• Sonuç bulunamadı

F. TEZLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.1.2. İnsan’dan Allah’a İlişki Türü

Kur'ân'ı Kerim'de Allah'ın insanı yaratmış olduğu, onu başta akıl olmak üzere çeşitli hisler (duygular) ve duyular gibi umumî manada hidayete erdirici türlü kabiliyet ve meziyetlerle donatmış olduğu görülmektedir. Bunlar akıl, duygu ve duyulardır. Özürlüler dışında dereceleri farklı da olsa hemen her insana bunlar lütfedilmiştir.62

Allah'ın bütün mahlûkatına lütfettiği umumî hidayet cümlesinden insana verilen kabiliyet ve özelliklerin başında akıl gelmektedir. Akıl, sözlükte yasaklamak, engellemek, devenin ayağını bağlamak, sığınmak, korunmak, tutmak ve istemek gibi anlamlara gelir.63

Akıl, insanı, diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesidir.64 Başka bir ifadeyle akıl, "varlığın hakikatini idrak

eden, maddi olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cever; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç" anlamındadır.65

Kur'ân’ı Kerîm'e göre insanı insan yapan, onun her türlü aksiyonlarına anlam kazandıran ve ilâhî emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan akıldır.66 İnsanoğlu Allah'ın kendisine vermiş olduğu bu akıl gücü

ve yeteneği sayesinde hayatı anlamlandırmaya çalışır.

İnsanoğlunun hayatı anlama ve anlamlandırmasına vesile olan diğer hususlar da duyu ve duygulardır. Allâh-insan ilişkisi açısından Allah'ın özürlü ve sakatlar gibi bir kısım müstesna kimselerin haricinde her insana verdiği bu duyuların olmaması halinde

61Aköz, Kur'an'da Allah-Kul ilişkisi, s.12. 62 Aköz, Kur'an'da Allah-Kul ilişkisi, s.75.

63 İbni Manzur, "A.K.L.," Lisanü'l-Arab, c.11, s.458-459.

64 Mustafa Namık Çankı, Büyük Felsefe Lügatı, Istanbul, 1954, c.III, s.23.

65 Süleyman Hayrı Bolay, "Akıl", T.D.V. İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1989, c.2, s.238. 66 Aköz, Kur'an'da Allah-Kul ilişkisi, s.77

19

insanın hiç bir şeyi göremeyeceği, işitemeyeceği, tadıp koklayamayacağı ve buna bağlı olarak hiçbir şeyden haberinin olamayacağı ortaya çıkmaktadır. Böyle olduğu halde insan yaratılışını unuttuğu ve durumunu düşünmediği üstelik Allah'a ve âyetlerine karşı "apaçık bir hasım kesildiği"67 Kur'ân'da vurgulanmaktadır.68

Yukarda ifade edilen bütün bu hususlara rağmen Allah insanı, kâinatı ve kâinattaktleri yaratıp, onları türlü kabiliyet ve meziyetlerle (akıl, duygu ve duyular gibi) donattıktan sonra onu kendi başına bırakmamıştır. İnsanın hayatın anlamını ve varoluş gerçeğini ve aynı zamanda kendisini bulup, bilmesi için evrendeki sözsüz âyet olan kâinatı (kevni), kendi varlığının açık belgeleri olarak sunmayı yeterli görmeyerek ona sözlü mesajını (vahyi) da göndermiştir.69

İşte insanın gerek sözel âyetlere gerekse kevni âyetlere karşı tavrı ve cevabı yaratan ile olan ilişkisinin temelini oluşturmaktadır. Kur’an’a göre bu mesajlara iki cevaptan biri verilebilir ki; kabul imanı, red inkârı gerektirir.70

Allah'ın bilinmesi, varlığının ve uluhiyyetinin tanınması demektir ve imanı gerektirir. Bu nedenle iman; Allah'ın mevcudiyetini ve uluhiyyetini bilmek, tanımaktır. Böylece iman, yaratmanın gayesinin hem özü, hem de çerçevesidir. Yalnız iman, sadece bir bilme, bir zihni hal değil, bununla beraber bir yaşayış halidir. Yaşayışa ve davranışa dönüşmüş iman, Allah'a karşı saygı ve sevgi olarak gerçekleşir.71

İmanla birlikte insan, Allah ile ilişkinin ilk basamağını gerçekleştirirken, inkârla da bütün bağlarını koparmaktadır.72

İnsan, varoluşundan beri kendisine ve hayatına hâkim olan gizli bir kuvvetin varlığını fıtri olarak hissedip, iman etmiş, ihtiyacı olduğu zaman ona sığınmış, dara

67 Nahl, 16/4.

68 Aköz, Kur'an'da Allah-Kul ilişkisi, s.79.

69 Halis Albayrak, Kur’an’da İnsan-Gayb İlişkisi, s.260.

70 Gümrükçüoğlu, Kur’an’da Allah Ve İnsan Arasındaki İletişim Kodları, s.851

71 Hüseyin Aydın, İlim, Felsefe ve Din açısından Yaratılış ve Gayelilik, DİB Yay., Ankara, 1991, s.

181.

20

düştüğü zaman ondan yardım dilemiştir.73 Allah’a iman duygusu insanoğlunda ta

yaratılıştan beri vardır. İlk yaratıldığı andan itibaren var olan bu duygu, hayat unsuru anadan doğan yavru ile birlikte doğmuş, asırdan asıra, nesilden nesile geçerek yer yer değişik şekillerde tezahür etse de günümüze dek devam ede gelmiştir. Değişik zamanlarda insanların kâinatın yaratıcısı konusundaki düşüncesi medeniyetlerin ve fikir hareketlerinin akışına farklılık arz etmiştir. Firavunlar zamanında yaşayanlar dâhil insanlar genelde yüce bir kudrete inanmışlar, ancak hakikatten uzaklaştıkça kendi hayallerinde kendilerine mahsus bir ilah şekli canlandırmışlar ve ona tapınmışlardır. Yeryüzünde puta, aya, güneşe, ateşe, öküze tapan bu insanların bu hareketi hep fıtratlarında mevcut olan üstün kudrete yönelme duygusunun, yanlış yönelişlerinin tezahürleridir.74 Müşriklerin taştan, tahtadan, bademden yapılmış

timsallere, yontulmamış taşlara, ağaçlara, hayvanlara, gök cisimlerine tapınmalarının sebepleri, kaynakları nelerdir? Sırf maddeleri için mi onlara ibadet ediyorlardı, yoksa bunlar sembol değeri mi taşıyorlardı? Çağdaş Dinler Tarihçilerinin çoğu, kesin bir şekilde, “Kâinattaki hiçbir varlığa, sırf kendisi için tapıldığına rastlanmaz.” görüşündeler. 75

Yaratılışta var olan ve zamanla farklı iç ve dış etkenlerle tahrif olmuş ve özünü kaybetmiş olan bu fıtratın, insanın varlığını ve ferahını devam ettiren tüm fiziki şartların kalmadığı anlarda zuhur ettiğini Kur’an bize haber vermektedir.:

“Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz o

gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve yolcular bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar ve dini yalnız Allah’a has kılarak: Eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız, diye Allah’a yalvarırlar.”76 “İnsanların başına bir sıkıntı gelince rablerine yönelerek

O’na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet tattırınca bakarsınız ki onlardan bir grup rablerine ortak koşarlar.”77 “Dağlar gibi Dalgalar onları kuşattığı

73 En'âm, 6/63, 64.

74 Abdurrezzak Nevfel, Allah ve Modern ilim, çev. Akif Nuri Karcıoğlu, İstanbul, 1974, s.108-109. 75 Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, İstanbul,1997, s.5

76 Yunus, 10/22. 77 Rum, 30/33.

21

zaman, dini tamamen Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar.78 Dolayısıyla refah ve rahatlık dönemler, bir anlamda fıtrat'ı perdeleyen haller olurken, "kriz anları" diye niteleyebileceğimiz daha güzel durumlarda daha özel durumlar da, “fıtratullâh”ın tezahürüne, kulluğa geçişe, kendini yeniden bulmaya, aslî hale dönmeye vesile olurlar.79 Böyle durumlarda, en katı putperestlerin bile taptıkları tanrılarını unutarak, Allah'ın yardımına sığındıkları görülür. Aynı şekilde en inatçı ateistler çaresizlik anında kurtuluş için ister istemez Allah'a yalvarırlar. Onların bu durumu, insanın kalbinin derinliklerinde yatan Allah'a ibadet ihtiyacına açık bir delildir. Bu ihtiyaç ve eğilim gaflet ve cehaletle perdelenebilse de, zaman zaman musibetlerin etkisiyle yüzeye çıkmaktadır.80 Nitekim Kur'ân-ı Kerîm bu noktaya da

dikkat çekmektedir. Bir sıkıntıya uğranıldığı zaman;

“O'na (aşikâr ve) gizli yalvararak, eğer bizi bundan kurtarırsan, andolsun şükredenlerden olacağız, diye dua edersiniz.”81 buyrulmuştur. Bir örnek olarak, İslâm'ın baş düşmanlarından Ebû Cehl'in oğlu İkrime, Mekke'nin fethinden sonra Cidde'ye kaçar, oradan da Habeşistan'a geçmek için bindiği gemi şiddetli bir fırtınadan batma tehlikesiyle karşılaşınca bütün yolcular inandıkları putlarına yalvarmaya başlarlar. Fakat fırtına daha da şiddetlenir. Bu sefer hep bir ağızdan; “Şimdi Allah'tan başkasına yalvarmanın zamanı değil, bizi ancak O kurtarabilir.” diye bağrışırlar. Bu olay İkrime'nin kalbini sarsar: “Eğer burada bize Allah'tan başka yardım edecek yoksa bir başka yerde nasıl olabilir, Muhammed (s.a.)'nin yirmi yıldır bize öğretmeye çalıştığı, bizim de kabul etmeyip savaştığımız gerçek bu” diyerek “Eğer bu fırtınadan kurtulursam doğruca Muhammed (s.a.)'e gideceğim ve onun izleyicisi olacağım” der. Ve fırtınadan kurtulur, ahdini yerine getirerek Müslüman olur.82

78 Lokman, 31/32.

79 Sadık Kılıç, Fıtrat'ın dirilişi, İstanbul, 1991, s.28. 80 Aköz, Kur'an'da Allah-Kul ilişkisi, s.16. 81 En’âm, 6/63.

82 Mevdudî, Tefhimü'l -Kur'ân (Çev: Muhammed Han Kayanı, Yusuf Karaca, Nazife Şişman, İsmail

Bosnalı, Ali Ünal, Hamdi Aktaş), İst. 1996, 1/549; M. Asım Koksal, Hz. Muhammed ve İslâmiyet, İst. 1978, c. VII s.317. Ayrıca bk. Hâkim, Müstedrek, III, 241; İbn-i Esîr, Üsdülgâbe, c.IV s.71.

22

Bilinçli her insanın önce kendi varlığından başlayarak, evrenin bütününü sonra göklerde ve yerlerde var olan şeylerin her birini, bunların nereden, niçin ve nasıl geldiklerini ibretle ve dikkatle düşünmesi, bunları yaratıp var eden Allah'ın varlığını ve birliğini anlamasına ve bilmesine yetecektir. Kendi nefsini ve kâinatı iyi düşünebilen her akıllı, kendi varlığından başlayarak görmekte olduğu bu muazzam ve akıllara hayret veren şu evreni yaratan idare eden, bütün bu varlıklar üzerinde dilediği gibi hükmünü yürüten kudret sahibinin varlığını ve birliğini anlayacak ve bilecektir. Ve bu mesele ile ilgilenecektir. Bu her insan için bir vecibe ve bir farizadır.83 Bu husus

Kur'ân'ın da bizzat emridir.84

Şüphesiz insan fikir sahibidir. Kendini ve evreni düşünecek olursa evrende hâkim olan tek kudretin varlığına ve birliğine iman edecek ve onunla ilgilenecektir. Evreni ve içindekileri yaratıp idare eden yüce Yaratıcıya karşı vazifemiz, O'nu bilmek ve O'na karşı kulluk yapmaktır.85

İbadet duygusunun bütün insanlarda var olan minnettarlık duygusundan kaynaklandığı görülüyor. Minnettarlık duygusunun da fıtrî olduğu bir hakikatır. Hangi inançtan olursa olsun bütün insanların yapılan bir iyilik karşısında minnettar kalmamaları mümkün değildir. İnsan kendine yapılan iyiliklerin en büyüğü olarak hayatının kurtarılmasını görür. Biraz düşünülecek olursa herhalde hayatın hiç yoktan verilmesi, kurtarılmasından öncedir. Öyle ise, özellikle inanan insan kendisini yaratana elbette minnettar kalacak, ilgi duyacak ve ona ibadet edecektir.86 Nitekim bu husus Kur'ân'da da açıkça belirtilmiştir. “Ben niçin beni yaratana ibadet etmeyeyim?

Siz de hep O'na döndürüleceksiniz.”87

Yüce Allah ile kulu arasında var olan bağ ancak insanın hal ve durumunun ve onu var edenin sıfatlarının bilinmesi ile daha iyi anlaşılır. İlgi her zaman sıfata dayanır ve ondan meydana gelir. İki taraf arasındaki bağ ve ilgi, ancak her birinin sıfatlarının aralarındaki fark ve üstünlüklerinin birinin diğerine ne derece muhtaç olduğunun,

83 Akseki, İslâm Dîni, s. 62.

84 bk. A'râf: 7/185, Yûnus: 10/101; Kaf: 50/6, 7, 8.

85 Ahmed Hamdi Akseki, Ahlâk Dersleri, 1968, İst., s. 281. 86 Aköz, Kur'an'da Allah-Kul ilişkisi, s.18.

23

muhtaç olunan yüce kudretin muamelesinin bilinmesi ile anlaşılır. Bundan dolayıdır ki ilahî kitaplar ve dinler, Allah'ın kulları ile olan bağ ve ilişkilerinin sınırını çizmeden, farzları koymamışlar ve ibadetlere davet etmemişlerdir. Önce sıfatları ısrarla zikretmişler, bunun arkasından farzları koymuşlar ve ibadetlere davet etmişlerdir. Bundan dolayı bütün dinlerde îmân ve itikad esasları ibâdet ve muamelâttan önce gelmiştir. Allah'ın Kerîm sıfatları, Esmâ-i Hüsnâ'sı, şaşılacak fiil ve tasarrufâtı, kuvvet ve kudreti, eşsiz yaratıcılığı, lütuf ve rahmeti, sevgi ve ra'feti, cûd ve keremi, afv ve müsamahası, ı'tası ve men etmesi, zarar ve fayda vermesi, ilim ve marifeti, yakınlığı, ihatası, kulunun dualarına cevap vermesi... Bütün bunlar, Allah'ı cemâl ve celâlde, kemâl ve ikramda en yüce örnek kılacak şekilde Kur'ân'da mevcuttur.88

“Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.”89

İşte bu hususların bilinmesi insanı Allah'a bağlayacağı için"Ey İnsan, seni

engin Kerem sahibi Rabb'ine karşı aldatıp isyana sürükleyen nedir? O ki seni yarattı, seni düzenledi, sana ölçülü bir biçim verdi. Seni(n organlarını) dilediği şekilde birbirine ekledi” 90 Şüphesiz Rabb'in, işte üstün O'dur. Merhamet eden O'dur.” 91

buyrulmuştur.

Yüce Allah yaratmış olduğu kulları ile daima irtibat halindedir.92 Kulun da

Allah'n bu ilgisine karşılık vermesi Allah kul ilişkisinin temelini oluşturmaktadır.93

Allah-insan ilişkisinde insanın bütün hal ve hareketlerinin yaratıcı tarafından bilinmesi Allah-insan iletişiminin temel noktalarından birini teşkil eder. İnsanlar için ulaşılmazlıkla ifade edilebilecek göklerin erişilmezliğinde, yerin dipsizliğinde saklanan şeyleri 94, karalarda ve denizlerde olup bitenleri 95, yere gireni ve ondan

88 Ebu'l-Hasan En-Nedvî, Dört Rükün, (terc. İsmet Ersöz), 1969, Konya, s. 9-11. 89 Rum, 30/27

90 İnfitar, 82/6-8. 91 Şuarâ, 26768.

92 Ahzâb, 33/51; Muhammed, 47/19. 93 Aköz, Kur'an'da Allah-Kul ilişkisi, s. 20 94 Hucurât, 49/18.

24

çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni96, gökte ve yerde bulunan her bir sözü97 bilen

varlık, bulunduğumuz her hali, Kur'ân'dan okuduğumuz her yeri, içine daldığımız her bir işi mutlaka şahit olarak bildiğini, yerde ve gökte hiç bir şeyin O'ndan gizli kalmadığını, her şeyi aşikâr bir Kitapta kaydetmiş olduğunu98 haber

vermiştir.99

Kulun iflah olması ancak o Yüce yaratıcıyı tanıması ile mümkün olacaktır.100

Kulun Rabb'inin tanıması, O'nunla ve O'nun için yaşamasıdır. Dinin şekli bu ilişkiyi sağlıklı bir şekilde kurmak ve sürdürmek için gerekli bulunan ibadetler, formüller, kaideler ve pratiklerdir.101

Allah ile insan arasındaki iletişim, peygamberler aracılığı ile gerçekleşmiş ve bu iletişim neticesinde ilahî kitaplar teşekkül etmiştir. Bu iletişimin en son teşekkülü ve formu Kur’an’dır. Nitekim Kur'an'ın bir adı da hablullah (Allah'ın ipi)dır.102Kur'an,

Allah'tan insana uzatılan bir ip, Allah ile insan arasında bir bağ, Allah ile kul, kul ile Allah arasındaki karşılıklı ilgi ve ilişkiyi sağlayan bir vasıtadır. Hatta Allah tarafından gönderilen elçi ve kitapların öncelikli görevlerinin bu ilişkiyi düzenlemek olduğunu söylemek mümkündür.103

Kısacası, Allah’ın insanla iletişimi onu, takdir edip var etmesi ile başlamış, peyamber ve kitap göndermesi ile devam etmiştir. İnsanın, peyamber ve kitaba dolayısıyla Allah’a iman etmesiyle karşılıklı olan bu ilgi ilişkiye dönüşmüştür. Kul Allah’a iman edince Allah da onun bu imanına karşılık vermiş, onun kalbine etki etmiş

96 Hadîd, 57/4. 97 Enbiyâ, 21/4. 98 Yûnus, 10/61.

99 Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet., s.145:

100 Yunus Vehbi Yavuz, Çalışma Hayatı ve İslâm, İst, 1992, s.263. 101 Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 04-07-1999, s. 2, sütunlar. 102 Ali İmrân, 3/103.

25

ve hidayetini arttırmıştır. Nitekim “Kim Allah’a iman ederse Allah onun kalbine

hidayet verir.104 ayetinde de bu duruma vurgu yapılmıştır.105

Şimdi Allah ile insan arasında gerçekleşen ve insanın yaratılmasıyla başlayan ilişkinin bu boyutları üzerinde durmaya çalışalım.

1.2. ALLAH-İNSAN İLİŞKİSİNİN ONTOLOJİK BOYUTU