• Sonuç bulunamadı

İnsan davranışlarının oluşumu

Belgede EĞİTİM SOSYOLOJİSİ (sayfa 140-143)

9. OKULDAKİ ETKİLEŞİM VE TOPLUMSAL SONUÇLAR

9.2. İnsan davranışlarının oluşumu

Şimdiye kadar insan davranışlarını açıklama yönünde çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Bir grup düşünüre göre insan "tarihi bir

varlık"tır; davranışları da tarihi gelişim içinde oluşmuş toplumsal

düzen ve kuralların bir ürünüdür. Bazılarına göre farklı insan davranışları bireyler arasındaki psikolojik farklılıktan doğmaktadır; önemli olan kişinin içyapısıdır. Aynı çevrede yaşayan birçok kişideki davranış çeşitliliklerinin izahında kişinin yapı ve yatkınlıkları iyi bir temel oluşturabilir ama aynı kişide davranışların oluşması ve zamanla değişmesi sadece tek faktörle açıklanamaz. Hatta psikolojideki deneysel araştırmalar, son zamanlarda insan hareketlerinin izahında, şahsiyet ve farklılık psikolojilerinden ayrı bir

Çevre Psikolojisi ("Ecologial Psychology", "Umweltpsychologie")

ortaya çıkmıştır.

J.B. Watson'dan B.F. Skinner'a kadar bütün behavyoristler,

insan davranışlarını uyaran-tepki modeli üzerinde izah etmeye çalıştılar. Kognitif yapıya önem verenler ise, insanın bilgi ve tecrübelerinin birikimine, işlenmesine, depolanmasına ve tekrar kullanılmasına dikkati çektiler. İnsan davranışları interaksiyon sonucu oluşur; interaksiyon ise kişinin ve içinde yaşanılan durumun (çevre) karşılıklı etkileşimi sonunda meydana gelir. Bir insan, çevresinde olup bitenler, kendi davranışları ve bunların sonuçları hakkında sürekli bilgi toplar, işler ve depolar. Kendisi de dahil olmak üzere dış çevrenin bir "iç modeli"ni kurar (C.A. Borneau). Bu iç modelde, dıştaki olayların nasıl olup nasıl sonuçlar verdiği, bu arada kişinin kendi davranışlarında kayıtlıdır. Kognitif davranış teorisine göre, çevrede olup bitenler ve çeşitli uyaran durumları kişi tarafından olduğu gibi algılanmazlar ve algılananlar da doğrudan doğruya etki etmezler. Bunlar kişinin içindeki çevre modeli, ona, herhangi bir durum karşısında nasıl davranması gerektiğini gösterir; arzu ettiği sonuca ulaşabilmesi için ona rehberlik eder.

D. Dörner de, gerçek hayat alanında nasıl davranılması

gerektiği konusunda kişiye bir hafıza tablosunun, modelinin yol gösterdiği kanısındadır.

K.Lewin'in "alan teorisi"nde de kişinin yaşadığı sosyal çevreyi

"psikolojikleştirdiğinden" bahsedilir. Birey, dış çevresinde objektif olarak bulunan ve cereyan eden şeylere subjektif anlamlar verir; bu arada kendi objektif durumunu bile subjektif olarak değerlendirebilir. Öte yandan rol yüklemeler de kişilere ayrı değerlendirme açıları verir.

Bir kişinin davranışlarını ve dolayısıyla şahsiyetini, içinde bulunduğu ilişkiler ağı ve sosyal çevreyi algılaması belirlemektedir.

Bireyin dış çevreyi ve ilişkileri algılaması ve bunlardan kognitif dönüştürmeler (transformasyon) yapabilmesi çok önemlidir; çünkü birey kendi değer ve beklenti sistemini dışardan aldığı bilgiler üzerine kurar. Birey ve çevre, birbirlerine fazla zıt düşmeyecek bir şekilde karşılıklı beklenti ve değerler sistemine sahiptirler.

Bir kişinin davranışlarını belirlemede, onun kognitif yapısı çok önemlidir. H.Werner, insanın her an yeni davranış biçimleri oluşturduğunu; bunu da yeni gelişmeleri eskilerle birleştirip sınıflayarak ve oradan yeni aşamalara geçerek yaptığını belirtiyor.

Piaget ise, kişinin çeşitli gelişme dönemlerinde çevreden aldığı

uyarıları kendine mal ettiğini, bazen da kendisinin çevreye uyum yaptığını; bu uyum ve benimsemeler sonunda gelişen şemaların o kişinin algı, hareket, duygu, düşünce gibi özelliklerini meydana getirdiğini belirtiyor.

İnsan, içinde yaşadığı sosyal ortamı ve sosyal kuralları pasif olarak almaz; aktif katılma içinde onu kendine uydurur ve kendisi de ona uyar. Çevreye aktif olarak katılma yoluyla kognitif şemalar meydana getirilir. Bireyin kognitif yapısında sadece dış dünya algılamaları değil, kendi beni ve eski tecrübelerini birleştirerek kendi davranışlarını ortaya çıkartır. Bu açıdan, kritik bir durumda nasıl davranılacağını belirlemede, yeni çözüm örnekleri bulmada bireyin kognitif yetenek ya da transformasyonları çok önemlidir. Zaten "sosyalleşme" dediğimiz olgu da bireyin bir dizi yeni durumları öğrenip, değerlendirip yeni taktikler ve hareket planları geliştirmesi; bu durumlar içinde kazanılan hareketleri genelleştirip yeni durumlara transfer etmesidir. (Mollenhauer).

İnsan, hem hareketlerini düzenlemede hem düşünce sistemini kurmada bilinçli veya bilinçsiz olarak başkalarının beklentilerine ve davranış biçimlerine dayanır. Bir insanın hareketini belirlerken dayandığı esas güç, kendisinin ve karşısındakilerin daha sonraki

hareketleri ve tepkileri hakkındaki tahminleridir. Bir olayın iyi ya da kötü olmasının yanı sıra arkasından neler geleceğinin tahmin edilmesi bireyin davranışlarını belirler; insanların tâ çocukluktan itibaren o anda hoş olmayan eziyetli ve sıkıcı olaylara katlanmaları daha sonraki hoş beklentileri veya korkuları yüzündendir.

Kişinin daha önceki vaziyetalışları ve hareketleri de, dış çevre uyaranları, beklentiler ve kognitif yapının yanı sıra insan davranışlarını etkiler, daha doğrusu "bağlar".

İnsan davranışlarının açıklanmasında kişi merkezli ve durum merkezli bakış açıları tek yanlı kalarak önemlerini kaybetmiş; interaksiyona dayalı görüşler önem kazanmıştır. K.Lewin'in, kişinin ve çevrenin o andaki durumunu ifade eden psikolojik hayat alanı içinde çevre ve şahsın birbirlerini karşılıklı etkilemeleri, daha sonraki zaman ve mekân içinde genişletilmiştir. M.Argyle, insanın (sosyal) davranışlarını onun şahsiyetine, kişilik yapısına; şahsiyetini de o zamana kadar oluşan kognitif sisteme bağlamış; ancak daha sonra insan davranışlarında sosyal interaksiyonun önemini vurgulayarak farklı bir davranış modeli geliştirmiştir.

Aynı sosyal fizikî çevredeki bireylerin bir konudaki davranış farklılıkları, onların farklı yatkınlık ve ilgilerine dayanır. Ama bütün bu çeşitlilik ve farklılıklar içinde gene de statik yapı modelleri vardır. İnsan başkalarının hareketlerine bakıp kendi de benzer hareketler yaparak sağlam ve tekrarlanabilir hareket örneklerine ulaşır. İnsan davranışlarının zaman ve mekân içinde tutarlılık kazanmasında, pekiştirmeden ziyade sembolik temsillerin, sosyal ilişkilerin içselleştirilmesinin ve merkezî bütünleşmiş sistemlere ulaşmanın payı daha fazladır. Sosyal bir ortamda yaşayan insanların kurallar koymaları, kurumlar kurmaları davranış karmaşasını ve karar verme problemlerini azaltır; bu ortam içinde yaşayanlara güven verir. Başlangıçta kişi, değerlendirip karar vermede, davranışlarını belirlemede güçlük çeker; sosyal kontrol mekanizmalarının baskısını hisseder. Ama sosyal ilişkiler içinde, giderek, daha önceki tecrübelerini, yaşadığı andaki ihtiyaçlarını, kendisinin ve sosyal kurumların (toplumun) beklenti ve amaçlarını kendi benliğinde dengeye ulaştırır (F.Wellendorf'un benlik dengesi teorisi). Artık bundan sonra sosyal kontrol kişinin dışındaki bir yabancı kontrol olmaktan çıkar, hem kendisine hem de çevresine yönelik bir öz-kontrol şekline dönüşür.

İnsan davranışlarını izah ederken bir grup düşünür, onu bir alışveriş olarak görüyorlar ve maliyet-fayda hesabına vuruyorlar. J.W.

Thibaut, H.H. Kelley, E.E. Jones, H.B. Gerard gibi düşünürlere göre

insan davranışlarını bireyin kafasındaki maliyet-fayda değerlendirmeleri belirler. Kişi yapacağı davranış kendisine neye mal olacağını ve sonunda kendisinin ne kazanacağını hesaplayarak ona

göre davranır. Maliyet ve faydanın birbirini dengelemesi, harcanan çaba ile kazanılan ödülün az çok birbirine eşit olması gerekir. Bu alışveriş teorisinde insanın bütün beklentileri, ödül beklentileridir. Psikolojideki ödül, ceza, pekiştirme gibi davranış oluşturma, değiştirme ve yönlendirme yöntemleri yerine insanlar arası karşılıklı ilişkilerde sosyal kurallar ortaya çıkmaktadır. İnsanlar arası ilişkilerde sosyal kurallar, ekonomik ilişkilerde paranın yerini tutar (C.G.

Homans). İnsan, egoist tabiatlı bir varlıktır; içinde yaşadığı başarı

toplumu ise bir serbest pazar gibidir. Egoist tabiatlı insan bu serbest pazardaki sosyal bağlantılara, orada ödüllendirileceğini umduğundan dolayı girer. Bu ortam içinde insan davranışları, onun kontrolündeki keyfî-subjektif esaslara göre değil; grup normlarına, sosyal kurallara göre yapılır.

İnsanların birbirlerini etkileyebilmeleri, hareketlerini yönlendirebilmeleri için birbirlerine bağımlı olmaları gerekmektedir. Antropolojik bakış açısından da insanlar birbirlerine muhtaçtır; birbirine yönelir, birbirini etkiler, yönlendirir, kontrol ederler. İnsanlar arası ilişkilerde karşılıklı bağımlılık kadar önemli olan bir başka faktör de güç veya daha sosyolojik deyimiyle iktidardır.

Sosyolojide, kendi isteklerini başkalarına kabul ettirip yaptırma olarak anlaşılan güç, kişisel özelliklere, sosyal yapıya ve durumsal konumlara dayanır. Sosyal Psikolojide ise, karşısındakilerin davranışlarını etkileme yeteneğidir. Güç, öğretmen-öğrenci, karı-koca gibi ikili ilişkilerde başka; grup içi ilişkilerde (yönetme, otorite, disiplin, saygınlık, itaat gibi faktörlerin belirgin olarak ortaya çıkmasıyla) başka, gruplar arası ilişkilerde ise daha başkadır. Okul gibi formal olarak organize edilmiş topluluklarda sosyal güç otorite, normlar ise yaptırımlar olarak düzenlenmiş; yönetmeliklerde sembolleştirilmiş ve cezalara bağlanmıştır. Böyle durumlarda güç, otorite ve disiplin aynılaşmıştır.

Belgede EĞİTİM SOSYOLOJİSİ (sayfa 140-143)