• Sonuç bulunamadı

İran’ın Irak’taki Şiileri Kullanma Politikası

İran tarih boyunca Şii merkezli bir yönetime sahipken Irak ise Sünniler tarafından yönetilmiştir. Böylelikle İran ve Irak yönetimleri farklı din anlayışlarına sahip yönetim tarzını benimsemişlerdir. Ayrıca İran ile Araplar arasında da bu anlayış sebebiyle ayrılıklar bulunmaktadır. İran, tarihten gelen bir süreçte hep Sünni yönetimlerin karşısında olan bir merkez konumundadır. Özellikle, Ayetullah Humeyni bu farklılığı bölge ülkeleri üzerinde sürekli kullanmak istemiştir (Yıldırım, 2005: 45).

Iraklı Şiilerin memnuniyetsiz tavrı Irak’ın Osmanlı toprağı olduğu dönemlere kadar gitmektedir. O dönemlerde resmi görevler verilmeyen Şiiler sadece kendi iç sorunlarında yetki sahibiydi. Osmanlı Irak’ta bulunan kutsal Şii kentlerine saygı göstermiş ve Şii ulemanın yalnızca Şiilere yönelik fetvalar vermelerine müsaade etmiştir. (Yıldırım, 2005: 45).

Irak, 1917’de Osmanlıdan ayrıldıktan sonra, Şii-Sünni sorununu da devralmıştır. Irak Osmanlı’dan İngilizlerin kontrolüne geçtikten sonra Şiiler kendilerini rahatlamış hissetti ve ülkenin idaresinde önemli bir rol oynamayı ümit ettiler. İngilizler Kahire Konferansı doğrultusunda Irak'ta milli bir rejim kurmaya karar verdiğinde liderliği Mekke Şerifi Hüseyin'in oğlu Emir Faysal’a teklif ettiler. Faysal Sünni olup, Hz. Ali’nin soyundan geldiğinden Şiilerin desteğini aldı ve Sünniler ise Faysal’ı hem Sünni oluşu hem de kendisinin ve babasının Arap milliyetçisi olduğundan kabul ettiler (Yıldırım, 2005: 46).

Kral Faysal genellikle Şiilerin isteklerine olumlu baktı ancak bütün baskı guruplarını memnun edemedi. Faysal’ın Şiilere devlet görevlerinde yer vermediği gibi daha yakınındaki isimler çoğunlukla Sünnilerden oluşmaktaydı. Bu sebepler dolayısıyla

bazı Şii liderler Faysal’a ve yönetimine karşı çıkmışlardır. Zaman içinde yeni kurulacak Faysal yönetimlerinde de değişen bir şey olmayacak Şiilere yetkin görevler verilmeyecektir (Yıldırım, 2005: 46-47).

Irak nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ının Şii olması nedeniyle, Bahreyn’den sonra İran dışında Şiilerin en yoğun oldukları ülke durumundaydı. Irak’ı bu noktada diğer körfez ülkelerinden ayıran önemli bir özelliği, Kerbela, Necef gibi, Şii dünyası tarafından kutsal sayılan şehirlerin burada bulunmasıydı (Arı, 2007/a: 398). İran’da 1979’da Şah’ın devrilmesi ve yerine geçen Humeyni’nin Şii rejimi, Irak’ın hem dış güvenliği hem de iç güvenliği açısından tehditler içermekte ve Saddam’ın emelleri önünde önemli bir engel teşkil etmekteydi. Devrimin, yüzde 90’nı Şii olan bir ülkede gerçekleşmesi bölgede bulunan siyasal ve ekonomik bakımdan geri kalmış Şii toplumlarını harekete geçirmişti. Bu doğrultuda İran’daki devrimden bir süre sonra nüfusun yüzde 60’ını oluşturan Irak’taki Şiiler arasında da kıpırdanmalar başlamış, Necef, Kerbela ve Bağdat’ta 1979 Şubat’ında ve 1980 başlarında yer yer olaylar çıkmıştır (Arı, 2007/b: 544).

Şiilerin Irak yönetimi ile olan ilişkileri Kürtlerden farklıydı. Şiiler yönetime karşı tavrı olan bir toplum değildir. Bunun en önemli nedeni Şillerin kırsaldan şehre göç etmiş olmaları ve hayatlarını işçi ve memur olarak sürdürmeleridir. Şikâyet ettikleri nokta dini unsurlardan daha çok ekonomik ve siyasal düşüncelerden kaynaklanmaktaydı. Ancak kırsal alanda yaşayan Şiiler dini kimliklerinin korumuşlardı ve ulemanın etkisi bunlar üzerinde güçlüydü. Baas rejimine karşı gelmelerin en başlıca sebeplerinden biri laiklik ilkesi, diğeri yüksek kademeli memurluklara atanamamaları, bir diğeri de toplumsal tüm kurumlara hâkim olma istekleridir. Şii ulemasının önderliğinde kurulan gizli örgütler rejimi devirmek ve İslami bir yönetim kurmak arzusundaydı (Cleveland, 2008:456).

Diğer taraftan Irak, bölgede örgütlü Şii muhalefetinin en güçlü olduğu ülkelerin başında gelmekteydi. 1959’da kurulmuş olan Dava Partisi’nin önde gelen liderlerinden Mehdi el-Hekim’e göre, temel amaç Irak’taki mevcut rejimin yerine bir İslam Cumhuriyetinin kurulmasıydı. Dava Partisi rejimin karşısında olan tüm muhalefet gruplarını çatısı altında toplamayı amaçlıyordu. Ancak örgütsel zayıflığı kürt bölgelerine ulaşamaması ve komünist partisiyle arasındaki ideolojik uyuşmazlık gibi bir takım faktörler Dava’nın muhalefetle birlikte hareket etmesini zorlaştırıyordu. Bunun

dışında Humeyni de Irak’ta kurulacak İslam cumhuriyetinin geleceği açısından böyle bir iş birliğinin yapılmasına taraftar değildi (Arı, 2007/a: 399).

Dava Partisi, İran’la sürekli temas halinde olmuştur. Dava’nın dışında Irak’ta faaliyet gösteren tutucu dini gruplardan Mücahidin daha liberal bir tutum içindeydi ve Irak’ın dini esaslara dayanan bir devlet olmasına pek taraftar görünmüyordu. Dava ve Mücahidi’ne 1980’de ölümüne kadar Bekir el-Sadır önderlik etmiştir (Arı, 1999: 191).

Bekir el-Sadır, Humeyni rejiminin ilk gününden itibaren, Humeyni’yi ve İran ihtilalini desteklediğini açıkça ilan etmekten kaçınmamıştır (Armaoğlu, 1994: 776). 1979 Haziran’ında Kerbela ve Necef’te Bekir el-Sadır önderliğinde Baas rejimi aleyhine düzenlenen gösterileri güvenlik kuvvetleri tarafından şiddetle bastırılmıştır. Hükümet Bekir el-Sadır’ı tutuklamış ve bir süre sonra da idam etmiştir (Armaoğlu, 1994: 776).

Bu gelişmeler 1979’da Humeyni’nin iktidara geldiği ve devrim çağrısını yaptığı zamana denk gelmektedir. Irak yönetiminin kendi halkı olan Şiilere güvenmemesi, İran savaşının sebeplerinden birisidir. Gerek Kürt gerekse Şii ayaklanmaları yaklaşık elli yıllık bir devlet olan Irak’ın birliğini tehlikeye düşürüyordu (Cleveland, 2008:456).

İran’da Bazergan Hükümeti iş başındayken esas gücü elinde bulunduran Humeyni ve taraftarları Irak’ın çıkarlarına çeşitli yollardan saldırmaya başlamışlardı. Humeyni birçok konuşmasında “kendilerini sosyal devrimci, ezilen sınıfların temsilcisi ve Siyonist-emperyalist düşmanı olduklarını iddia eden Irak ve Baas mensuplarının aslında Siyonizm ve emperyalizme hizmet ettiklerini” ileri sürmekteydi. İmam Hüseyin Muntazırı bir açıklamasında, Saddam Hüseyin’in “İsrail ve emperyalizmle işbirliği yaptığını ileri sürmüştür.

Aynı şekilde İran Dışişleri Bakanı Kutbizade’de 1980’de İslam ülkeleri büyükelçileri ile yaptığı bir toplantıda” Irak Hükümetinin bir Müslüman hükümet olmadığını ve İslamiyet’le arasında hiçbir bağ bulunmadığını ifade etmiştir.” (Arı, 1999: 192).

Irak’ın İran’la ilişkilerinin gerginleşmesine neden olan olaylar zincirlerinden en önemlisi 1980 Şubat’ında devrimin yıldönümünde Tarık Aziz’e suikast ve Müstansiriyah Üniversitesi’ne saldırılması olaylarıdır. Irak Dışişleri Bakanı, bu olayların Dava’nın Kum’da bulunan liderleri tarafından ve Irak hükümetini yıkmak amacıyla planlandığını, bunun da Humeyni’nin emriyle gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür.

1980 Nisanına gelindiğinde Bağdat ile Tahran arasındaki ideolojik ve psikolojik savaş tamamen kızışmıştı. Bu olayların etkisiyle 1980’de Irak’lı Şiilerin lideri Ayetullah Muhammet Bekir el-Sadr ve kız kardeşinin idam edilmesi üzerine iki ülke arasındaki ilişkiler daha da gerginleşmiştir (Arı, 2007/b: 544).