• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ VE GELİR GRUPLARI ÜZERİNE

1.3 Kültür Endüstrisi ve Gelir Grupları

Günümüz sosyal bilimlerinde, olguları açıklamak ya da anlamak için geliştirilen teoriler, bir modeller sistemi görünümünde ve meseleye has nitelikte sınırlılıklar taşımaktadır. Klasik sosyologların, (modernist dünya görüşü çerçevesinde) toplumsal kurumları ve toplumsal hareketlilikleri açıklamak için geliştirdikleri “Meta teoriler” küresel –kimi sosyal bilimcilere göre Postmodern- dünyadaki değişimlerle beraber açıklama uygunluğunu yitirmektedir. Bu sebepledir ki bugün, Sosyal bilimlerde teoriler, birey merkezli ve yerel sınırlılıkta modellenmektedir. Bu araştırmada Antik Yunandan beri tartışılan, “Toplumsal Tabakalaşma” teorilerine “kültür endüstrisi” bağlamında farklı bir bakış açısı geliştirilmiştir. Sonuç olarak bu bölümde “Toplumsal Tabakalaşma” olgusu ekonomik düzlemde yeni bir teorik modelleme ile ele alınmıştır.

Bu yeni tabakalaşma modelinde, toplumsal tabaka katmanlarını betimlemek için “Gelir Grupları” ifadesi kullanılacaktır. Araştırmanın teorik modellemesi içerisinde yer alan “Alt Gelir Grubu” kavramına açıklık getirmek üzere bu bölümde, sosyal tabakalaşma modelinde yer alan; “Üst Gelir Grubu”, “Orta Gelir Grubu” ve “Alt Gelir Grubu” şeklinde bir takım kavram önermelerinde bulunulacaktır. Ancak bu kavram önermelerinde her ne kadar ekonomik bir ayrışma söz konusu olsa da, konunun daha belirgin ve tartışma ekseninden uzak kalması için, “Tabaka” ifadesi tercih edilmiştir. Gelir grupları kavramının açıklaması yapılırken, konuya iki temel paradigma açısından yaklaşılması uygun görülmüştür. Araştırmanın bu bölümünde, toplumsal tabakalaşma düşüncesi öncelikle, “tarihsel materyalist paradigma” çerçevesinde ele alınmıştır. Daha sonra ise konu Türkiye bazında değerlendirilmiş ve teorik modelleme, “merkez – çevre paradigması” ekseninde tartışılmıştır.

1.3.1 Tarihsel Materyalist Paradigma

Toplumsal tabakalaşma ile ilgili geliştirilen düşünceler, insanlık tarihi boyunca farklı kültürlerde ve dönemlerde tartışma konusu olmuştur. Antik Yunan filozoflarından, 21. Yüzyıl sosyal bilimcilerine kadar toplumsal tabakalaşma düşüncelerinin çeşitli boyutlarda geliştirildiği görülmektedir. İlk çağ filozoflarının tartışmaları, Aristoteles’in ”Soylular, Özgür Vatandaşlar ve Köleler” den oluşan tabaka modeli ile Platon’un “Devlet” indeki “Filozof Kral, Askerler ve Üreticiler” şeklinde tabakalaşma modelleri ön plana çıkmaktadır. Bu dönemlerde toplumsal tabakalar üzerine düşünce geliştirenlerin filozoflar olması nedeniyle, önerilen sistemler reel toplum düzeninden çok, ideal toplumsal yapı üzerinde odaklı kalmıştır. Sanayi devrimi ile birlikte ise tabakalaşma düşüncesinde diyalektik bir perspektif egemen olmuştur. Felsefede başlayan dualist dünya görüşü, sosyal düşünceye ve dolayısıyla sosyal bilimlere de tesir etmiştir. Materyalist ve diyalektik felsefenin de katkılarıyla şekillenen “Marksist – Çatışmacı” Paradigma, endüstri toplumlarının karmaşık-dinamik yapısını açıklama ve değiştirme iddiasıyla ortaya çıkmıştır.

Endüstri toplumlarının yeni yaşam tarzlarının oluşmasına zemin hazırlayan karmaşık ve çatışmacı-dinamik yapılanması, yeni toplumsal tabakalaşma durumlarının açıklanmasını zorunlu kılmıştır. Bu yeni toplumsal durum hakkındaki teorik açıklamalarda, “Sınıf” kavramının önerildiği görülmektedir. “Ezen- Ezilen”, “Sömüren – Sömürülen” ve “Köle- Efendi” çatışması gibi tarihsel bir arka planının bulunduğu kabul edilen bu diyalektik yaklaşım; sanayi toplumlarının “Burjuva – Proletarya” çatışmasının da modern toplumsal tabakalaşmanın temel unsuru olarak kabul görmüştür.

Modern “Sınıf” teorisi, temelinde gelir dağılımı adaletsizliği ve sömürü ilişkisinin açıklamasını barındıran bir düşünce sistemidir. Toplumsal tabakaların

sınıflardan oluştuğu düşüncesine dayalı bu görüşe göre; 19. yüzyıl Avrupa’sında, ücretli- emekçiler, kapitalistler ve toprak sahipleri, toplum yapısını oluşturan üç büyük sınıftır (Marx, 2004). Sanayi devrimi sonrası oluşan sermaye-emek çatışmasının doğal bir uzantısı olarak, üretim süreçlerinde elde edilen “artı değerin paylaşımı” konusu; kaçınılmaz olarak toplumsal tabakalaşmalara neden olmuştur. Karl Marks’ın sözünü ettiği bu sınıflar, 20. yüzyılda yaşanılan Sosyoekonomik gelişmelerden büyük ölçüde etkilenmiştir. Sanayi toplumlarının tabakalaşma tiplerinde yaşanan dönüşümler, günümüz dünyasında bu sınıfsal oluşumlardan -özellikle- “Toprak sahipleri” sınıfının varlığı tartışmaya açılabilir.

Çatışmacı Sosyal bilimcilerden R. Dahrendorf, Karl Marks’ın ön göremediği bazı sosyal ve ekonomik değişimleri dualist yapı ile açıklamanın yetersizliğine vurgu yapmıştır. Dahrendorf, 20. Yüzyılın Toplumsal tabakalaşma durumlarında, yeni orta sınıfların varlığının tartışılmasının gerekliliğine dikkat çekmiştir. Nitekim bu yüzyılda sermayede ayrışmalar yaşanmıştır. Diğer bir değişle, üretim araçlarının mülkiyeti ve kontrolü konuları birbirinden ayrılmıştır. Emek, vasıflı- vasıfsız şeklinde parçalanmıştır ve işçi sınıfı heterojen bir duruma gelmiştir. Tüm bunların yanı sıra, yeni orta sınıfların varlığı ortaya çıkmıştır (Poloma, 1993, 16–117). Sanayi sonrası toplumsal tabakalaşma teorilerinde, yeni orta sınıfların varlığı kaçınılmaz olarak tartışılmıştır.

Çatışmacı tabakalaşma teorilerinde geçerli olan toplumsal katmanlar; “Üst Sınıf” ,”Orta Sınıfın Üstü”, “Orta Sınıfın Altı” ve “Alt Sınıf (İşçi Sınıfı)” şeklinde özetlenmektedir. Gelir dağılımlarındaki farklılaşma ve mesleki saygınlık bazında ayrıştırılan katmanlara mensup bireylerin, ait oldukları sınıfların özelliklerine sahip oldukları ve sosyoekonomik anlamda (sınıf içi) tutarlı hareket ettikleri kabul edilmektedir. Tarihsel materyalist paradigmanın ışığında şekillenen çatışmacı tabakalaşma teorileri genel olarak; üretim araçlarının mülkiyeti ve emek konularını temel almaktadır. Çatışmacı toplumsal tabakalaşma teorilerinin, sanayi sonrası toplum yapılarının homojen toplumsal durumlarını açıklamada yetersiz kaldığı görülmektedir. Geri kalmış ve gelişmekte olan ülke toplumlarının da kültür endüstrisi ürünleri vasıtasıyla sınıfsızlaştırılmaya maruz bırakıldığı

düşünülecek olursa, çatışmacı yaklaşımların kısıtlı ve kısmi açıklama alanına sıkıştığı söylenebilir. Ancak tüm bu eleştirel yorumlara karşın, sınıflı toplumsal katmanları düşüncesindeki gelir farklılaşması unsurunun çeşitli sosyal gruplaşmalara neden olan durumları açıklamakta geçerli donelere sahip olduğu kabul edilebilir. Özellikle mesleki ayrışmanın saygınlığa dönüşmesinde gelir farklılaşmasının önemi göz ardı edilememelidir. Söz gelimi, meslek bazında aynı unvana sahip olan Sekreter grubundaki çalışanlardan devlet memuru olanlar - görece- daha fazla saygınlığa ve maddi gelire sahip iken, taşeron firma çalışanı sekreterlerin mesleki saygınlıkları ve maddi gelirleri daha düşük düzeydedir. Gelir farklılaşması ile başlayan bu kırılma süreci mesleki ayrışmaya ve meslek içi saygınlığın dönüşmesine neden olmaktadır. Sonuç olarak araştırmanın teorik bölümünde önerilen gelir grupları kavramlarının temelinde çatışmacı paradigmanın, gelir ve saygınlığı açıklamada geliştirdiği diyalektik bakış açısı temel argümanlardan biri sayılacaktır.

1.3.2 Merkez Çevre Paradigması

Türkiye’deki sosyal tabakalaşma açıklamalarından en geçerli olanlarından biri de Merkez - Çevre paradigması çerçevesinde geliştirilen, “Merkez-Çevreci” teorik yaklaşımıdır. Türkiye’de Merkez-Çevre paradigması ile ilgili ilk tartışmalar, Şerif Mardin ‘in, “Türk siyasetini açıklayabilecek bir anahtar: merkez-çevre ilişkileri” adlı makalesiyle başlatılmıştır. Bu makale, toplumsal tabakalaşma teorileri ile doğrudan ilişkili olmadığı gibi daha çok Sosyoloji’de ve Siyaset Bilimi’nde tartışma zemini oluşturmuştur. Ancak, Türk siyasal hayatını açıklamak için kullanılan bu kavram önermesi, Türk toplum yapısının sosyal tabakalaşmasını açıklamakta kullanılan sınıflı ve zümreli modellemelere alternatif niteliğinedir.

Türkiye’de toplumsal tabakalaşma konusunu Merkez –çevre paradigması bağlamında düşünecek olursak; Türkiye’de sanayi devriminin getirdiği toplumsal katmanlaşmanın henüz tam manasıyla oluşmadığını ve bu sebeple de merkez –

çevre paradigması çerçevesinde oluşturulacak bir toplumsal tabakalaşma düşüncesinin daha tutarlı sonuçlar sunacağını söyleyebiliriz. Nitekim sanayileşmenin batı ülkelerine göre daha geç başladığı ülkemizde, toplumsal katmanların sınıf yapılarına benzer şekillendiğini kabul etmek tam olarak mümkün görünmemektedir. Örneğin belirli bir sınıf bilincine sahip olduğu varsaydığımız işçi sınıfından kamu işçilerinin bir hak arama girişimi olan; “tekel işçi eylemi” inde Türkiye’nin önde gelen sendikaları eşliğinde kolektif dayanışma sergilenmiştir (sendika.org, 06.06. 2012). Ancak İstanbul Esenyurt’ta bir alışveriş merkezi inşaatında çalışırken kaldıkları çadırda yangın çıkması sonucu hayatını kaybeden, 11 taşeron firma işçisi için yapılan protesto eylemlerinin niteliği kolektif bir bütünlük kazanamamıştır (turkiyegazetesi.com.tr. 06.06.21012). Dolayısıyla ülkemizde batılı anlamda bir sınıf bilincinden bahsetmek, hem tarihsel zeminde hem de mevcut toplumsal yapı da mümkün görünmemektedir.

Türkiye’nin sosyal tabakalaşma sürecini tanımlamaya yönelik olarak yapılan açıklamalara geçmeden önce, Merkez - çevre paradigmasında geçen kavramlarının Şerif Mardin tarafından (2004, s. 275) yapılan tanımlamalarını hatırlamak yerinde olacaktır. Mardin, merkez kavramıyla, Osmanlı Devleti’nin merkezi bürokrasini ve devletin devamına imkân sağlayan öz’ü tanımlarken, Çevre kavramıyla ise; merkezin dışında kalan toplumsal alanı, kurumları ve coğrafi alanı işaret etmektedir. Bu teorik açıklamada, yönetici kesim “merkez”, yönetilen kesim ise “çevre” unsuru olarak tanımlanmaktadır. Osmanlıdan günümüze kadar bu merkez –çevre gerilimi, farklı boyutlarda ve farklı zeminlerde görünürlük kazanmıştır. Ancak, zaman içersinde Türkiye’nin sanayileşmesi ve gelir dağılımın farklılaşması sonucu, merkez –çevre arasındaki etkileşimin niteliğinde de değişimler yaşanmıştır. Örneğin, merkezi temsil eden iktidar seçkinlerinin 2000’li yıllara kadar kapalı ve devşirmeci yapısı nihayetinde çözülmeye uğramıştır. Ekonomik iktidarın merkezi temsil eden Marmara sermayesinden, çevreyi temsil eden Anadolu sermayesine geçmesi, yargı ve askeri teşkilatlanmalarda çevrenin içerisinden gelen kişilerin daha etkin roller üstlenmesi gösterilebilir. Merkez- çevre etkileşiminde en önemli dönüm noktasının 2001 ekonomik krizinden sonra iktidarın çevre ile uyumlu bir taban yakalayarak tek başına AK Parti iktidarı

altında birleşmesi de örnek verilebilir. Sonuç olarak, merkez - çevre de yaşanan ekonomik ve siyasal dönüşümler, toplumsal tabakalaşma modellerimizin yine ekonomik düzeyde ele alınmasını gerekli kılmaktadır.

Türkiye’nin toplumsal katmanları -tarihsel süreç içerisinde- Türk ekonomisinin çeşitli sermaye gruplarına bölünmesi ve rekabetçi yapısının artmasıyla birlikte değişik özellikler kazanmıştır. Bu toplumsal katmanları açıklamak için, Sanayi toplumlarına özgü kavramlar tartışma konusu olmaya başlamıştır. Örneğin, metalaşma ve fetişleşme kavramları ile tüketim mallarının ve hizmet ürünlerinin sembolik değerlerinin tanımlanmasını da zorunlu kılmıştır. Toplumsal katmanlar, merkez –çevre geriliminin artmasına bağlı olarak, gelir dağılımı farklılaşması sonucunu doğurmuştur. Gelir kesimlerine göre ayrılan bu toplumsal katmanlar (gruplar), Üst Gelir, Orta Gelir ve Alt Gelir grupları olarak şekillenmiştir.