• Sonuç bulunamadı

İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ’NİN TEMEL POLİTİKASI

1- İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Merkeziyetçilik Politikası

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı aydınları arasında çokça tartışılan Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının nasıl önlenebileceği hakkındaki soruna çözüm bulmayı amaçlayan Jön Türk hareketinin içinden çıktı. Bu nedenle, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra ülke yönetiminde en önemli söz sahibi konumuna gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ülkedeki sorunlar hakkında bulduğu çözüm yolları, Jön Türkler tarafından geliştirilen düşüncelerden etkilendi.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, Jön Türk hareketi içindeki “merkeziyetçi” ve “Osmanlıcı” akımın siyasal düşüncelerinden etkilenmiş ve bu düşünceleri, II. Meşrutiyet döneminde uygulamaya çalışmıştır. İttihatçılar, çok farklı etnik gruplardan oluşan ve çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan imparatorluğun meşrutiyet yönetimine geçilmesi ile dağılmasının önlenebileceğini düşünüyorlardı. Ayrıca, idari yönden merkezileşmiş bir meşrutiyet yönetimi altında, ulusal kimliklerin üstünde bir “Osmanlı” kimliği yaratılmasını ve tüm vatandaşların aynı hak ve görevlere sahip olmasını istemekteydiler.

II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin izlemiş olduğu politikaların yönetsel alandaki en önemli ilkesi, “merkeziyetçilik” ilkesi idi. İttihatçılar, imparatorluğun dağılma sürecinin önlenmesi için merkezi yönetime eski gücünün kazandırılması gerektiğine inanıyorlardı. Ayrıca İttihatçılar, Jön Türk hareketi içindeki en büyük rakipleri olan Prens Sabahattin grubunun “adem-i merkeziyet” ilkesine karşı çıkıyorlar ve bu politikanın ülkeyi parçalanmaya götüreceğine inanıyorlardı1. Ünlü İttihatçılardan Hüseyin Cahit’e göre adem-i merkeziyet, “… Midilli’nin, Sakız’ın ve sair

adaların hep birer Girit olması, hep Yunan aguşuna atılması için birer hazırlık”

1 Muhittin Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene, (Haz. Zeki Arıkan), I, Kitap yay., İstanbul, 2006,

demekti2. Adem-i merkeziyet kavramına karşı çıkan İttihat ve Terakki Cemiyeti, yönetsel alanda “tevsi-i mezuniyet” ilkesini savunmaktaydı. Cemiyetin 1908 ve 1909 yıllarına ait siyasal programlarında tevsi-i mezuniyet ilkesinin tam olarak uygulanması için kanunların çıkarılacağı duyurulmaktaydı3. Taşnaksutyun Fırkası’nın programını değerlendirdiği yazısında Hüseyin Cahit, vatanın menfaatlerine aykırı gördükleri adem-i merkeziyet ilkesine karşı çıkmaya devam edeceklerini açıklamaktaydı4. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tevsi-i mezuniyet taraftarı olduğunu belirten Hüseyin Cahit’e göre bu ilke ile “Taşralarda ufacık bir icraat için uzun uzadıya merkezin müsaadesini almaya hacet

kalmayacaktır. Valilerin, memurların mesuliyeti esası zaten bunu icab eder”di5.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1909 yılından itibaren girişilen reform çabaları ile merkezi yönetimi güçlendirme yolunda adımlar attı. İttihatçıların amacı, merkezi otoritenin mümkün olan en geniş alana ulaştırılması ve vilayetlerdeki idari ve mali uygulamalara standardizasyon getirilmesiydi. İttihatçılar, parlamenter rejimin her bölgenin hükümette adilane temsil edilmesini sağlayacağını ve birincil amacı Osmanlı Devleti’nin birliğini korumak olan bir birleşik hükümet çerçevesinde, bölgesel çıkarları koruyacağını düşünüyorlardı6.

2- İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İttihad-ı Anasır Politikası

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin toplumsal alandaki politikasının temel ilkesi ise “ittihat” ve “terakki”ye dayanmaktaydı. Cemiyet, “Osmanlılık” kimliği etrafında çeşitli Osmanlı unsurlarını, hak ve görevde eşit bir vatandaşlar topluluğu haline getirmeyi planlamaktaydı. Hüseyin Cahit, “Fırkanın takip ettiği gaye-i emel cins, mezhep

farklarının fevkinde bir Osmanlılık hissi, bir Osmanlılık rabıta-i müşterekesi husule getirebilmek ve bu rabıtayı mümkün olduğu kadar kuvvetleştirmektir” demekteydi7.

2 Hüseyin Cahit, “İntihabat Entrikaları”, Tanin, 9 Kanun-ı evvel 1908, no 129, s.1.

3 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, I, İletişim yay., İstanbul, 1998, s.99, 115. 4 Hüseyin Cahit, “Taşnaksutyun Fırkası’nın Programı”, Tanin, 4 Teşrin-i sani 1908, no 94, s.1.

5 Hüseyin Cahit, “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyasi Programı”, Tanin, 12 Eylül 1324, no 56,

s.1.

6 Hasan Kayalı, Jön Türkler ve Araplar, Tarih Vakfı Yurt yay., İstanbul, 1998, s.88. 7 Hüseyin Cahit, “İttihat ve Terakki Fırkası”, Tanin, 13 Nisan 1909, no 252, s.1.

İttihatçılara göre, kalkınmanın temeli, Osmanlı vatandaşları arasında yaratılacak kardeşlik ve barış ortamına bağlıydı. Meşrutiyet yönetiminin ilanının birinci yıldönümünde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İstanbul merkezi tarafından yayımlanan bir beyannamede şöyle denilmekteydi: “Millet-i Osmaniye gibi otuz milyonluk bir millet-i

mu’azzamanın miknet ve kuvveti ancak anasır-ı muhtelife arasında ittihad ve imtizac husulüne mütevafık olup terakkiyat ve tekemmülata mazhariyet için Osmanlılara en ziyade ümid verecek, mazinin teessüratını unutturacak olan hal bilhassa muhadenet-i müstakbeledir”8.

İttihatçılar, uygulamaya geçirmek istedikleri “ittihad-ı anasır” politikası sayesinde çeşitli Osmanlı unsurları arasındaki sorunları çözmeyi ve ülkenin kalkınmasını sağlamayı düşünüyorlardı. Ancak, Osmanlı unsurları arasında birlik kurmanın kolay olmadığının da farkındaydılar. Uzun yıllardan beri diğer bir unsura kalben düşman olarak yaşamaya alıştırılmış insanların bir günde bu alışkanlıklarından vazgeçmeyeceklerini bilmekteydiler. Genç Türklerin vatanlarını kurtarmak için buldukları çarenin ilkini, meşrutiyetin ilanını sağladığını belirten Hüseyin Cahit, Osmanlı unsurları arasında birliği sağlamanın zorluğunu şu sözlerle açıklamaktaydı: “Görülüyor ki anasır-ı muhtelife

arasında tam arzu ettiğimiz gibi bir uhuvvet fikrinin teessüsü idare-i müstebideyi yıkmak için sarf olunması iktiza eden gayret ve mesaiden ziyade himmete, zamana ihtiyaç gösterecektir”. Hüseyin Cahit’e göre, Osmanlı unsurları arasında birliğin

gerçekleştirilmesine engel olan zorluklar ortadan kaldırıldığı takdirde ittihad-ı anasır yolunda önemli bir adım atılmış olacaktı. Taşralarda en ufak merkezlere varıncaya kadar her tarafta muhtelit itilaf komiteleri kurulması gerektiğini belirten Hüseyin Cahit’e göre, “Konferanslar, müsamereler, seyahatler, mübahaseler tertibi ile bu babda tenvir-i efkar

lazım olduğu gibi asıl ameli bir surette ittihadın ve hüsn-i imtizacın faidesini halka göstermek” lazımdı9.

II. Abdülhamit yönetiminin Osmanlı unsurları arasındaki ayrılığı artırdığını belirten İttihatçılara göre, ittihad-ı anasırın gerçekleşmesi için Osmanlı unsurlarının birbirlerini anlamaları gerekmekteydi. Osmanlı unsurlarının birbirlerini anlamaları ve yakınlaşmaları açısından İttihatçılar, kurum olarak orduya ve okula son derece önem

8 “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İstanbul Heyet-i Merkeziyesi Beyannamesidir”, Tanin, 23

Temmuz 1909, no 320, s.1; Sabah, 23 Temmuz 1909, no 7122, s.3.

vermekteydiler. Hüseyin Cahit’e göre, Müslüman olmayan vatandaşların da askerlik yapması ve aynı karavanadan yemek yemeleri, unsurların birliği açısından çok önemli bir yarar sağlayacaktı. Ayrıca ona göre, genel okullarda çeşitli unsurlara mensup Osmanlı vatandaşlarının öğrenim görmeleri de ittihad-ı anasır açsından yararlı sonuçlar doğuracaktı10.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, II. Meşrutiyet döneminde tüm etnik kimliklerin üstünde bir “Osmanlı” kimliği yaratmaya çalışması, ulusal kimliklerini unutmaya niyetleri olmayan çeşitli Osmanlı unsurlarının tepkisini çekti. Bu nedenle özellikle Müslüman olmayan topluluklar, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni, kendilerini “Türkleştirmek” istemekle suçladılar. Bu iddiaya karşı çıkan İttihatçılara göre, kendilerini, ittihad-ı anasır politikası altında Osmanlı unsurlarını Türkleştirmekle suçlayanların aslında gizli amaçları bulunmaktaydı. Çünkü onlara göre, Osmanlı unsurları arasında yaratılacak olan yakınlaşma ve birlik, ayrı bir devlet kurmak isteyen veya başka bir devlete katılmak isteyen unsurların çıkarlarına zarar verecekti. Memleketin ve vatanın menfaati için diğer unsurlarla birlik kurmaya çalıştıklarını dile getiren İttihatçılara göre, “Avrupa müdahalesi mevzu-i bahs olmadığı zamanlarda kılıç

kuvvetiyle yapılmamış bir şeyin şu asırda, meşrutiyet-i idare altında icrası kabil olmayacağını anlayacak derecede fikr-i siyasetten mahrum bir kimse tasavvur edilebilir mi?”ydi11.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra ülke yönetimini doğrudan ele alamayan İttihat ve Terakki Cemiyeti, kendi programını uygulamasına yardım edecek olan hükümetlere destek oldu. 1913 yılında gerçekleştirilen Babıali baskını ile cemiyet, ülke yönetimini doğrudan ele alarak yönetimde tek söz sahibi haline geldi. II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılından I. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılına kadar geçen sürede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeler sonucunda, İttihat ve Terakki Cemiyeti ideolojik

10 Hüseyin Cahit, “Birbirimizi Anlamak İçin”, Tanin, 13 Temmuz 1909, no 310, s.1.

11 Bunun yanında İttihatçılar ellerinden gelse bütün kavimleri Türkleştireceklerini de kabul etmekteydiler.

“Binaenaleyh bila-tereddüt itiraf edelim ki Genç Türkler evsaf-ı melekaneden mahrumdur, onlar da bir insandır, onlar da milliyetlerine son derecede merbutturlar; eğer ellerinden gelse idi, kendilerinin ihtiyarına terk edilmiş olsa idi bugün Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki bütün akvamı bir dakika bile gaib etmeden Türk yaparlardı. Bunda hiç şüphe edilmemeli. Genç Türklerin yerinde Genç Çinliler, Genç Hotantolar olsa onlar da böyle isterlerdi. Kalpten pek tabii olarak gelen bu arzuyu saklamağa lüzum göremeyiz”. Hüseyin Cahit, “İttihad-ı Anasır”, Tanin, 31 Ağustos 1909, no 358, s.1.

anlamda önemli değişiklikler geçirdi. Bu süreçte “Osmanlıcılık” fikrinin yerini “İslamcılık” ve “Türkçülük” fikri almıştır12.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı ülkesindeki sorunların çözümünü amaçlayan programını, yeni rejime karşı baş gösteren 31 Mart Ayaklanması’nın bastırılmasından sonra uygulamaya geçirme fırsatı buldu. Hüseyin Hilmi Paşa ve Hakkı Paşa hükümetleri zamanında, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin temel politikası doğrultusunda önemli yenilikler yapıldı. Özelikle, Feroz Ahmad tarafından “Meşruti Islahat Dönemi” olarak isimlendirilen süreçte çok önemli yasal düzenlemeler yapıldı13. Bu dönemde, Kanun-ı Esasi’de çok önemli değişiklikler yapıldığı gibi, “Cemiyetler Kanunu”, “Anasır-ı Gayrı Müslimenin Kur’aları Hakkında Kanun”, “Rumeli Vilayatında Şekavet ve Mefsedetin Men’i ve Mütecasirlerinin Takip ve Tedibi Hakkında Kanun-ı Muvakkat” gibi Osmanlı toplumsal yapısını düzenleyen kanunlar kabul edildi14. Yapılan bu yenilikler İttihatçıların, hükümete daha merkeziyetçi bir nitelik kazandırma ve İmparatorluğun çeşitli unsurlarını “Osmanlılaştırarak” ülkeye bir birlik ve bütünlük getirme çabalarını da yansıtmaktaydı15.

İttihatçılar, meşrutiyetin ilanını sağlamakla yalnızca siyasal düzeni değiştirmekle kalmamışlar, aynı zamanda herkesin yasalar önünde eşit sayılacağı yeni bir toplumsal düzeni yerleştirmeyi de amaçlamışlardı. ‘Tebaa’ anlayışının yerine, ‘vatandaş’ anlayışını yerleştirmeye çalışan İttihatçılar, bir ülke içinde yaşayan insanların ırk, din ve etnik kimliklerine göre ayrı ayrı sınıflandırılmasını doğru bulmuyorlardı16. Bu nedenle, “Osmanlılık” idealinin gerçekleşmesi için Osmanlı ülkesinde yaşayan tüm unsurların aynı hak ve görevlere sahip olmaları gerektiğine inanıyorlardı.

İttihatçıların bu düşünceleri, Osmanlı “millet sistemi” içinde o güne kadar kendi içlerinde serbest ve bazı ayrıcalıklar altında yaşayan gayrimüslim unsurları tedirgin etti. Bu nedenle, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Osmanlı unsurları arasındaki sevinç ve yakınlaşma kısa bir süre sonra ortadan kaybolmuş ve işbirliğinin yerini uzlaşmazlık ve güvensizlik almıştır.

12 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, III, İletişim yay., İstanbul, 2000, s.371-387.

13 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, Kaynak yay., İstanbul, 1995, s.80-88. 14 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge yay., İstanbul, 2001, s.212-215. 15 Feroz Ahmad, a.g.e., s.84.

II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyeti ile en fazla sorun yaşayan unsur, Rumlar oldu. Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslim unsurlar arasında en kalabalık nüfusa sahip olan Rumlar ile İttihatçılar arasındaki bu uzlaşmazlığın temel nedeni, İttihatçıların Osmanlı toplumunu dönüştürme planlarının, ırkı ya da dini ne olursa olsun bütün ayrıcalıklı sınıfların durumunu sarsarak ve küçük burjuvaziyi işlerin başına geçirmeyi amaçlayarak yarattığı sınıf çatışmasında yatıyordu17.

Bu nedenle Rum toplumu Rum Patrikhanesi’nin önderliğinde, İttihatçıların sosyal ve ekonomik alanda yapmayı planladığı yeniliklere direnç göstermiş ve ülkedeki diğer Müslüman olmayan toplumlarla İttihatçılara karşı bir cephe oluşturmaya çalışmıştır.