• Sonuç bulunamadı

Emr  âlemi  Allahʹın  sonsuz  bir  dirilik  fazıdır.  Allahʹın  âlemden  ilgi  kurduğu  kesretleri,  her  şey,  enfüsünden ilâhi bir güce kavuşur. Aynı zamanda emr âlemi ilâhi tasarrufun kesin bir fazıdır. 

Ruhun ilâhi yönü, yani emr âleminden gelişinde en önemli özelliği HAY sırrıdır. 

1. SONSUZLUK VE DİRİLİK 

İlâhi kudret, tanıdığımız her türlü raksın, koşmanın, kıpırdamanın ve titreşmenin ötesinde bir hay  sırrına sahiptir. Bu sır, tüm canlı ve cansız varlıkların enfüsünden o varlığa yansır. Bu ilâhi dirilik,  kalp  atışından,  uçan  kelebeğin  kanat  çırpıntısına  kadar  her  harekette  vardır.  Yine  şaşırmamamız  için tekrarlayalım. Bu hareketler Allahʹın cüzʹü değil, sıfat tecellîlerinin yansımasıdır. 

Ruhda  ise  durum  değişiktir.  Ruhun  emr  âleminden  ʹ  halk  olması  nedeni  ile  onda;  sonsuzluk,  ölümsüzlük, dirilik, birlikte doğar. 

İnsan  koordinatlarına  beden  çizgisi  üzerinde  intikal  ettiğinden,  insanda  tüm  hayat  canlılığını  yaratır.  Tekrar  emr  âlemine  dönünce  aynı  dirilik  ve  ebedîlik  onun  değişmez  malı  olarak  kalır. 

Murad‐ı ilâhi fırsat verdiğinde hem mekânda yaşar, hem mekân ötesindeki diriliği devam eder. 

Hay  sırrı  ebedî  diriliğin  simgesidir.  Ruhun  emr  âlemi  ile  bağlantılı  ilâhi  yönü  işte  bu  diriliği 

Bu dirilik, bedende can dediğimiz bir noktadır. Hasta olmayan, sapık ve çarpık yönü olmayan bir  ruhsal canlılıktır. 

Ruhunda  (yücelme  ve  nefs  terbiyesi)  bu  ilâhi  dirilik  sırrını  sezenler,  kelâm  ‐  telkin  ‐  tasarruf  gibi  ruhsal yetenekleri sonsuz bir dirilik içinde devam ettirirler. 

Tasavvuf biliminde; böyle, ruhun ilâhi yönünden dirilik alanlara Ricâl denir. Bunlar diğer insanları  arıtıp yüceltme gücünü bu ilâhi hay sırrmdan alırlar. 

Nefsin düzeyinde, koordinatlardan gelen ruh sıkışır kalır. Dirilik ve sonsuzluğu, kısık bir fener gibi  solgun görülür. 

Cenab‐ı Hakkʹın muradı, nefse meydan verdiğinden, ruhla nefs arasındaki bu gölgelenme meydana  gelebilmektedir.  Ruhun  i4âhi  yönünden  gelen  dirilik,  koordinatlarımızdan  bize  yansır  ve  can  meydana  gelir.  İşte  nefs  bu  canı  kendi  sanır  ve  maddesel  olduğuna  inanır.  Halbuki  ruhla  can  arasındaki şaşmaz nisbet ortadadır. 

Ruhun  sonsuzluğu,  dönüşü  olmayan  bir  can  sırrı  taşıdığından,  felâh  ve  huzuru  kadar,  ızdırapları  da ebedîdir. 

İnsanın ruh koordinatlarından gelen bu can sırrını sezmesi, kendi ebedîliğini, ruhun sonsuz sırrını  idrak etmesi şarttır. Bu, kulun hamd sırrı ile devam eder. Her hamdde yeni bir dirilik ceryanı geçer. 

Bunun dışında kendi ihtiraslarına isyan arayanlar hüsrandadır. 

2. RUHUN TEKLİK YÖNÜ 

Bütün varlıklarda geçerli olan teklik ‐ çokluk yasaları ruhta bambaşka bir görünüme bürünür. Emr  âleminde  murad‐ı  ilâhi  tektir.  Zaman  ötesi  bir  hızla  koordinatlarımızdan  enfüsümüze  yansır  ve  nefsin binbir yüzeyi arasından bize can verir. Bir anlamda kişilik kazanır. 

İşte bu can, kesrette kişilerin canı olur; gerçekte, can tüm hasletleri ile teklik sırrına sahiptir. Ancak  nefsin sonsuz yüzeyleri arasında sen ‐ ben doğarız. Bundan ne Allahʹın teklik sırrına gölge düşer ne  de arınmayanlar o candan, dirilikten uzak kalabilir. 

Arınıp  yücelenler  bu  teklik  sırrına  öylesine  yansır  ki;  karşısındakilerin  acılarını,  mutluluklarını  kendilerinde  duyarlar.  Diğer  insanların  ruh  koordinatlarında  nefs  yüzleri  arasındaki  tüm  bunalımlarını, kendi koordinatlarında, ruhlarında hissederler. 

Kelâm  sırrı,  telkin  ve  tasarruf  mahiyet  itibariyle  hep  bu  teklik  sırrından  mecal  bulur.  İnsanlar  arasında bu teklik sırrı öylesine gelişir ki, içtimai sentez ve ardından Allahʹa topluca yakınlık doğar. 

Bir fert teklik sırrını kendi koordinatlarında sezmeye başladı mı; dirilik ve sonsuzluğu evrenin her  yerinde, her yüzünde seyreder. 

Önemli  olan,  kendini  Allah  sanma  gafletine  düşmeden  ruhun  ilâhi  yönünü  anlamak  ve  hissetmektir. Hz. Mevlâna insanı neyʹe, ruhun ilâhi yönünü neyzene benzetir. işte, bizim kamıştan  gelen ney oluşumuz ve onu seslendiren ruhun teklik sırrı. Rüyamızda bağımsız ve tek olan ruhsal  gücü çoğu kez sezeriz. Rüyamızdaki korkusuzluk ve aşılması gücü aşmak, bu sırdan gelir. 

İnsan  koordinatlarında  doğan  ferdiyet  (sen,  ben)  çokluğunun  nasıl  teʹvil  edilebileceği  meselesini  şöyle cevaplayabiliriz : 

Ferdiyet  (sen,  ben),  kompleksimizin  4ʹlü  sentezinin  ortaya  ‐koyduğu  bir  biçimdir.  Nefs  yüzeylerinde ortaya çıkan acaip şekiller, ruhun tekliğine gölge düşürmez. Ruha, koordinatlarda bir  ismin kaydı yapılmıştır. Fakat, Allahʹdan emr âlemine, oradan koordinatlara yansıyan can ceryanı,  ekranda göstereceği resmin sırrını taşır. Bunu gören ‐ gösteren ve seyredenin sırrı ise Allah ve kul  hikmetini oluşturur. 

3. ALLAH VE KUL 

Ruh bahsinin en önemli noktası, ruhun il8hi yönüne takılıp, kul ‐ Allah çizgisini iyi tanımaktır. 

Emr  âleminden,  ruh  koordinatlarmdan  can,  bize  hamd  etmemiz  için  verilmiştir.  Hamdin  ebedî  kalması, murad‐ı ilâhi olduğundan, insandaki ruh, dolayısiyle insan ebedîdir. 

Can gücünün menşeini tanımamak, o gücü madde ve kendisi sanmak ebedî hüsrandır. 

Allah : Yaratan gerçek dirilik sahibidir. 

Kul  :  Yaratılan,  kaderi  çizilen  ve  muhtaç  olandır.  Can  ceryanı  kesildi  mi,  koordinatlarından  ruh  çekildi mi biter. 

Enfüsümüzdeki gerçeği hissetmek ve ona imanla hamd etmek kulluk sırrıdır. 

Hamd : Allahʹın gücünü bilerek, verdiği nîmetleri sezerek yapılan şükür ve niyazdır. 

Allah «size sizden yakınım» emri ile enfüsümüzdeki ruhun hay sırrını özellikle açmaktadır. Kulun,  Rabbini uzaklarda varsayması bir nevi inkârdır. Matlub olan (istenilen) enfüsümüzdeki hay sırrını  idraktır. Fâtiha bölümünde göreceğimiz gibi, bu inanç ancak Fâtiha formülü ile sağlanır. 

Bu  gerçek  dışında,  kul  ‐  Allah  çizgisini  nefs  yüzeyleri  daima  saptıracağından,  kulluk  tahakkuk  etmez. Şirk (eş koşma), yani kendi varlığına pay çıkarma doğar. 

Küfür  (inkâr),  gerçeğe  perde  çekme  anlamına  gelir  ki;  nefsin  sonsuz  yüzeylerinde  dolaşan  ruhun  hay sırrını, nefsin kuruntu perdesi ile görmezlikten gelmesidir. 

Kulun  nefs  yüzeyleri  arınmışsa;  Allahʹın  hay  tecellîsi  eksiksiz  kulda  yansır.  Bu  ilâhi  bir  seyrdir. 

(Arınmış nefs bahsine bak). Emr âleminden doğan tecellîler, velîlerin mâna sırrı şeklinde yansır. 

Bu  durumda  da,  kulluk  sırrı  kesinlikle  vardır.  İnce  bir  yokluk  çizgisinin  izi  gibi.  Çünkü  hamdin  zevki  bu  sınırda  tahakkuk  eder.  Efendimiz  isimlerinin  arasında  daima  Resûl  ve  kul  olan  kelimelerini bu nedenle kullanırdı. 

O halde muhtaçlık, Fâtihaʹda kullukla beraber zikredilen Nestain sırrı, bu hay ceryanının devamına  niyazdır ve kullukta şarttır. Kul, «Ben fiilimin yaratıcısıyım, can bendendir dedi mi aşağının aşağısı  bir faza düşmüş olur (esfelesafilîn). 

Kul,  arınmış  nefs  çizgisinin  yokluk  izinde  hamd  niyazı  ile  birlikte,  kulluk  ve  istiane  (muhtaçlık)  fazını tutturunca ahsen‐i takvim (yaratılanların en güzeli) olur. 

Allah, hamdin güzelliğinde ve bilincinde olan insanı sevmiş ve ona kendi emr âleminin sırrından  hay ceryanı vermiştir. 

Sevilsin, sevsin, zikretsin ve zikredilsin diye. 

4. EMİR VE ÂMİR SIRRI 

Kurʹanʹın  en  güç  anlaşılan  âyetlerinden  biri,  ruh  için  emr  âlemindendir  hükmüdür.  Ayrıca  Efendimiz, âyetin açık olduğunu, sağlıklı olmayan yorumlardan kaçınılmasını emretti. 

Emr  âlemi,  Allahʹın  sıfatlarının,  teklik  yansıması  ile  direkt  ilgi  gösteren  âlemdir.  Bu  âlemde  ilâhi  arzular otomatik oluşlardan emirlerdir. Emirle âmir arasında intikal fazı yoktur. 

Bu nedenle Ruhun İlâhi Yönü diye ayrı bir bölüm açarak, yanlış yorumları kaldırmak istedik. 

Ruh,  emir  âleminin  büyük  gerçeği  olarak,  insanın  koordinatlarına  yansıyınca;  bilincin,  inancın,  kudretin  sırları  insana  yansımış  olur.  Bu  ilâhi  sır,  kompleksin  tümü  değil,  ruhun  özelliğidir.  Ve  şüphesiz,  o  isteyince  insan  irade  ve  yaşantısı  ile  bu  devreye  bağlanır.  İlerdeki  bahislerde  göreceğimiz nefs ve gönül, bu bağlantının sırrında, insana gereğinde sonsuz kudret, gereğinde acz  getirir. 

Önemli  olan  murad‐ı  ilâhinin  herhangi  bir  insanın  ruh;  koordinatlarından  yansımasıdır. 

Yeryüzünde kulların mesul tutulduğu nice olaylar bu sırdan gelişir. 

Bu  bölümde  elbetteki  kaderin  ve  mesuliyetin  tartışmasını  yapmıyoruz.  İnsan  bütünü,  tümü  ile  sentez yapılınca bu konuya yaklaşım sağlayacağız. 

Önemli  olan  :  İlâhi  emr  sırrının,  bizzat  âmirin  hüviyetini  taşımasıdır.  Bu  nedenle,  ruh  insan  koordinatlarındaki  hali  ile  bile  diğer  madde  ve  madde  ötesi  varlıklarla  kıyaslanamaz.  O,  belli  özelliklerin değil, ilâhi esrarın hususiyetini taşır. 

Yine  bu  nedenle  bir  mekâna  tecelli  yönelmesi  halinde,  murad‐ı  ilâhi  bir  bedene  yansırsa,  o  beden  hemen oluşuverir (kıyamet günü dirilme). 

Ruhun  gerçeğine  yaklaşımdaki  güçlük,  bu  emir  âlemi  sırrından  gelir.  Allah  bu  yüce  sırrı  nefsle  perdelemiş, gönülle ekrana yansıtmıştır. İşte insan ve secde sırrı buradan doğar (Âdemʹe secde edin  emri). 

Ruhun insan koordinatlarındaki sırrı bir vahdaniyet sırrıdır. Buradaki incelik, intikaller ve evrenin  katlarındaki oluşlarla bilinebilir. 

Ahadiyyet, Allahʹın zat özelliğidir, yani kendi öz varlığıdır. 

Vahdaniyet, onun evrende tek güç ve gerçek tanımının ifadesidir ve sıfatların tecellî hikmetidir. 

Ruhun  emir  âleminden  oluş  özelliği,  onun  diğer  varlıklardan  farkını  beyan  etmektedir.  0  koordinatlarımıza yansıdığında, gönül ekranını ona açarak, nefs perdesini ‐kaldırırsak; gerçek kul  olmuş oluruz. Allah kendi güzelliğini kalplerde seyretmiş olur. 

İnsanın  diğer  varlıklardan  farkı,  yüceliği  hep  bu  sırrın  gerçeğindedir.  Yoksa  her  şeyden  habersiz  dolaşarak,  koordinatlardan  gelen  ceryanı  kendi  sanıp;  ben  benim,  diyen  gülünç  bir  evhamdan  ibaret olur. 

Ruh  hakkında  Kurʹanʹdan  evvel  söylenenler,  onu  tanıtmadan  ziyade  onu  anlaşılmaz  hale  getirmiştir. 

Hz. İsaʹnın doğuşu, aslında ruh hakkında bir ipucu vermiştir. Kurʹan, ruhun gerçeğini Hz. Âdem ve  Hz. İsa gerçeğinden başlayarak açmıştır.