• Sonuç bulunamadı

C) Kosta Rika

II.1. Egemenlik, İnsan Topluluğu ve Hükümet Kavramlarına Bir Bakış

II.1.2. İnsan Topluluğu ve Dış Borçların Sorunu

Ülkede yaşayan insan nüfusunun kalabalık olup olmaması, devletin unsuru bakımdan önemli değildir. Devletin uyruklarını yanında yabancı uyruklar da bulunmaktadır, devletin varlığı bakımdan uyrukluk ilişkisi önem taşımaktadır 149 Devletler, insanların oluşturdukları toplumsal örgütlenmeler olduğundan insan topluluğu olmaksızın bir devletin olması da düşünülmez. Dolayısıyla insan topluluğu, bir devletin olmazsa olmaz bir unsudur. Ancak, devlet içinde yaşayan insan topluluğunun ya da ulusun büyüklüğü ya da diğer ifadeyle nüfus ögesi devletten devlete değişiklik gösterebilir150.

Bununla birlikte, devlete vergi veren bir ülkenin nüfusu bunun karşılığında iyi bir yönetim, eğitim, sağlık, istihdam ve alt yapı gibi sorunların çözülmesini, bu konudaki olanakların daha da geliştirilmesini, iç ve dış günveliğin sağlanmasını beklemesi doğaldır. 151 Devlete vandaşlık ile bağlı olan ve bir ulusu oluşturan bireylerin, devlet karşısında bir takım haklara sahip oldukları gibi sorumlulukları da bulunmaktadır. Ancak, çalışmamızda bu haklardan kendi geleceğini belirleme ve kalkınma hakkına değinilecektir.

II.1.2.1. Kendi Kaderini Belirleme Hakkı (Self-determinasyon)

Kendi kaderini belirleme hakkı “Self-determinasyon hakkı” olarak da anılmaktadır.

Genellikle, self-determinasyon iki anlamı birlikte taşmaktadır. Birincisi her devletin halkın kendi siyasi rejimi ve anayasal düzenini serbetçe belirleyebilmesi, ayrıca ülke topraklarının ayrılması veya katılmasının, ilgili nüfusların serbetçe ortaya koydukları iradeye uygun şekilde gerçekleşmesi söz konusudur.

Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 2. maddesi, 2. fıkrasında, BM örgütünün amaçları arasında halkların hak eşitliği ve geleceğini belirleme hakkına dayalı dostane uluslararası ilişkilerin geliştirilmesine yer verilmiştir.

Self-determinasyon ilkesi uygulamada referandum şeklinde de görülebilmektedir. BM Genel Kurulunun 1514 (XV) sayılı kararı ve Uluslararası Adalet Divanının 1975 tarihli Batı Sahara Danışma Görüşüne göre, halkların serbest iradelerine saygı esas alınacaktır152.

Bu bağlamda hükümetler nezdinde ya da uluslararası hukuki metinlerde düzenlenen insan hakları kavramı neredeyse kesin bir biçimde ahlaksal ya da felsefi anlamda insan haklarından ziyade uluslararası ve ulusal hukukta anlaşıldığı biçimiyle insan haklarından söz etmektedir.

İnsan hakları kavramını, genellikle uluslararası metinlerdoğrultusunda ele almak daha uygun olacaktır.153

Bir devletin kendi insan topluluğuna nasıl davrandığının diğer yönetimleri ilgilendirmesinin meşru olduğu görüşü uluslararası ilişkilerde oldukça yakın tarihlere ait bir yeniliktir.

149 Melda, S. (2014), Uluslararası Hukukun Esasları, 8. Baskı, Beta Yayıncılık, İstanbul, s. 107

150 Tayyar, A. (2008), a.g.e., s. 43.

151 Tayyar, A. (2008), a.g.e., s. 44.

152 Melda, S. (2014), a.g.e., 109

153 Clapham, A. (2010), İnsan Hakları, Çeviren Hakan Gür, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, s. 41.

38

Nitekimmodern hükümetin faaliyetleri çok az sayıda insanın istediği ve önceden görülen sonuçlar meydana getirdiği zaman buna yaygınlıkla demokrasinin kaçınılmaz bir özelliği olarak bakılmaktadır.154 Bununla beraber böyle gelişmelerin genellikle çoğunluğun isteklerine uyduğu pek de ileri sürülemez.

Bu açıdan, demokrasi ile yönetilmeyen ülkelerde insan hakları ve hukuk devletinin de olmayacağı var sayılmaktadır155. Dolayısıyla, demokratik yönetim, sadece yöneticilerin ve karar organlarının seçimle işbaşına gelmelerinden ibaret olmayıp, içeriği genişleyen devingen bir kavramdır. Yönetime katılma, yönetimi saydamılığı, bilgi alma hakkı gibi konular demokratik yönetimin ögelerinden sayılmaktadır. Günümüzde demokratik yönetim yalnızca kamu yönetimi ile sınırlı kalmayıp, sanayi ilişkilerinde ve çalışma hukukunda, ekonomik ve mali ilişkilerde, bankacılıkta saydamlık işlevsel bir kavramdır.156

BM Antlaşmasının 55. maddesinde de insan haklarına saygının, uluslararası ekonomik ve sosyal işbirliği çerçevesinde gerçekleştirilmesi öngürülmektedir. Buna ilişkin, kalkınma hakkı, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinde (madde 1) olduğu gibi, halkların ve bireylerin ekonomik ve sosyal kalkınma hakkı da pek çok anayasada düzenlenmiştir.

Bununla birlikte, toplumsal hakların kavram olarak açıklanması güçtür. Toplumsal haklar deyince, çalışma, toplu sözleşme, sendika, grev, toplumsal güvenlik hakları gibi haklar akla gelmektedir.157 Ayrıca toplumsal hakların, « isteme hakları » olduğu öne sürülmüştür. Bu yaklaşıma göre, toplumsal haklar, aslında, devletçe yerine getirilmesi gereken istemlerden oluşmaktadır. Başka bir deyişle, toplumsal haklarda pek çok durum bu kurumsal çerçeve ile açıklanabilir. Bu yaklaşımın toplumsal haklarda sadece devleti ödevli borçlu sayması hatalıdır. Toplumsal haklarda, hukuki ilişkiye taraf olan her özne ödevli konumdadır.

Toplumsal hakları düzenlendiği ilişkiler, toplumun ileri düzeyde örgütlenmiş olmasına bağlıdır. Ayrıca bu ilişkilerin serbetçe oluşabiliceği bir demokratik topluma ve sinai demokrasi zeminine gereksinim vardır.

Bir başka yaklaşıma göre de, toplumsal haklar, toplumsal politika araçlarıdır. Pek çok durumda toplumsal siyaset sosyal politika- amaçlarına varmak için yapılan hukuki düzenlemeler, hukuki durumlar söz konusudur. Göz önünde tutulması gereken noktalardan biri de, toplumsal hakların, sadece toplu (kollektif) haklardan ibaret olmayıp, her birinde kişisel hak niteliğinin saklı bulunmasıdır. Öte yandan toplumsal haklar kişisel haklarla birlikte bir bütün oluşturmaktadır. Kişisel haklar, toplumsal haklar olmadan anlam ifade etmez.

Bu açıdan BM Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinin 22. maddesinde ‘’Ekonomik, Sosyal ve Kültürel hakların gerçekleştirilmesi her devletin örgütlenmesi ve kaynaklarıyla orantılı olarak yükümlülük doğrurur. BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesine göre de, bu

154 Friedrich, A-H. (2012), Hukuk, Yaşama ve Özgürlük, Çeviren Attila Yayla ve Mustafa Erdoğan, 1. Baskı, İş Bankası Kültürel Yayınları, İstanbul, s. 443.

155 Tekin, A. (2010), İnsan Hakları: Kavram, Kaynaklar ve Koruma sistemeleri, 2. Baskı, İmaj Yayınevi, Ankara, s. 16.

156 Tekin, A. (2010), a.g.e., s.16.

157 Tekin, A. (2010), a.g.e., s.162.

39

hakların sınırlanması yasa ile ve bu hakların niteliğiyle bağdaştığı ölçüde ve yalnızca demokratik toplumda genel refahı artırma yönünde yapabilir.

II.1.2.2.Kalkınma Hakkı

Kalkınma hakkı tümüyle siyasal bir kavramdır. Buna göre, yoksul ülkelerin varlıklı ülkelere karşı öne sürebilecekleri bir kalkınma hakkı vardır. Varlıklı ülkeler, yoksul ülkelerle dayanışma yükümlülüğü altındadır. Özellikle borçlu ülkelerin ağır ödeme koşullarından kurtulması bu ülkeleri yeni hukuki formüller aramaya yöneltilmiştir. Pek çok belirsizlik içeren bu alanın bağlayıcı kurallarla düzenlenmesi bugüne kadar mümkün olmamıştır. BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) 1972 tarihinde aldığı bir kararla, uluslararası ekonomik ilişkilerin hukuk kurallarına bağlanması amacıyla bir anlaşma hazırlanma girişimleri başlatmış ve BM Genel Kurulu 1974 tarihli bir kararla hazırlanan belgeyi 16 gelişmiş ülkenin ret/çekimser oylarına karşın kabul etmiştir.158 Bağlayıcı nitelik taşınmayan bu belgenin başlangıç kısmında yer alan ilkelerinde ikisi, gelişmiş ülkelerin çekimser oy ya da ret oyu kullanmasına yol açmıştır. Bu Belge’nin 4 numaralı paragrafına göre, ülkeler arasında egemen eşitlik ilkesine dayalı yeni bir uluslararası ekonomik düzen kurulması Sözleşme’nin temel amacıdır. 16 numaralı paragrafta belirtilen bir başka temel amaca göre de, gelişmekte olan ülkelerin halklarının ekonomik güvenliğini teşvik etmek söz konusudur. Anlaşmanın hak ve ödevler kısmındaki başlıca hükümler yabancı yatırımlar, kaynakların paylaşılması, uluslararası ticaret ve öncelikli muamele, dış yardım, teknoloji aktarımı konularındadır.

Kısaca, yeni uluslararası ekonomik düzeninin buyurucu kurallara bağlanması mümkün olmamıştır.

Bir başka yaklaşıma göre, kalkınma hakkı aynı zamanda bireysel nitelik taşıyan bir haktır.

BM Genel Kurulu tarafından 4 Aralık 1986 tarihinde ‘’kalkınma hakkı’’, toplu (halklar düzeyinde) bir hak olduğu kadar bireysel nitelik de taşımaktadır. Kalkınma hakkı, insanın vazgeçilemez bir hakkıdır. Bu hak, bireylerin yaşadıkları toplumun ekonomik, toplumsal gelişme sürecine katılmaya katkıda bulunma hakkı olduğu biçiminde ifade edilmiştir159. Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi bağlayıcı nitelikte bir antlaşma olmasına karşın ekonomik haklara ilişkin hükümleri kendiliğinden veya doğrudan uygulanır nitelikte değildir.

Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinin bu hükümleri daha ayrıntılı olarak Afrika İnsan ve Halk Hakları Sözleşmesi tarafından benimsenmiştir. Buna göre, ekonomik, toplumsal ve kültürel kalkınma hakkı (madde 22), uluslararası barış ve güvenlik hakkı (madde 23) ve gelişmeye imkân veren çevre hakkı (24 madde) halk haklarındadır.

Ancak, Üçüncü Dünya ülkelerinin yerel diktatörleri ve rüşvetçi yönetimler tarafından yağmalanmasıyla oluşan kaynakları, Helvetik Cennetin ünlü zenginlik temelini oluştur. Siyasi tarafsızlık ve ahlak kurallarını hiçe sayması, bankacılar arasındaki acımasız rekabetiyle her türden diktatörü kışkırtan bir geleneğe sahiptir. Sina Abacha (Nijerya), Mobutu (eski Zaire, bugün Demokratik Kongo Cumhuriyeti), Jean Claude Duvalier (Haiti) ve Marcos (Filipinler)

158 Tekin, A. (2010), a.g.e., s.174.

159 Tekin, A. (2010), a.g.e., s.172.

40

gibi diktatörler, yolsuzluklarının ürünlerini tam bir güven içinde getirip ya Zürih’te Paradeplatz Meydanı’na ya da Cenevre’de Corratie caddesine yatırmaktadırlar160.Yani kendi kişisel hesaplarına yatırmaktadırlar.

İsviçre yasaları öyle karmaşıktır ki, bu diktatörlerin devrilmeleri ardından Dünya Bankası, yolsuzluk nedeniyle bir yıl içerisinde 80 milyon dolara kadar bir paranın el değiştirdiği öngörüsünde bulunmaktadır. Yolsuzluk nedeniyle oluşan ekonomik (şişirilen faturalar, kusurlu malların kabulüne göz yumulması gibi) hasarlar ise astronomik tutarlara ulaşmaktadır.

Yolsuzluğun faturasını zincirin en ucunda olanlar ödemektedir. Bu noktada halklar, genellikle en yoksul, en çaresiz olanlardır.161

Afrika, Asya ve Latin Amerika yöneticilerin sonu gelmez israfları bir kuralın varlığını işaret eder gözükmektedir. Ülke ne kadar yoksulsa ve ne kadar borç batağı içindeyse Cumhurbaşkanı, ailesi ve yakınları da o kadar lüks içinde yüzmektedirler.

1999 yılında Köln’de toplanan G-8 yöneticileri, yoksul ülke çocuklarına nasıl temel bir eğitim sağlanabileceği ya da hastalıklarla nasıl mücadele edilebileceği üzerine kafa yoracaklarına, tamamen keyfi bir biçimde, ihracatlarının yüzde 150’si oranında borçlanmışlardır.162

Buna rağmen, bazı alacaklılar farkında olarak Üçüncü Dünya ülkelerini borçlanmaya yönlendirmeye çalışmaktadır. Esas soru şudur: diktatörler iktidardan devrildiklerinde verilen borçların ödenmesi gerekecek midir?

İlerleyen bölümlerde bu sorun üzerinde durulacaktır. Yani uluslararası hukuk çerçevesinde diktatörlere verildiği borçların ödenmesinin ahlak ve hukuki olup olmadığını tartışılacaktır.