• Sonuç bulunamadı

İlk Öğrenilen Dini Kavramlar ve Öğretim

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE ÖĞRENME VE KAVRAM OLGUSU

2.2. KAVRAMLARIN OLUŞUMU

2.3.2. İlk Öğrenilen Dini Kavramlar ve Öğretim

Dini eğitim ve öğretim, çocuğun kendi yeteneklerini tanımasına yardım etmiyorsa gereksiz, kendini tanıtmıyorsa lüzumsuzdur. İslam'da eğitimin amacı, doğru sözlü, temiz kalpli ve güzel davranış sahibi insanlar yetiştirmektir. Çocuğun gizli kabiliyetlerinin ortaya çıkarılması ve bu kabiliyetlere yön verilmesi, din eğitiminin hedeflerine uygun düşmektedir (Bayraktar, 1994: 18-19). Bu açıdan yaklaşıldığında ilk öğrenilen dini kavramlar, çocuğun kendini tanımasına yardımcı olup kabiliyetlerini inkişaf ettirmelidir. Ayrıca, dini kavramlar üretme, bunları anlaşılır kılma din eğitiminin belli başlı ödevidir. Her çocuk Allah, kutsal kitap, mabet gibi kavramları öğrenerek din eğitimine başlamaktadır (Vianello ve diğerleri, 2000: 403).

Bir çocuk, doğumundan itibaren yeni yeni kavramlarla karşılaşır. Çocuk açısından ilk öğrenilen dini kavramlar, çocuğun hayatını şekillendirmede başlı başına bir etkiye sahiptir. İlk çocukluk döneminde kavramların oluşum süreci, bünyesinde dini kavramları da barındırmaktadır. Hayata yeni yeni alışmaya çalışan bir çocuk, ilk dini kavramlarını muhtemelen annesinden, babasından ve yakın çevresinden duyar ve öğrenir. Yetişkin bireylerin hayatı anlamlandırmalarında önemli bir yer işkâl eden, bir kavram ile ilgili düşüncelerinin oluşumunda onlara etki eden hususların başında, ilk çocukluk döneminde öğrendikleri dini kavramların muhtevaları gelir. İlk

187 öğrenilen dini kavramlar, içerik açısından insanı mutlu edecek, çocuğa pozitif değerler aşılayacak muhtevaya sahipse o kavramlar, çocuğun bir ömür boyu gelişimine olumlu katkıda bulunur. Öğrenilen dini kavramların veriliş tarzı, anne babanın o kavramları aktif olarak kullanırken içinde bulundukları ifade ve tonlama frekansları, kullanılan kavramlar çocuğa aktarılırken kişinin içinde bulunduğu psikolojik durum, ilk öğrenilen dini kavramların gelecekteki etkileri hakkında bazı fikirler verir.

İnsanın ilk çocukluk döneminde dil o kadar önemlidir ki, dil davranışının açıkça ortaya çıkması hususu üzerinde çalışılmalıdır. Bebeklik döneminde çocuklar konuşma kabiliyetlerini gün geçtikçe arttırırlar. Önceki deneyimler göstermiştir ki, çocuklar belirli bir duruma karşılık gelen görünür sezgisel tepkilerle ve belirli talimatlarla dil oluşumunu gerçekleştirirler. Dahası çocuklar etkinin sunulması ve açık bir fiziksel tepki arasında bu tür sözsel yorumları yerleştirmeyi kolayca öğrenirler (Kendler, 1960: 59). Küçük çocukların dile olan yatkınlığı ve kabiliyeti engellenmediği sürece, gördükleri ve duyduklarıyla, kendi mizacına uygun bir dil davranışı geliştirirler. Yeni yeni oluşumunu sürdüren bu çocuğun oluşturmaya çalıştığı dil davranışının, çocuğun beynindeki nöronlarla direk ilişkisi vardır.

Kişilik yapısını oluşturmaya başlayan çocuğun beyninin kendine özgü; uyarıcıyı alma, analiz etme, önceden öğrendikleriyle karşılaştırma, onlara anlamlar yükleme, gerekli davranışı yeniden düzenleme, gelecekte kullanılmak üzere öğrendiği bilgiyi saklama gibi işlevleri vardır. Bir çocuğun veya insanın en merkezi konumunda olan beyninin bu özellikleri yerine getirmesinde, kalıtımın etkisinin yanı sıra, bireyin sonradan kazandığı tecrübeler önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle ilk çocukluk yıllarında, çocuğun çevresini oluşturan kişilerce o minik yavruya, zengin uyarıcı bir çevre içinde yetişmesi yönünde yatırımlar yapılmalıdır. Çocuğun zengin uyarıcı bir çevre içinde yetişmesi, gelecekte de onun zengin bir fikir yapısına sahip olması anlamına gelir. Çocuk yaşına uygun ne kadar çok dini kavramla karşılaşırsa, beyinde o kadar çok hücre kümeleri ve ardışık aşamalar oluşur. Bunlar çocuğun gelecekteki öğrenmelerinin temelini oluştururlar (Gürkan, 2003: 143).

Bir çocuk dünyaya kendisine karşılık verecek tam bir kapasite ile gelmez. Hayata fiziksel bir rahatlık ve sevecenlik katan, bir bakıma bilinçli olmayan bir ihtiyaçla başlar. İhtiyaç oranı o kadar fazladır ki yalnız başına yaşaması mümkün

188 değildir. Bu aşamada küçük bir çocuğa dini eğitim ve öğretim verilirken din, salt sözlerden daha çok bizim hayat ilişkilerimizin bir konusu olarak verilmelidir. Yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun Allah hakkındaki eğitim ve öğretimi kelimeler ile başlatılırsa çok geç başlanmış olur. Birçok insan Allah'ı sadece sözlü ifadeler içerisinde düşünmüştür. Çocuklar görünürde Allah hakkında söylenebilecek şeylerle tatmin olurlar. Sözcükler mutlaka önemlidir ve öğretimde haklı bir konuma sahiptirler. Fakat kavramların sözlü ifadelerden önce gelmesi gereken bir temsil boyutu vardır. Bu boyut, bir ev içerisindeki ilişkilerde kuruludur. Konu yaşam değerlerine geldiğinde, sözcükler kullanılmadan yapılan eğitim, sözcüklerin kullanımından önce gelmelidir. Yoksa kelimeler asla tam olarak anlaşılamayacaktır. Kelimelerin tam anlamıyla anlaşılmasından önceki yaşam, küçük çocuğun yaşamındaki evde başlar. Sözcükleri öğrenmeden önce çocuk, yaşamın temelini kurmada kendisine yardımcı olacak birçok önemli şeyi öğrenir. Bunlar din eğitiminin de olmazsa olmazı olan bilinçaltı öğrenmeleridir. Bu bilinçaltı öğrenmeler, çocuğun ilk ve temel öğrenmeleridir. Temel bilinçaltı öğrenmesi, Allah ile ilgili konularda daha fazla öne çıkmaktadır. Din eğitimi veren kişiler, ilk çocukluk döneminde bilinçaltının önemini kavrayamadıklarından dolayı, kendilerini inancın kelimelerinde kaybederler veya bu kelimelerin aktarmaya niyetlendiği yaşamı sunamazlar (Mow, 1983: 22-23).

Bilişsel psikolojide, duyu-motor dönemin son aşamalarından itibaren çocuk, kelimeleri doğrudan gözlemleme sonucu taklit etmeye ve onlara belirsiz anlamlar yüklemeye yeteneklidir. Ama dilin sistematik oluşumu ikinci yılın yaklaşık sonuna kadar başlamaz. Üç yaşlarına yaklaşan bir çocuğun dil mekanizması ağır ağır yerine oturur. Çocukların çevrelerini doğrudan gözlemlemeleri ve belirli ifade bozukluklarının yapılan analizleri gösteriyor ki, sözel işaretlerin sisteminin kullanımı, daha çok genel "sembolik işlev" kullanımına dayanır. Çocuğun bireysellik sembolünün oluşumuna gelince, bu taklidin gelişimi ile açıklanabilir. Çocuğun duyu motor dönemi sırasında taklit, bağdaştırıcı şemanın yerleştirici özelliğinin sadece bir uzantısıdır. Ön kavramlar, çocuğun kullanmayı öğrendiği ilk sözel işaretlere atadığı kavramlardır. Bu şemanın ayırt edici özelliği ise kavramın genelliği ve onu oluşturan öğelerin bireyselliği arasında, ne tamamen birine, ne de tamamen diğerine varmadan birer ara yol olmalarıdır (Piaget, 1967: 278-281).

189 Sezgimizi yalanlayan sezgi karşıtı fikirler bizim bilişsel gelişimimizin kaçınılmaz bir ürünüdür. Belki bunların bağımsız bir ağ veya modül oluşturdukları bile söylenebilir. Bu fikirler bir kez oluştuğunda onlar için bir şey yapmamız gerekir. Din olarak bilinen şey veya kavram olarak öğretilen ilk dini kavramlar bu çocukların hayatları boyunca onları tedavi etme yollarından biri olmalıdır veya çocukların sağlıklı bir hayat sürmelerinin temelini oluşturmalıdır. Böylelikle bir ahenk ve organizasyon hem zihinlere hem de topluma tanıtılıp gösterilir. Bu, ne dinin pozitif etkileri olmasını ne de dinin basit fonksiyonel açıklamalarının olmasını gerektirir. Dini içerikler, kavramlar, yaşantılar ve sezgi karşıtı fikirlerle meşgul olma, çocuğun güçlü duygularını ortaya çıkarır. Duygular, bizim dini tecrübe veya dini inanç olarak bildiğimiz şeyin temelini oluştururlar. Onun için ilk öğrenilen kavramların duygusal bir boyutu vardır. Çocuğun duygusal pozisyonu, öğrenilen ilk dini kavramları çepeçevre kuşatır. İlk dini kavramlar, dini temsiller, sarsılmaz bir dini inancın ilk nesneleridirler (Pyysiainen, 2005: 88-89).

Bununla birlikte çocukların dini kavramları her gelişim döneminde, farklı şekilde algılamaları gayet doğaldır. Çünkü tecrübeye ve bilgiye dayalı hayat, her geçen günde yüklemelerde bulunmaktadır. Bununla birlikte dini kavramlar, çocuğun bilişsel gelişim düzeyine bağlı olarak aşağı yukarı bir yetişkin duygusunda anlaşılabilir (Ratcliff, 2004, 101).

Allah, ezan, peygamber, namaz, dua gibi ilk öğrenilen dini kavramlar, çocuğun bilişsel, fiziksel, duygusal ve ruhsal gelişimi ile birlikte gelişir ve olgunlaşır. Öğrenilen bu kavramlar, çocuğun özel bir kişilik geliştirmesine yardımcı olur. Sosyal işbirliği ve buna karşılık gelen işlemsel gelişimdeki gelişmelerle birlikte çocuk belirli bir özerkliğe yol açan, karşılıklı bir saygıya dayalı yeni bir ahlak ilişkisine ulaşır. Çocuk öğrendiği kavramlarla özerk bir yapıya geçiş sağlarken iki hususu göz önünde bulundurmak gerekir. Bunlardan birincisi; kuralları olan oyunlarda, yedi yaşından küçük çocuklar tek taraflı bir saygıdan ortaya çıkan bir mekanizmayla, kendilerinden yaşça büyük çocuklardan hazır kuralları alırlar. Çocuklar bu oyunun içindeki hazır kurallar içerisinde, iletişim halindeyken yeni yeni kavramlar da edinirler. Çocukların bu kuralları "Kutsal, dokunulamaz ve aşkın bir kaynaktan" (Ebeveyn, devlet, Allah vs.) dır. Bu aşamada çocuk ilk öğrendiği bütün kavramları olduğu gibi kabul eder. Yaşça büyük çocuklar tam tersine bu kuralları yaşıtları arasındaki bir anlaşmanın bir

190 neticesi olarak görür ve oybirliğiyle demokratik bir şekilde kuralların değişebileceği fikrini kabul ederler. Zira, bu dönemde çocuklar, zihinlerinde oluşan kavramlarla, yeni yorumlamalara girişmeye başlar. Bu aşamada çocuk yeni yeni kendi özerk düşünce yapısını inşa etmeye girişir. Çocuk öğrendiği kavramlarla özerk bir yapıya geçiş sağlarken göz önünde bulundurulması gereken hususlardan ikincisi; Çocuklarda gelişen karşılıklı saygının temel bir ürününün de adalet duygusu olduğudur. Bu duygu sıklıkla ebeveyn pahasına elde edilir. Yedi veya sekiz yaşında ve sonraki yaşlarda adalet itaatin bizzat kendisi üzerine hüküm sürer (Piaget, 1969: 127).

Dinin insana mahsus niteliklerden birisi olması ve ilk çocukluktan itibaren onun benlik yapısının önemli bir yönelişi (Parladır, 1996: 36) olarak ortaya çıkması, bu nitelik ve yönelişlerin eğitim öğretimini zorunlu kılmaktadır.

Çocukların okul öncesi dönemde, duygu ağırlıklı olarak, eleştirmeksizin öğrendikleri kavramlar, daha sonraki dönemlerde zihin ağırlıklı olarak öğreneceklerinin de temellerini oluşturacaktır. Bu nedenle çocuklara öğretilen dini düşüncenin temellerinin gelişigüzellikten kurtarılmaları, duygularına uygun dozda ve doğru bilgiler olmaları önemlidir. Aksi takdirde gelişigüzel öğretilen yanlış bilgiler, ileride onların yanılmalarına, duygu sapmalarına sebep olabilmektedir (Bilgin ve Selçuk, 1995: 78).

İlk öğrenilen dini kavramlar, daha çok duygu boyutlu anlam kazanırken, zamanla zihinsel gelişimin desteği ile dini muhtevaya uyum sağlayacak evrenselliğe doğru bir bütünlüğe kavuşur. Bu aşamada anne babaya büyük görevler düşmektedir.