• Sonuç bulunamadı

İSLAMİ BANKALARIN AKTİFLERİ (MİLYAR USD)

İSLAM İKTİSADÎ DÜŞÜNCESİ HAKKINDA

Müslümanların dünya ekonomi tarihine dair katkıları ve hizmetleri, sadece uluslararası ticaret sahasında getirdikleri yeniliklerden ibaret değildir. Bilginlerin ve mütefekkirlerin bu sahadaki eserleri ve yorumları da önemlidir. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki, âlimlerin ve müelliflerin hizmetleri yeterince bilinmiş ve takdir olunmuş değildir. Tabiri caizse bu husus,

3 Abdülaziz ed-Durî, İslam İktisat Tarihine Giriş, Çev.S.Orman, sh.97

4 1986 yılında Ensar Vakfı tarafından düzenlenen ve İstanbul’da gerçekleştirilen ilmî bir toplantıda sunduğumuz tebliğde bu konuyla ilgili geniş ve ayrıntılı bilgiler verilmiştir. “Ortaçağ İslâm Dünyası’nda Bankacılık Türü İşlemler” başlıklı bildirimizin metni, daha sonra basılan “İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri” adlı eserde (sh.255-302 arası) yer almıştır. Eser, 1992’de İstanbul’da bahsi geçen vakıf tarafından neşredilmiştir.

57

“Büyük Kayıp Halka” olarak kalmıştır. Schumpeter gibi iktisat yorumcuları, eski Yunan döneminden Aquinalı Thomas’a kadar bu konuda boşluk yaşandığını ileri sürmüşlerdir.5 İslâm

âlimlerinin katkılarını görmezden gelmişlerdir.

Bu saha, fıkıh âlimlerinin haricinde kalan âlimler ve müellifler tarafından da ele alınmış; bu hususta pek kıymetli eserler telif edilmiştir. Cafer ed-Dımeşkî, Devvânî, Nasıruddin et-Tûsî, Makrizî, İbn-i Miskeveyh, Câhız, Keykâvus, Nizamülmülk, Farabî ve burada ismini zikretmediğimiz pek çok mütefekkir, bu konuda eserler vermiştir.

İslâm bilginlerinin ekonomik hayatla ilgili görüşleri ve yorumları, tabii olarak temelde birbiriyle benzerlik gösterir. Ancak bunun böyle oluşu, bilginlerin ve mütefekkirlerin yeni yorum ve sentezlere ulaşmasına ve bu hususta yeni çalışmalara girişmelerine engel değildir. İslam bilginlerinin iktisadî hayat ve içtimaî adaletle ilgili görüş ve yorumları, genel olarak, aşağıdaki şu temel konular üzerinde yoğunlaşmıştır:

- İslam’da İktisat Anlayışı

- Refah ve fakirlik hakkındaki görüşler - Zekâtın iktisadî ve toplumsal önemi - Ribânın (faiz) yasaklanması

- Piyasa mekanizması - Haksız kazançlar

- Akitler ve akitlerde belirsizliğin ve meçhuliyetin giderilmesi ilkesi Şimdi bu konuları kısaca açıklayalım;

1) İslâm’da İktisat Anlayışı

İslâm âlimleri, dünya hayatını bütüncül bir anlayış ve yorum içinde değerlendirmişler, insanın dünyadaki yaşayış sürecinin de bu ölçü ve prensipler içinde mütalaa etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de geçen “felâh: kurtuluşa ermek” kavramı da bu anlayış içinde yorumlanmalı ve değerlendirilmelidir. Kanaatimize göre felâh terimi; refah, saadet ve kurtuluşa ermek kavramlarıyla yakından ilişkili ve bunların hepsini ihtiva ve tanzim eden geniş bir kapsama sahiptir. İslâm iktisat zihniyeti üzerinde çalışan ilim adamlarının bu çeşit kavramlar üzerinde etimolojik yorumlara ve araştırmalara yönelmelerinin çok faydalı olacağı görüşündeyiz. İslâm dini, bir inanç manzumesi olarak kapsamlı bir hayat tarzına atıfta bulunur. Hayatın dünyevî ve uhrevî, maddî ve manevî bütün yönlerini kuşatır. İslâmî anlayışta mal ve servet sahibi olmak bir kişi için imtihan vesilesidir. Ne servet (kapital sahibi olmak) Allah’ın kişiden razı/hoşnut olduğunun bir delilidir ne de fakirlik Allah’ın o kişiden razı olmadığının bir işaretidir.

Mal ve servet sadece haz ve tatmin sağlamak için değildir. Günah ve haram sayılan davranışlar, insanlara sadece kurtuluşa ulaşmak konusunda olumsuz/zararlı etkiler yapmakla kalmaz aynı zamanda fertleri ve toplumları maişet temini konusunda da darlığa ve mahrumiyete duçar eder.

58

Buna mukabil Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde emredilen salih ameller, kişilere sadece ahiret saadetini sağlamakla kalmaz aynı zamanda dünya dünya hayatında da imkanlar ve refah ortamı sağlar.

2) Refah ve Fakirlik Hakkında Görüşler

İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre; şükrünü eda etmek, sorumlu olduğu fertlere ve hemcinslerine karşı görevlerini yerine getirmesi şartıyla refah ve servet sahibi olmak, övülen ve tercih olunan bir durumdur. Diğer taraftan mal ve servet, kişinin vacip veya nafile nitelikli olan pek çok iyi amelin yerine getirilmesini sağlayan bir imkândır. Yanlış yorumlanan zühd kavramı, yoksulluğun tercih edilmesi anlamına gelmez. Züht, zihinsel ve psikolojik bir hâldir. Anlamı, maddî şeylere karşı aşırı istek ve hırs duymaktan ve sadece bunlar üzerine odaklanmaktan kaçınmaktır. Kişi, maddî imkânlara sahip olmakla birlikte gerçekten de bu tür bir zihne ve ruh haline sahip olabilir. Bu, mümkün olan hallerdendir.

3) Zekâtın İktisadî ve Toplumsal Önemi

İslâm’ın beş temel direğinden biri olan zekatın toplumların ekonomik hayatı hususunda önemli etkileri ve yansımaları vardır. Zekâtın hikmeti, sosyo-ekonomik adaletin artırılması, insanlara karşı iyi niyet, alaka ve şefkat duygularının geliştirilmesidir. Bu sebeplerden dolayı, belli ve nispeten düşük olan bir oran öngörülmüştür. Bu sebeple zekat vermekle mükellef olanlar açısından ödemekle yükümlü oldukları miktar, aşırı bir tutar oluşturmaz. Daha yüksek bir oranda zekât vermek emrolunsaydı insanlar bundan kaçınmak için hileli yollara yönelirler ve kaçakçılığa meylederlerdi.

4) Faiz/Ribanın Yasaklanması

Bütün ilahî dinlerde yasak olan tefecilik, geleneksel borç alma-borç verme(kredi) işlemlerinin hepsini kapsamaktadır. Cahiliye devrinde putperest Araplar arasında yaygın olan bu tür işlemler, Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde kesin olarak yasaklanmıştır. Fıkıh âlimleri, ilgili hadislere dayanarak trampa işlemleri sırasında ortaya çıkan örtülü faizin (riba’l-fadl) de yasak ve haram olduğu sonucuna varmışlardır. İlgili rivayete göre; altının altınla, buğdayın buğdayla, arpanın arpayla, hurmanın hurmayla, tuzun tuzla mübadelesi durumunda miktar ve teslim-tesellüm zamanında farklılıklar ve fazlalıklar söz konusu olursa daha fazlasını isteyen veya fazladan ödeme (ek meblağ) isteyen kişi, faize girmiş olur. Böylece riba’l-fadl, aynı malın trampa yoluyla değişimi esnasında fazla miktar istemek şeklinde ortaya çıkar.

5) Piyasa Mekanizması

İslâm bilginleri, piyasaların arz ve talep şartları ortamında yani bilgi, dürüstlük, adaletli davranış ve tercih hürriyetinin oluşturduğu zeminde işlemesi gerektiğini kabul etmişlerdir. Müteşebbis durumunda olanlar için kâr ve kazanç kavramları önemli bir faktördür. Hiçbir fıkıh âliminin mal satıcılara, onların bir kazanç-gelir elde edip etmeyeceğini ve bu malların onlara nasıl ve neye mâl olduğunu dikkate almadan mallarını belirlenmiş bir fiyattan satmalarını empoze etmesi ve onlardan bunu istemesi düşünülemez. Böyle bir baskı, adaletli bir iş değildir.

59

Fakihler, Hisbe (İhtisap) ile ilgili eserlerde bu konulara ayrıntılı olarak değinmişlerdir. Kadı Ebu Ya’la’nın “Ahkamu’s-Sultaniyye” adlı esrinde de bu tür konular işlenmiştir. Kamu müdahalesi ancak âdil piyasa ortamından sapmak söz konusu olduğunda veya olağanüstü şartlarda söz konusu olur.

6) Haksız Kazançlar

Kur’an-ı Kerim’de çeşitli ayetlerde haksız kazanç türleri, “Ehlü’l-mâli bi’l-Bâtıl” yani başkalarına ait mal ve servetlerin haksız ve geçersiz yollarla ele geçirilerek gasp edilmesi olarak zikredilmiştir. Bu kavram, geniş bir muhtevaya sahiptir. Kur’an’da ve sünnette yasaklanmış olan yol ve yöntemlerle servet edinme yollarını kapsadığı gibi akit ve rıza dışı yöntemlerle elde edilen kazanç yollarını da içine almaktadır. Diğer taraftan “sebepsiz zenginleşme” denilen ve artış ve fazlalaşmaları da kendi tarifi içine almaktadır. Fıkıh kaynaklarında “Kerâhiyat”, “İstihsan”, “Hazr ve’l-İbâha” vb.başlıklar altında işlenen bu konularda zulüm kavramı çeşitli boyutlarıyla detaylandırılmıştır.

7) Akitler Konusu

Toplumda iktisadî ve içtimaî ilişkilerin çoğu, akitler yani anlaşmalar şeklinde gerçekleşir. Tab’an ve yaratılışı gereği medenî bir varlık olan insanlar, ilişkilerini ve ihtiyaçlarını karşılıklı akitlere dayandırarak karşılamışlardır. Esasen toplumların kuruluşları ve insanların bir arada yaşamaları da fıtrî ve tabiî bir zorunluluk olarak gelişmiştir. Bu konudaki ilk tezin “İçtimaî Mukavele (Toplum Sözleşmesi)” adlı eserin yazarı olan Jean Jacques Russo(Jan Jak Ruso)’ya ait olduğu ileri sürülmüşse de Nasıruddin et-Tûsî ve İbn-i Haldun gibi İslâm mütefekkirlerinin bu hususta da öncü ve kıdemli olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Tûsi, bu konudaki görüşlerini “Ahlâk-ı Nâsırî” isimli eserinde işlemiştir.

İslam bilginlerinin akitlerin gerçekleşmesi, şartları, irade ve rıza konusunda gösterdikleri titizlik ve akdin gereğinin yerine getirilmesi hususunda öngördükleri ayrıntılar, günümüzün teknolojik şartlarında zorlayıcı bir hassasiyet gibi görülebilirse de konuyu insanların haklarını korumak hususunda gösterilen gayretler olarak görmek daha uygundur.

İslam iktisat tarihine yönelik araştırmaların gerekliliğini ve önemini, bu konuda müstakil bir kitap yazan Dr.Fuad Abdullah el-Ömer şöyle açıklamaktadır:

“ 3) Bizi bu çalışmaya yönelten faktörlerden biri de gerek Müslümanların gerekse Gayri- Müslimlerin iktisat çalışmalarında İslâm ümmetinin gelişimiyle ilgili iktisat tarihini ortaya çıkarmakta yetersiz kalmalarıdır. Gelecek bölümlerde belirtileceği gibi; çağdaş iktisat tarihi gelişimiyle ilgili kitaplarda ve birçok çalışmanın analizinde İslâm İktisat Tarihi ve gelişimiyle ilgili açık bir savsaklama vardır. Bundan dolayı insanlık, artan sorunlarına çözüm bulmakta yolunu aydınlatacak olan Rabbanî hikmetlerden ve sağlam hükümlerden mahrum kalmaktadır. Bazı Batılı iktisat tarihi araştırmacıları, 1970’li yılların ortalarına doğru Yakın Doğu (Arap ve İslâm) bölgesi üzerinde durmuşlardır (Udovitch, 1970: 3). Daha doğrusu bazı araştırmacılar, bölgedeki ülkelerin o tarihlerde artan önemlerinden ve özellikle petrole bağlı oluşan servetlerinden dolayı iktisat tarihi araştırmalarına önem vermişlerdir. Söz gelimi Schumpeter ve Galbraith(12-10) gibi yazarlar, iktisat tarihi çalışmalarında İbn-i Haldun gibi birkaç yazara atıfla, birkaç

60

paragrafta İslam iktisat kültürüne yer vermişlerdir… Ancak yaklaşık 12 asır süren bir medeniyet olan İslâm Medeniyeti dönemindeki uygulamalar hakkında uzun bir süredir inceleme yoktur!

Burada Müslüman bilim adamlarının iktisadî sorunlar ve mâlî konular hakkındaki kanaatlerini belirtmeye gerek olduğu ortadadır.

6) İslam iktisat tarihini yazmaya sevk eden sebeplerden biri de bazı Müslüman araştırmacıların (El-Fakıy: 1) bahsettiği gibi, Müslüman yazarlardan çoğunun konunun dinî, askerî ve siyasî yönlerine meyledip iktisadî yönüne az yer vermeleridir.6