• Sonuç bulunamadı

İnsan Varoluşunda Dikey Hareket ve Hikmet

4. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4.1. Aristoteles ve Mevlânâ’nın Mutluluk Erdemine Dair Görüşlerinin

4.1.2. İnsan Varoluşunda Dikey Hareket ve Hikmet

durum varlığın doğal gelişimiyle açıklanır. Bu husus, Aristoteles’in etik görüşünde erekbilim (teleoloji) anlayışı ile kendini gösterir.365

Bitki ve hayvanların yaşam tarzları yatay bir hareket alanına sahiptir. Tohum bitki olma becerisine sahipken, hayvan yavrusu güdüsel olarak kendi türüne özgü sorumluluklara hazırlanacaktır. İnsan da canlılık belirtileri taşımak bakımından benzer özelliklere sahiptir. Fakat onun ayırıcı kılan özelliği bir içsel güç merkezi oluşturması, eylemlerini gerçekleştirdiğinde bu merkezin etkisini hissetmek istemesidir. Bu hissetme güdüsel bir tavırdan ziyade bilinç ve tercih ortaklığı ile gerçekleştiği için eşsiz bir eylem halini alır. Erdemler bu eşsiz ve üstün eylemin tamamlayıcısı ve destekleyicisidirler. Unutulmamalıdır ki, insanın kendi varlık bilinci ile hareket etmesi daha zordur. İnsanın kendisi ile ilgili bilgisi, eylemlerinin seçicisi, aynı zamanda da onaylayıcısı olacaktır. Bir bakıma Aristoteles’in kendini gerçekleştirmek dediği bu en iyi mutluluk, Mevlânâ’ya göre benliğin mükemmelleştirilmesi demektir.366 Gerçekleşmenin potansiyeli içkin iken, mükemmelleşme, içkinliğe ilave olarak daima aşkın bir destek gücüne ihtiyaç duyar. Buna rağmen iki farklı düşünce de, varlığın dikey bir hareket halinde olması gerektiği konusunda birleşir. Bu gerçekleşme veya tekâmül, çiçeğin iklim şartlarına göre kendiliğinden gelişmesi, büyümesi gibi değildir. Bitkinin yaşamsal aktivitesi yatay bir süreçte ilerler. Dikey hareket daima çabalamayı, bireyin karar ve yargı gücünün aktif kullanımını, kişinin evrensel benliği ile ilişkisini dinç tutmasını gerektirmektedir. Erich Fromm’un söylemiyle; “Erdem, her organizmanın sahip olduğu özel imkânların açılıp genişlemesidir. İnsan için erdemli olmak demek, en çok insan olduğu, insani nitelikleri en fazla geliştirdiği bir duruma ulaşmış olmak demektir.367

Mutluluk, insanın doğal niteliklerinin olumlu yönde güç kazanımı ve genişlemesi ile elde edilir. Elbette bu güç kazanımı insan olmanın değerini bilme, değerli olanı irade etme, bunun için çabalama, çalışma, dönüşüme rıza göstermenin sonucudur. Kendi güçleriyle birleşebilmek, insanı “kendi değer anlamını bilmek” hedefine hazırlar.368

4.1.2. İnsan Varoluşunda Dikey Hareket ve Hikmet

365 Erkızan, Aristoteles’ten Nussbaum’a İnsan, 15. 366 Mevlânâ, Mesnevî,4/43, b. 520.

367 Fromm, Erdem ve Mutluluk, 39.

103

Mevlânâ düşüncesinde insanın kendisi ile ilgili bilgisi eylemlerinin neden ve sonuçları üzerinde durmak gibi dar bir alanda gerçekleşmez. İnsan, anlamlı düşünebilen bir canlıdır. Ürettiği düşünce, aynı zamanda taşıyıcı ve dönüştürücü bir güce sahiptir. Tüm evrende insanı müstesna kılan, varlık kategorileri arasında ayırt edici unsurlardan birisi, muhakeme, kavrama, anlam oluşturma yetisidir. Bu müstesna yapının iş birlikçisi, farklı bilgi alma kanalı olan kalptir. Mevlânâ düşüncesinde akıl ve düşünce, eylemleri yönetmede hikmetin güdümünde olmalıdır. Çünkü hikmet bilgisi içinde yanılma olmayan, ilahi esmadan pay almış bilgi türüdür. Bu bilginin yerleştiği ve derinleştiği alan, kalptir. Mevlânâ aklı yönetim gücünde yalnız bırakmayı düşünmemektedir. İnsan öz itibariyle ilahi tecellilerin yansıtıcısı olarak âlemde yüksek bir konumda varlık kazanmışsa bilgi ve değer noktasında da ilahi bağlantılardan kopartılmamalıdır.369

Nitekim sûfi öğretisinde nefs diye tabir edilen benlik katmanları, aklın kullanımında kendi karakteristik yapılarını ön plana çıkarabilirler. Dolayısıyla aklın, nefsin kendini kayıran muhakeme ve mukayeselerini haklı bulması tuzağına düşmesi kolaylaşır.370 Böylesi bir durumda erdemin algılanması ve yorumlanması istismara uğrayabilmektedir. O halde aklın bilgisinin erdeme ve hikmete uygunluğunu test edecek arınmış temiz bir gönül devreye girmelidir. Ancak temiz, saf ve arınmış bir gönül, aklın mukayeselerini ilahi bilgi ile özdeş olup olmadığı noktasında sorgulayıp onaylayabilir. Bu noktada Mevlânâ’nın önceliği, kalbin hastalıklı davranışlardan temizlenmesi gerektiğidir. Onun ahlak stratejisi daha zorlu bir yol takip eder. Kötü huylardan arınan kalp ve zihin hakikat bilgisini karşılamaya hazırdır. Hakikat içerikli bilginin insan zihninde ve eylemlerinde yerleşmesi için ibadetler, meditatif egzersizler son derece önemlidir.371

Bilgi, ahlak, insanın üstün varlık yapısından oluşan bu üç bileşen, uyumlu hale getirildiğinde aşkın bir deneyim söz konusu olabilmektedir. Aklın yordadığı bilgiyi kavrama noktasında kalp dominant bir etki oluşturur.372 İnsanın düşünce ile yükselmesi bu işbirliğinin olumlu bir sonucudur. O halde eylemin tartıcısı bu iş birliğinin oluşturduğu hikmet içerikli bilgidir. Hikmet, bilgi olarak yalnızca insan ürünü değildir. Hikmet, düşüncenin ve kalbin hazır hale gelmesiyle, ilahi

369 Mevlânâ, Mesnevî, 2/ 245, b. 3200.

370 Hökelekli, İslam Psikolojisi Yazıları, 15-16. 371 Mevlânâ, Mesnevî, 6/119, b. 1475.

372 Hayrettin Karaman vd. Kur'an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı

104

aydınlanmanın yoğun katkısı ile ortaya çıkar.373 Bu durumda Mevlânâ düşüncesinde insanın kendini, kendindeki ilahi hakikati bilmesi aydınlanma ve mutluluğun bizzat kendisi olmaktadır.

Aristoteles düşüncesinde hikmet, mutluluğa götüren bir erdem olmakla beraber merkezi öneme sahiptir. O “hikmet” (phronosis) tanımının kavramsal tahlilini iyi etkinlik sağlayan, iyi ve kötüyü ayırt edebilme becerisi, eylemde bulunma konusunda pratik kavrayış üzerinden yapmaktadır. Daha ziyade aklı başındalık dediği bu durum için doğru düşünme yöntemleri gerekir. Bu düşünme ilahi temaslı değil, rasyonel temelli bir tefekkürdür.374

Bu bağlamda Schumacher’in tezine geri dönmek gerekirse, insanın dikey varlık düzleminde hareket eden, daima yetkin ve aşkını hedefleyen bir varlık olduğunu akılda tutarak yola devam etmek gerektiği söylenebilir.375 İnsanın ayırıcı niteliği olan akıl ile göksel bağlantısı hikmet, insanı gerçekleşme ve aşkınlık boyutlarına davet eden eşsiz, üstün bilginin alıcılarıdır. Nitekim Rollo May, kendi varlık amacını sorgulamaktan vazgeçmiş insanı Kafka’nın, Dönüşüm adlı kitabında, bir sabah aniden hamam böceğine dönüşen adamın hikâyesi üzerinden örneklendirmektedir. Bu örneklendirme dikey varlık düzlemi tezine ters bir etkiyle vurgu yapmaktadır. Parazit ve böcekler varlık kategorisinde insana göre daha alt katmanlarda yer alır. Çünkü insan zihni varlıkları kategorize ederken, istifade edebileceği canlıları daha üst katmanlara yerleştirir, tiksinti ve zarar oluşturanların öncelik oluşturmasını tercih etmez. İnsan olmanın gerekliliğinden uzak bir yaşam tarzı, varlık bilincinden yoksun, amaçsız bir insan canlılık belirtileri taşısa bile, potansiyelini görmezden gelmiş olması onu daha aşağı canlı türlerinin özellikleriyle eşleştirir.376 Sadece yaşamını idame ettirmek ve hayatta kalmak için çabalamak tüm canlı formlarının ortak yaşamsal dürtüleridir. İnsan ise tüm donanımlarıyla kendini tamamlamayı hatta aşmayı başarabilecek bir varlıktır. Özetle insan henüz kendini tamamlamayı bitirmiş değildir. Defalarca kendini baştan alabilir, ileriye gidebilir veya geriye dönebilir.

Dikkate değer bir nokta, varlık düzeylerindeki bu hiyerarşik yapının aşağıdan yukarı veya yukarıdan aşağı doğru olup olmaması değildir elbette. Daha önemlisi düşüncenin yönünü, üst yetkinliği ya da alt kademenin mahiyetini de kapsayarak

373 Muhyiddin İbn Arabi, Marifet ve Hikmet, çev. Mahmut Kanık (İstanbul: İz Yayıncılık, 2016), 174. 374 Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, 121-122 (VI. 1141b 5-20).

375 Schumacher, Aklı Karışıklar İçin Kılavuz, 29. 376 May, Kendini Arayan İnsan, 92- 93.

105

yeniden örgütlenmesi, kümülatif bir biçimde bu örgütlenme üzerine yükselmesine çevirmek gerekmektedir. Bir önceki ilkel donanımın üzerine yetkinleşerek yükselme aynı zamanda bir derinleşmeyi içerir. İki düşünürün de bu görüşlerindeki benzerlik, yadsınamayacak ölçüdedir. Bariz farkı ortaya çıkaracak soru şu olmalıdır; Bir önceki aşama üzerine temellenerek yükselen bu varlık silsilesi insanda mı son buluyor, yoksa insan ötesine uzanıyor mu?

Felsefe tarihçileri Aristoteles’in etik anlayışını teleolojik olarak tarif etmektedir.377 Olguların, doğanın, toplumun, ilişkilerin bir amaca yönelik, olduğunu ifade eden bu görüşe göre; insanın telosu yani tüm yapıp etmelerinin amacı insan için iyi olan mutluluğa erişmektir. İyi ve mutlu bir yaşam ancak erdeme uygun etkinliklerle elde edilebilir. Aristoteles yorumcuları “etkinlik” sözüne fazlasıyla dikkat çekmektedir. Çünkü doğru eylem, istekli ve bilinçli olarak gerçekleştirilmektedir. Aristoteles’e göre bu süreci kontrol eden akıl, aşkın boyuta ulaşmaya müsait, hakikat ise bu boyutta tefekkür edilmeyi hak eden bir olgudur. Aristoteles düşüncesinin insanı getirebildiği en son nokta bir düşünce erdemi olan temaşa ve tefekkürdür. Aristoteles’in çağdaş yorumcuları insanın mutluluk arayışına aşkın bir ilkenin ereksel nedenleri olduğu fikrine sıcak bakmamakta ısrarcıdır.378 Aristoteles tercihini, rasyonalist yaklaşımına bağlı kalarak insanı, yaşadığı dünya ve dünya ilişkileri yönünde kullanmıştır.

Mevlânâ düşüncesinde ise asıl olup biten şeyler, konunun can alıcı kısmı, zaten beşeriyetin ötesinde ve üstünde bir yerde olmasında yatar. Üstelik yeryüzündeki bütün etkileşimi kapsamaktadır. Şöyle ki; metafiziksel hakikatin karşısında insan kısıtlanmış bir alanda, nisbîlik âlemindedir. Tasavvuf düşüncesine göre evren, hakikatin soluk bir yansımasından ibarettir. Nasıl ki gölgenin, bir varlıkmış gibi adından söz ettirdiği halde, müstakil bir varlığa sahip olmayışı gibi. Her hangi bir şeyin aksetmiş gölgesinden varlığın aslını düşündürmesi gibi insanda kendini daha yetkin bir ilkenin temsili gibi görmektedir. Bu hakikati anlamanın tek yolu tüm insani güçlerini birleştirmekle ve doğru bir biçimde harekete geçirmekle mümkündür. İnsanın ilahi suret üzere, varlık kategorisinin tepesinde yer almasının önemli nedenlerinden birisi de taakkul yani akıl yürütme yetisidir. Düşünme ve düşünce üzerine yoğunlaşarak basiretin, iç görünün artması temaşa ile hakikatin özümsenme aşamalarına

377 Ross, Aristoteles, 290.

106

ulaşılmasıdır.379 Mevlânâ düşüncesinde bu beşer üstü varlık düzlemi hakikatin en derini ve en önemlisidir. Ruh hareket ettiği dikey düzlemde, edilgenlikten etkinliğe, nesnellikten özneliğe doğru geçiş yapmaktadır. Nihayetinde insan, sınırlandırılamayan imkânların, saygınlığı hak eder bir öznesi olmaya aday olmaktadır. Aristoteles’te bunu sağlayan aktif güç akıl ve tefekkürdür. Fakat Aristoteles için ana fikir, daima kendini gerçekleştirme ilkesine sadık kalmıştır. Mevlânâ ise insan ötesi ile bağlantıyı, aşk ile kurmayı tercih eder.380 Buna rağmen Mevlânâ’nın bu kendine has yaklaşımı aklın karşısına alternatif bir güç unsuru çıkardığı yönünde algılanmamalıdır.

Mevlânâ’ya göre akıl ulvi bir meleke ve tüm eylemlerin yönetim aşamasında başvuru kaynağıdır. Fakat sûfi, aşkın ve hakikatle bütünleşik bir bilgiyi talep etmektedir. Bu bilgi insan zihninin sansür uygulandığı bir alana ait, sıra dışı, keşifle edinilen bilgi türüdür. Mevlânâ aklı bu sahada rencide eden aşkı tarif etmek için, bir deveyi kümesine konuk olarak davet eden tavuğun hikâyesi ile anlatır.381 Aşkın karşılayabileceği kapasitedeki hakikat bilgisi derinlik ve boyut itibariyle aklın dışına taşar. Elbette aklın tüm olanakları son sınırına kadar kullanılmalıdır. Fakat aşkın bilgiyi akıl ihata edemez. İri bir devenin, tavuk kümesinde konforlu bir misafirlik geçirmek yerine olduğu yeri talan etmesi gibi aklın, aşka dair konularda şaşkınlıkla, yetisinin sekteye uğrayacağını vurgular.382

Bu bağlamda Mevlânâ’nın söylemindeki aklın, fikir üreten ve anlayan akıl olmak üzere iki temel gücü olduğu söylenebilir. Mevcut düşüncelerden fikir üreten akıl, aşkın oluşturduğu etkiyle aşama kaydeder, sınırlarının ötesine geçer, imal ettiği fikri aklın kalbin kavrayışına teslim etmesiyle anlayışta derinleşerek istidadını genişletir. Anlayışın artması hikmeti, hikmetin kavrayışı hayret ve aşkı beraberinde getirmiş olur. Esas itibariyle akıl ve kalp, karşıt unsurlar olmaktan ziyade birbirlerinin sürekliliğidir.383

Mevlânâ düşüncesinde olduğu gibi tüm sûfi düşüncesinin temelinde asıl hedef, egoyu simgeleyen fani benliği, onun nezdinde tüm fani duygu ve düşüncelerin üzerine çıkarak kendini aşmaktır.384 Mutluluk, Aristoteles’in rasyonalist yorumuna göre kendini gerçekleştirmek iken, sûfi bakış açısıyla özdeşleşen Mevlânâ’ya göre kendini

379 Schuon, İslam’ı Anlamak,137. 380 Mevlânâ, Mesnevî, 3/388, b. 4740. 381 Mevlânâ, Mesnevî, 3/382, b. 4668. 382 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr Seçmeler, 3/48. 383 Mevlânâ, Mesnevî, 3/ 374, 4570. 384 Mevlânâ, Mesnevî, 3/ 319, b. 3900.

107

aşmaktır. Zaten bir gerçekleşme mevzu bahis olmadan aşkınlığı deneyimlemek olanaksızdır. Viktor E. Frankl’ın yaşamda anlam bulmaya dair görüşleri, insanın kendini gerçekleştirmesi ve kendini aşması hakkındaki farkı ortaya çıkaracaktır. Frankl’a göre gerçekleşme yalnızca aşkınlığın bir ürünüdür. Tek başına gerçekleşme tamamlanabilen bir eylem değildir. Bu anlamdaki eksiklik farkı oluşturur. Aşkınlık ise asıl tamamlayıcı olması bakımından idealler ölçüsünde gerçekleşme ile benzeşir.385