• Sonuç bulunamadı

3.2. Dünya Ülkelerinde Kurumsal Yönetim Uygulamaları

3.2.3. Japonya ve Kurumsal Yönetim Uygulamaları

Japonya’daki kurumsal yönetim sistemi, krizlere ya da değişikliklere cevap olarak yüzyıllardır gelişmektedir. İlk en iyi bilinen değişiklik, 1930'daki ikinci dünya savaşında meydana gelmiştir. Savaş öncesinde kurumsal yönetim ile ilgili farklı kalıplar söz konusu idi. Bunlar; işletmenin devlet mülkiyetinde olması, şirketlerde sınırlı ortaklık yapısı gibi olgulardı. Japonya, ikinci dünya savaşından sonra ekonomisini yeniden inşa etti ve benzersiz bir kurumsal yönetim yapısı geliştirmiştir. Bu bağlamda, Japonya kurumsal yönetim modeli, Alman ve ABD modelinden oldukça farklı idi ve bu model 1980'lerde Japonya'yı dünya ekonomisinde ikinci en büyük ekonomi olmasını sağlamıştır. Japonya'daki kurumsal yönetim modeli 1980'lerde ihtiyaçlara cevap veren bir model olmasına rağmen, 1990'ların başında modelle ilgili sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Dolayısıyla ikinci en büyük değişiklik ise, 1990'larda meydana gelmiştir. Küreselleşmeden kaynaklanan ekonomik kriz, Japonya'daki kurumsal yönetim modelinin evrimini etkilemiştir. O dönemlerde Japonya'daki kurumsal yönetim anlayışı, küresel rekabet karşısında zayıf kalmıştır. Bazı gözlemciler, Japonya'nın kendine has olan kurumsal yönetim anlayışını bırakması

150 151

Dilek COŞKUN ERDOĞAN Bist 100 Üzerine Bir Araştırma • III. Bölüm

gerektiğini ve kurumsal yönetim anlayışlarının daha uluslararası özelliklere sahip olması gerektiğini belirtmişlerdir (Yao, 2009: 167). Bu bağlamda Japonya, 1990'ların başından itibaren yavaş fakat büyük ölçüde kurumsal yönetim sistemini değiştirmeye başlamıştır. En fazla değişen ana unsurlar; şirket üst yönetimi, emek-yönetim ilişkileri, hissedarlar, banka sistemi, sermaye piyasaları, dış denetçiler ve hükümet politikası şeklindedir (Patrick, 2004: 13).

Japon kültüründe ailenin ve birlikte karar almanın etkisi çok büyüktür. Aile gelenekleri aynı zamanda Japon kurumsal yönetim kültürünün temellerini oluşturmaktadır. Japonya’daki aile bağları, Latin ülkelerdeki kan bağıyla geçen aile bağlarından çok daha geniş bir anlam taşımaktadır (Weimer and Pape, 1999: 160).

Japonya’da “Keiretsu” adıyla anılan ve şirketler arası güçlü bir şebeke organizasyonu şekilde uygulanan model çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Hatta Japonya’nın en büyük 200 firmasının yarısı bu şekilde örgütlenmiştir. Bu şirketler, aynı isim kullanarak hem finans, hem ticaret hem de endüstriyel üretim yapmakta ve aynı marka ve logo ile yollarına devam etmektedirler. Keiretsu’lar hem farklı alanlara yönelmiş, hem de dikey olarak bütünleşmiş işletmelerdir. Bu şirketlerin bir kısmı savaş öncesi aile işletmesi şeklinde kurulmuşken, diğer bir kısmı da Amerika’nın işgalinden sonra ortaya çıkmıştır. (Weimer and Pape, 1999: 160). 1950 sonrası oluşturulan Keiretsu’lar büyük bankaların desteğiyle oluşturulmuş işletmelerdir. Böylelikle hem üretim hem de finansal piyasada işlem yapan bir yapıları vardır. Bunlar, aynı zamanda, finansal piyasa dışında faaliyet gösteren firmalara hem borç, hem de öz sermaye yatırımı yapmaktadır. Bu durumun bir sonucu olarak, bankanın üst düzey yöneticileri aynı zamanda da diğer firmalarda kilit pozisyonlar üstlenmektedir.

Böylelikle, endüstriyle üretim yapan işletmeler, bankaların etrafında şekillenmekte ve uzun vadeli yapılar şeklinde örgütlenmektedir (Moerland, 1995: 21).

Japonya’daki yönetim kurulu yapısı oldukça karmaşıktır. Bu kurul, icracı yöneticilerden oluşan bir kurul, temsilci yöneticilerden oluşan bir kurul ve denetçiler kurulundan oluşmaktadır. Tüm bu kurullara karşın Japon şirketlerinde informal bir yönetim kurulu alt yapısı oluşturulmaktadır. Bu durum, hem içerdeki hem de dışardaki yöneticileri kapsamaktadır ki Anglo-Sakson modele çok benzer bir yapıdadır. Tıpkı Anglo- Sakson modelinde olduğu gibi yönetim kurulu, tüm pay sahiplerinin yaptığı bir seçimle seçilmekte ve görevden alınmaktadır (Weimer and Pape, 1999: 160). Ortaklık yapısı yıllar öncesine göre büyük ölçüde farklılık göstermektedir. En dramatik değişiklik ise, ticari bankaların azalan payı, hayat sigortası sahipliği, yabancı yatırımcıların yükselişi ve bankalara olan güvendir (Patrick, 2004: 16).

Japonya’da 1998 yılında Sony, Fuji, Xerox, Sumitomo Life gibi firmalar yönetim yapılarında değişiklik yapmaya başlamıştır. Söz konusu değişiklikler; yönetim kurulu üye sayısının azaltılması, bağımsız yöneticilerin atanması, aday gösterme ve ücretlendirme komitelerinin oluşturulması şeklindedir. 1999 yılında ise, Tokyo Borsası kurumsal yönetim ilkeleri için politika çalışmaları yapmaya başlamıştır. Japon İktisadi Organizasyonlar Federasyonu (Japan Federation o Economic Organizations) adında kurumsal yönetim ilkeleri ile ilgili bir komisyon oluşturulmuş ve sigorta şirketleri, emeklilik fonları gibi kurumsal yatırımcılar yıllık genel kurul toplantılarında oy haklarını aftif şekilde kullanır hale gelmişlerdir (Varış vd., 2001: 70). Bunun yanı sıra, Japonya’daki kurumsal yönetim anlayışında bağımsız yönetim kurulu üyesi tanımı yapılmamıştır. Bu tanımın yerine, herhangi

152 153

Dilek COŞKUN ERDOĞAN Bist 100 Üzerine Bir Araştırma • III. Bölüm

bir bağımsız yönetim kurulu üyesinin bağımsızlığına engel olan unsurlardan bahsedilmiştir. Dolayısıyla, yönetim kurulu üyelerinin sahip olması gereken özellikler üzerinde durulmuştur. Söz konusu özellikler; üyelerin donanımlı, deneyimli ve düzgün karakterde olmasıdır (Darman, 2005: 2).

Japonya'daki şirketler için sahiplik ve kontrol yapısı durumu oldukça uç noktalardadır. Genellikle, yönetim kontrolleri ve hissedarlık pasif ve dağınıktır. Şirket kurucuları ve aileler tarafından kontrol edilen bazı genç şirketler vardır (Patrick, 2004: 7).

Son yıllarda tipik Japon firmaları pek çok değişiklik geçirmesine rağmen, bazı temel yönleri hala devam etmekte ve bazı yabancı firmalar ile aralarında tezat söz konusudur. Özellikle Amerikan firmaları ile. Amerikan (Anglo-Sakson) model ile Japon modeli (Japon-Alman modeli) kurulduğunda, özellikle Japon modelinin daha kolay anlaşılabildiği görülmektedir (Okabe, 2010: 4):

Anglo-Sakson modelinin aksine, Japonya Kurumsal yönetim modeli, dili İngilizce olmayan OECD ülkelerinde oldukça yaygındır. Bu modelin en önemli özelliği, sermaye piyasasındaki yabancılar tarafından izlenmediği ancak, bazı zamanlar alacaklı bazı zamanlar kreditör olan bankalar tarafından izlendiğidir. Bu teoride üç güçlü yan bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, modelin uzun dönem yönetim anlayışının olmasıdır. Çünkü yöneticiler genellikle aynı şirkette uzun dönem çalışmaktadırlar ve bu durum gelecek dönemde yöneticilerin çıkarlarını göstermektedir. İkincisi, küçük işlem maliyetleridir. Üçüncüsü ise, şirketlerin esnek bir yapılanmalarının olduğudur. Çünkü, çeşitli paydaşların yatırımları kolayca hesaba alınabilir olmasıdır (Okabe, 2010: 5).

Japonya'da kurumsal yönetim, iki temel ayırt edici özelliğe sahiptir. Bunlardan birincisi, bir bankanın müşteri işletme üzerinde izleme ve disipline etme gibi bir rolü bulunmaktadır. Sermayedarlar genellikle bankalar, şirketler ya da banka dışı şirketler oldukları için pay sahiplerinin şirketler üzerinde çok fazla kurumsal etkisi oluşmamıştır. (Okabe, 2009: 8).