îstanbul, 30 Kasım 1963 Zeynep kardeş,
Mektubunu alalı iki gün oldu. Hemen cevap vermek istiyordum. Ama öğretmenimiz ev ödevi vermişti. Çoktu ödevler. O yüzden ancak şimdi cevap yazabiliyorum.
Yeni öğretmenimizi gittikçe daha çok seviyorum. Mü
dürün dersaneye geldiği gün, Demir’in neler yaptığını yaz
mıştım ya sana, o olaydan sonra hepimiz öğretmenin De- mir’e kızacağını sanmıştık. Hiç de sandığımız gibi olmadı.
Bana da bir küskünlüğü yok. Oysa ben o olaydan sonra çok korkuyordum.
Öğretmenimiz son günlerde en çok fedakârlık konusu üstünde duruyor. Bize birçok fedakârlık hikâyeleri anlatı
yor. Anlattığı her fedakârlık hikâyesinden sonra bize soru
yor:
— Bu hikâyeden ne anladınız? Çıkardığınız sonuç ne
dir? Alınacak ders nedir?
Öğretmenin beni sevmeye başlaması neden biliyor mu
sun? Çünkü, anlattığı fedakârlık hikâyelerinden, ben tam onun istediği sonuçlan çıkarıyorum. Önceden biliyorum ne
istediğini, beğeneceği biçimde konuşuyorum. Bana her se
ma göre yorumlamaya kalktım.
öğretmenimizin anlattığı fedakârlık hikâyesinin özeti şuydu: ilkokul öğrencisi, bizim yaşıtımız bir köy çocuğu, savaş sırasında ’üşman askerlerini gözetlemek için bir ka
vak ağacına çıkıyor. Kendisine gözcülük görevi verilen bu çocuk uzaktan düşmanları görünce, köydeki askerlerin ba
şındaki komutana haber verecek. Gözcü çocuk, uzaktan ge
len düşmanı görür, koşarak haber vermeye köye gelirken, düşman kurşunuyla yaralanır. Köydeki komutana haberi ulaştırır ve komutanın kollarında can verir.
Hikâyeyi anlattıktan sonra öğretmenimiz,
— Ahmet, anlat bize, dedi, bu hikâyeden alınacak ders
şırlarken bir çocuğa gözcülük ettirmek...
Cengiz birden fırladı ayağa,
— Efendim, fedakâr olmalıyız; bu hikâye işte onu an
öğretmenimiz yine herkese birden sordu:
— Peki, sizce Ahmet’le Demir neden sizden başka türlü düşünüyor?
Cengiz yine fırlayıp bağırdı:
— Efendim, onlar her zaman öyledir. Başkalık olsun diye...
Paydos zili çaldı, öğretmenimiz,
— Bu konuyu öğleden sonraki derste yine konuşuruz, dedi.
Sana bişey söyleyeyim mi Zeynep, zil çalmasına çok se
vindim. Çünkü öğretmene neler söyleyeceğimi bilmiyordum, saçmalayacaktım. Cengiz yanımdan geçerken «Bilgiç, ne olacak!» dedi. Yanındaki Selma da «Bilgiçlik taslam asa ol
maz...» dedi.
Gerçekten de galiba bilgiçlik tasladım. Ama bu hikâ
yenin hiç hoşuma gitmediği doğruydu.
Doğrusu, öğretmenimizin anlattığı, çok heyecanlı bir fedakârlık hikâyesiydi. Hepimiz de hikâyenin etkisi altında kalmıştık ki, öğle yemeğinden sonra arkadaşlar okul bah
çesinde ağaçlann tepelerine çıktılar, gözcülük etmeye baş
ladılar. Ağaçların tepesinde «Tarrt, tarrrtt...» diye makineli tüfek sesleri çıkararak sözde düşmana ateş ediyorlardı.
FEDAKÂR ÇOCUKLAR
Bahçede hepimize yetecek sayıda ağaç olmadığı için ben dibinde ağlıyordu. Hepimiz koşuştuk. Öğretmenler de gel
diler. İkinci sınıf öğretmeni, ağacın tepesinden itip düşüren Cengiz’in ittiğini bildiğim halde, Hüseyin onu ele vermedi. Öğretmenler,
— Kim itti seni? diye üsteleyerek sordular.
Hüseyin,
— Kimse itmedi beni... Ayağım kaydı düştüm... diyor, başka demiyordu.
Hüseyin’in bu davranışı beni çok düşündürdü. 0 dü
şüncelerin etkisiyle, öğleden sonraki derste, öğretmenimi
zin sorusu üstüne,
— Bir davranış fedakârlık olsun, bunu herkes bilsin, duysun diye yapıldı mı, o davranış fedakârlık olmaktan çı
kıyor, dedim.
Böyle söylerken hep Hüseyin’in davranışını düşünüyor
dum.
Yine bilgiçlik ediyor, demesinler, diye kendi yorumumu açıklamadım. Ama bu hikâyede, budalalık fedakârlık sayı
lıyordu.
Bizim öğretmenle 5 B ’nin öğretmeni birleşerek 5 A.ve 5 B öğrencileri arasında bir fedakârlık hikâyesi yarışması aç
tılar. Bu yarışma okulda büyük ilgi topladı. Öğretmenimiz, yarışmayı benim kazanacağıma büyük umut bağlamıştı. Fe
dakârlık konusundaki düşüncemi belirten bir hikâye yaz
mak istiyordum. Üç gün uğraştım bu hikâyeyi yazmak için.
Dördüncü, beşinci sınıflar, müsamere salonuna toplan
dı. öğretmenler de ordaydı. Bizden altı, 5 B ’den beş öğren
ci yarışmaya katıldı. Okuma sırası için kura çekildi. Ben kurada sekizinci oldum. Hikâyemi okuyunca, beğenilmedi- ğini öğretmenlerin ve müdürün yüzlerinden anladım. Ama çocuklar en çok benim hikâyemi alkışladılar. Hikâyenin okunması bitince, öğretmenler hikâyelere derece vermek için öğretmenler odasına çekildiler. Salonda da gürültü patırtı başladı. Arkadaşlar birbirlerinin enselerine, ince lâs
FEDAKÂR ÇOCUKLAR
tikten sapanlarla kâğıtlar atıyorlardı. Bugünlerde bizim
rada, müdür önde, öğretmenler arkada salona giriyorlarmış, benim kâğıt fişek, atmak istediğimin tam tersi yönde vın
layarak uçtu, pat diye müdür beyin ensesine indi. Müdür bey elini ensesine attı, sonra gözlerinden kıvılcımlar saçarak bize baktı.
Yarışma da, yarışmada derece alanlar da unutulmuştu.
Ayağa kalktım,
dın... Bütün arkadaşlarının cezaya kalacaklarını öğrenince, baktın ki suçlu da ortaya çıkmıyor, arkadaşlarını kurtar
FEDAKÂR ÇOCUKLAR
— İşte, dedi, fedakârlık budur. Bu arkadaşınız sizlere bir fedakârlık örneği gösteriyor. Kendisi atmadığı halde, he
pinizi kurtarmak için tekbaşına cezalanmayı göze alıyor.
Size de bir ders olsun diye, onun bu güzel davranışı için hepinizi affediyorum. Yazdığı hikâye güzel değildi, ama bu örnek davranışı için, onu yarışmanın birincisi ilân ediyorum.
Ben ne yapayım Zeynep? Anlatmak istediğimin tam ter
si olmuştu. Durup dururken, dahası suçluyken, fedakârlık örneği olup çıktım. Sence de fedakârlıkla gösteriş başka şeyler değil mi?
Ah şu ilkokulu bir bitirsem... Babam okuyamadığı için, beni ille de okutmak istiyor. Liseyi bitirdikten sonra beni üniversite öğrenimi için yurt dışına bir yere göndereceğini söylüyor. Bu konuda annemle daha şimdiden tartışıyorlar.
Annem, ben-oğlumun özlemine dayanamam, diyor.
Bilmem, sana da öyle mi geliyor, günler hiç geçmiyor sanki... Bitirme sınavlarına kadar günleri gösteren özel bir takvim yaptım. Pazar günlerini, tatil günlerini filân say
mazsak, pek de bişey kalmadı ama, yine de günler geçmiyor, iyi günler, esenlikler dilerim.
Ahmet TARBAY