Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, müca
dele, müsademe demektir. Hayatta muvaffaki
yet, mutlaka mücadelede muvaffakiyetle müm
kündür. Bu da, mânen ve maddeten kuvvete, kudrete istinadeder bir keyfiyettir. Bir de; in
sanların meşgul olduğu bütün mesail, mâruz kaldığı bilcümle mehalik, istihsal ettiği mu
vaffakiyetler, mâşerî, umumi bir mücadelenin dalgalan içinden tevellüt edegelmiştir. Akva
mı şarkiyenin, akvamı garbiyeye taarruz ve hücumu, tarihin bellibaşlı bir safhasıdır. Ak
vamı şarkiye meyanında, Türk unsurunun başta ve en kavi olduğu malûmdur. Filhakika Türkler, kablelislâm ve badelislâm, Avrupa içerisine girmişler, taarruzlar, istilâlar yap
mışlardır. Garba taarruz eden ve istilâlannı İspanyada Fransız hudutlanna kadar temdi- dedenAraplar da vardır. Fakat, Efendiler, her taarruza karşı daima, mukabil taarruz dü
şünmek lâzımdır. Mukabil taarruz ihtimalini düşünmeden ve ona karşı emniyete şayan ted
bir bulmadan hareket edenlerin âkıbeti, mağ
lûp ve münhezim olmaktır, münkariz olmak
tır....
Efendiler, haricî siyasetin, en çok alâkadar
olduğu ve istinadettiği husus, devletin dahilî teşkilâtıdır. Haricî siyaset, dahilî teşkilâtla mütenasip olmak lâzımdır. Garpta ve şarkta başka, başka tabayi ve harsa ve emele malik mütehalif unsurları cemeden bir devletin da
hilî teşkilâtı, elbette asılsız ve çürük olur. O halde haricî siyaseti de esaslı ve metîn ola
maz. Böyle bir devletin teşkilâtı dâhiliyesi, bil
hassa millî olmaktan uzak olduğu gibi, mesle
ki siyasisi de millî olamaz. Buna nazaran, Os- manlı Devletinin siyaseti millî değil, fakat, gayrivâzıh ve gayrimüstakar idi.
Muhtelif milletleri, müşterek ve umumi bir unvan altında cemetmekve bu muhtelif unsur kütlelerini aynı hukuk ve şerait altında bu
lundurarak kavi bir devlet tesis etmek, parlak ve cazip bir noktainazarı siyasidir. Fakat al
datıcıdır. Hattâ, hiçbir hudut tanımıyarak, dünyada mevcut bütün Türkleri dahi bir dev
let halinde birleştirmek, gayrikabili istihsal bir hedeftir. Bu, asırların ve asırlarca yaşa
makta olan insanların çok acı, çok kanlı hâ- disat ile meydana koyduğu bir hakikattir.
Panislâmizm., panturanizm siyasetinin muvaffak olduğuna ve dünyayı sahai tatbik yapabildiğine tarihte tesadüf edilememekte
dir. Irk farkı gözetmeksizin, bütün beşeriyete şâmil, cihangirane devlet teşkili hırslarının netayici de tarihte mazbuttur. Müstevli olmak hevesleri, mevzuubahsimizin haricindedir, in
sanlara her türlü hissiyat ve revabıtı mahsu- salarmı unutturup, onları
uhuvvetvemüsava-tı tâmme dairesinde birleştirerek, insani bir devlet kurmak nazariyesi de kendine mahsus şeraite maliktir.
Bizim vuzuh ve kabiliyeti tatbikiye gördü
ğümüz mesleki siyasi, millî siyasettir. Dünya
nın bugünkü umumi şeraiti ve asırların di
mağlarda ve karakterlerde temerküz ettirdiği hakikatler karşısında hayalperest olmak ka
dar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi bu
dur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.
Milletimizin, kavi, mesut ve müstekar yaşı- yabilmesi için, devletin tamamen millî bir si
yaset takibetmesi ve bu siyasetin, teşkilâtı dâ
hiliyemize tamamen mutabık ve müstenit ol
ması lâzımdır. Millî siyaset dediğim zaman, kasdettiğim mâna ve medlûl, şudur: Hududu milliyemiz dahilinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize müsteniden muhafazai mevcudi
yet ederek millet ve memleketin hakiki saadet ve ümranına çalışmak... Alelıtlak tulü emeller peşinde milleti işgal ve ızrar etmemek... Mede
ni cihandan, medeni ve insani muameleye ve mütekabil dostluğa intizar etmektir.
(Nutuk, ss. 434-437)
Burada Atatürk’ün siyaset anlayışının ve tanımının önemli bir yanını görüyoruz: "Hayatta başan, mutlaka mü
cadelede başarıyla mümkündür. Bu da, mânen ve maddeten kuvvete ve kudrete dayanan bir durumdur." "Hayat demek,
mücadele, çarpışma demektir." Hayat mücadele, hayatın an
lamı ve amacı mücadelede başarı demektir; başarının koşulu da güç ve erktir. Tam bir "güç politikası" (machtpolitik) ve
"iktidar iradesi" (will to power) anlayışı. Zaten, Atatürk’e gö
re, "insanların uğraştığı bütün sorunlar... genel bir mücade
lenin dalgalan içinden doğagelmiştir." (Ayrıca bkz. s. 645: "...
cihan, imtihan meydanıdır.")
Atatürk, "Doğu kavimleri arasında, Türk unsurunun başta ve en güçlü olduğu(nun)" bilindiğini söyledikten sonra, tarihin gelgitlerine işaret etmeyi de unutmuyor ve Doğu’nun saldırılarına karşılık veren Batı’nın ve iç sorunların, başka örnekleri gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nu da tarihin sinesine gönderdiğini ekliyor. (Burada, güç politikasının bir eleştirisi sözkonusu değil; yalnızca pragmatik bir gerçekçilik sözkonu- su.) Buradan da "milli siyaset"e ve "devletin iç örgütlenme- si”ne geçiyor: Farklı etnik unsurları bir araya getiren impa
ratorlukların "asılsız, çürük ve istikrarsız” olduğunu, Panis
lamizm ve Panturanizm siyasetlerinin de aldatıcı olduğunu, en sağlam örgütlenmenin ulus-devlet olduğunu belirtiyor.
("Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyle- dir.”)
Atatürk’ün milli siyasetten kasdi,"... milli sınırların için
de, her şeyden önce kendi gücümüze dayanıp varlığımızı ko
ruyarak millet ve memleketin mutluluk ve bayındırlığına ça
lışmak... türlü emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve za
rara sokmamak... uygar dünyadan, uygar ve insanca mua
mele ve karşılıklı dostluk beklemektir." Bu sözler, Atatürk’
ün saldırgan, yayılmacı ve irredantist olmayan milliyetçiliği
nin özlü ifadelerinden biridir: Milleti, özgüvenini kazanması için yücelten, ama bunu siyasal üstünlük kurma politikasına vardırmayan milliyetçiliğinin. "Millef'in belirleyici özelliği de, Atatürk’e göre, esas olarak, ırkî ve kavini değil, kültürel
ve duygusaldır. Zaten burada da insanca bir dünya devletini ütopik bulurken üzerinde durduğu zorluk da, insianlara "özel duygu ve bağlarını" (hissiyat ve revabıtı mahsusa) unuttura- bilme zorluğudur.