• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KÜLTÜR KAVRAMI, GELENEKSELDEN DİJİTALE

1.5 İletişimde Kültür Yaklaşımı

Öncelikle kültür kavramını eleştirel bir bakış açısıyla ele almak gerekmektedir. Bu nedenle Postman’ın kültür kavramını ele alış biçimine değinmekte fayda vardır.

Postman kültür kavramını ele alırken üç farklı açıdan değerlendirme yapmaktadır. Bunlar Postman tarafından kültürleri kullanım biçimlerine göre değerlendirilmektedir. Bu ayrımı ortaya koymak için ise, kültürleri alet kullanan kültürler, teknokrasiler, teknopoliler olarak üç grupta toplamaktadır ve dünyada bu kültürlere rastlayabileceğimiz yerler olduğunu da ifade etmektedir. Alet kullanan kültürleri, dünya üzerinden silindiğini veya silinmek üzere olduğunu da ifade etmektedir.

Teknokrasi kültürü ise fabrikaların faaliyete geçmiş hali fakat geleneklerin tamamen silinmemiş halidir. bu düşünceye göre fabrika üretiminin önemini kavramak için geleneğin gereksiz bir şey olduğunu düşünmek gerekmemektedir. Ancak teknopoli’ye geçiş sürecinde ise geleneklerin yok olması söz konusudur. Teknolojik ve geleneksel dünya görüşleri birbirine zıt kavramlar olarak görülmektedir. Teknolojik dünya görüşü daha güçlüdür fakat geleneksel olan da hayatına devam etmektedir. Bu durum teknopoli teokrasinin yerini alana kadar devam etmektedir.

61

İlk zamanlarda aletler belirli iki amaca hizmet etmektedir. Bunlardan ilki fiziksel hayatın belirli ve acil problemlerine çözüm bulmak ve sanatın, politikanın, ayinlerin ve dinin sembolik dünyasına hizmet etmektir. Bu amaçlarla geliştirilen aletlerin hiçbiri, kullanıldıkları kültürün itibarına ve bütünlüğüne karşı gelmemektedir. Birbirlerinin alanlarına girmeden varlık göstermektedirler. Böylelikle bireylerin inanışları, politik ve eğitim hakları gibi temel bir takım haklardan uzaklaştırmadan varlığını devam ettirmektedir.

Teknokrasi ve birey: Teknokrasi, 19. yüzyıl sonunda başlayan "bilimsel ve

teknik devrim"in sonucunda ortaya çıkıyor. Bu devrimin 18. yüzyıl ortalarındaki endüstriyel devrimden farkı, bilimin üretim süreçlerinin örgütlenmesinde ve yönetiminde uygulanmaya başlamasıdır. Önceki dönemlerde üretim sürecini kendisi yöneten zanaaatkârın sahip olduğu bilginin, zanaatkârlığın parçalanmasıyla birlikte onun denetiminden sökülerek, endüstriyel yönetimden/işletmeden sorumlu mühendislik disiplinleri tekelinde yoğunlaştırılmasıdır. Modern mühendisliğin ve teknokrasinin doğuşu, bilimsel-teknik devrimle ve bu devrimle birlikte gelişmeye başlayan "bilimsel yönetim"le iç içedir. "Bilimsel yönetim, hızla büyüyen kapitalist işletmelerde, emeğin denetimindeki gittikçe karmaşıklaşan sorunlara bilimin yöntemlerini uygulama çabasıdır." (Harry Braverman, 1976, akt. Altan, 2016)

19. yüzyılda girişimcilerinde artmasıyla fabrikaların sayıları hızla artmıştır. 1850’den itibaren makine endüstrisi gelişmiştir. Artık makineler makine üretmeye başlamıştır. Bu dönemde herkes buluş yapmaya çalışmaktadır veya buluşları geliştirmeye uğraşmaktadır. Bu dönemde makinelere inanmak fikri ortaya atılmıştır. Bir kesim bunun ruhsal ve dini açıdan çok tehlikeli olduğunu söylemekte ve halkı uyarmaktadır. Bu sırada insanların refahı için imkanlar her geçen gün daha da arttırılmıştır. Fakat teknolojinin zararlı yanları hiç düşünülmemiştir. Bu inanca sahip insanlar imkanlarını genişleten teknoloji tarafından zarara uğratılmışlardır.

62

“Bilimsel yönetimin âlimi, 1970'lerdeki ‘Dijital Devrim’e kadar süren dönemde hem Batı'da, hem Sovyetler'de çalışma hayatını yönlendirerek bu döneme adını veren Frederick Taylor'dur (1856- 1915). 1911'de yayınladığı Bilimsel Yönetimin İlkeleri, emeğin hünere dayalı süreçlerini bilime dayalı süreçlere dönüştürmenin düsturu olmuştur. (1) Emek sürecinin, işçilerin hünerlerinden, bilgi ve becerilerinden koparılması: emek süreci zanaatten, geleneklerden ve işçilerin bilgisinden bağımsız olarak tasarlanmalı, işçilerin becerilerine değil, tamamıyla yönetimin uygulamalarına bağımlı kılınmalıdır. (2) Kavramanın uygulamadan ayrılması: bütün zihinsel faaliyetler atölyenin dışına çıkartılarak, yönetim/işletme bölümünde merkezileştirilmelidir. (3) Merkezileştirilerek bilgi üzerinde kurulan tekelin, emek sürecinin her aşamasını ve bu aşamaların uygulanış tarzını denetlemek üzere kullanılması: böylece ilk ilkeye göre derlenip geliştirilen emek sürecine ait bilgi, ikincisine göre yönetimin tekelinde merkezileştiriliyor ve üçüncü ilke uyarınca da bu bilgi, emek sürecinin kesin denetimi için kullanılıyor." (Artun, 1999, s. 91)

Teknokrasi de bireyler kendi tasarladığı makinenin kurbanı olur. Bu makine, başta kendini üretir. Öyle ki, özerk olarak geliştikleri varsayılan bilim ve teknoloji dahi bu makinenin araçları haline gelir. 1913'te icat edilen ve Ford arabaların seri üretiminde uygulanmaya başlayan hareketli montaj hattı teknolojisi, Taylor'un ilkelerinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu icatla birlikte işçiler makineler bağlı hale gelmiştir ve tüm yetkileri ellerinden alınmıştır. Teknokrasinin temelini bilim oluşturmaktadır. Bilimin toplumsal tarih nezdinde özerk olduğuna inanılır. Teknokrasi ile öznellik kaybolmaktadır. Çalışanlar zamanla makineleşir. Emekleri, üretim araçları ve ürünleri üzerinde hiçbir denetimleri kalmaz. (Artun, 2016)

Teknokrasi sosyal gelenekleri bütünüyle yok etmemiştir. Örneğin o dönemde ABD’de hala dindar insanlar ve günah kavramı vardır. Yaşlılara saygı duymak, onların bilgeliğine inanmak mümkündür bu dönemde endüstri insanlar manevi anlamda etkisi altına almamıştır ve bireyler hale manevi dünyaya önem vermektedir. Teknokrasi insanlara değerleri önemsiz göstermiştir. Bunu gerçekleştirirken din, sanat, aile, politika, tarih, zeka kavramlarını değişikliğe uğratmıştır ve teknokrasi tamamen gerçekleştiğinde teknopoli artık doğmuştur. Kolaylık, konfor, hız, hijyen ve bolluk sağlayan modern teknoloji insanları sarhoş etmiştir, çok memnundular. Artık duanın alternatifi penisilin, aile köklerinin alternatifi yer değiştirme, okumanın alternatifi televizyon, sınırlamanın alternatifi hemen elde edilen haz, günahın

63

alternatifi psikoterapi, politik ideolojinin alternatifi bilimsel seçim vasıtasıyla elde edilen şöhrettir.

Teknopoli ve birey: teknopoli, bizleri neyin inanç ötesi olduğuna dair var olan

sosyal, politik, tarihsel, metafizik veya dinsel temellerden yoksun bırakmıştır. Politik, sosyal ve özellikle kişisel çok az problem bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Buna rağmen sorunlar çıkarken, ilerleme fikri solarken teknopolist inanmaktadır ki hala daha fazla bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Fakat bilgiye ulaştıkça hep daha fazlasına ihtiyaç duyacaktır. Bilgi bir artık haline geldi, artık insanlığın en temel sorunlarını cevaplamaktan acizdi ve günlük sorunların çözümünde zar zor yararlı olmaktaydı. Teknopoli’nin geliştiği ortamda bilgi ve insan arasındaki bağ koparıldı. Yani bilgi gelişi güzel bir şekilde, başka hiçbir bilgiye yöneltmeden, muazzam oranlarda, yüksek hızlarda ve de teoriyle, manayla ya da amaçla bağını koparmış bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Olaylar bir dakikalığına görünürler ve daha sonra yok olurlar.

Postman’a göre iletişim, toplum ve kültür kavramları birbirlerinden ayrılamaz kavramlardır. Fakat her toplum diğerlerinden farklı zamanlarda yapısal olarak değişim göstereceğinden dolayı farklı iletişim biçimleri ve farklı kültürel yapılara sahip olacaktır. 21. yüzyıl toplumlarının genellikle tanımlandığı “iletişim toplumları” ifadesi yerine “iletişime doymuş toplumlar” olarak adlandırılması gerektiğini savunan Postman, günümüzde bilginin doygunluğuna ulaştığımızı savunur. Ona göre temel sorun, bilgiye ulaşabilmek değil doğru bilgiye ulaşabilmenin çaresini bulmaktır. Bilginin fazlalığı ile baş edemeyen bir kültür haline dönüşüm de söz konusudur.

İletişimi anlayabilmek ve günümüz teknolojisinin gelişmelerini dolayısıyla toplumsal değişimi yorumlayabilmek adına Postman, iletişimi 4 aşamaya ayırır. İlk aşama İ.Ö 4. yüzyılda yazının bulunmasıdır. İkinci aşama, 15 yüzyılda matbaanın kullanımının yaygınlaşması ve üçüncü aşama 19. yüzyılda televizyon, radyo gibi kitle iletişim araçlarının icadıdır. Postman son devrim olarak 20. yüzyıl bilgisayar teknolojisinin gelişimi ve internetin icadını da kavramın içine dahil eder. Tüm bu devrimler toplum yapısını beklenenin de üzerinde etkisi altına almaktadır. Ancak internetin icadı 20. yüzyıl için bir devrim niteliği taşımaktadır. kendi toplumunu beklendiğinden daha fazla etkilemiş ve değiştirmiştir.

64

Postman’a göre; insan, sözlü iletişimden yazıya basılı yayından televizyona doğru kaydıkça hakikatle ilgili fikirleri de değişim gösterir. İnsan, kendi icat ettiği iletişim araçları ve teknikleri ile kendini gerçekleştirir (Postman, 2006, s. 34). Üretilen bilgi ve kullanım biçimleri değişmektedir. Bilgiye ulaşmak çok basit ve kolayken, doğru bilgiyi elde etmek ve bunu kullanabilmek de bir o kadar zorlaşmaktadır. Günümüz bireyi bilgi yığını içerisinde kalmakta ve bu kişilere veri dumanı etkisi yaratmaktadır.

Günümüzün en yaygın kullanılan iletişim aracı olarak interneti ele aldığımızda, kullanılan sosyal medya araçları bireylerin hayatında önemli bir iletişim aracı haline gelmektedir. Milyonlarca kullanıcıya sahip, facebook, twitter, instagram vb iletişim araçları bireylerin kültürel yapısında önemli değişimler oluşturmaktadır. Günlük iletişim ihtiyaçlarını whatsapp gibi internet tabanlı iletişim aracı üzerinden sağlamakta ve bu araçlar aracılığıyla toplumsallaşmaktadır. Bu nedenle Postman’ın ifade ettiği bireyin ürettiği araçların yine bireyi biçimlendirme durumu söz konusu olmaktadır.

Timisi, kültür kavramını değerlendirirken, kültürün bir iletişim sürecinde inşa edildiğini yaklaşımıyla hareket etmektedir. Bu yaklaşıma göre "gerçek" ve "sembolik temsil" arasındaki geçişkenliği görebiliriz. Bilgisayar dolayımlı iletişimin yaygınlık kazanması ile birlikte yeni bir gerçeklik düzeyinden söz edilmektedir. Çoğu zaman bugüne kadar mevcut tanımıyla kabul edilen gerçeğe alternatif olarak sunulan bu düzey sanal ön ekiyle birleşerek yaratılmış, yapay ve benzeşim alanı olarak mevcut toplumsal pratiklerin ötesinde ya da üzerinde bir gerçekliği tanımlamaktadır. Bu her iki birbirine paralel dünyalar varsayılmaktadır. Sanal gerçekliği tasarlanan deneyimler olarak kabul ettiğimizde, gerçekle olan içiçeliği de açık hale gelir. Gerçek de toplumsal içinde kendi başına verili değildir. Daima tasarlanan bir yan taşır, çünkü gerçeklik daima toplumsal pratiği çevreleyen semboller aracılığı ile algılanır. Bu anlamda bilgisayar dolayımlı deneyime özgü olan şey, bütün iletişim tarzlarını elektronik ortamda yeniden kurarak, sanal gerçekliğin yaratıcısı olmaları değil kuruculuğunu yapmalarıdır (Timisi, 2005, s. 89).

65

Kültür ve iletişim kavramlarının dijitalleşme sürecindeki dönüşümü bir sonraki bölümde, dijital kültür başlığı altında ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Dijital kültürün dönüştürdüğü bireyler ve dijital kültürün iletişim üzerindeki etkileri ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.

66