Fransızcadan Almancaya önceleri „cultur‟ daha sonraları „kultur‟ biçiminde geçen sözcük zamanla bütün Avrupa dillerine yayılmıĢtır. Ġngiliz antroploğo E.B. Taylor, 1871‟de ona bilimsel bir içerik kazandırınca da önemi gittikçe artan bir kavrama ve aynı zamanda bir uğraĢ halini almıĢtır.

Kültür kavramına iliĢkin söylemler devam ederken Doğu Ġslam ülkelerine de yansıdığı görülmekle birlikte, XX. yüzyıl baĢlarında Ġranlılar „kültür‟e karĢılık olarak “bilim, edeb, hüner, yetenek” anlamlarındaki „ferheng‟ sözcüğünü kullanmayı yeğlemiĢlerdir. O sıralarda

ünlü düĢünürümüz Ziya Gökalp, Fransızcadaki „culture‟ sözcüğünün iki ayrı anlamı taĢıdığını ve bunlara karĢılık olarak „hars‟ ve „tehzip‟ sözcüklerinin kullanılabileceğini öne sürmüĢtür. Ancak „düzeltme, temizleme, yetiĢtirme, bir iĢte hız kazanma‟ anlamlarına gelen „tehzip‟i aristokratik ve uluslar arası bir kavram saydığı için „kültür‟ü karĢılayan en iyi terimin demokratik ve ulusal nitelikte bulduğu „hars‟ olması gerektiğini savunmuĢtur (Turan, 1994: 11).

Türkçenin olabildiğince özleĢtirilmesi ve geliĢtirilmesi çalıĢmalarının doğal bir süreci olarak Türk Dil Kurumu, kültür‟e karĢılık olarak „ekin‟ sözcüğünü önermiĢtir. Ancak köken ve dil bilgisi kurallarına uymakla birlikte, tarım ve ürünle karıĢtırıldığı ve yanlıĢ anlamlara yol açtığı için yaygınlık kazanmamıĢtır. Dolayısıyla „hars‟ sözcüğü unutulurken „kültür‟ sözcüğü varlığını sürdürebilmiĢtir.

Kültür üzerinde çok çalıĢılan ve farklı bakıĢ açılarıyla ele alınan bir kavramdır. Ġnsanoğlunun var olduğu günden bugüne kadar geçen süreçte bu olgu hep var olmuĢtur. (BaĢbay ve BektaĢ, 2009: 32). Dolayısıyla da bu süreç içerisinde birçok inceleme ve çalıĢmalarda bulunulmuĢ ve yaklaĢık olarak kültüre iliĢkin 164 farklı tanım ortaya konulmuĢtur (Kağıtçıbası, 2010: 35). Aynı zamanda kültür sadece antropoloji biliminin konusu olmayıp; zaman içerisinde toplumbilim, halkbilim, tarih, sanat tarihi, psikoloji gibi bilimlerinde ana konuları haline gelmiĢtir.

Kültür kavramını, ilk kez bilimsel bir temele dayandırmak isteyen Antropolog E.B.Taylor; kültürü uygarlıkla eĢanlamlı kullanmıĢtır. Ġlkel kültürlerden baĢlayarak mitoloji, felsefe, din, dil, sanat ve geleneklerin geliĢimlerini incelediği eserinde (1871) “Kültür ya da uygarlık, insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlak, gelenek ve göreneklerle her türlü beceri ve alıĢkanlıklarını içeren karmaĢık bir bütündür” tanımıyla büyük yankı uyandırmıĢtır (Turan, 1994: 13).

Kültür, Türk Dil Kurumu‟na ait Türkçe Sözlükte; „Tarihsel, toplumsal geliĢme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin olarak tanımlanmaktadır‟ (TDK Türkçe Sözlüğü).

Ziya Gökalp kültür kelimesine karĢılık olarak “hars” kelimesini, kullanır ve kültürü iki gruba ayırır. Bunlardan birini “hars” diğerini ise “tehzip” (terbiye etme, eğitim) tabiriyle Türkçeye çevirmek gerektiğini belirtir. Hars‟ın, halkın an‟anelerinden, eğilimlerinden, örflerinden, sözlü ve yazılı edebiyatından, estetik ve iktisadi ürünlerinden ibaret olduğunu vurgulayarak bunun temelini de halkın oluĢturduğunu açıklamaktadır.

Uygur (1984), „kültürü insanın kendini kendi evinde duymasını sağlayacak bir dünya ortaya koyması‟ Ģeklinde açıklarken sonsuz sayılar dizisini açık kılmak için nasıl birkaç sayıyı saymak yeterliyse kültürü açıklamanın da aynı Ģekilde tam açıklanamayacağını belirtmektedir. Yine „Ġnsanın nasıl bir yaĢama üslubu, ne tür bir var olma programı, ne tür bir eylem kalıbı benimsediği kültürdür hep‟ Ģeklinde baĢka bir söylemle de kültür kavramını açıklamaya çalıĢmıĢtır.

Deniz (1994: 55), kültür kelimesini; genelde sözlük anlamıyla insan eli, gözü, kulağı, bilgisi altında yetiĢtirme, geliĢtirme, düzenleme, bilgilendirme, görgülendirme, eksiklerini tamamlama Ģeklinde ifadelendirirken; daha bilinçli bir yaklaĢımla kültür; ortama katılım ve uyum, özel gereksinimlere anında yanıt veren, onları karĢılayan bilgilerdir.

Kültür, genel anlamda; insana özgü bilgi, inanç ve davranıĢ bütünü ve bu bütünün parçaları olan her tür maddi ve manevi yaratımlardır. Toplumsal ve bireysel yaĢamın oluĢmasını sağlayan; dil, gelenek, düĢünce, semboller, yasalar, kurallar, ahlak, kuramlar, aletler, teknikler, makineler, bilim, felsefe ve sanat eserleri gibi her tür maddi ve tinsel ürünler bütünlüğüne kültür denir. Bu anlamıyla kültür, toplumun tüm bireylerinin ortaklaĢa oluĢturdukları ve kabul ettikleri kurum ve değerlerdir. O halde kültür, “bir halkın yaĢama tarzıdır.” (Turan, 1994: 36)

BaĢka bir tanımda da „Kültür, bir milletin geçmiĢe ait maddi ve manevi yaĢantılarının toplamı; bugüne ait olarak da milleti oluĢturan fertlerin duyuĢ, düĢünüĢ ve davranıĢ birliği içinde olmasıdır‟ (Ünalan, 2005:150).

“Kültür, büyütülerek bilimsel ekrana yansıtılmıĢ bireysel psikolojidir” (Turan, 1994:13). Kültür, toplumsal bir üründür (Özkan, 2006: 30).

Baumann (1999) da kültürel çeĢitliliğin kavramsallaĢtırması, araĢtırılması ve politikasına yönelik eleĢtirel çalıĢması “The Multicultural Riddle” (Çok kültürlülük Bilmecesi) kitabında, çok kültürlülük (kültürel çeĢitlilik) üçgeninin üç köĢesini Ģöyle tarif eder: Birincisi, devlet, özellikle ulus-devlet; ulusal kültür (post-etnik ya da preudokabilesel/ kavimsel. Ġkincisi, etnisite, etnik kültür. Üçüncüsü de din, kültür olarak din (akt. Küçük, 2011:157).

Kültüre iliĢkin tanımlar çerçevesinde kültürün her Ģeyi içeren bir geniĢ yapısı olduğu anlaĢılmaktadır. Bu çerçevede özetlemeye gidildiğinde;

 Gelenekselsel fikirler ve bunlara bağlı olan değerler

 ÖğrenilmiĢ davranıĢların bir bütün olarak nesilden nesile aktarılması

 PaylaĢılan öğrenilmiĢ davranıĢlar ve yaĢam etkinlik alanlarından sosyal olarak aktarılan anlamlar

 Bir grubun davranıĢlarında önceden tahmin edilebilir ve belirli farklılıklara yol açan deneyimler

 DavranıĢları bir sisteme oluĢturan fikir, uygulama, norm ve anlamlar bütünü  Kendini oluĢturan parçaları üzerinde kapsamlı bir etkiye sahip olan bir üst düzen  Birbirleriyle iliĢki içinde ve birbirlerine karmaĢık bir biçimde bağlı parçalardan

oluĢmuĢ bir sistem

 BiliĢsel programlama veya yazılım

 Ġnsan yapısı çevre (KağıtçıbaĢı, 2010: 36).

Çok kültürlülük, ideal olarak modern toplumların farklı kültürel grupları kapsaması ve bu farklı kültürel grupların eĢit statülere sahip olmalarını öngörmektedir. Dolayısıyla farklı kültürel grupların asimilasyondan çok farklılıkları ile entegre olmalarını ifade etmektedir. Böylelikle de kültürel çeĢitliliği çok kültürlülük anlayıĢı içerisinde ele alarak birlikte yaĢama sanatını geliĢecek ve farklılıklara hoĢgörülü olunacaktır (Kaya, 2007: 44).

Selçuk (2005), modern bir toplumda, tek tip insan ve tek tip kültür anlayıĢı kabul edilebilir bir olgu değildir. Paul Valery‟nin ifadesi ile “özümsemek koĢuluyla baĢkalarından yararlanmak kadar özgün hiçbir Ģey yoktur. Aslanı aslan yapan özümsediği koyun etidir”.Buna benzer “GörüĢlerinize katılmıyorum. Fakat onları ifade etme hakkınızı sonuna kadar savunacağım” diyen Voltaire‟e katılmamak mümkün mü? Çoğulculuk bir yönüyle herkesin güvencesidir. Sami Selçuk‟un ifadesi ile “Çiçek demeti çoğalmalı, ama dağılmamalıdır”. Bu demokratik ve özgür bir toplumun portresidir (akt. Kaya, 2007: 57).

Tunçay (2003: 12); “Bir insan herhangi bir etnik kökenden gelebilir, herhangi bir dil konuĢuyor olabilir, ama kendisinin dıĢındaki gruplarla paylaĢtığı Ģeyler çok olduğu sürece, o toplumda korkacak Ģey yoktur, bu bir zenginliktir.” Tehlikeli olan, falanca kökenden gelenlerin her Ģeyde aynı doğrultuya saplanmalarıdır. Yani yurttaĢlardan her birinin çaprazlamasına kesen aidiyetleri, özellikleri olursa, sağlıklı toplumlar oluĢacağı belirtilmektedir.

Kültürel ÇeĢitliliği, Çok kültürlülük olarak ele alan Küçük (2011:165), konuya iliĢkin Ģöyle bir yorumlama getirmektedir; temelde hem politikada hem de sosyal bilimlerde “bir arada nasıl yaĢayacağına” iliĢkin bir sorunun ürünüdür. Bir arada nasıl yaĢanacağı ile ilgili olarak en önemli mesele, ulusal, etnik ya da dinsel/mezhepsel farklılıklar gibi durmaktadır. ÇeĢitlilik, çoğulluk, farklılık, çokluk gibi daha çok ulusal, etnik ya da dinsel (kültürel) farklılığa vurgu yapılırken, sosyal ve ekonomik boyutlar genelde ihmal edilmektedir. Aslında sınıf, statü, yaĢ, toplumsal cinsiyet gibi farklılıklar ya da eĢitsizlikler de benzer Ģekilde belirleyici olabilmektedir. Özellikle “çok kültürlücülük” gibi, farklılıkları cemaatleĢtiren,

gettolaĢtıran ve kompartımanlaĢtıran bir algılayıĢın yerine; farklıklıları reddetmeyen, ama bu farklılıklardaki iliĢkisellik, süreçsellik ve değiĢebilirliği gören, kalıplayıcı olmayan kavramsallaĢtırmalara ihtiyaç olduğunu vurgulamaktadır.

Benzer Belgeler