• Sonuç bulunamadı

2.5 Çıkarsamalar

3.1.1 İnsan ve Doğa İlişkisi

Mekân, içerisinde bulunduğu dokuya uygun olarak genişleme eğilimi içerisindedir. Mevcutta bulunan kaynakları en verimli şekilde kullanma gereksinimi, yapılı çevre oluşumunda doğanın en önemli sınırlayıcılardan birisi olduğuna da işaret eder. Birçok bilimsel çalışmada da, örneğin Stea ve Turan (1993) ve Uysal (2006)’da; doğanın insanları daha kullanışlı çevreler oluşturmaya zorladığı ve bu nedenle çevredeki objeleri incelemeye yönelttiği vurgulanmaktadır. Kullanılabilir duruma gelebilmeleri için, objeleri insanlar kendi ihtiyaçlarına yönelik olarak dönüştürmek durumundadırlar. Bu dönüşümün bir diğer gerekçesi de yaşamsal

döngüyü devam ettirme, alışkanlıkları sürdürebilme ve hatta hayatta kalabilme dürtüsünden ileri gelmektedir.

“İnsan esas olarak doğa ile ilişki içindedir ve bu ilişkiyi toplumsal ilişkiler sistemi üzerinden gerçekleştirir. ... İçine doğdukları doğal ve toplumsal yaşam ortamı ve bu ortamlar içindeki konumları, insanların yaşamda kalma olanaklarını oluşturmuş ve insanlar bu konum ve durumların sınırları içinde, bu konum ve koşullara bağımlı olarak yaşamda kalma problemlerini çözmüşler, hareketlerinin sınırını içine doğdukları doğal ve toplumsal koşullar belirlemiştir.” (Uysal, 2006)

Uysal (2006)’ın da yukarıda değindiği gibi, içerisinde bulunulan koşulları sürdürebilmek ve yaşamsal döngüye adapte olabilmek için doğa, toplumsal ilişkiler sistemi içerisinde dönüştürülür ve dönüşüm sırasında da kullanıcılar “yer oluşturma” kavramı içerisine doğru çekilirler. Bu hareket, doğanın insan gereksinimleri ve çevre arasındaki karşıtlığın uyumunu sağlamak üzere yaptığı birer zorlama olarak kabul edilmektedir. Bir başka deyişle, “yaşama” ve yaşamsal döngünün parçası olan “barınma” ihtiyacını karşılamak üzere “yer oluşturma” zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.

İnsan-doğa ilişkisinde bir başka nokta ise, ikisi arasındaki karşıtlıktır. “Çevresel koşullar gereksinimleri üretirken, bu gereksinimlerin buluşma noktası, insanın ve çevre kaynaklarının her ikisine de bağlı olarak belirlenmektedir. Karşıt gereksinimler, yapılı çevrenin üretiminde ya da yer oluşturma kavramında birleşmektedirler.” (Stea ve Turan, 1993) Burada “karşıt gereksinimler” doğa ve insan arasında gelişen dönüştürme eylemine karşılık gelmektedir. Doğal çevrenin insan eliyle dönüşümünün söz konusu olmasıyla, doğanın gereksinim duyduğu döngü ile insanın gereksinin duyduğu yaşamsal döngü birbiriyle çelişmektedir. Bu karşıtlık kimi zaman, her iki taraf için de farklı sonuçlar doğurmakta, kimi zaman doğal çevre ve yapılı çevre mekânsal ve yaşamsal açıdan niteliksel temelli değil, ağırlıklı olarak nicel kaygılar temelli dönüşümlerin içine sürüklenmektedir.

Söz konusu nicel dönüşümleri her yönüyle anlayabilmek için, üç bağımsız boyutu gözönünde bulundurmak gerekmektedir: Bunlar; kültür, mimari ve toplu gereksinimlerin bireysel düzeydeki yansımalarıdır. Bu kapsamdaki akademik

tartışmalar ilgili literatürü (Montgomery 1998; Harrison ve Dourish, 1996; Cameron, 1973; Steward, 1955) yönlendirici olması açısından önemlidir. Bu üç bağımsız değer ayrı ayrı ele alındığında yer oluşturma eyleminin hangi tecrübelerin birleşiminden meydana geldiğini saptamak mümkün olacaktır.

3.1.1.1 Kültürel Ölçüt

Yer oluşturma yöntemini anlamanın merkezinde kültür kavramı bulunmaktadır.

Savunulan bu görüşün özünde sembolik, dile ve kültürel özelliklerin iletimine ait değerler ile geleneksel olanı, ekonomiyi, kaynakları, politik sistemi ve ideolojiyi dâhil etme düşüncesi yatar. Stea ve Turan’ın (1993) yaklaşımına göre, kültür gerçekte toplum davranışlarının toplamıdır.

Cameron (1973)’in iddiasına göre ise, yalnızca “kültür” kavramının üzerinde yoğunlaşmak doğru değildir. Birinci sırada yer alması gereken kavramlar, ekonomik, sosyal ve politik kavramlardır. Mekân bu üç bağımlı değişken üzerinden üretilirken, kültüre ait özellikler ikinci sırada yer almak durumundadır. Mekân kurgusunu asıl oluşturan öğe kültürel birikim değil, toplumun içinde bulunduğu o anki ekonomik,

sosyal ve politik gerçekliktir. (Stea ve Turan, 1993)

Rapaport’un (1983) görüşüne göre de, yer, iklim, malzeme, ekonomi, politik içerik gibi çerçeveler önemlidirler, çünkü onlar sınırları oluşturarak ideal olanı biraz değiştirirler ya da bozarlar. Bu yorumda da kültürel birikim toplumun o an içinde bulunduğu fiziksel ve toplumsal gerçekliğin önüne geçememektedir. Kültürel değerler mekân kurgusuna ikinci ya da üçüncü sıradan eklenirler. Steward (1955)’ın yorumunda ise; kültür “odak” noktasına yerleştirilir ve bu kavram geçim ve ekonomik düzenlemelerle ilişkilendirilir. Bu tanımlamada da yer oluşturma ekonomik yapının bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Kültürel birikim ve ekonomik gerçeklik “yer”in tanımlanmasında asal etkenlerdir.

Bu görüşler doğrultusunda kültürel ölçütün yer oluşturma eylemindeki asal konumu kesinlik kazanmamakla birlikte, belirleyici bir rol üstlendiği sonucuna

ulaşılmaktadır. Kültür kavramı kimi zaman odak noktasında, kimi zamanda ekonomik gerçekliğin arkasında kendisine yer bulabilmektedir. Bu nedenle ister odakta ister tali olsun, ekonomik gerçeklik asal belirleyici olmaktadır. Kabul edilmesi gereken bir diğer nokta ise mekân’ın yer’e dönüşümünde, kültürel birikimin yaşanan mekân üzerinden okunduğu gerçeğidir. Bu nedenle mekân ve kültür arasında herhangi bir keskin ayrımı yapmak yerine, kültürel birikimin ekonomik, sosyal, politik gerçeklik zeminin, topyekûn biraradalığının asal olduğu gerçekliğini kabul etmek gerekmektedir.

3.1.1.2 Mimari Ölçüt

Yer oluşumunda mimari yapılanma, görsel ve işlevsel anlamda en önemli ölçütlerden biri olarak karşımıza çıkar. Şüphesiz görsel öğe mekânın tanımlanmasında öncelikli yere sahiptir. Ancak, mimari öğenin ya da öğelerin yer oluşturma eylemine katılmaları, eserlerin kalıcılıkları ve mekânsal dokuya olan bağları ile ilgilidir. Bu noktada Stea ve Turan (1993) üzerinde durduğu, öncelikli olarak yanıtlanması gereken iki soru karşımıza çıkar: Yaşayan mimari nedir? Ya da,

yaşayan mimari ne ile ilgilidir?

Bunun açık yanıtı Özkan, Turan ve Üstünkök (1979) tarafından yeniden formüle edilerek verilmiştir. Yaşayan mimari dört ana noktada karakterize edilir:

i. Deneyime dayalı değer: çevreyle direkt olarak ilişkilidir ve

yaşayan yapıların bağlamı ile kaynaklarını oluşturur.

ii. Katılım: bu yolla kullanıcılar yapıların oluşumunda birbirlerini

etkilerler.

iii. Çevresel uyum: elemanları, esneklik, kimlik ve ekonomidir.

Yaşayan çevre değiştirilebilirdir. Tasarımcı yapı kurgusunu barınma gereksinimine göre ayarlayabilir.

iv. Hedeflenen anlam: ürünün, yapı için önemli olan ve yapının

özünü oluşturan çevresel bağlamına yabancılaşmaktan çok onunla bütünleşmesidir.(s.13)

Bu değerler, mekânda konumlanan mimari öğelerin, mekânın bir parçası olarak yer edinimlerini sağlamak üzere, önceden tasarlanmış kurgunun ürünüdürler. Çünkü tekil parçalar halinde birbirinden bağımsız olarak tasarlanacak mimari elemanlar, mekânsal dokuya katkı sağlamak ve kimlikli bir yapı kazandırmak yerine, herbiri üstlendiği farklı görsel kimliğin temsilcisi olacaklardır. Bu nedenle, yer oluşturma eyleminde esas olan “yaşayan mekân” ve “kimlikli mekân” oluşturma gereksinimi mimari boyutta bir bütüncüllük arayışı içerisine girmektedir. Buradan hareketle, yer’e dönüşen mekânların oluşumunda mimari tasarım odak noktasında yer almaktadır.

3.1.1.3 Özel ve Sosyal Gereksinimler

İnsani gereksinimlerin başında, üretim, çoğalma ve barınma gereksinimleri yer almaktadır. Üretim, artık ürün oluşturarak sosyal faaliyetleri yerine getirebilmek için sarf edilen bir çabadır. Kendi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, daha da fazlasını üretme gereksinimi, sürekliliğin ve çeşitliliğin sağlanmasında belirleyici rol oynamaktadır. Üreme gereksinimi ise, biyolojik devamlılık için bir diğer temel unsurdur. Yer oluşturma eylemine doğrudan etki eden ve tartışılması gereken en önemli sosyal gereksinim olan barınma ise, mevsimsel farklılıklardan ya da doğa koşullarından korunarak, kapalı bir alanda bulunma gereksinimidir. Kapalı alan ihtiyacı, mekân organizasyonuna oradan da yer oluşturma eylemine kadar çoklu bir mekân planlamasına işaret etmektedir.

Ayrıca, barınma; “sosyal-teknik altyapıya, sürekliliği olan bir sağlık güvencesine ve sosyal organizasyona ihtiyaç duyan bir eylemdir.” (Stea ve Turan, 1993) Bu çoklu gereksinimleri birarada işler hale getirebilmek için mekânsal bir organizasyon gerekliliği bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle barınma ihtiyacı yerleşmeler inşa etmeyi temel kabul eden bir unsur olarak yaşamsal düzlemde yerini almakta ve

yer oluşturma eyleminin çıkış noktasını oluşturmaktadır.

Yukarıda değinildiği üzere yer oluşturmanın doğası yalnızca barınma, temel ihtiyaçları karşılama gibi insani gereksinimlere temellenmekten öte, mevcut

dokuya, kültürel ve sosyal değerlere, özel gereksinimlere göre biçim kazanmaktadır. Mekân’ı yer’e dönüştürme çabası yalnızca biyolojik gereksinimlerin değil, sosyal ve kültürel değerlerin de mekâna yansıması olarak algılanmalıdır. Bu nedenle bir sonraki bölümde yer oluşturma kavramının mekânsal yansımalarına araçlık eden temel kentsel tasarım kavramları ele alınarak, mekân’ın ve yer’e dönüşümünde etkili olan parametrelerin kentsel mekân üzerinden değerlendirilme gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

3.2 “Yer Oluşturma” ve Temel Kentsel Tasarım Kavramları

Yer oluşturma eyleminde doğal unsurların yanısıra temel kentsel tasarım kavramları da etkili olmakta, kentsel mekânın yapılanmasında rol oynayan kentsel kimlik, çevresel algı ve kentsel kalite gibi kavramlar tasarım sürecinin bir parçası olarak kente yansımaktadırlar. Kentsel kimlik, mekânın yer’e dönüşümünde göz önünde bulundurulması gereken önemli parametreler arasındadır. Eklenen her mekânsal detay, kimliğe uygun olduğu, kullanıcı tarafından benimsendiği sürece mekâna yer’leşebilecektir. Çevresel algı ise, mekânın amacına uygun kullanımını sağlamada tasarım sürecine eklenmektedir. Mekânın sağladığı koşulları plana yansıtma yer oluşturma sürecine hız ve işlerlik sağlamada etkili olmaktadır. Kentsel

kalite ile de yaşam standartları yükseltilmiş, hem mekânsal kalite, hem de yaşamsal

kalite boyutunda ele alınan nitelikli yaşama alanları tariflenmektedir.

Yer oluşturma süreci ile ilişkili bu kentsel tasarım kavramları, nitelikli yaşama alanları oluşturmada izlenecek yöntemi belirlemekte, odak noktalarına işaret etmektedirler. Bu nedenle tez kapsamında kentsel kimlik, kentsel imaj (imge), çevresel algı ve kentsel kalite kapsamlarında da yer oluşturma ilkelerini tartışma gerekliliği ortaya çıkmaktadır.