• Sonuç bulunamadı

17 YÜZYIL OSMANLI-FRANSA İLİŞKİLERİ 2.1 17 Yüzyıl Siyasi İlişkiler

2.2. Osmanlı Ülkesinde Fransız Elçiler

2.2.6. Jean de la Haye (1639-1665)

Sultan İbrahim'in (1640) tahta cülusuna denk gelen elçinin ilk yılları sakin geçmiş ve 1640 yılında diğer ecnebi devlet elçileri gibi Fransız elçisi Jean de la Haye de var olan eski ahidnamelerin onaylanmasını sağlamıştır. De la Haye’nin gerek kendinden önce gerek kendisi zamanında yaşanan olaylar, Fransız elçilerine karşı bakışı değiştirmiştir. Özellikle Osmanlı tebaası Hristiyanları Katolik yapmak amacıyla entrika ve casuslukla uğraşmaları ve Osmanlı Devleti’nin çıktığı Girit Seferi’nde Fransa’nın takındığı tutum iki devlet arasındaki ilişkilerin oldukça gerilemesine neden olmuştur.

Fransa’nın Girit Seferi esnasındaki tutumlarına değinmeden önce, Osmanlıyı Girit fethine götüren gerekçelere kısaca yer vermek konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Rodos, Kıbrıs ve Girit adaları, Osmanlının iaşesini sağlayan ve hazinesini dolduran Mısır ve Suriye eyaletlerine olan bağlantıları nedeniyle önemliydi, fakat bu adaların Rodos şövalyelerinin üsleri haline gelmesi İstanbul ve İskenderiye deniz yolunu tehdit ediyordu130. İlk olarak 1522 yılında Rodos’u daha sonra 1571 yılında Kıbrıs’ı alan Osmanlı Devleti’nin, Doğu Akdeniz’de egemenliğini sağlamak için Girit adasını

128 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. 3/2, s. 207-208. 129 F. Bilici, XIV. Louis ve İstanbul’u Fetih…, s. 68.

45 fethetmesi son derece önemliydi. Diğer taraftan, 1204 yılından beri Venedikliler’in elinde bulunan Girit adası, 17. yüzyılda Venedik’in elinde kalan en büyük Akdeniz adasıydı. Bu sebeple Venedik, Girit adasını kaybetmemek için Osmanlılarla dostça geçinme ve onlar aleyhinde ittifaklarda bulunmama politikasını izlemiştir131. Buna

rağmen adanın fethedileceği haberlerini alan Venedikliler, adanın tahkimine başlamışlar ve korsanlık faaliyetlerine destek vermişlerdir. Venedikli yetkililerinin Malta korsanlarını desteklemesi, Mısır ulaşımının aksamasına ve hem ticaret gemilerine hem de Hacca giden yolcuları taşıyan gemilere zarar vermeye başlamıştır.

1644 yılında Kızlar ağası Sünbül Ağa azlolunarak, deniz yoluyla Mısır’a gitmesi emredilmiştir. Bindiği kalyonda Mekke kadılığına tayin edilen Bursalı Mehmed Efendi ve hacca giden bazı yolcularla beraber toplam altı yüz kişi vardı. Kalyonun geleceğini haber alan Malta adasındaki altı korsan gemisi Girit’e gidip kalyonun boğazdan çıkmasını beklemeye başlamışlar ve kalyonun gelmesiyle korsanlar saldırıya geçmişlerdir. Korsanlar saldırdıkları kalyondan altmış kişi hariç geriye kalan herkesi öldürmüş ve kadı Mehmet Efendi ile sağ kalanları esir almışlardır. Malta korsanları gemiyi yedeğe alarak elde ettikleri eşyanın bir kısmını Girit valisine vermişlerdir132. Bu

olayın İstanbul’da duyulmasıyla, Osmanlı Devleti 1645 yılında Girit Seferi’ne çıkmıştır. 1645-46 yıllarında adanın büyük bir kısmı alınmış, fakat adanın tamamının fethedilmesi 1669 yılına kadar sürmüştür. Özellikle Kandiye adasının kuşatması yirmi yıldan fazla sürmüştür. Osmanlı Devleti Kandiye muhasarasına hazırlandığı bir zamanda yeni asker almak üzere Girit’ten Mora’ya gitmek isteyen Musa Paşa, Romania Napolisi limanının Venedikliler tarafından abluka altına alındığını görmüştür. Abluka yüzünden Osmanlı kadırgalarının zor durumda olduğu haberinin İstanbul’a ulaşması üzerine sadrazam ve şeyhülislâm, Osmanlı Devleti ile yabancı devletler arasındaki muahedelere ve barış durumuna bakılmaksızın, Osmanlı limanlarında bulunan bütün Hristiyan devletlerinin donanmalarının zapt edilmesine karar vermiştir. Bu durum bütün limanlara ve konsoloslara fermanlarla bildirilmiştir. İstanbul'da bütün yabancı gemiler, hatta Osmanlı Devleti ile Venedik arasında arabuluculuk yapmaya çalışan Fransa'nın gemileri de zapt olunmuştur. İzmir'de bulunan ecnebi gemilerinin hepsi kaçıp kurtulurken Osmanlı

131 Ayşe Pul, “Osmanlı-Fransız Diplomasisinin İki Mühim Evresi: Girit ve Mısır Seferleri”, OTAM, S.

22, 2007, s.161.

46 Devleti tarafından Sakız’da el konulan gemiler Anadolu askerinin naklinde görevlendirilmiştir133.

Bu süre zarfında Girit’in ticari faaliyetleri çok zayıflamış ve ada eski zenginliğini kaybetmeye başlamıştır. Venedikliler bir yandan Girit’te faaliyette bulunurken diğer taraftan 1648 yılında 80 parçalık donanması ile Çanakkale Boğazı’nı abluka altına alarak Girit’e gidecek olan donanmaya ve İstanbul’a gelecek iaşeye mani olmaya çalışmışlardır. Devam eden abluka meselesi Girit seferinin uzamasına neden olmuştur. Bunun dışında, Kıbrıs fethinde de olduğu gibi Osmanlı Devleti sadece Venediklilerle değil, ona yardım eden Fransa başta olmak üzere Malta, İspanya ve Papa’nın müşterek kuvvetleriyle de savaşmak zorunda kalmıştır. Bu devletlerin Venedik’e yaptığı yardımlar savaşı sonuçlandıracak nitelikte olmamakla birlikte hem savaşın uzamasına hem de onların Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin bozulmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin tamamen kesilmesini göze alamayan Fransa buna rağmen Venedikliler’in Fransa’dan asker toplamalarına izin vermiş ve 12 harp gemisini de Girit’e göndermiştir. Hatta daha sonra çok sayıda Fransız asilzadesi Venediklilerin yanında Girit müdafaasında yer almıştır. Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazamlığı döneminde (1656-1661) Venedik ablukası kaldırılmış ve bu olay Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam olarak kazandığı ilk başarı olmuştur.

Osmanlı Devleti Girit seferini sürdürürken, Avrupa’da Papa, Venedik ve Fransa arasında Türkleri sadece Kandiye’den değil, Girit’ten tamamen çıkarmak hususunda müzakere yapılıyordu. Venedik Cumhuriyeti’nin Fransa’ya çok yüksek düzeyde elçi olan Giovanni Batista Nani’yi göndermesi ile hazırlıklar daha da yoğunluk kazanmış ve Mazarin ve XIV. Louis Toulon’daki donanmayı bizzat ziyaret etmiştir. Girit’te Osmanlılara karşı savaşacak olan bu donanmanın Fransa değil, Papa tarafından hazırlatıldığının söylenmesine karar vermişlerdir ve bu donanma Nisan 1660 yılında Girit’te Venedik komutanı ile bir araya gelmiştir. Kandiye önlerine gelen altmış kadar küffar gemisine ek olarak Fransa, Malta ve Papa gemilerinden oluşan otuz gemi daha buna katılır ve geminin içindekiler Kandiye kalesine girer. Daha sonra Müslümanlara saldırı başlar ve ilk başarılarını elde ederler, fakat gemilerine isabet eden top atışları sonucu kaptanları ölmüş ve gemileri yanmıştır134. Ardından Fransız ordusu

133 Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, C. 10, s. 89-90.

47 Osmanlıların Kandiye kalesi önünde inşa ettiği “Yeni Kandiye” olarak bilinen tabyanın önünde yenilgiye uğramıştır. Buna rağmen Papa IX. Clément Türkler'i Girit’ten atmak için tüm Hristiyan dünyasına sürekli yardım çağrısı yapıyordu. XIV. Louis bu çağrıya 7.000 civarından asker, küçüklü büyüklü 30’a yakın gemi, yeterli miktarda barut, bomba ve yiyecek, 840 top ve 1.400 çadırı Kandiye’ye göndererek cevap vermiştir. Fransız donanmasına Papalık, Malta ve Venedik gemileri de eşlik etmiş ve Osmanlı Devleti’nin tepkisini çekmek istemeyen Fransız güçleri Papalık bandırası altında savaşmıştır. Fakat beklenilen sonuç elde edilememiş ve yapılan savaşta Fransız kuvvetlerinin yarısı ölmüştür. Venedikliler’in de dayanacak gücü kalmadığı için Kandiye teslim olmuştur135. Yeterince yardımla desteklenemeyen Venedik 28 Ağustos

1669 yılında barış istemek zorunda kalmış ve böylece adanın fethi Osmanlı Devleti tarafından tamamlanmıştır.

Osmanlılar tarafından “Kadim Dost” olarak nitelendirilen Fransa’nın Girit seferinde Osmanlı aleyhine bir tavır sergileyerek, Venedik’in yaptığı yardım çağrısına müsbet cevap vermesi Osmanlı merkezi hükümeti tarafından bilinmekteydi. Venedik’e askeri yardımla kalmayan ve devam eden Girit savaşı esnasında Osmanlı mallarını taşıyan Fransız gemileri Venedik ile Malta korsanlarına teslim olmuş ve Osmanlı Devleti de bu olaya Fransız gemilerine el koyarak karşılık vermiştir136. Güney Fransa gemi sahiplerinin ticari mallar dışında diğer bir gelir kaynağı gemilerinin Osmanlı tacirleri tarafından imparatorluk limanları arasındaki kıyı ticaretinde kullanılmasıydı. Buna caravane yani “gemi kervanı” deniliyordu. Maltalı korsanların yağmaları ve verdiği zararlar nedeniyle Müslüman tacirler mallarını Osmanlı gemi taşımacıları yerine Osmanlı tebaası Hristiyan taşımacıların gemilerinde taşımayı tercih ediyorlardı. Bunun yanında Cezayir, Tunus ve Trablusgarp “dayılık”ları ellerindeki bütün gemileri korsanlık faaliyetinde kullandıkları için ticaret ve hacıların taşınmasında Fransız ve İngiliz gemilerini tutuyorlardı. Bu bölgelere hâkim olan zümreler Osmanlı padişahına bağlı olmakla birlikte, yerel hükümetleri ile özel antlaşma yapmayan tüm ülkelerin gemilerine saldırıyorlardı. Bu sebeple onlarla anlaşma yapan ve taşımacılık fiyatı daha uygun olan Fransa, İngiltere ve Hollanda gemileri tercih ediliyordu. Bu ülkelerin, Cezayir, Tunus ve Trablusgarp yönetimleriyle daha iyi ilişki içinde olmalarının yanı sıra, gemileri de Osmanlı gemilerine göre daha hızlı ve ekonomikti. İmparatorluğun

135 F. Bilici, XIV. Louis ve İstanbul’u Fetih…, s. 27-28, 32.

48 dâhili kıyı ticaretinde bu şekilde Avrupalı gemilerin kullanılması yerli gemi işletmecilerini zarara sokuyordu137.

Girit seferiyle beraber bozulan Osmanlı-Fransa ilişkileri seferin sonuna kadar düzelmemiştir. Özellikle Köprülü Mehmed Paşa zamanında kopma noktasına gelmesi Fransız elçisi Jean de La Haye’yi zor durumda bırakmıştır. Elçinin 1659 yılında Venedikliler lehine casusluk ettiğinin tespit edilmesiyle durumu tamamen kötüleşmiştir. Hammer olayı şu şekilde anlatır; Fransa elçisi de La Haye, hükümetin başında ancak bir an kalıp hemen değişen sadrazamların süratle değişen akıbetlerine bakarak, Köprülü'nün de selefleri gibi olacağını tahmin edip, sadrazamların memuriyetlerinin başlangıcında sefirler tarafından verdikleri hediyeleri takdimde gecikir. Daha sonra, hesabında yanıldığının ve sadrazamın uzun süre kalacağını anlaması üzerine, sadrazamın öfkesini çekmemek için hediyeleri ulaştırır. Fakat artık bunun için geç kalmıştır ve sadrazamın tepkisini çekmiştir. Öfkesini ortaya çıkarmak için uygun bir fırsatı kollayan sadrazam bunu bulmakta gecikmemiştir. Kandiye'deki Venedik askeri başkumandanının Fransız sefirine ve Venedikli kâtip Ballarino'ya hitaben yazılmış şifreli mektuplar vermiş bulunduğu Vertaman adında biri, taşıdığı mektuplardan sadaret kaymakamına haber verdi. Fransız sefaret kâtibi, Venedikli bir tercümanın şifreli bir muhabere anahtarını vermemiş olduğu için işkenceye konulduğunu hatırlayarak hayatından endişeye düştüğü için, Monsieur de La Haye'den saklanması için müsaade istedi. Monsieur de La Haye Edirne'ye davet edildi138. Hammer olayın seyrini bu şekilde aktarırken Uzunçarşılı biraz

daha farklı anlatmıştır. Olay Uzunçarşılı’nın eserinde şu şekilde seyreder; Vertaman adında Türkiye’ye seyahat etmek isteyen denizci bir Fransız subayı –kendisi sonradan İslamiyet’i kabul etmiş ve Osmanlı donanmasında kaptanlık yapmıştır- Venedik amiralinin İstanbul’da Fransız elçisine verilmek üzere kendisine bir zarf içinde tevdi ettiği mektupları elçiye götürmeyerek İstanbul kaymakamına teslim etmiştir. O sırada padişah ve vezir-i azam Edirne’de bulundukları için İstanbul kaymakamı bunları Edirne’ye göndermiş, bunun üzerine Fransız elçisi Dö Lahey Edirne’ye davet

137 Suraiya Faroqhi, Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya, çev. Ayşe Berktay, İstanbul 2010, s.

615-616; Suraiya Faroqhi , “Ticaret: Bölgesel, Bölgelerarası ve Uluslararası”, İnalcık, Halil, Quataert, Donald (ed.) Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi (1300-1600), Cilt I, çev. Halil Berktay, İstanbul 2000, s.207.

49 edilmiştir139. Hammer vezirin bu şekilde davranmasının nedenini hediyelere bağlarken,

Uzunçarşılı casusluk nedeniyle bu şekilde muamele gördüğünü söyler.

Olayın akabinde casusluk ettiğine dair hakkında malumat almak için çağrılan elçi hastalığını öne sürerek yerine oğlu Denis de Lahey’i göndermiştir. Denis de Lahey, sorulara sert bir şekilde yanıt verdiği ve şifreli mektupların içeriği hakkında malumat vermediği gerekçesiyle vezir-i azam tarafından tutuklanmıştır. Bunun üzerine Edirne’ye gelen Fransız elçisi Dö la Haye de şifreli mektupların içeriği hakkında bilgi vermediği için sert muameleyle karşılaştı.

Bu hadisenin Fransa’da duyulması üzerine XIV. Louis, Berlin sarayındaki sefiri Blondel’i de La Haye'nin olayı hakkında tahkikat yapmak ve hükümetten tarziye istemek için İstanbul’a gönderdi. Köprülü, Blondel’in daimi elçi olarak gelmediği ve ancak daimi surette gelen elçilerin padişahın huzuruna çıkabilme hakkına sahip olduğunu öne sürerek Blondel ile kendisi görüştü. Blondel’i bir sofa üzerinde iken kabul eden sadrazam, onu arkasız bir iskemleye oturttu. Görüşmeyi, Dö Lahey’in ihanetinden ve Osmanlı Devleti’nin düşmanlarıyla iş birliği yapmasından şikâyet ederek başlattı. Blondel sadrazamın bu şekilde davranışları karşısında XIV. Louis'nin, sefirine yapılmış olan tahkirin tarziyesi olarak sadrazamın azlini talep eden, Padişah’a hitaben yazmış olduğu mektubu Köprülü'ye veremedi. Bu mektubu Sultan Mehmed'e takdim etmek gibi tehlikeli bir vazifeyi üzerine alabilecek kimse de bulamadı. Bun rağmen Blondel, Dö La Haye ile oğlunun bırakılması ve İstanbul'dan gitmelerine izin verilmesini sağlamıştır140.

Fakat padişah adına Mısır’dan hareket eden ve çeşitli eşya yüklü bir Fransız gemisine Malta şövalyeleri tarafından el konulması üzerine ikinci kez hapse atılan elçi ve oğlu ancak 1660 yılında Fransa’ya dönebildi.

Bu olayın yaşanmasıyla 1658’den itibaren yedi yıl boyunca Osmanlı-Fransız ilişkileri fiili olarak kesildi. Daha Jean de la Haye hapiste iken, yerine gönderilen önce maslahatgüzar ve askeri mühendis Nicolas-François Blondel, daha sonra da tüccar Jean François Roboli (1660-1665) iki devlet arasındaki ilişkilerin düzelmesine fazla yardımcı olamadılar141. Jean de la Haye’nin maruz kaldığı durumun telafisini isteyen Fransa kralı,

elçinin oğlu Jean Denis de Lahey’in elçi olarak kabul edilmesini istemiştir. Osmanlı

139 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. 3/2, s. 208-209. 140 Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, C. 11, s. 38-39. 141 F. Bilici, XIV. Louis ve İstanbul’u Fetih…, s. 25.

50 Devleti’nin bunu kabul etmesi üzerine 1665 yılında Denis de Lahey elçi olarak İstanbul’a gelmiştir.

Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde ikâmet eden Hristiyan hükümetlerin mukim elçilerinin ikametgâhları Elçi Hanı’ndan Galata ve Beyoğlu'na taşındı. Elçi Hanı da vergi veren Boğdan, Eflâk, Transilvanya, Raguza hükümetlerinin maslahatgüzarlarına tahsis olundu. Sultan İbrahim’in bu kararı, daima Hristiyanları savunan, onların lehine taraf tutan ve bu uğurda kendi nüfuzlarını dahi tehlikeye atan müftü ve sadrazamın azledilmiş olmalarından sonra alması önemlidir142. Bu olay Osmanlı Devleti’nde

bulunan elçilerin kıymetlerindeki değişimin bir nevi ifadesidir. Çünkü Osmanlı hükümeti, elçilerin sadece görevlerini iktifa etmekle gelmediklerini, bunun yanında hem kendi çıkarlarını hem de bağlı olduğu ülkenin çıkarları uğruna casusluk faaliyetlerinde bulunduklarını bilmektedir. Elçilerin bu gibi işlerle uğraşması onların Osmanlı Devleti’nin hışmına uğramasına ve esas yükümlülükleri olan tebaalarını koruma ve onların haklarını savunmada yeterli başarıyı gösterememelerine neden olmuştur.