• Sonuç bulunamadı

Jeopolitik Yaklaşıma Karşılaştırmalı Analiz

BÖLÜM 1: HAZAR DENİZİ VE JEOPOLİTİK TEORİLER

1.7. Jeopolitik Yaklaşıma Karşılaştırmalı Analiz

Jeopolitik teoriler içinde Deniz Hâkimiyeti Teorisi, İngiltere–ABD Deniz Güçlerinin Çarpışması, Mahan’ın Deniz Hâkimiyet Teorisi ile değerlendirilmiştir. Alfred Thayer Mahan (1840-1914) ABD’nin İngiltere’ye karşı güçlü bir deniz kuvvetinin kurulmasının ticaretin daha geniş alanlarda yapılabilmesinin ABD’nin önünü açacağını ifade etmiş; başka bir ifadeyle ABD’nin ticari anlamda bir patlama yaşayacağını belirterek, bunun doğal bir sonucu olarak yeni pazarlara ve egemenlik alanlarına sahip olabileceğini vurgulamıştır. Böylece Mahan, deniz filoları sayıca İngiltere’nin oldukça gerisinde kalan ABD’de de Theodore Roosevelt’in ve diğer devlet adamlarının teritoryal ve ticari yayılma için büyük filoların inşası yolundaki siyasi girişimlerinin teorik altyapısını oluşturmuştur. Eserlerinde İngiltere donanmasına sıklıkla atıfta bulunan Mahan,

İngiltere’yi deniz kuvvetleri faaliyetleriyle ticari faaliyetleri birleştiren mutlak etkin bir

güç olarak nitelemiştir. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasını izleyen süreç, Avrasya adı verilen coğrafyanın Dünya tarafından fark edilmesini sağlayınca “jeopolitik” kavramı Rus ve Amerikan karar vericilerinin dış politikadaki davranışlarına yön vermeye ve tekrar XIX. yüzyıldaki çekiciliğine kavuşmaya başlamıştır (Polovinkin, 2014:16).

Jeopolitikçi Mackinder, ABD’nin Rusya’ya karşı güç hakimi olması için Doğu Avrupa ve Sibirya’yı (Çarlık Rusya’sının egemenliğinde olan bölge) merkezi stratejik bölge

olarak adlandırarak, buraya uluslararası politikanın merkez üssü (pivot area yani, mihver bölge) demiştir. Mackinder, (pivot area olarak tanımladığı bu bölgeyi daha sonra heartland (kalpgah) olarak ifade etmiştir. Bu bölge, iç hilal (inner crescent) adını verdiği ve Almanya, Türkiye, Hindistan ve Çin ile ve o da dış hilal (outer crescent) dediği ve

İngiltere, Güney Afrika ve Japonya’nın yer aldığı ikinci bir bölgeyle çevrilidir.

Mackinder, karanın önemi üzerinde dururken, denizleri tamamen dışlamamaktadır. Zira dünya devleti olabilmek için denizlerin ne kadar büyük önem taşıdığı bilinmektedir. Mackinder, XX. yüzyılda “heartland”ın kontrolünü ele geçiren gücün dünya adasını da ele geçireceğini ve bu yolla da deniz gücünü egemenliği altına alacağını ileri sürmektedir. Öte yandan, Kenar Kuşak Teorisini ortaya atarak Mackinder’in “heartland” kavramına tutarlı bir alternatif getiren Nicholas J. Spykman (1893–1943) gibi bazı jeopolitikçiler, “rimland” (kenar-kuşak) kavramı üzerinde durmuşlardır. Bunlar, sanayi ve iletişimin gelişmesiyle Avrasya’yı çevreleyen bölgenin (rimland) stratejik bakımdan “heartland”dan daha önemli olabileceğine dikkat çekmektedirler (Popov, 2003:23).

Irak, Suudi Arabistan, Karadeniz, Türkiye, Ukrayna, Afganistan, Pakistan, Çin’deki “Doğu Türkistan” kalpgahın kenar kuşaklarıdır. Kenar kuşak Balkanlara ve Orta Avrupa’ya kadar da uzatılabilir. Zira bu kenar kuşak ülkeler, kalpgahtaki enerji hammaddelerinin ulaşım hatlarını ve dolum tesislerini üzerlerinde barındırmakta, ya da barındırmaya adaydırlar. Enerji hatlarına ilaveten, enerji havzalarındaki coğrafyada mevcut ülkelerle etnik ve dini yakınlıklar da önemli rol oynayacaktır. Türkiye’nin Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle ve Kafkaslarda özellikle Azerbaycan’la mevcut olan işbirliği, sözü edilen etnik, dini, tarihi alanlardaki yakınlıktan önemli ölçüde beslenmektedir. Yine uzun yıllar Rusya’nın egemenliği altında kalmak suretiyle, önemli ölçüde Sovyet Rusya’nın kültürel asimilasyonuna uğrayan ve daha sonra bağımsızlık elde eden Slav menşeli birçok ülkede, Rusya’nın büyük nüfuz sahibi olduğu bilinmektedir. Ancak, yine de, Basra Körfezi-Hazar Havzası eksenli yeni kalpgahı kontrol altında tutabilmek için bu sayılan kenar kuşak coğrafyasında kontrölü sağlamak önem arz etmektedir. Dünyanın tek küresel gücü ve küresel güç potansiyeli taşıyan ülkeleri politikalarını kalpgah ile kenar kuşak ülkeleri üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Jeopolitik teoriler çerçevesinde Hazar Denizi’nin bulunduğu kıta Avrasya kıtasında eski

yayılmacılık politikalarına karşı olan ülkelerin bütünü olarak tanımlamıştır. Günümüzde Brzezinski’nin Satranç Tahtası eserinde “Avrasya Balkanları” olarak adlandırdığı bölge, zengin enerji kaynaklarıyla dünyanın en önemli alanı olarak kabul görülmekte, bu nedenle de küresel güç mücadelelerinin sürdürüleceği bir satranç tahtasına benzetilmektedir. Rus jeopolitikçisi Dugin’e göre ise, bugünkü Rusya’nın ele aldığı Avrasya Projesi veya Avrasya İmparatorluğu, Atlantikçi İmparatorluğa veya Amerika kontrolüne karşı Hint Okyanusu’na kadar genişlemeyi amaçlayan bir projedir (Abişev, 2004:154).

Amerikan jeopolitikçisi Brzezinski’ye göre, Avrasya Balkanlarının konumu jeopolitik olarak da önemlidir. Bir ayağı Avrasya’nın en zengin ve en çok sanayileşmiş Batı ucunda bir ayağı Doğu ucunda olduğundan, ister istemez oluşmakta olan ulaşım ağının üstünde durmaktadır. Üstelik bölge, güvenlik ve tarihi hırslar açısından en yakın ve en güçlü üç komşu Rusya, Türkiye ve İran için de önemlidir. Çin’in de bölgeye olan siyasi ilgisi gittikçe artmaktadır. Ama Avrasya Balkanlarının ekonomik potansiyel olarak bütün bunlardan daha da önemli bir yeri vardır. Avrasya Balkanları’nın enerji kaynaklarının çıkarılmasında büyük güçler pay sahibi olmayı hedeflemektedirler. Bu bölgedeki enerji kaynakları üzerinde pay sahibi olan büyük güçler ise mevcut olan paylarını artırmayı hedeflemektedirler. Ayrıca çıkartılan kaynakların (doğalgaz ve petrolün) hangi güzergâhlardan dünya piyasalarına sunulacağı konusunda mücadele mevcuttur (Azamatov, 2011:83).

Rus jeopolitikçisi Dugin’e göre Rusya, Avrasyalı bir ülkedir; Heartland topraklarını içine alan Rusya’nın derin kimliği çok açıktır: Rusya ya büyük Avrasyacı kıtasal imparatorluk olacak, ya da hiç var olmayacaktır. Dugin’e göre bugün Avrasya tek kutuplu bir dünyanın, yani doğrudan Amerikan kontrolündeki ve Anglo-Sakson siyasi, iktisadi ve dini değerlerinin hâkimiyetindeki küresel Atlantikçi İmparatorluğun kuruluşunun eşiğinde bulunmaktadır. Burada yenidünya düzeninin kurbanları olarak, ABD ve onun NATO müttefiklerinin yayılmacılık politikasına karşı olan ülkelere işaret edilmektedir. Dugin’in Avrasya Projesi’ndeki Rusya’dan Batı’ya doğru olan Moskova-Berlin ekseni Avrasya İmparatorluğu’nun ilk eksenini oluşturmaktadır. İkinci yön veya eksen ise Doğu’ya doğru, Rusya-Japonya yani, Moskova-Tokyo eksenidir. Üçüncü yön veya eksen ise Moskova-Tahran eksenidir. Bu eksenle Rusya İran üzerinden sıcak

denizlere kavuşabilmektedir. Yani Avrasya Projesi veya Avrasya İmparatorluğu, bu üç ana eksenden Hint Okyanusu’na kadar genişlemeyi amaçlayan bir projedir (Sultanov, 2013:64).

Karşılarında en büyük engel olarak ABD’yi gören Avrasyacılar, Rusya için üç önemli müttefik öngörüyorlardı. Bunlar; Avrupa’nın ortasındaki Almanya, Doğu’da Japonya ve Güney’de ise İran’dır. Rusya’yı çevreleyen ve çoğunluğu eski Sovyet topraklarında ortaya çıkan “Yakın Çevre” ülkeleri ile ekonomik-sosyolojik ve siyasi ilişkiler mutlaka geliştirilmelidir. Devlet Başkanı olmasıyla birlikte Rusya’ya yeni bir çeki düzen vermeye çalışan Vladimir Putin’in etkilendiği düşünce Avrasya yaklaşımı doğrultusunda olmuştur. Çin konusunda ise Dugin’e göre, Çin’le ittifak, Çin’in Orta Asya’ya nüfuz etmesine ve Japonya’nın da Rusya’dan uzaklaşmasına neden olabilir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle eski jeopolitik görüşlere yenileri eklenip dünyada yeni dengeler oluşurken, Dünya adasının merkez bölgesi hala Hazar havzasına yakın coğrafyalardır (Sultanov, 2013:31).

Kısacası, Brzezinski’nin Avrasya Balkanları olarak adlandırdığı yeni eksen, jeopolitik özellikleri yanında yeraltı zenginlikleri ve enerji kaynaklarıyla dünyanın en önemli bölgesi olarak görülmektedir. Bu küresel rekabetin önemli aktörü ABD; kendi stratejilerini, geleneğini izlediği Anglo-Sakson jeopolitik algılamasının, Avrasya üzerinden Kara hâkimiyet (Heartland) teorisiyle desteklenmesi üzerine kurmuş görünmektedir. Bu bakış açısıyla ABD’nin, Afganistan ve Irak’a yaptığı askeri müdahaleleri ile Karadeniz, Hazar Bölgesi ve Orta Asya’ya yönelik politikaları, Brzezinski’nin öngördüğü ABD Avrasyacılığı’nı gerçekleştirme adımları olarak görülebilir. Rus jeopolitikçileri ise SSCB sonrası Avrasya’daki yeni tablonun, karşı konulmaması durumunda, küresel Atlantikçi İmparatorluğun Avrasya’daki muhtemel hâkimiyeti, ‘denizlerin küresel zaferi ve karanın mağlubiyeti’ olarak sonuçlanacağını ifade etmektedirler. Dugin, stratejik olarak ABD’yi kıtadan (Avrasya’dan) uzaklaştırabilmek için şunu önermektedir: ‘Batı karşıtı bir ittifakın kurulması.’ Düşünürün “Pax Eurasiatica” (Avrasya Projesi) olarak adlandırdığı bu ittifakın nihai amacı, ‘Avrasyalı jeopolitik ve jeoekonomik içerikli örgütlerin jeo-stratejik birliğini sağlamak’ olarak tanımlanmıştır. Bu ittifak; Rusya, Japonya, Almanya ve İran arasında ve Batının reddi gibi ortak bir payda üzerine dayandırılmalıdır (Mikail, 2008:103).