• Sonuç bulunamadı

İstanbul, 22 Aralık 1963 Zeynep kardeşim,

Iki-üç gün arayla senden mektup almaya alıştığım için, her gün postacının yolunu gözlüyorum. Her akşam okul dö­

nüşü anneme, «Mektup var mı?» diye soruyorum. Mektubun gelmemişse çok canım sıkılıyor. Ben mektubu postaya ver­

dikten dört-beş gün sonra senin mektubun gelirdi her za­

man. Ama bu sefer, dokuz gün geçti, senden haber yok. Me­

rak etmeye başladım. Cevabını beklemeden bir mektup da­

ha yazıyorum.

Geçen mektubumu postaya verdiğimin ertesi günü. Ta­

biat Bilgisi dersindeyken, okul müdürüyle birisi daha ders­

haneye girdi. Müfettişmiş, öğretmenimizle bir süre konuş­

tuktan sonra, Oğuz'u derse kaldırdı. Sen Oğuz'u tanımazsın.

Bizim okula bu yıl, dersler başladıktan sonra geldi; sen bu­

radan gittikten sonra. Taşrada bir okuldaymış. Sonra İstan­

bul'a taşınmışlar. Daha okula ilk geldiği gün hepimizi şa­

şırttı. Neden, biliyor musun? Kedi gibi çevik bir çocuk da ondan... Zavallı kekeme de, çok kekeliyor, tikin, kimi ar­

kadaşlar onunla alaya kalkıştı. Hiç kızmadı. Kendisiyle her 80

KÖPRÜCÜK KEM İĞ İ

zaman alay edilmesine alışık gibi. Alay edenlere gülümse­

yip geçti. Çocuklar kızdırılmayınca alaydan vazgeçtiler. Oy­

sa, Oğuz’un kendisine bir güveni varmış da, ondan öyle ken­

disiyle alay edenlere gülümsüyormuş.

Paydosta bahçedeydik. «Kim benimle ağaca çıkma yarışı yapar?» diye hepimize meydan okudu. Zavallı Oğuz, bu sözü kolayca söyleyemedi; epiy uzun kekeledikten sonra ne de­

mek istediğini anlatabildi. Çocuklar, beni ileri sürdüler.

Ama ben bu kekeme çocuğu önemsemediğim için onunla

Çocuklar bu soğukluğuna gülüştüler.

Muslukların önünde atkestanesi ağacı var ya, işte o ağa­ gövdesine sarılmış olan Cengiz’e,

— Amma sarılmışsın!... Çok mu seviyorsun? diye alay

Okul dönüşü de, mezarlıktaki servilerden birisinin tepe­

sine çıktı.

Oğuz, Mine'yle bir sırada oturuyor. Böyle cambaz bir

çocukla arkadaşlığından Mine övünüyor gibi.

Oğuz, iki gün okula gelmedi, hastalanmış. Mine, onun okula gelmediği gün «Çocuklar, biliyor musunuz, Oğuz ne­

den kekeme olmuş?» dedi.

Merakla «Nedenmiş?» diye sorduk.

Mine, Cengiz’in bir sırrını bilmenin övüngenliğiyle, «Ba­

na anlattı» dedi. «Babası çok dövüyormuş da ondan... Da­

ha küçükken, dayak korkusundan kekeme olmuş. Kendisi söyledi.»

Bilgisinden ötürü daha da böbürlenerek,

— Nasıl böyle kedi gibi ağaçlara tırmandığım da bili­

yor musunuz? dedi.

— Nasıl?

— Çünkü, dedi, babası kızar kızmaz o da dayak yeme­

mek için kaçıyormuş. Babası da kovalıyormuş. Yakalanaca­

ğı sırada, ağaçlara tırmanmak zorunda kalıyormuş, öyle yüksek ağaçların en ucuna çıkıyormuş ki, babası oralara çıkamazmış. İşte böyle böyle, ağaçlara çıkmanın ustası ol muş...

Tabiat Bilgisi dersinde, müfettişin derse kaldırdığı işte bu Oğuz. Duvarda insan iskeletini, kasları bir de sindirim organlarını gösteren üç tablo asılıydı.

Müfettiş, iskelet tablosundan bir kemik gösterip,

— Bu nedir? diye sordu.

Oğuz’da ses yok.

— Bu ne kemiği?

Yine ses yok.

Ayakta duran Oğuz'un arkasındaki sırada Mine oturu­

yor, Mine eğilip,

KÖPRÜCÜK K EM İĞ İ

«Ya bu ne?» diye sorulunca, Oğuz demin yanlış söyle­

diğini, asıl köprücük kemiğinin şimdi gösterilen olduğunu sanıp,

— Köprücük kemiği, dedi.

Müfettiş, ayak kemiği eklemini gösterdi:

— Peki, ya bu ne?

— Köp... köp... köprücük kemiği... dedi.

Müfettiş,

— öyleyse bu ne? diye bağırdı.

Bu kez yandaki tablodan boyun kaslarını gösteriyordu.

— Köprücük kemiği, efendim...

Oğuz her seferinde, köprücük kemiğinin son gösterilen yer olduğunu sanıp, her neresi gösterilirse «köprücük ke­

miği» diyordu boyuna. Kekelemekten ter içinde kalmıştı.

Müfettiş de o kadar kızmıştı ki, o da sonunda, Oğuz, gibi kekelemeye başlayıp,

— Pe... pe... peki, ya bu ne? diye bağırdı.

— Köö... köprücük kemiği...

— insaf be!... dedi. Bu insan bedeninde köprücük kemi­

ğinden başka hiç mi bişey yok? Otur yerine!..

işte son birkaç günün anlatmaya değer olayı bu.

Geçen mektubuma bugüne kadar cevap alamadığım için meraktayım. Yoksa hasta mısın? Haberlerini bekliyorum.

Ahmet TARBAY

YAŞ GÜNÜ

Ankara, 25 Aralık 1963 Ahmet,

14 ve 22 Aralık tarihli mektuplarını aldım. Çok teşekkür ederim. Hastalanmıştım, o yüzden mektuplarım çabuk ce- vaplandıramadım. Önemli değildi hastalığım, soğukalgmlığı.

Hastayken de mektup yazabilirdim sana, ama anneme yada ablama mektubumu postaya attırmak istemedim. Metin de benimle birlikte hastalanmasaydı, onunla postaya gönderir­

dim mektubumu. Ama Metin de hastaydı. Ben dün iyileştim iyice, bugün de okula gittim. Okul dönüşü sana mektup yazmaya hazırlanırken annem seslendi:

— Zeynep, mektubun var...

Zarfta adresini okumuş olacak,

— Ahmet’ten geliyor, diye ekledi, vefalı bir arkadaşın­

mış, seni hiç mektupsuz bırakmıyor.

Mektubunu okuduktan sonra Metin’in yanma gittim. O da hasta. Termometreyi koydum. Ateşi, 38,2.

Hastalanmamız göz göre göre oldu. Bizim sınıftan Ata­

man adında bir arkadaşımızın yaşgünüydü. Onların evine gitmiştik. İşte orda hastalandık. Sınıf arkadaşlarımızdan o n - ya gidenlerden üç çocuk daha hastalandı.

Annem, bizim okulun Okul Aile Birliği toplantısında 84

YAŞ GÜNÜ sözverdiğini söyledi. Ataman’ın annesi, «Siz de gelmezse­

niz, darılırım» demişmiş.

Yaşgünü armağanı olarak ben bir kitap aldım. Metin dolmakalem aldı Ataman'a.

öğleden sonra bizim eve arabayla geldiler. Babamla Ata- man’m babası arabada tanıştılar. Kendi özel arabalarıymış.

Dedikodu yapıyorum diye belki de sevmeyeceksin yaz­

dıklarımı. Ama ben ne gördüysem onu yazacağım.

Ataman’ların zenginliği evlerinde ilkbakışta belli oluyor.

Annemin, babamın kulağına «Aman ne zevksizlik... Şu eşya­

ların uygunsuzluğuna bak!» dediğini duydum.

Ataman'm babası her sözüne ya «bendeniz» ya «zatıâli- nız» diye başlıyor.

Ev çok büyük ama, içerisi de çok kalabalıktı. Biyandan da çağrılılar gelmekteydi. Biz, onbeş kadar çocuktuk, ama büyükler otuzdan çoktu. Bütün öbür çocuklar da, bizim gi­

bi, anababalarıyla gelmişlerdi. Metin, anneme.

— Ataman’m babasının yaşgünü mü? diye sordu.

Metin, herkesin içinde uygunsuz bir söz söyledi mi, an­

nem onu kimse görmeden yavaşça çimdikler. Metin yine çimdiği yiyince, uygunsuz bir söz söylediğini anlayıp sustu, bi, anababalarıyla gelmişlerdi. Metin, anneme.

— Evde olmuyor efendim, dedi, ev dar geliyor. Eksik

diye sözediyordu.

Anneme,

— Bizimki her ne desem yapar. Sizinki nasıldır? diye sordu.

Yüzünün değişmesinden annemin bozulduğunu anladım.

— Kim bizimki? dedi.

Ataman’ın annesi gülümseyerek,

— Sizinki canım, sizin bey, dedi. Yani sizinki de yumu­

şak başlı mıdır?

Annem, hoşlanmadığı konuşmanın konusunu değiştir­

mek için,

— Sıcak biraz, değil mi? dedi.

— Oğlanın yaşgünü diye kaloriferi iyice yaktırdık da...

Bizimki iyidir hoştur ya, çok eliaçıktır. «Oğlanın şerefine yansın kalorifer» dedi. Hiçbir gereği yokken yazıhanesinde sekreter diye iki-üç kız kullanır. Erkek milleti değil mi kar­

deş, al birini vur ötekine...

Kaşları çatılan annem, Metin’le bana.

— Hadi siz biraz babanızın yanma gidin! dedi.

Erkekler ayrılıp büyük salonda toplanmışlar. MaSada yi­

yecek, yemiş, içki dolu... Ataman'ın babasıyla ayakta konuşan babam, gelişimizden pek memnun olmadı.

— Neden annenizi bıraktınız? dedi.

Metin,

— O gönderdi... dedi.

Ataman'ın babası bizi gösterip, babama,

— Bunlar zâtıalinizin mi? diye sordu.

rıya anlatamadım gitti, insaniyete aykırıdır, diyorum, anla­

tamıyorum. Çünkü sen portakaldan on kuruş kadanayım 86

YAŞ GÜNÜ kadın, çocukların gürültüsünden yakınarak,

— Çocuklarla da biyere gelinmez ki... dedi yanındaki ka­

Ataman'm babası, elinde gazetelerle, babamın yanına geldi,

— Bendeniz, fakir çocuklara da çok yardım etmişimdir, dedi. Her bayram öteberi dağıtırım fakir çocuklara... Bakın, işte gazeteler yazar hepsini!...

Çocukları bir odaya doldurdular. Bir masanın üstünde Ataman’a getirilen armağanlar yığılmıştı. Çok sıcaktı. Pen­

cereyi açtılar. Biz Metin'le açık pencere önünde durduk.

Kadın öyle üsteledi ki, reddedemedim....

Ertesi günü ateşim otuzdokuza çıktı.

önceki gün mektubunda, benden, Hikmet için bilgi yaz­

mamı istiyordun. Hikmet, bir haftadır okula gelmiyor. Za­

vallının ne olduğunu bilmiyorum. Arkadaşlardan evini bilen de yok. Beni çok üzdüğü için bu haberi ensona bıraktım.

Cevabını, benim gibi geciktirmeyeceğini umarım.