• Sonuç bulunamadı

1. İnşa kaideleri iyi bilinmelidir. İnşa, sözün fasîh olması ve doğru şekilde yazılmasıdır126. Sözün fasîh olması icazdan, ıtnabdan, tenafür ve tekrardan sâlim olmasıdır.

Söz, ne maksadın anlaşılmasına mani olacak kadar kısa ne de muhatabı usandıracak kadar uzun olmamalıdır127. Telaffuzu güç ve kulağı tırmalayan söz kullanılmamalı ve tekrar

ifadeden sakınılmalıdır. Fasîh kimsenin sözü selis (akıcı) olmalı, başı ile sonu uyum içinde bulunmalıdır128. Fasîh söz, hale mutabık olursa buna belâgat denilmektedir129.

2. Kâtip olan kimse Arap dilini, terkîb ve îrabı ile bilmelidir. Fiil, fâil, mefʻûl (nesne), muzâf (tamlanan), muzâfu’n-ileyh (tamlayan), sıfat, mevsûf (nitelenmiş), tezkir (eril), teʻnis (dişil) nedir bilmelidir130. Nahiv kurallarını bilmek Türkçe için de gereklidir

126Doğru yazımda birinci husus, kelimeleri hangi harflerle yazılıyorsa o harflerle yazmaktır ki buna “imla”

denilmektedir. Noktalı harfi noktasız ve noktasız harfi noktalı yazmak imla kusurudur. İkinci kural ifadeyi doğru bir tertiple kâğıda aktarmaktır. Örneğin “Arap Hasan” yerine “Hasan Arap”, “Bâb-ı Âli Kapısı” yerine “Bâb-ı Âli” denilemez. Yazır, 1972: 29-30.

127 Fetihnamelerde padişahın kudretini anlatırken düşman askerlerinin ne denli çok olduğunu uzun uzun

anlatarak ıtnabda bulunmak, fetihnamenin şartlarındandır. B. Kütükoğlu, 1988: 173.

128 Fesâhata, lafız ve mana yönünden engel olan başka kusurlar da vardır. Lafzî olanlar şunlardır: 1-

Kelimenin morfolojik yapısı kural dışı olmamalıdır. Arapça şeddeli bir harfi şeddesiz okumak, kelimeden harf çıkarmak veya eklemek hoş sayılmamaktadır. Farsçada canlıya delalet eden kelimelerin olması gerektiği gibi “an” eki yerine cansızlar için kullanılan “ha” eki ile çoğaltılmasıdır. Arapça çoğul olan efkâr, evrak gibi kelimeleri “ler-lar” çoğul eki getirerek yeniden Türkçe çoğul yapmak ve yardımcı fiilleri hatalı kullanmak bu kural dışılıklardan bazılarıdır. 2-Lafzî Taʻkid: Bir ibarede kelimelerin maksadın anlaşılmasını güçleştirecek biçimde dizilmesidir. 3- Kelime veya cümlenin söylenişi kulağı rahatsız etmemelidir. 4-Harf veya hece sayısına bağlı olarak kelimenin uzun olmasıdır. 5-Zaʻf-ı Teʻlif: Cümlenin ögelerinin kurallara aykırı sıralanmasıdır. Örneğin Arapçada önce isim zikredilmeli ona delâlet eden zamir daha sonra gelmelidir. 6- Zincirleme İsim Tamlamaları. Manaya ait kusurlar ise şunlardır: 1- Garâbet: Kimsenin duymadığı, kullanmadığı nadir bilinen kelimeleri kullanmaktır. 2-Manevî Taʻkid: Mecaz, istiare ve kinayenin hatalı kullanılarak sözün anlaşılmaz hale getirilmesidir. Mustafa Çuhadar, “Fesâhat”, DİA, C.12, İstanbul 1995, s.423-424.

129 v. 121a-121b. 130 v. 121b-122a.

yoksa söz güzel olmaz. Bu durum Arap fasîhlerinin sözlerinin, cahil Arabın sözüne nisbeti gibidir131.

3. Vezin ilminin kâtip için ne kadar önemli olduğu “ilm-i evzândan bî-behre (nasipsiz) olmaya” denilerek anlatılmaktadır. Vezin, terim olarak Doğu toplumlarında şiir, müzik, lügat ve sarf ilminde kullanılmakta olup şiirle nesir arasındaki en belirgin farktır. Vezin, şiirde hecelerin veya uzun ve kısa hecelerin belli ölçülerde tekrar edilmesiyle ahengin sağlanmasıdır132.

Müellif, bu temel özellikler dışında kâtiplere ısrarla Arapça zamirlerin duruma göre müfred, tesniye veya cemʻi olması ve kelimelerde müzekker-müennes uyumuna dikkat edilmesini ısrarla hatırlatmaktadır.

“Ser-nâme bir kişiye yazılsa ol vakt ser-nâmenüñ evvelin lafz-ı müfredile ibtidâ ide. Meselâ mektûb bir emîne yazılsa “mefharü’l-ümenâ-i ve’l-mu‘temedîn” diyü yaza. Du‘âsında dahi zamîr-i müfredile dua ide, “dâme ‘izzuhû” gibi, “dâme bekâ‘uhû” gibi. Eger mektûb iki emîne yazılsa tesniye lafzıyile “mefharü’l-ümenâ-i ve’l-mu‘temedîn” diyü yaza. Du‘âsında dahi zamîr-i tesniye ile dua ide, “dâme ‘izzuhumâ” ya “dâme bekâ‘uhûmâ” ve yâhûz “dâme temkînihumâ” diye. Eger (mektûb) üç emîne yâhûz dahi ziyâdeye yazılsa cem‘ lafzıyile “mefâhirü’l-ümenâ-i ve’l-mu‘temedîn”diyü yaza. Du‘âsında dahi hem-çünan zamîr-i cem‘ile getüre “dâme bekâ‘uhum” ya “dâme temkînihum” diyü yaza ve zikr olan mûcebce müfred müzekkerdeki zamîr “dâme ‘izzuhû” ve tesniye müzekkerde “‘izzuhu-mâ” ve cem‘ müzekkerde “‘izzuhum” zamîrleriyile zikr olunubdur133”

“Mü‘ennes zamîri olıcak meselâ bir hâtûn añulıcak “zîdet ‘ızzetuhâ” yâhûz “dâmet ‘ismetuhâ” veya “dâmet selâmetuhâ” diye. İki hâtûn añulıcak “dâmet ‘ızzuhumâ” ve “zalet selâmetuha” diye. Ve üç hâtûn ve yâhûz dahi ziyâde hâtûnlar añulsa zamîr-i cem‘-i mü‘ennes birle “dâmet ‘izzuhünne, zîdet ‘ismetühünne” diye134

“Eger mektûbun-ileyh müfred ise zamîr-i müfredile getürmek “muhibbuhû” gibi “abduhû” gibi. Eger mektûbun-ileyh iki kişi olsa ol vakt zamîr-i tesniye ile yaza, “muhibbuhumâ” ve yâhûz “‘abduhumâ” gibi. Eger mektûbun-ileyh üç kişi olub ya dahi ziyâde olsa ol vakt zamîr-i cem‘ile getüre, “muhibbuhum” gibi “‘abduhum” gibi “‘abdukum” gibi135

131 v.1a.

132 İsmail Durmuş, “Vezin”, DİA, XLIII, İstanbul 2013, s. 77. 133 v. 2a-2b.

134 v. 2b-3a. 135 v. 3b-4a.

“… tahiyyet yirine “harrerehû fülân” diye. Eger mektûb iki kişiden [4b] olsa ol vakt tahiyyet yirine tesniye lafzıyla “harrerehû fülân ve fülân” diye. Eger mektûb üç kişiden olsa ol vakt tahiyyet yirine cem‘ lafziyle “harrerehû fülân ve fülân ve fülân” diye136”

“Mektûb eger hâtûnlardan yazılsa zamîr-i te‘nîsile zikr olına. Meselâ bir hâtûndan yazılsa, tahiyyet yirinde yukaruda zikr olınan gibi mertebesine göre “harrerehâ fülâne” ve yâhûz “mahabbetahâ” ve yâhûz “dâ‘iyyetehâ” diye ve iki hâtûndan yazılsa, tahiyyet yirinde mertebesine göre “harreretâhâ fülâne ve fülâne” diye ve yâhûz “dâ‘iyyetahâ fülâne ve fülâne” diye ve eger mektûb üç hâtûndan yazılsa, tahiyyet yirinde “harrerne fülâne ve fülâne ve fülâne” diye ve yâhûz “dâ‘iyyetahâ fülâne ve fülâne ve fülâne” diye137

“Bu “harrerehû”daki zamîr “muhibbihû”daki “‘abduhû”daki zamîr gibi degüldür. Ol “muhibbuhû”da olan zamîr mektûbun-ileyhiye râci‘dür. Mektûbun-ileyh müsennâ ve mecmû‘ her ne olurısa, ol zamîr dahi eyle olur. Ammâ bu “harrerehû”daki zamîr mektûba râci‘dür. Mektûb hoz müfreddür, bu zamîr dahi müfred olmak gerekdür. Eger mektûbun- minh müsennâ ve mecmû‘ olduğı vakt bunı dahi müsennâ ve mecmû‘ kılmak dilesen, ol zamîr(i) kılmazsın, “‘abduhû”daki gibi belki müsennâ ve mecmû‘ ol fi‘ili kılursın kim ol mektûbun-minhüye ‘âyid olan zamîr anuñ zımnında müstetirdür138”.

“Ve dahi mektûbun-ileyh ednâ mertebede olurısa, mektûbun-minh mektûbun- ileyhiyi mektûbda evvel def‘ada emr-i müfredile hitâb itse, bâkisin dahi âhirine değin müfred lafziyle zikr ide. Ve yâhûz eger cem‘ lafzıyile zikr itdiyise bâkisin dahi cem‘ lafzıyile zikr ide. Meselâ mektûbda evvel def‘a “şöyle idesin” diyü hitâb itse, tâ âhirine degin gelen hitâbı “idesin” lafzıyile diye, “idesiz” dimeye. Ve eger cem‘ lafzıyile dimiş olsa gene hem-çünân mecmû‘ın “idesiz” yâhûz “diyesiz” diye, arada “göresin idesin” dimeye. Zîrâ ba‘zîsın cem‘ ve ba‘zîsın müfred itmek mektûbda ‘ayb olur139

Müellif, bu husustaki ısrarının farkında olarak, sözlerinin ıtnabdan sayılmaması gerektiğini çünkü cahil kâtiplerin mektupta bunları fark etmediklerini belirterek dikkatli olup bu hatalardan sakınsınlar diyerek izah etmektedir140.

Benzer Belgeler