• Sonuç bulunamadı

İrtidat ve İsyan Edenlerle Mücadelede Ayetlerin Kullanılması

Hz. Peygamberin vefatından kısa bir süre önce, Arabistan’ın çeşitli yerlerinde irtidat83 (dinden dönme) hadiseleri görülmeye başlandı. Bu durum Hz. Peygamberin vefatından sonra genişleyerek Arap yarımadasının her tarafına yayılmaya başladı. Hz. Ebu Bekir’in hilafetinin başlangıcından itibaren, mürtedlerden ayrı bir de zekât vermeyi reddeden kabileler ve gruplar ortaya çıktı.84 Bunlar, dinden çıkmadıklarını

söylüyorlar; fakat zekât85 da vermek istemiyorlardı. Böylece Mekke, Medine ve Taif

şehirlerinde oturanların dışında kalanların önemli bir çoğunluğu, Hz. Ebu Bekir’e karşı başkaldırmışlardı. Bu problem Müslümanların birliğinin yanında varlığını da tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır.86 Müslümanların tedirginliğin giderek artmaya

başlaması üzerine Halife zekât vermek istemeyen ve kendisine karşı çıkanlara karşı

83 İrtidat kelimesi: Sözlükte “dönmek; geri çevirmek, kabul etmemek” anlamlarındaki redd kökünden

türeyen ridde ve irtidat, fıkıh terimi olarak Müslüman bir kişinin kendi iradesiyle İslam dinînden çıkmasını ifade eder. İrtidat eden erkeğe mürtedd, kadına mürtedde denilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. İrfan İnce, “Ridde”, mad., DİA, İstanbul 2008, C.35, s.88-91.

84 Demircan, Önderler ve İhilaflar, s.20; İrtidat eden ve zekat vermek istemeyenler hakkında geniş

bilgi için bkz. İbn Kesir, el-Bidaye, VI, s.642-648.

85 Zekât: Sözlükte “artma, arıtma; övgü ve bereket” mânalarına gelen zekât, terim olarak Kur’an’da

belirtilen sınıflara sarf edilmek üzere dinen zengin sayılan Müslümanların malından alınan belli payı ifade eder. Mekke döneminde nâzil olan âyetlerde inanç, temel ahlâkî değerler ve müşriklere karşı bilinç inşası konuları ağırlıklı olsa da kişinin sosyal sorumluluğu, çevresindeki yetim, yoksul ve ihtiyaç sahiplerine karşı duyarlı olması da değişik vesileyle işlenir (el-Kalem 68/24; el-Müddessir 74/42-44; ed-Duhâ 93/9-11; el-Mâûn 107/1-3). Medine döneminde inen âyetlerde iman, ibadet, ahlâk ve sosyoekonomik hayat arasındaki sıkı bağı ifade eden düzenlemeler daha dikkat çekicidir. Zekât bu ilişkilerin tam merkezinde yer almaktadır. Kur’an ve Sünnet’te namazla zekâtın genelde birlikte zikredilmesi, iki temel ibadet arasında yakın bağ kadar namazın şahsî-bedenî, zekâtın da içtimaî-malî ibadetleri temsil etmesi ve dindarlığın kemalinin bu iki kanaldaki sorumlulukların ifasıyla gerçekleşeceği anlamını taşır. Nitekim Kur’an’ın ifadesine göre zekât verme mümin, takvâ ve ihsan sahibi iyi kimselerin özelliğindendir. (el-Mü’minûn 23/1-4). Allah’ın dostluğu da ancak O’na inanmakla, namaz kılıp zekât vermekle kazanılır (el-Mâide 5/55; el-A‘râf 7/156). Zekâtın, sırf Allah’ın emri olduğu için ifası gereken ve samimi niyeti gerektiren ibadet yönünün yanı sıra bireyde ve toplumda dinî ve ahlâkî değerleri yücelten, sosyal yapıyı güçlendiren, ekonomik hayata canlılık getiren birçok yararı vardır. Zekât, Hz. Peygamber döneminde görevli memurlar tarafından toplanır; “Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan)

memurlara, gönülleri (İslam’a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur. Allah çok iyi bilendi, hikmet sahibidir.”

Tevbe 9/60. Ayetinde belirtilen yerlere harcanırdı. Bkz: Mehmet Erkal, “Zekat”, mad., DİA, İstanbul 2013, C.44, s.197-207.

27 takınılacak tutumu görüşmek üzere ashab ile bu konuyu istişare etmiştir. Hz. Ebu Bekir bu toplantıda: İrtidat eden Arapların bir kısmının namazı inkâr edip kılmadıklarını, bir kısmının ise namazı kılıp zekâtı vermeyi reddettiğini belirtmiş ve kendisinin namaz ile zekâtın arasını ayırmaya asla müsaade etmeyeceğini, bunlarla da savaşacağını açıklamıştır.87 Bunun üzerine Hz. Ömer, zekâtı reddedenlerden bir

yıllığına zekâtları almayıp onlara yumuşak davranılmasını, bu sayede onların eski hallerine dönebileceklerini, bu durumda Resulullah’ın “İnsanlarla La İlahe İllallah değinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu söyleyen herkes bizim kardeşimiz

olur.”88 Sözünü delil getirerek zekât vermeyenlere karşı savaşmanın doğru bir karar

olmayacağını dile getirmiştir. Bazı sahabeler de Ömer b. Hattab ile aynı görüşü savunmakta idiler. Hz. Ebu Bekir ise onlara şu karşılığı vermiştir: “Vallahi Nebi’nin zekât olarak aldığı bir deve ipini dahi vermeseler bundan dolayı onlarla-öleceğimi bilsem bile- sonuna kadar savaşırım,89 diyerek ne kadar kararlı olduğunu göstermiştir. Bu kararlılığın desteğini ise hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim’den almıştır. Dile getirmiş olduğu sözlerinden düşüncesinin dayanağı anlaşılmaktadır: Biz onlarla, Allah vaadinî gerçekleştirip bize olan sözünü yerine getirinceye kadar mutlaka harbedeceğiz.90 Çünkü sözü doğru olan ve sözünden dönmeyen Allah şöyle demiştir:

Allah içinizden makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak vaat buyurur ki: Daha önce müminleri dünyada hâkim kıldığı gibi kendilerini de hâkim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslam dinîni tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene erdirecektir. Çünkü onlar,

yalnız Bana ibadet edip hiçbir şeyi Bana şerik yapmazlar.91 Bunun üzerine Hz.

Ömer: “Ey Resulullah’ın halifesi! Şüphesiz Allah, irtidat edenlere karşı savaşmak hususunda senin gönlüne ferahlık vermiştir. Emrin başımız üstüne.” diyerek ikna

87 Ayar, age., s.28. Kur’an-ı Kerimde zekat ile namazın birlikte zikredildiği ayetler: Bakara

43,83,110,177,277. Nisa 77,162, Maide 12, 55. Nur 37,56. Enbiya 73. Neml 3. Meryem 31,55. Ahzab 33. Mücadele 13. Müzzemmil 20. Tevbe 11, 71. Bu ayetlerden haberdar olan halifenin duruma karşı takınmış olduğu tutum bu ayetler ışığında daha iyi anlaşılacaktır.

88 Balcı, “İç Siyaset”, s.202.

89 Kandehlevi, age., C.2, s.436-441; Ayar, age., s.28. 90 Ayar, age., s.29.

28 olduğunu ifade etmiştir.92 Bundan başka, Sahabelerin düşüncesine bakacak olursak,

onlar Hz. Ebu Bekir’e:

Resulullah’ın vahiy ve meleklerin desteğiyle Araplara karşı savaştığını ve Allah’ın bunlar vasıtasıyla ona yardım ettiğini, şimdi ise bu desteğin kesildiğini ve Araplarla savaşacak gücünün de bulunmadığını ileri sürerek evinde ve mescidinde kalmasını önermişlerdi. Ashabın bu düşüncesi karşısında Hz. Ebu Bekir, onların bu düşüncelerini kabul etmediğini belirtip yapmış olduğu konuşmada:

Hz. Muhammed’in öldüğünü, Allah’ın ise ölümsüz olduğunu vurgulamış, düşmanları artsa ve kendi sayıları da azalsa bile fark etmeyeceğini vurgulamış, Allah’ın bu dinî, müşrikler istemese de bütün dinlere üstün kılacağını, O’nun sözünün hak, vaadinîn doğru olduğunu belirtmiş, sonra da şu ayetleri okumuştur:93

“Hayır! Biz gerçeği söyler, gerçeği yaparız! Hakkı batılın tepesine indiririz

de beynini parçalar, bir anda canı çıkar o batılın!”,94 “Nice küçük topluluklar vardır

ki, Allah’ın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir. Doğrusu Allah sabredenlerle

beraberdir.”95 Ardından Ebu Bekir topluluğa, kendisine destek olmasalar dahi tek

başına irtidat edenlere, zekât vermeyenlere karşı mücadele edeceğini, Allah için cihad etmekten asla vazgeçmeyeceğini açık ve net bir şekilde ifade etmiştir.96 Hz.

Ebu Bekir bu kararlı tutumu aynı zamanda Resulullah’ın siyasi çizgisinden ayrılmayacağının da bir kanıtıdır.

Buraya kadar ridde hadisesi ve ona karşı girişilecek olan mücadelenin fikir safhasından bahsetmiş bulunuyoruz. Konunun daha iyi anlaşılması için Müslümanların varlığını tehdit eden ridde hadiselerinin sebepleri hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır. Bu bağlamda ridde hadiselerini dinî ve siyasi olarak iki başlık halinde toplamak mümkündür.

Hz. Peygamberin vefatına kadar Müslümanlar Arap Yarımadası’nda siyasi hâkimiyeti sağlamış olmakla birlikte, bu dönemde tam anlamıyla bir İslamlaşma

92 Ayar, age., s.29 (Vakıdi, Ridde’den naklen, s.32). 93 Ayar, age., s.29.

94 Enbiya, 21/18. Bu Ayetin son cümlesi şöyledir: “Allah hakkındaki böyle boş düşüncelerinizden ötürü yuh aklınıza, yazıklar olsun size!” Rivayette Hz. Ebu Bekir’in bu son ayeti okumadığı,

bilenlerin hatırlayıp kendilerine gelmelerini sağlayarak, uyarmak istemiş olmalıdır.

95 Bakara, 2/249. 96 Ayar, age., s.30.

29 gerçekleşmemişti.97 Çünkü kabilelerin İslam’a girişleri üzerinden çok az bir süre

geçmiş, dolayısıyla onların inanışları sathi seviyede kalmıştı.98 Bu durum da hakiki

İslamlaşmadan ziyade, bir boyun eğiş ve bunun sonucunda Medine’ye siyasi bağlılık anlaşması niteliğinde kabul edilebilir. Gerçekten de Arap kabilelerinden bir kısmı gerçek anlamda değil, siyasi varlıklarını koruma gayesi ile İslam’a girmişlerdir. Bu sebepledir ki, onları müminler yerine, Medine devletinin vatandaşlığı statüsünü kazanan siyasi ve sosyal/kültürel nitelikli tebaa olarak görmek gerekir.99 Kur’an-ı

Kerim o dönemde yaşayan Bedevilerin şekli imanından şu şekilde bahsetmektedir: “Bedeviler, inandık dediler. Deki: Siz iman etmedinîz, bunun yerine boyun eğdik deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.”100 Bu ayete delil olarak, daha öncesinde Beni Temim elçileriyle Hz. Peygamber’e gelerek Müslüman olan Gatafanlılar’ın reisi Uyeyne b. Hısn gösterilir. Uyeyne, ridde hadiselerine iştirak ettiği için Medine’ye getirildiğinde kendisine niçin böyle davrandığı sorulduğunda, “Allah’a yemin ederim ki, bir an bile olsun iman

etmemiştim” cevabını vermiştir.101 Diğer dinî ibadetleri yerine getirip zekât vermek

istemeyenlerden Hz. Ebu Bekir’e elçi gönderenler dahi olmuştur. Ancak o, zekât vermezlerse kesinlikle onlarla savaşacağını belirtmiştir. Anlaşılan zekât ödemek istemeyen kabileler zekâtı dinî yükümlülük olarak görmüşlerdir. Oysa halife, zekâtı dinî bir yükümlülükten öte merkezi otoriteye bağlılığın somut ifadesi olarak değerlendirmiştir.102

Ridde/isyan hadiselerinin dinî olduğu kadar, siyasi sebepleri de bulunmaktadır. Bu bağlamda da devlete zekât (vergi) vermemek, bundan imtina etmek, aynı zamanda onun hukuki varlığını tanımama anlamına gelmekteydi. Burada da siyasi sebep olarak kabilecilik düşüncesi yani asabiyet karşımıza çıkmaktadır. Zekât devlete bağlılığın belirleyicisi olarak görülmektedir. Çünkü Hz. Peygamber

97 Apak, age., s.66.

98 Claude Cahen, İslamiyet (Doğuşundan Osmanlı Devleti’nin Kuruluşuna Kadar), çev. Esat Nermi

Erendor, İstanbul 1990, s.23.

99 Cabiri, age., s.256. 100 Hucurat 49/14. 101 Taberi, age.,, III, s.260.

30 zamanında gelip ona bağlanan ve bu bağlılığın bir gereği olarak zekât ödemeyi taahhüt eden kabilelerin onun vefatından sonra, bu sözlerini yerine getirmemeleri anlaşmayı bozmak anlamına gelmekteydi. Zekât ödemek istemeyen kabilelerden Benü Abdi Menat’ın reisi Abdullah Leysi’nin taraftarlarına yaptığı konuşmada dile getirdiği hususlar Arap kabilelerinin peygamberden sonra hangi nedenlerle isyan ettiklerini, Hz. Ebu Bekir’e niçin itaat etmek istemediklerini ortaya koymaktadır.103

Abdullah Leysi taraftarlarına yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:

“Peygamber sağken ve aramızda bulunurken, ona boyun eğdik, Ey Allah’ın kulları! Ne diye Ebu Bekir’e boyun eğeceğiz. Muhammed öldükten sonra Ebu Bekir ona varis mi çıkacak? ...Vaktiyle sizin elçileriniz geri çevrilmediler mi? Siz (Ebu Bekir’i kast ederek) deve çobanının hilelerinden mi korkuyorsunuz? Sizden istenip onlara ödemediğiniz zekât malları bana hurma gibi yahut ondan daha tatlıdır.”104 Bu

sözlerden anlaşılacağı üzere aslında mesele daha çok siyasi hatta ekonomik boyutludur. Dolayısıyla Hz. Peygamberin vefatıyla birlikte vergi verme yükümlülüğünde kurtulduklarını düşünen bu kabileler vergi vermekle birlikte yeni halifeye de boyun eğmek istememişlerdir. Onlar siyasi otoriteyi tanımayı Hz. Peygamberin ömrü müddetince görmüş olmalılar ki onun vefatı ile bu durumu sonlandırmış olmak istemişlerdir. Aynı zamanda bu kabilelerin Hz. Peygamber’in rahatsızlığının haberini alır almaz hareketlenmeye başladıkları da tarihi kayıtlarla vakidir. Hz. Peygamberin vefatı üzerine de Medine otoritesinin zayıfladığını düşünmüş olsalar gerek, zekât vermeyerek yönetimden bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.105 Bu bağlamda “Arapların –özellikle de bedevilerin- Resulullah’ı kabul

edip onun otoritesini tanımalarında siyasal nedenlerin yanı sıra, onun dinî otorite

103 Balcı, agm., s.68 104 Taberi, age., III, s. 223.

105 Apak, a.g. e., s.69; Cabiri, age., s.331’ de yere alan bilgide: İrtidat eden kabilelerin düşüncelerine

göre zekat, İslam’dan önce uygulana itavet, yani üstün gelen kabilenin mağlup olandan zorla aldığı bir miktar maldı. Bu durumda itavet, güçler dengesi gerektirdiği sürece kabilenin ödediği vergiden başka bir şey değildi. Dengeler değiştiğinde ise kabileler bu vergiyi ödemekten kaçarlardı. Kabileler itavete sadece ekonomik olarak bakmazlar, aynı zamanda onu boyun eğme ve küçümsenme sembolü olarak kabul ederlerdi. Bu sebeple siyaseten Müslüman olan bedevi kabileler, ilk fırsat bulduklarında itavet olarak gördükleri zekâtı ödemekten vazgeçmişlerdir. Bu bağlılık çoğu kez bağlanılan önderin ölümüyle biterdi. Muhammedi devlet için de aynı şey oldu. Hz. Peygamber’in vefatını duyar duymaz, kabileler dinden çıkmaya, kâhinler Peygamberlik ilan etmeye ve başkaldırı önderliğine başladılar. Peygamberliğin, Muhammed’in ve Kureyş’in bütün Araplara “üstün gelme” sine yol açtığını gördüler. Bkz. Cabiri, age., s.166-167.

31 olmasının da büyük bir etkisi vardı. Yani kabile mensubunun onun hâkimiyeti altına girmesi, bir Peygamber olduğu için zillet olarak değerlendirilmiyordu. Oysa Hz. Peygamberin vefatıyla nübüvvet meselesi son bulmuş ve yerine geçecek kimse dinî otorite olmaktan çıkmıştı.106 Bu durum aynı zamanda onların mevcut siyasi

otoritenin devam edeceğine dair henüz bir bilince sahip olmadıklarını da göstermektedir. Bu bağlamda aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Acaba Araplar, Hz. Ebu Bekir’in otoritesini tanımamak için mi zekât vermeme yoluna başvurmuşlardır? Bunun cevabı yukarıda bahsetmiş olduğumuz bilgiler içerisinde yer almakta olduğu için cevabı yinelemek gereksiz olacaktır. Bunlara ilaveten irtidat ve isyan faaliyetleri içerisinde yer alanların bir kısmı sahte peygamberler etrafında toplanıp tamamen Müslümanlık dairesi dışına çıkmışlardır.107 Buraya kadar Ridde olaylarının sebepleri

üzerinde durulmuştur. Bundan sonra ise irtidat eden ve zekât vermeyenler ile yalancı peygamberlerin etrafında toplananlarla mücadele safhasından söz edilecektir.

Hz. Ebu Bekir, Ridde olaylarının Müslümanların varlığı ve bütünlüğünü tehdit etmesi üzerine, bu hareketleri bastırmak amacıyla askeri hazırlıklara başlamıştır. Halife Ridde hadisesini bastırmak üzere iki yöntem takip etmiştir. Bu yöntemler;

1. Diplomatik yoldan ( Kur’an ile birliğe yeniden davet), 2. Savaş yoluyla mücadele, itaat altına alma, şeklindedir.

106 Demircan, Raşit Halifeler, s.33

107 Yalancı Peygamberler: Yemen’de Esved el-Ansi, Yemame’de Museylime el-Hanifi, Esed ve

Gatafan içinde Tuleyha el-Esedi, Temim oğulları içinde Seccah et-Temimiyye. Bunlar Hz. Peygamberin ölüm ve hastalık haberini alır almaz ortaya çıkmışlardır. Cabiri’ye göre: Yalancı peygamberlik iddiasında hermetizmin etkisi bulunmaktadır. Şöyle ki, Hermetizmde “Peygamberlik” bütün insanlar için mümkün görülmektedir. Suriye’de ve yarımadanın kuzeyinde tıpkı Hıristiyanlık gibi hermetizmin benimsenmiş olduğunu eklerse, bütün insanların Hz. Muhammed’in Peygamberliğinden önce nasıl “Peygamberlik” meselesiyle meşgul olduğunu kavrarız. Riddet olgusunda Hz. Peygamberi taklit etme durumu da söz konusudur. Buna en güzel örnek Müseylime- tü’l- Kezzab’dır. O, Cebrail’in kendisine vahiy getirdiğini söylüyor, Kur’an surelerini taklit eden sanatlı nesirler okuyup, yandaşlarına şarabı ve zinayı helal kılıp namazı kılmıyordu. Bu bağlamda Cabiri Riddet olayları bağlamında akidenin etkisi üzerinde durmaktadır. Ayrıca o, Hz. Peygamber’i taklit ettiğini onunla rekabet ettiğini ve hareketini kabile dayanışmasına dayandırdığını gizlememişti. Kavmine şöyle diyordu: “Ey Hanifeoğulları! Allah Kureyş’i Peygamberliğe sizden daha layık kılmamıştır. Beldeleriniz onlarınkinden daha geniş. Sayınız onlarınkinden çok. Cebrail sizin arkadaşınıza, tıpkı onlarınkine indiği gibi iniyor.” Bkz. Cabiri, age., s.253-261; Yalancı peygamberler hakkında bilgi için bkz. İbnü’l-Kesir, el-Bidaye, VI, s.433-441.

32 Hz. Ebu Bekir Medine’ye olası bir saldırı halinde hazırlıklı olmak üzere halkı askeri bakımdan hazırlıklı hale getirerek savaşa hazır halde tutmuştur.108 Bundan

başka uzak beldelerde dağınık bir şekilde bulunan orduları başkente çağırmış, aynı zamanda da isyan etmiş bölge halklarını itaate çağıran, kendilerine gönderilen ordularla iş birliği yapmalarını tavsiye eden mektuplar yazmıştır.109 Bu arada Üsame

b. Zeyd ordusu da Şam seferinden galibiyet ile dönmüştü. Bütün askeri ve diplomatik hazırlıklar tamamlandıktan sonra birlikler görev yerlerine doğru harekete geçmişlerdir. Buna göre;

Halid b. Velid, Tuleyha b. Huveylid ve Butah’da bulunan Malik b. Nuveyre üzerine; İkrime b. Ebu Cehil, Müseylime’yi hedef alarak Yemame mevkiine gönderilmişlerdir.110

İkrime’ye yardımcı olmak üzere Şurahbil b. Hasene görevlendirilmiştir. Söz konusu kabileler beklenildiği üzere hedeflerine ulaşmak için Medine’ye saldırmışlar; ancak Hz. Ebu Bekir’in almış olduğu tedbirler ile bu saldırılar püskürtülmüştür. Bu gelişme hem Müslümanların moralini yükseltmiş hem de isyan etme eğiliminde olan kabilelerin durumlarını yeniden gözden geçirmelerine neden olmuştur.111 İlk

saldırılar püskürtülünce birçoğu isyandan vazgeçip Müslümanların safında yer almışlar hatta topladıkları zekât mallarını getirip Hz. Ebu Bekir’e teslim etmişlerdir.112 Ancak bu durumun tam tersi zekât vermemek de direnenler

Peygamberlik iddiasında bulunan ve belli güç odakları haline gelen kişi ya da kabilelerin yanında yer almaya devam etmişlerdir.113 Örneğin Gatafan ve Tayy

kabileleri peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Tuleyha’nın etrafında toplanmışlardı.114 Bundandır ki Ridde hareketlerini bastırmak amacıyla

görevlendirilen orduların ilk hedefi Tuleyha olmuştur. Artık mücadele için harekete geçme zamanı gelmiştir. Hz. Ebu Bekir tayin ettiği komutan Halid b. Velid’e bazı emir ve tavsiyelerde bulunmuştur.

108 İbnü’l- Esir, age, II, s.294. 109 Taberi, age, III, s.249-252.

110 Belazuri, age.,, s.136; Taberi, age.,, III, s.249; İbnü’l-Esir, age.,, II, s.307-310. 111 Balcı, “Peygamber Sonrası Hayata İntibak”, s.69.

112 Taberi, age.,, III, s.224. 113 Balcı, agm., s.70 114 Taberi, age.,, III, S.225.

33 Buna göre Halid’in: “Allah’tan korkmasını, emrindeki Müslümanlardan Muhacirlere ve Ensar’a iyi davranmasını, karşılaştığı güçlüklerde onlara danışmasını, sefer sırasında keşifler yapacak öncü birlik ve ajanlar göndermesini, az konuşmasını, askerlerini en iyi şekilde beklemesini, ani saldırılardan sakınmasını söylemiştir”.115

Ayrıca: “Yemame halkıyla savaşırken Allah’tan yardım dilemesini, Yemame halkının toprakları çöl olduğu için yavaş hareket etmemesini, askerlerine yumuşak davranmasını, ezan işittiği yerlere baskın yapmamasını, Allah’tan sakınmasını ve O’nun yolunda cihad etmesini”116 tavsiye etmiştir.

Ayar’ın Vakıdi’den kaydettiğine göre Hz.Ebu Bekir, Halid b. Velid’e verdiği talimatını içeren mektubunda, “kâfirler istemeseler de” Allah’ın dinîne yardım edeceğini ve diğer bütün dinlere üstün kılacağını vurgulamıştır.117 Ayrıca halife,

irtidat eden kabilelere de içeriği aynı olan birer mektup yazmıştır. Kaydedilen bu mektup, halifenin muhataplarını Kur’an ayetleriyle ikna ederek diplomatik yoldan sonuç almayı hedeflediğini gösterir niteliktedir.118

Ayar’ın Vakıdi’den kaydettiği mektupta Hz. Ebu Bekir, önce Allah’ın birliğine ve Muhammed’in Onun kulu ve elçisi olduğuna inandığını, Allah’ın Muhammed’i, “Müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinîni bütün dinlere üstün

kılmak için hidayet ve Hak Din ile”119 ve “ diri olan kimseyi uyarsın ve verilen söz de

inkârcıların aleyhine çıksın”120 diye gönderdiğini belirtmiş. Onları Allah’tan

korkmaya, Muhammed’in kendilerine getirdiğine inanmaya ve Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerden olmaya çağırmıştır. Ayrıca, “Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek

bir dost bulamazsın.”121 ayetini hatırlatmıştır. Cahillik ederek şeytana uyan ve irtidat

eden bir kısım insanlardan haberdar olduğunu, şeytana uymamalarını, çünkü Allah’ın insanlara, “Şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi

115 Sarıçam, age., s.48.

116 Sarıçam, aynı yer.

117Ayrıca Halife Allah’ın “kafirler istemese de” dediğini belirterek Kur’an’ın Tevbe 9/32,33, Fetih

48/28, Saf 61/9 ayetlerini referans göstermiştir. Bkz. Ayar, age., s.30(Vakıdi, Ridde’den naklen, s.41).

118 Ayar, age., s.31. 119 Tevbe 9/33. 120 Yasin 36/70. 121 Kehf 18/17.

34

taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.”122 uyarısında bulunduğunu

belirtmiştir. Sonra da onlara, Halid b. Velid’i bir orduyla kendilerine gönderdiğini, bu ordunun onları İslam’a davet edeceklerini, kabul etmeyenlere karşı en şiddetli şekilde savaşı cezalandırılacaklarını hatta onları yakacaklarını123, eş ve çocuklarını

esir ve mallarını da ganimet sayacaklarını bildirmiştir.124 Halifenin bu mektupları yazma amacı; irtidat eden kabilelerdeki Müslümanların İslam’a bağlılıklarını güçlendirmek, mürtedlerin tekrar İslam’a dönmelerini sağlamak ve irtidatta ısrar edenleri inatlarından vazgeçirmek amacıdır.125

Öte yandan kaynaklarda yer alan bazı kayıtlarda, irtidat ve isyan eden kabileler içinde bulunan bazı Müslümanların görüş ve taleplerini Kur’an ayetlerine dayanarak dile getirdikleri rivayetlerde aktarılmıştır.

Ayar’ın Vakıdi’den kaydettiğine göre, Kinde kabilesinin zekâtını toplamakla görevli Ziyad b. Lebid el- Beyadi, bu kabilenin Benü Zühel b. Muaviye kolunu Hz.