• Sonuç bulunamadı

İLÂHÎ İSİMLERİN İKİNCİ KISMI

48. Bu ilim iki kısma ayrılır: Birincisi, mana sıfatlarının isimleriyle ilgili ilim, örneğin “Hayy”, Diri ismi gibi. Bu, hayatla sıfatlanmış olan bir Zât gerektiren isimdir. Aynı şekilde, ilimle sıfatlanmış olana da “Alim” (Bilgin) denilir. “Kâdir” ismi, Kudretle sıfatlanmış olana verilir. “Mürid” (isteyen) ismi İradeyle sıfatlanmış olana verilir. “Semî’” (İşiten), “Basîr” (Gören),

“Şekûr” (Çok şükreden) isimleri de karşılıklı olarak işitmeyle, görmeyle ve konuşmayla sıfatlanmış olan zâta verilir. Bütün bunlar bu sıfatlarla

sıfatlanmış olan (mevsuf) zâtla kâim olan manalardır; ya da o isim üzerine yüklenecek ters bir mana üzerine nisbet edilen isimlerdir. O isimler için, onlarla sıfatlanmış olan zâtta hükümler vardır. Örneğin, bilmek ya da bilmemek, her ikisi de ilme nisbet edilen hükümlerdir.

49. Ancak, bu isimler her ne kadar ilim ve kudret diye isimlendirilen bir sıfatla sıfatlanmış bir zâta delâlet etseler de, bunların da kendi içinde mertebeleri, dereceleri vardır. Örneğin kendinde ilim olan bir kimseye derecesine göre âlim, alîm, allâm, habîr, muhsî veya muhît adı verilir.

Bunların hepsi ilimle vasıflanan kimseye verilen isimlerdir. Ancak, âlim olmanın belirttiği anlam (medlûl), alîm ve habîr olmanın belirttiği anlamdan çok farklıdır. Alîm isminden anlaşılmayan nice manalar bunlardan anlaşılır, çünkü “alîm” mübalağa ifade eder. Dolayısıyla,

“âlim”den anlaşılmayan manalar bundan anlaşılır; şöyle ki : Bilinecek şeylerden, malumattan herhangi bir şeyi bilen birine “âlim” adı verilir.

“Alîm ”ya da “allâm” adı verilmez. Bu son iki isim, o kimsenin ilmi pek çok bilgiye ve malumata taalluk ederse, ancak o zaman ona bu adlar verilir.

50. “Habîr” ismi ise, belâya düştükten, sınanıp sınavdan geçtikten sonra, ilmin ortaya çıkmasına denir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyuruyor.

«And olsun biz sizi sınayacağız ki içinizden cihad edenleri, mücahidleri ve sabredenleri bilelim. Haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi sınavdan geçireceğiz.…» (Kur’an, Muhammed, 4 7/31). Aynı şekilde, “Muhsî” ismi de, sahih olacak bir tarzda bilgileri, malumatı hasr etmekle ilgilidir. Bu, ilim isteyen özel bir ilgidir. Aynı şekilde, “Muhît” ismi için de özel bir ilgi vardır. Zâtî, resmî ve lafzî bilgilerin, malumatın hakikatleriyle ilgili olan

ilimdir. Ayrıca, bunlardan sonlu olanların (mütenahî) sonlu olduğunu ve sonu olmayanın (gayr-i mütenahî) sonu olmadığını bilmeyle ilgilidir; yani

“Muhsî” olan, o şeyin sonu olmadığını ilmen ihata eder. İşte tam bu noktada, ilim ehlinden büyük bir grup hata etmiştir.

51. “Kâdir”, “Muktedir”, “Kâhir” gibi, diğer bütün sıfatları da bu şekilde ele alırsın. Bunların her biri, bir kudret, güç, kuvvet ister. Bunların hepsi tek bir sıfatı gerektirse de, aralarında yine de bir fark (furkan) vardır.

Şöyle ki: “Kâhir”, kavga eden birinin (münazi’) karşısında durur.

“Kahhâr” ise, kavga eden birden fazla kimsenin karşısında durur. “Kâdir”

kendi varlığında madum olmasına rağmen kendinde bir iz, bir eser kabul eden kimsenin karşısında durur, dolayısıyla onda, “Kâdir”in kudretinden bir nevi çekinme, sakınma vardır. Fakat bu mesele, çok müşkül, çok zor bir meseledir. Şöyle ki: Burada varoluşu mümkün bir varlık için, varoluşundan önce “adem”in, yani yokluğun olması murad edilmiyor. Ayrıca, bu mümkün varlık için nefsî, zâtî bir sıfat da değildir. İşte müşküllük, zorluk buradadır.

Dolayısıyla bu meselenin iyi bilinmesi gerekir. “Muktedir” ise, ancak kudretin makdûrla olan ilgisi hâlinde olur, çünkü o ancak kudretin makdurla olan ilgisinde amel eder. Kendi varlığını var etmek için,

“müktesib” ve “kâsib” gibi.

52. Böylece, isimler arasındaki fark senin için açıklanmış oldu. Her ne kadar isimler tek bir sıfat gerektiriyorsa da, fakat çok çeşitli yönler,

anlamlarla birliktedir, çünkü âlemde eşanlamlılık (teradüf) olduğunu iddia etmek doğru değildir, çünkü eşanlamlılık bir tekrardır. Oysaki varoluş içinde, tek bir şekilde toptan bir tekrar yoktur, çünkü ilâhî feyz

alabildiğine geniştir, boldur, büyüktür. Öyleyse bu hususu iyi öğren!

53. Allah’ın Kitabı’nda “Kelâm” sıfatı için “Şekûr” ve “Mücîb” isminden başka ilâhî bir isim görmedik . Dolayısıyla, Allah’ın Kitabı’nda kelâm isminin lafzından bir isim görmedik. “İrade” de böyledir. Bildiğim kadarıyla bunlar için bu ikisinin lafzından gelme bir isim yoktur. Ancak bunların isimlerinden, mana yönünden fiil isimleri çıkmıştır. Bununla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Çünkü Rabbın, istediğini

yapandır» (Kur’an, Hûd, 11/107; Burûc, 85/16). İrade için, tasavvur edilmesi, düşünülmesi çok zor bir ilgi (taalluk) vardır. Allah’ın İradesi

söylemektir. Allah’ın söylemesi ise, fiillerden bir fiil değildir, fakat ademe, yani yokluğa ait bir nisbet ve bir sıfat da değildir.

54. Aynı şekilde, “Kudret” hakkında da böyle düşünülür. Şöyle ki: «Hak Teâlâ, kullarına dilediği şekilde konuşmaya Kâdirdir» denilir. O hâlde burada bilinmesi gereken bir husus var; o da şudur: Kuşkusuz Allah Teâlâ İradesinin ilgisini (taalluk) zaman hükmü altına koymuştur. Dolayısıyla âyette “İzâ” (…diği zaman) ifadesini kullanmıştır ki, bu zaman sîgasıdır.

Ve şöyle buyurmuştur: «İzâ erednâhu, nekûlü lehu “Kün” (Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sadece “Ol!” deriz ve o şey derhal oluverir) (Kur’an, Nahl, 16/40). Aslında burada “zaman” fazladan kullanılmış oluyor (müzaden). Burada “İzâ” zaman edatını, yani “…

diğimiz zaman” ifadesi doğru olmaz, çünkü o anda “sonra” diye birşey olmuyor ki orada zamanın bir hükmü olsun. Görüldüğü gibi bu, ilâhi isimlerin anlaşılması oldukça zor ilimlerden birisidir.

55. Sonra, şunu bil ki, Allah’ın —Sübhanehu— isimleri konusunda Allah ehlinin itikat ettikleri isimler, Allah’ın kitaplarında ya da Resüllerinin dilinde Kendisine ad olarak verdiği isimlerdir. Ancak biz bu isimleri türev yönünden ya da övgü yönünden ele alacak olsak, o zaman sayılamayacak kadar çok ismi vardır Allah’ın. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

«En güzel isimler (el- esmâü’l- hüsna) Allah’ındır. Öyleyse, O’na güzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın.

Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır» (Kur’an, Araf, 7/180). Sahih’de rivayet edilen bir hadiste de Hz. Peygamber şöyle

buyurmaktadır: «Şüphesiz Allah’ın doksan dokuz ismi vardır; yüzden bir eksiktir. Kim onları ezberleyip öğrenirse, Cennet’e girer.» Bununla

birlikte, hadiste bir tahdid, bir sınırlama yoktur. Tam bir şekilde isimlerin sayısını tespit etmek bizim gücümüzü aşar. Çünkü orada rivayet edilen hadislerin hepsi “tartışmalıdır” (muddaribetün). Onlardan hiçbiri doğru olmaz. Şöyle ki: Bizim için ya da herhangi biri için keşif yoluyla hasıl olan her ilâhi ismi biz burada, Kitapta rivayet etmiyoruz. Gerçi biz kendi

kendimize onlarla dua ederiz, ama onları nakletmiyoruz, çünkü bu,

“Allah’a karşı yalan uyduranlar ”(Kur’an, Nahl, 16/116) arasında fitne ve fesada yol açabilir. Hele zamanımızda bu tür insanların sayısı pek çoktur.

Hafızları dikkatle incelediğimiz zaman, Hafız Ebi Muhammed bin Said bin Hazm el- Farisî gibi bunlara itina gösteren hiç kimseyi görmedik. O’nun

Kudreti’nin ulaştığı şeyleri, Esmâü’l- Hüsnâ’dan zikrettiğim şeylerdir. Bu ise, sahih yollardan onların ezberlenip öğrenilmesidir. Ali bin Abdullah bin Abdurrahman Feryanî’nin Ebu Muhammed Abdu’l-Hak bin Abdullah el-Ezdî el-İşbilî’den; onun da dinleme, okuma ve icazet arasında herhangi biriyle Abdü’l-Hak’tan icazet alarak; onun da Ebu’l-Hasan Şüreyh bin Muhammed bin Şüreyh er-Ruayniyyî’den; onun da Ebu Muhammed Ali bin Hazm el-Farisî’den naklettiğine göre, şöyle demiştir. «Esmaü’l-hüsnâ Kur’an nass’ında ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak gelen haberlerden alınıp öğrenilir.» Bizim onları ezberleyip öğrenip saymamız da zikrettiğimiz şekilde bize ulaşmıştır. O isimler şunlardır:

Bize büyüklerimiz tarafından nakledilen, onlara da onların büyükleri tarafından ve ondan, yani Hz. Peygamber tarafından nakledilen ve öğrenilmesi istenilen isimler bunlardır.

56. Bunlara ilave olarak gelen daha başka isimler de vardır Kur’an’da.

Bizim nezdimizde onlar da isimlerdir, fakat onun nezdinde isimler değildir.

Aynı şekilde Hz. Peygamberden gelen “haberler”de (ahbâr)de daha başka isimler vardır. Allah Teâlâ’nın isimlerine gerçek anlamıyla vakıf olmak isteyen bir kimse bu âyete baksın: «Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız!»

(Kur’an, Fatır, 35/15). Gerçekten de varoluş içinde Allah’ın isimlerinden başka bir şey yoktur; fakat yaratıkların varlıkları (a’yânü’l-ekvân), onları bilme konusunda basiret gözlerine perde olmaktadır. Çünkü “Koruyan”

(el-Vâkî) Hak Sübhanehu’dur; O’ndan başkası değildir. Her koruyucu olanla ve koruyucu gibi olanla Allah kendini perdelemiştir. Şöyle ki: Allah

«Gökleri ve yeri yoktan varedendir (Fâtır)» (Kur’an, Enam, 6/14);

«Gökleri ve yeri yaratan ve melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapandır» (Kur’an, Fatır, 35/1); «Geceyi dinlenme zamanı yapandır»

(Kur’an, Enam, 6/96); «Yeryüzünde bir halife yaratandır» (Kur’an, Bakara, 2/30); «Allah göklerin ve yerin nurudur» (Kur’an, Nur, 24/ 35);

Gökleri ve yeri ayakta tutandır; O, çok sabredendir. «Günahları

bağışlayan, tövbeyi kabul edendir» (Kur’an, Mü’min, 40/2); «Allah, hesabı çok çabuk görendir.» (Kur’an, Mü’min, 40/17); «Azabı çok şiddetli

olandır» (Kur’an, Mümin, 40/2); «Dereceleri yükseltendir, Arş’ın

sahibidir» (Kur’an, Mümin, 40/15); «Yükselme basamaklarının sahibidir»

(Kur’an, Hâkka, 70/3).

57. Böylece ben seni yolun üzerine koydum. Bunlar manalara, nispetlere, izafetlere delâlet eden sıfatların bir kısmıdır, örneğin el-Evvelû, el-Ahirû, ez-Zâhirû, el-Bâtınû gibi sıfatlar.