Muhterem Efendiler, ciddî icabat üzerine, hükümetçe fevkalâde tedbirler alınması lüzu
muna dair ilk izhan kanaat ettiğimiz zaman, bunu hüsnü telâkki etmiyenler vardı.
Takriri Sükûn Kanunünu ve İstiklâl Mah
kemelerini, vasıtai istibdat olarak kullanaca
ğımız fikrini ortaya atanlar ve bu fikri telkine çalışanlar oldu.
Şüphe yok ki, zaman ve vakayi, bu şayanı nefret fikri telkine çalışanları, elbette hacil mevkie düşürmüştür.
Biz, fevkalâde ittihaz olunan ve fakat ka
nuni olan tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir su
retle, kanunun fevkine çıkmak için, vasıta ola
rak kullanmadık; bilâkis, memlekette sükûn ve asayiş tesisi için tatbik ettik; devletin hayat ve istiklâlini, temin için kullandık. Biz, o ted
birleri, milletin medeni ve içtimai inkişafında istifadeli kıldık.
Efendiler, aldığımız fevkalâde tedbirlerin tatbikma lüzum kalmadığı görüldükçe, onla
rın tatbikından sarfınazar edilmekte tereddüt gösterilmemiştir. Nitekim, İstiklâl Mahkemele
ri, zamanında tatili faaliyet eyledikleri gibi, Takriri Sükûn Kanunu da, müddeti meriyeti
hitamında, tekrar Büyük Millet Meclisinin hu
zuru tetkikine arz olundu. Meclis, kanunun bir müddet daha idamei meriyetini lüzumlu görmüş ise, elbette, bu; millet ve cumhuriyetin âli menfaatleri icabı olduğundandır; Meclisi Alinin bu karan, bize, vasıtai istibdat vermek maksadına mâtuf tasavvur olunabilir mi?
Efendiler, Takriri Sükûn Kanununun cari ve İstiklâl Mahkemelerinin hali faaliyette bu
lunduğu müddet zarfında, yapılan işleri, göz önüne getirecek olursanız; Meclisin ve milletin emniyet ve itimadının, tamamen mahalline masruf olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Memlekette ika edilen, büyük isyan ve sui- kastler bertaraf edilerek, temin olunan asayiş ve huzur, elbette, umumca mucibi memnuniyet olmuştur.
Efendiler, milletimizin başında, cehil, gaf
let ve taassubun ve terakki ve temeddün düş
manlığının, alâmeti farikası gibi telâkki olu
nan fesi atarak onun yerine bütün medeni âlemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giy
mek ve bu suretle, Türk milletinin, medeni ha
yatı içtimaiyeden, zihniyet itibariyle de, hiçbir farkı olmadığını göstermekbir lâzime idi. Bu
nu, Takriri Sükûn Kanunu, cari olduğu za
manda yaptık. Bu kanun cari olmasaydı, yine yapacaktık. Fakat, bunda, kanunun meriyeti de, sühuletbahş oldu denirse, bu, çok doğru
dur.
• • • •
Efendiler, tekke ve zaviyelerle, türbelerin
şeddi ve alelûmum tarikatlerle şeyhlik, derviş
lik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık ve ilâ... gibi birtakım unvanların men ve ilgası da Takriri Sükûn Kanunu dev
rinde yapılmıştır. Bu husustaki icraat ve tat
bikat, heyeti içtimaiyemizin, hurafeperest, ip
tidai bir kavim olmadığını göstermek noktai nazarından, ne kadar elzem idi; bu, takdir olunur.
Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere,üfürükçü
lere, nüshacılara tâli ve hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkep bir kütleye, mede
ni bir millet nazariyle bakılabilir mi? Milleti
mizi, yanlış mânada gösterebilen ve asırlarca göstermiş olan bu gibi anasır ve müessesat, ye
ni Türkiye Devletinde, Türk Cumhuriyetinde idame edilmeli miydi? Buna atfı ehemmiyetet- memek, terakki ve teceddüt namına, en büyük ve gayrikabili telâfi hata olmaz mıydı? İşte, biz, Takriri Sükûn Kanununun meriyetinden istifade ettik ise, bu tarihî hatayı irtikâbetme- mek için; milletimizin nasiyesini olduğu gibi açık ve pak göstermek için; milletimizin mu
taassıp ve Kurunu Vustai zihniyette olmadığı
nı ispat etmek için istifade ettik.
Efendiler, milletimizin içtimai, iktisadi, hulâsa bilcümle medeni muamelât ve münase- batında feyizli neticelerin zamini olan yeni kanunlarımız da... Hürriyeti nisvanı temin ve hayatı aileyi tarsin eden Kanunu Medeni de
bu bahsettiğimiz devrede vücuda getirilmiştir.
Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve an
cak, bir noktai nazardan istifade ederiz. O noktai nazar şudur: Türk milletini, medeni ci
handa, lâyık olduğu mevkie is’adetmek ve Türk Cumhuriyetini sarsılmaz temelleri üze
rinde, her gün, daha ziyade takviye etmek...
ve bunun için de, istibdat fikrini öldürmek...
(Nutuk, ss. 894-895 ve 896-897)
Atatürk, inkılapların gerçekleştirilebilmesi için alınan olağanüstü önlemleri iyi karşılamayan, keyfi ve baskıcı yöne
tim aracı olarak kullanılacağını söyleyenleri, "bu nefret edi
len düşünceyi telkine çalışanlar" diye niteledikten sonra, bu önlemlerin gerekçesini açıklamaya özen gösteriyor. Olağa
nüstü ama kanuni olan bu önlemleri kanunun üstüne çık
mak için araç olarak kullanmadıklarını; tersine ülkede hu
zur, güvenlik ve düzen kurmak için, devletin hayat ve ba
ğımsızlığını sağlamak için, milletin medeni ve toplumsal ge
lişmesi için kullandıklarını belirtiyör.
Burada da karizmatik liderin kişisel-siyasal motifleri ile kamusal-inkılapçı misyonu yine içiçedir. Bunun, siyasal reji
min niteliğini etkileyen yanlarını daha sonraki ciltlere bıra
karak, burada esas olarak ikinci unsur üzerinde duracağız.
"(M)illetimizin başında cehil, gaflet ve taassubun (bilgi
sizlik, aymazlık ve bağnazlık) ve ilerleme ve uygarlaşma (te
rakki ve temeddün) düşmanlığının ayırdedici özelliği gibi gö
rülen fesi atarak onun yerine bütün uygar dünyaca (Batı) başlık olarak kullanılan şapkayı giymek"; ”... tekke ve zavi
yelerle türbelerin önüne set çekilmesi ve bütün tarikatlerle şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık ve ilâ... gibi birtakım unvanların yasaklanması ve kaldırılması"; bütün bunlar zaten yapılacaktı, olağanüstü önlemler sayesinde daha da kolay yapıldı diyor Atatürk.
Yöntemini şu an için bir yana bırakırsak, Atatürk’ün ger
çekleştirmeye çalıştığını söylediği, içten inandığı, "büyük dö
nüşüm" budur: "... toplumumuzun hurafeci, ilkel bir kavim olmadığını göstermek" (daha doğrusu onu böyle olmaktan çı
karmak). Çünkü din adamlarının (şeyh, dede, seyyit, çelebi, baba, emîr) "arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, nüshacılara bağlı ve hayatlarını emniyet eden insanlardan meydan agelmiş bir kütleye, uygar bir ulus gö
züyle bakıla(maz)." "(M)illetimizin toplumsal, ekonomik, özetle bütün işlerinde ve ilişkilerinde feyizli sonuçlar yara
tan yeni kanunlarımız da ... kadınların özgürlüğünü ve aile hayatını sağlamlaştıran Medeni Kanun da" bu dönemde ve olağanüstü önlemler sırasında gerçekleştirilmiştir. Yukarıda da sözünü ettiğimiz laiklikleşme - sekülarizasyon - rasyona- lizasyon süreci içindedir ki, toplum ilerleyecek, yenileşecek, çağdaşlaşacak, uygarlaşacak, Batılı’laşacaktır. Atatürk’ün büyük siyasal-toplumsal projesi budur. Onu gerçekleştirmek için olağanüstü önlemlere başvurmasaydı, "tarihi bir hata iş
lemiş" olurdu; milletin "bağnaz ve ortaçağ zihniyetinde olma
dığını" kanıtlayamazdı. Karizmatik liderin, otoriter yöntem
lerine gösterdiği meşruiyet gerekçesi budur. Daha dar an
lamda kendi siyasal-kişisel amaçlarını da, bu büyük siyasal- toplumsal dava içinde eritmesi de karizmatik liderin bireysel psikolojisi açısından tutarlıdır.
Türk milletinin cumhuriyet yönetimi içinde çağdaşlaşa
rak (laikleşerek) uygar dünyadaki yerini alması - herhalde Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, İnkılapçılık ilkelerini
bağlayan cümle bu civarda bir şey olmalıdır; Atatürk’ün dün
ya görüşü, tarih felsefesi ve genel siyaset anlayışı ve büyük projesi budur. (Öteki iki "ok", Halkçılık ve Devletçilik, daha çok, Atatürk’ün dar anlamda siyasal ideolojisine ilişkin öğe
lerdir - Bkz. II. cilt.) Bu projeyi gerçekleştirmek için de her araçtan yararlanır, ama yalnız ve ancak bu projeyi gerçek
leştirme amacıyla. "Amaç, aracı haklı kılar" felsefesinin, dik
katle kayda bağlanmış bir örneği...