• Sonuç bulunamadı

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE ÖĞRENME VE KAVRAM OLGUSU

2.1. ÇOCUKLARDA ÖĞRENME

2.1.2. Öğrenmeyi Etkileyen Süreçler

2.1.2.2. Öğrenme Oyun İlişkis

Gelişim ve bilişsel psikoloji, küçük çocukların psikoloji, biyoloji ve fizik alanlarında sezgisel bilgiye sahip olduklarını bize öğretir. Bu yolla çocuklar, her alandaki olaylar için uygun açıklamalar yapma kabiliyetine sahiptirler. Çocuklar kendiliğinden, içten doğan, doğal olarak düşünmeden spontane öğrenirler. Bu doğal süreçte çocuklar, canlı varlıkların cansız varlıklardan, doğal nesnelerin yapay nesnelerden farklı olduğunu ve somut nesnelerin davranışlarının bazı sınıfsal kanunlarla kısıtlandığını öğrenirler. Yine bu süreçte çocuklar, niyetlerin sadece insanlara ait olduğunu, biyolojik fonksiyonların (büyüme gibi) canlılara ait olduğunu doğru olarak algılarlar. Çocuklar aynı zamanda fiziksel açıklamaları, doğal nesneler ve yapay nesnelerle kısıtlarlar. Bu da sezgisel bilgiyi oluşturur. Bu durum, doğrudan öğrenme olmadan elde edilen bilgi veya genetik olarak elde edilen bir beceridir (Pyysiainen, 2005: 78). Bu yaklaşım, öğrenmenin farklı bir boyutunu ifade eder. Çocuk sadece çevrenin bir yansıması değildir. Gelen güneş ışığını kendi özelliğine göre yansıtan bir kristal misali, çocuk kendi kişisel karakterini de işin içine katarak

119 bir değerlendirmede bulunur. Bu açıdan yaklaşıldığında da çocuğun küçüklükten, mükemmelliğin potansiyelini taşıdığı söylenebilir.

Küçük çocukların sezgisel bilgiyi geliştirme ve sosyal hayata adaptasyonda en çok kullandıkları aracın oyun olduğu görülmektedir. İlk çocukluk döneminde çocukların en nitelikli eğitim öğretim hayatı, oyun içinde değerlendirilmelidir. Oyun, çocuğun psikomotor, fiziksel, zihinsel, duyuşsal gelişimiyle beraber toplum hayatına ayak uydurmada ilk ahlaki değerler geliştirdiği bir öğrenme ortamıdır.

Arkadaşlarıyla birlikte oyun oynayan bir çocuk, birlikte bir iş yapabilmeyi ilk önce böylesi bir ortamda öğrenir. Evinde kendi başına oyun oynayan bir çocuk, eğer oyuncaklar zihinsel aktiviteleri geliştirici nitelikte ise, hayal dünyası ile gerçeklik dünyasını birbirleri ile uyuşturmaya çalışarak bilişsel gelişimine katkıda bulunur. Aynı zamanda gelişimi için gerekli olan mükemmel bir enerji potansiyeline sahip olan çocuğun, oyun aracılığıyla bu enerjisini boşaltması, hem anne babasının hem de eğitimcilerin eğitimsel faliyetlerini kolaylaştıracak, daha iyi öğrenme ortamlarının oluşmasına katkı sağlayacaktır.

Çocuk psikolojisiyle ilgili yeterli bilgiye sahip olmayan anne baba ve öğretmenler, oyunun öğrenmeden kaçınma aracı olduğunu öne sürerler. Oysa çocuklar için oyun ciddi bir öğrenme aracıdır. İlk çocukluk dönemi boyunca oyun, yaşamla baş etme ve yetişkinliğe hazırlanma yoludur. Oyun oynamak, problemleri çözmenin ve duyguları ifade etmenin bir yoludur (Rogers, 2001: 38). Oyun, çocukların gelişim aşamasında yaşadıkları duygusal çatışmaları çözmelerine, yaşadıkları çevre ve dünya hakkında çeşitli hipotezler geliştirip onları test etmelerine, toplumdaki çeşitli sosyal rolleri ve statüleri keşfetmelerine ve diğer çocuklarla iyi ilişkiler kurmaya yarayacak sosyal becerileri geliştirmelerine yardımcı olur (Saban, 2004: 97).

Bir çocuğun zevk alarak katıldığı öğrenme eylemlerinin büyük çoğunluğu ya oyunlar aracılığı ile ya da oyun ruhu taşıyan etkinlikler yoluyla gerçekleştirilmesi gerekir. Çünkü çocuğun oynadığı oyunlar onu rahatlatır, ona neşe verir, günlük yaşamın problemlerini ve sıkıntılarını hafifletir; ayrıca her oyun eğitim yönüyle de zihinsel doyum sağlayan bir meşguliyettir. Oyun oynamak, sadece çocuğun içgüdülerinden gelen bir faaliyet olarak düşünülemez. Çocukların oyun oynarken, akılları ve kalpleri ile ortak hareket ettikleri görülür. Sosyal psikologlar ve kültür

120 bilim uzmanları "oyunu", insanoğlunun oluşturduğu en temel motiflerden biri olarak görmektedirler. Çocukların en ideal öğrenmelerinin nasıl olacağı ile ilgili, beyin- sinirbilim alanında yapılan çalışmalardan, belli bir tekrarın yanı sıra çocuğun duygusal rahatlığının da gerekli olduğu anlaşılmıştır. Duygusal rahatlığın en yoğun olarak yaşandığı ortam oyun ortamıdır. Beyin uyumlu öğrenme faaliyetinin temelinde de, korkuya dayalı kaygılardan arınmış, rahatça algılamaya ve öğrenmeye hazır "oyuncu bir beyin" bulunmalıdır. Eğitim açısından çocuklar için oyunun anlamı, üstün tasarım yeteneğini geliştirmektir (Summak ve Summak, 2005: 59).

Erken çocukluk döneminde, çocuklar için her şey oyun gibi görünür. Çocukların çevreleri yeterli oyuncaklarla donatılıp, grup içerisinde adaletli bir oyun sergilendiğinde, bu çeşit bir oyun çocukların zihinsel, duyuşsal ve iradi kapasitelerini geliştirir bir etki gösterecektir. Formal eğitimin bu komplike sistemi, çocuğa içinde bulunduğu işi bitirme, çocuğu motive etme, çocuğa maddeyi tanımada yardımcı olmaktadır. Çocuğun tabiatı, öğrenmenin doğasını sınırlayıcı bir özelliktedir. Çocukların etrafını kuşatan insanlar, mekânlar ve nesneler öğrenmeyi engelleyici veya kolaylaştırıcı bir rol oynayabilirler. Bu rolün hangi yöne kayacağı, ailelerin öğreticilerle işbirliği yapmasına bağlıdır (Culkin, 1968: 34-35).

Son yapılan araştırmaları görmezden geldiğimizde, öğrenme süreci doğumla başlar. Yetişkin insanlar öğrenmeyi kendi düşünce yapılarına göre açıklamışlardır. Onlara göre öğrenme "çalışma veya eğitimle kazanılan bilgi veya beceri" olarak tanımlanır. Hâlbuki bebeklerin ve okul öncesi çocukların öğrenmesi, çocuğun çevre ile olan etkileşimiyle gelişir. Bunu oyun olarak da adlandırabiliriz. Ama çocuk bu süreçte de bir şeyler öğrenir. Yüksek bir sandalyeden küçük giyecek parçaları düşüren emekleyen çocuklar, etki ve tepkiyi öğrenirler. Anaokulu öğrencileri, ev bakımı köşesinde oynarken sosyal etkileşim becerilerini öğrenirler. Yetişkinler etkileşim fırsatlarını sınırlandırarak çocuğun öğrenmesini engelleyebilirler fakat çocukları tamamen izole etmedikten sonra öğrenmeyi söndüremezler. Çocuğun öğrenme süreci doğal olarak, coşku içinde gelişir. Çocuklar, çevreye karşı merakları ve öğrenmeye karşı hevesliliği güçlendirildiği ölçüde öğrenmeye karşı neşeli bir tutuma kavuşabilirler. Bu neşeli tutum, çocuğun gelecek gelişim dönemlerindeki okul hayatında karşılaşabileceği sıkıcı ortamları pasifize eder. Bu öğrenme neşesi, hayat boyu öğrenme için bir temel oluşturarak, kişinin gelecek hayatında tabiatı

121 araştıran ve yüce Allah'ın yarattıklarının perde arkasını araştırmaya sevk eden bir zihin yapısı oluşturur (Barber, 1981: 40-41).

Barber, çocukların oyunlarında amacın, ısrara yönelik olarak gelecek uyumsamaya ait ipuçları olduğunu belirtir. Çocuklar, sürekli olarak sanki bir sonraki olacak olaya kendilerini hazırlıyormuşçasına, becerilerini tekrar ederler. Bu dönemde çocuklar karmaşık görevlerini tamamlayıncaya kadar görevlerinin başında kalırlar. Hayali ve yapay oyunlar, yerini gerçekçi oyunlara bırakır. Çocukların küçük minyatür mutfakları, gerçek bir aile mutfağında olan her şeye sahiptir. Hayal ve gerçeklik arasındaki ayrımı fark eden çocuklar bu dönemde öğrenmeyi ciddiye alırlar. Çocukların öğrenmedeki amaç ve ısrarları, ebeveyni tarafından desteklenerek çocukların hayal kurmaları ve girişimciliklerinin teşvik edilmesi, öğrenmeyi neşeli hale getirecektir (1981: 42).

Oyun, çocuklar büyüdükçe onların yaşamlarının hayati bir parçası haline gelir. Oyun; yeni becerileri ve fikirleri denemek, gördüklerini taklit etmek, hislerini ifade etmek, nasıl arkadaş edineceğini öğrenmek ve bir sosyal grupta olmak için çocuklara bir fırsat sağlar. Emekleyen bir çocukla oyun oynamak, anne babanın diğer bir rolünün çok önemli bir parçasıdır. Çocuğun anne babasının onu izlemesine, onlardan bir şeyler öğrenmeye, onların, neyin güvenli olduğunu denetlemesi ve kendi başına beceremediğinde ebeveyninin yardımına ihtiyacı vardır. Günlük hayatta yapılması gereken işlerin listesi ile baş etmeye çalışırken, çocuğunu kendi başına oynamaya bırakmak anne babaya cazip gelebilir. Fakat çocuğun yardım istemesi veya ebeveyni ile temasını sürdürebilmek için ayaklarının altına gelmesi ve orada oynamasıyla, onların işlerinin sürekli kesintiye uğradığı görülür. Anne baba her gün çocuğu ile oyun oynamak için zaman aramalı ve bulduğu her fırsatı değerlendirmelidir. Oyun, öğrenme için bulunmaz bir zaman dilimidir fakat bunu her zaman bir şeyi öğretmeye dönüştürmek (Douglas, 2003: 27-28), çocuğun eğitim öğretimi için sakıncalı sonuçlar doğurabilir.

Altı yaşından önceki çocukların dini öğrenmelerinde, oyundan istifade edilebilir. Oyun tarzına dönüştürülen dini pratiklerde, çocukların istekli katılımları gözlemlenir. Bu durum, çocukların dini öğrenmeleri içselleştirmelerine kapı aralar. Belki de bu dönem çocukları, genel olarak diğer namazlara göre daha hızlı kılınmasından dolayı teravih namazını ve arada getirilen sesli salavatları bir oyun

122 olarak algılamaktadırlar. Bu nedenle Ramazan ayında diğer namazlara göre daha uzun olmasına rağmen, bu yaş grubu çocukların teravih namazına gitmeyi arzuladıkları görülür.

Dini pratiklerin oyun içinde çocuklara sunulurken, dini musikiden de yararlanılmalıdır. Çünkü bu hem öğretimin hem de öğrenimin istekli bir şekilde yapılmasına yardımcı olacaktır. Çocuklar için bir oyun çeşidi olarak, Hacivat- Karagöz oyunu şeklinde, tiyatro veya canlandırma tarzında çocukların dikkatini daha da arttıracak araçların kullanımı, dini kavramların anlam dünyalarının genişlemesine ve neşeli öğrenmenin gerçekleştirilmesine katkı sağlayacağından, çocuğa din eğitimi veren kişilerin bu hususu göz ardı etmemeleri gerekir.

Öğrenme sürecinde becerilerin nasıl geliştirildiği ile ilgili dikkat çeken bir diğer konu da bebeğin bir şeye uzanması, yakalaması, kavraması, bir nesneyi ağzına götürmeyi öğrenmesidir. Altı aylık bir bebeğin bütün bu performansları gerçekleştirdiğini görmek şaşırtıcıdır. Diğer taraftan on dört aylık bir bebeğin ilgileri on aylık bir bebekte görülenlerden çok daha çeşitlidir. Bebeklerin öğrenme süreçleri izlenirken öğrenilen en önemli şeyin, onların sadece bir beden olmadığı ve bir kişiliğe sahip olduklarıdır. Çeşitli türden becerilerin öğrenmeyle geliştiği bu yaşlar, kamerayla kayda alınacak kadar ilginçtir. Fakat bu öğrenme sürecinde becerilerin ötesinde bir gerçekliğin olduğu da ortadadır. Bu da oyundur. Bebek oyun oynayarak, oynamanın ifade ettiği hayali bir içsel dünya olan oyun için, bir materyal olarak adlandırılabilecek bir şeyi bizzat kendisinin oluşturduğunu göstermiştir (Winnicott, 1987: 79).

Çocukların oyunlarının ego merkezli olduğunu belirten Piaget, oyun kurallarında eylem ve uygulanması bakımından birbirini takip eden dört aşamanın söz konusu olduğunu belirtir. Bu aşamalardan ilk çocukluk dönemini ilgilendiren aşama şöyle değerlendirilir;

Birinci aşama; tamamen motorsal ve bireysel özelliktedir. Örneğin çocuk kendi istek ve beğenileri doğrultusunda bilyeleri eline alır. Bu motorsal bir alışkanlıktır. Bu durum, az ya da çok ritüel haline gelmiş şemaların oluşmasına yol açar. Çünkü oyun bireyseldir ve kolektif kurallardan ziyade burada motorsal kurallardan bahsedilir.

123 İkinci aşama; ben merkezli olarak adlandırılabilir. Bu aşama çocuğun başkaları tarafından belirlenmiş kurallara uymaya başladığında yani iki ile beş yaş arasında meydana gelir. Ama çocuk bu kural örneklerini taklit etse de ya oyun arkadaşı bulmak için kendini sıkmadan kendi kendine oynamaya devam eder ya da farklı oyunlar arasında ilişki kurma çabası olmaksızın, kazanmak için çaba harcamadan kendi haline oyun oynar. Bir diğer ifadeyle bu yaştaki çocuklar beraber oynuyor olsalar bile kendi kendilerine oynarlar. Böylece bir anda bütün çocuklar kazanır. Çocukların bu çift özelliği, başkalarını taklit etme ve alınan örneklerin tamamen bireysel kullanımı ego merkezcilik olarak adlandırılır (Piaget, 1965: 26- 27).

İlk çocukluk döneminde oyunun, çocuğun öğrendiklerinin dışında hemen hemen her eğiliminin başlangıç etkinliğini ya da en azından bu eğilimin işlevsel alıştırmasını oluşturduğu ve öğrenmeyi güçlendirerek onu etkilediği bilinmektedir. Çocuk daha konuşmaya başlamadan önce, toplumsal etkiler ve düşünce araya girmeden duyumsal davranış işlevlerine bağlı bir oyun çeşidi gözlenmektedir. Erken çocukluk için çok belirgin bir şekilde olan ve düşünceyi de oyunun arasına katan ama ortaklaşa ögelerin en azıyla yapılan, çok ayrı bir şekilde olan bir oyun vardır. Bu simgesel veya düş gücüne dayanan bir oyundur. Erken çocukluk döneminde, oyun içerisinde öğrenme güçlü öğrenme çeşitlerinden birisi olarak görülmektedir (Piaget, 1999: 38).

Oyun, çocuğun bağımlılık sınırını özgürleştirerek çocuğun gelişimini hızlandırır. Çünkü, bir çocuğun zihni aşırı derecede hassas ve bağımlıdır. Ebeveyninin psikolojik atmosferinde, uzun bir süre onların etkisinde kalmaya yatkındır. Çocuk kendisini bu etkilerden nispeten ileriki safhalarda kurtarabilir. Öğrenme süreci ile her şeyi kendisine adapte edebilen bir çocuğun, şüpheci bir zihne sahip olması, öğrenme açısından çocuğun en mükemmel şekilde yaratılışına işaret eder. Bir eğitimcinin derinleşmiş psikolojik bilgisi, ne yazık ki bazen yapılıyor olsa da, doğrudan çocuğun üzerine boşaltılmamalıdır. Bunun yerine, bu derin bilgi çocuğun ruhsal hayatına yönelik eğitimcinin bir anlayış geliştirmesine ve benimsemesine yardımcı olmalıdır (Jung, 1991: 51).

Erken çocukluk döneminde sevgi, güven ve oyun üçlüsü, çocuğun gelişimine en fazla yön veren üç husustur. Yeterince sevgi görmeyen bir çocukta güven duygusu

124 gelişmez, güven yoksunluğu bulunan bir çocukta da yeterli doyuma ulaşılamaz. Bunun neticesinde çocuk, oynadığı oyunlardan öğrenme gelişimi açısından istifade edemez. Bu durum çocuğun ruh sağlığını da olumsuz yönde etkiler.

Hal böyle iken, özellikle ülkemizdeki şehir yapılanmasında, dev binalar karşısında küçücük çocukların unutulması ve oyun oynamaları için yeteri kadar doğal yaşam alanlarının oluşturulmaması, şehir hayatında çocuk yetiştiren ailelerin ve eğitimcilerin işini oldukça zora sokmaktadır. Şehir hayatında, adeta modern hapishanelerde yetişen çocuklardan, geleceğin bilim adamları veya mükemmel aileleri olmalarını beklememek gerekir. Büyükşehirlerde yaşamaya çalışan insanların ve buraları yöneten idarecilerin, büyük iş merkezleri açmak/kurmak için harcadıkları emek ve çaba kadar, geleceğin teminatı olan küçücük çocukların oyun oynayabileceği doğal yaşam alanlarının oluşması için çaba harcamaları gerekir. Medeniyetin bu kadar gelişmesine rağmen, bu hususun özellikle ülkemizde ihmal edilmiş olması, çocuk hakları açısından bir insanlık suçu olarak düşünülmelidir ve acilen bu sorunun çözümü için çalışmalar yapılmalıdır. Çünkü, oyun oynayan çocuğun düşünce gücünde yeni yeni açılımlar oluşur. Onun düşünce dünyasında gelecek, oyunla inşa edilir. Geleceğin teminatı olan çocukların yetiştirilmesinde hayati öneme sahip doğal yaşam alanlarının oluşturulması, ülkenin geleceğinin şekillenmesine de katkıda bulunacaktır.