Bu mühim kararın bütün icabat ve zaruri- yatını ilk gününde izhar ve ifade etmek, elbet
te musibolamazdı. Tatbikatı birtakım safhala
ra ayırmak ve vakayi ve hâdisattan istifade ederek milletin hissiyat ve efkârını ihzar eyle
mek ve kademe kademe yürüyerekhedefe vâsıl olmaya çalışmak lâzım geliyordu. Nitekim öy
le olmuştur. Ancak dokuz senelik efal ve icraa
tımız bir silsilei mantıkiye ile mütalâa olunur
sa, ilk günden, bugüne kadar takibettiğimiz istikameti umumiyenin ilk kararın çizdiği hattan ve teveccüh eylediği hedeften asla inhi
raf eylememiş olduğu kendiliğinden tebarüz eder.
Burada, zihinlerde mevcudolması ihtimali bulunan bazı tereddüt düğümlerinin, çözülme
sini teshil için, bir hakikati beraber müşahede etmeliyiz. Tezahür eden millî mücadele, haricî istilâya karşı vatanın halâsını yegâne hedef addettiği halde bu millî mücadelenin muvaf
fakiyete iktiran ettikçe safha safha bugünkü devre kadar iradei milliye idaresinin bütün esasat ve eşkâlini tahakkuk ettirmesi tabiî ve gayrikabili içtinap bir seyri tarihî idi. Bu mu
kadder seyri tarihiyi ananevi itiyadiyle, der
hal ihtisas eden hanedanı hükümdari, ilk an
dan itibaren millî mücadelenin hasmı bîama- nı oldu. Bu mukadder seyri tarihiyi ilk anda ben de müşahede ve ihtisas ettim. Fakat niha- yete kadar şâmil olan bu ihtisasimizi ilk anda kâmilen izhar ve ifade etmedik. Müstakbel ih- timalât üzerine fazla beyanat, giriştiğimiz ha
kiki ve maddi mücadeleye, hayalât mahiyetini verebilirdi; harici tehlikenin yakın tesiratı karşısında, müteessir olanlar arasında, ana
nelerine ve fikrî kabiliyetlerine ve ruhi halet
lerine mugayir olan muhtemel tahavvülâttan ürkeceklerin ilk anda mukavemetlerini tahrik edebilirdi.
{Nutuk, ss. 14-15)
Bu kararın-tasannın uygulanmasının tarihini yapan- yazan kişi, olaylarla birlikte gelişmez; iddiası odur ki, baştan beri aynı kişidir, gelişme aşamalarını ve hedefini önceden bilmektedir. Gelişecek olan, daha doğrusu onun tarafından geliştirilecek olan, millettir. Bir metafor kullanacak olursak, bu ulusal "büyüme romanı"nın (Bildungsroman) kahramanı toplumdur; ama asıl kahraman, onu büyütecek olan, ondaki gelişme yeteneğini sezen, işleyen, koruyan ve eseri yaratan kişi ("Ben"), Atatürk’tür. İddia, budur.
"Milletin duygu ve düşüncelerini hazırlayarak," önce
"kurtuluş savaşı"mn sonra da "milli irade yönetiminin (cum
huriyetin) bütün esaslarının ve biçimlerinin" gerçekleşmesi
ni sağlayacak kararın sahibi, aynı zamanda "tarihin kaçınıl
maz seyri"ni de (gayrikabili içtinap ve mukadder seyri tarihî
yi) sezen ve gözleyen (müşahede ve ihtisas eden) ve eylemle
rini ona göre planlayan, bir yandan da bu seyri kolaylaştıran bir özne, bir tarih ebesidir. Öyle olunca da hem öznel kararlı
lığı hem de kararlarının nesnel doğruluğu şaşmazlık kazan
makta, başarı kesinleşmektedir. Önder, yanılmaz ve sap
mazdır; "... dokuz yıllık eylemlerimiz ve işlerimiz bir mantık silsilesiyle düşünülürse, ilk günden bugüne kadar izlediği
miz genel doğrultunun, ilk kararın çizdiği hattan ve yöneldi
ği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden ortaya çı
kar."
Buna karşılık, toplum yanılabilir ve yanıltılabilir, doğru
yu baştan görmeyebilir; bu nedenle önderin bildiği doğru ha
reket tavrını ona baştan tam olarak söylememek, alıştıra alıştıra bildirmek ve onu yönlendirmek, gerçeğin tamamını bazen onun yararına saklamak gerekir: "Bu önemli karann bütün gereklerini ilk günde açıklamak ve ifade etmek elbette doğru olamazdı" ve "... nihayete kadar süren bu duygularımı
zı ilk anda tümüyle açıklamadık ve söylemedik", çünkü bu
"... geleneklerine ve düşünsel yeteneklerine ve ruh hallerine aykırı olan değişikliklerden ürkeceklerin ilk anda mukave
metlerini tahrik edebilirdi."
Burada yalnızca "halk için halka rağmen" tutumunun ar
dındaki seçkinci vesayetçiliğin tipik örneklerinden birini gör
müyoruz; aynı zamanda siyasî önderin, uzun vadeli projesi
nin önüne çıkabilecek yakın vadeli engellere meydan verme
me kaygı ve temkinini de görüyoruz. Bu, ustaca ifade edili
yor: "... fazla beyanat, giriştiğimiz hakiki ve maddi mücade
leye hayalât mahiyetini verebilirdi; dış tehlikenin yakın etki- / leri karşısında, etkilenenler arasında..." (Yani: Hem bizi ha
yalci sanmasınlar hem de gelenekleri, düşünsel yetenekleri ve psikolojileri bakımından yeterli olmayanların direncine
yol açmayalım.)
Önderin karan kadar yöntemi de şaşmazdır. Bu çok net tanımlanmış, Atatürk’ün Nutuk’unda da, öteki söylev ve de
meçlerinde de, sık sık yinelenen bir yöntemdir: "Uygulamayı birtakım aşamalara ayırmak ve olaylardan yararlanarak milletin duygulannı ve düşüncelerini hazırlamak ve kademe kademe yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu.
Nitekim öyle olmuştur." (Ve, az önce de değindiğimiz üzere, esastan hiç sapma olmadan.)
Yöntem konusunu, hemen izleyen bölümde iyice açma
dan önce, burada Atatürk’ün siyaset yönteminin bir parçası olan hitabet üslubunun ve muhakeme tekniğinin önemli bir özelliğine de değinmek gerekiyor. "Eylemlerimiz ve işlerimiz bir mantık silsilesi içinde düşünülürse" dediği bağlamda hem, açıkça, başkalannı mantıklı bir okumaya / dinlemeye / değerlendirmeye çağınyor; hem de eylemlerinin ve işlerinin zaten görülmesi ve kabul edilmesi zorunlu bir iç-mantık taşı
dığını çağnştırıyor.
Bu, yeri geldikçe işaret edeceğimiz üzere, Atatürk’ün çok sık kullandığı bir tekniktir. Haklılığına ve mantıklılığına gü
veni, ya da güven tavrı, çok güçlüdür; üstelik yanılmazlığını sürekli hatırlatmak ve pekiştirmek ister. Çünkü karizmatik lider, tanımı gereği, düşmez, kalkmaz; tökezlediği anda etki
sini, yandaşlannı, bir bakıma meşruiyetini yitirir. Dolayısıy
la, haklılığını hem fiiliyatta göstermek, hem de sözde (kera
meti kendinden menkul durumlarda bile) hep yeniden üret
mek, empoze etmek zorundadır. Atatürk de bunu ustaca yap
maktadır: "... zihinlerde mevcudolması ihtimali bulunan bazı tereddüt düğümlerinin, çözülmesini kolaylaştırmak için, bir gerçeği birlikte gözlemlemeliyiz." Sanki sorun başkalarına aittir; o, çözümüne yardımcı olacaktır. Oysa sorun, en azın
dan kısmen, kendi haklılığını ve üstünlüğünü kanıtlamaktır.
Atatürk, kendi amacına hizmet eden sirküler ve totolöjik re
torik tekniklerini çok sık kullanan bir hatip ve siyasetçidir.
Yalnız, unutulmasın ki, Atatürk basit bir demagog değildir;
söylediklerinin (ve yaptıklarının) doğruluğuna içten inan
maktadır.