• Sonuç bulunamadı

İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN İTTİHAD-I ANASIR’A BAKIŞ

2.3. II MEŞRUTİYET’TE İTTİHAD-I ANASIR ÜST KİMLİĞİ İLE ULUS İNŞAS

2.3.1. Devletin İdeolojik Aygıtı Olarak Okul, Zorunlu Eğitim, Zorunlu Askerlik

2.3.1.4. İktidarın Resmi Dil Politikası

II. Meşrutiyet döneminde devlete parlamenter bir biçim vermek ve cins ve mezhep farkı gözetilmeksizin bir Osmanlı ulusu meydana getirmek sözkonusudur.220 Çeşitli ulusal topluluklardan oluşan Osmanlı Devleti’nde yönetimle yönetilenler arasında dil ayrılığı vardır.221

Bir memleket de resmi ve müşterek bir lisan bulunması zaruridir.222Osmanlı Devleti’nde resmi dil ile gerçekleştirilmeye çalışılan, “toplum arasında birbirini

anlayamayan kitleleri ortak bir çerçevede buluşturabilmek” 223 olmuştur. Modern öncesi toplumlarda kutsal diller bir cemaat yaratmak için en önemli araçlardan biridir. Fakat modernleşme aşamasında olan Osmanlı Devleti örneğinde tek bir kutsal dil çevresinde cemaat sağlamak fikri, bütünlük değil ayrılık getirmiştir. Şüphesiz modern öncesi toplumlarda kutsal dillerin ortaklığı ile bir cemaat yaratma eğilimi bilinçli değildir. Fakat modern zaman cemaatlerin bazı durumlarda yaratılmasını gerekli kılmaktadır. Osmanlı Devleti’ndeki bilinçli hareket de bu yöndedir. Osmanlı Devleti’nde millet-i hakime Türkler olmasından dolayı dil Türkçe’dir. Her yerde Türkçe yazılması ve konuşulması zorunludur. Bu birbirlerini anlayabilmeleri ve sevebilmeleri içinde gerekli görülmüştür.224

Etnik ayrımları hız kazandığı 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde özellikle kilise örgütlenmeleri etkili olmuştur. Çeşitli cemaatlerdeki milliyetçiler kendi dillerini “yabancı” unsurlardan ayırma çabası içine girmişlerdir. Osmanlı Balkanlarında ayrı olmaya çalışan grupların varlığı şüphe götürmez225 olmakla birlikte dil faktörünün de önemi şüphesizdir. Bu tutum kullanılan dilin farklı toplumları bir araya getirme gücünün Osmanlı Devleti için sıkıntı yaratmasına doğru gitmektedir. Devletin merkezi gücü elinde toplayabilme inancının bir yansıması olarak resmi dilin Türkçe haline getirilmesi bu nedenledir.

220 Enver Ziya Karal, “Tanzimat’tan Sonra Türk Dil Sorunu”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye

Ansiklopedisi, Cilt:2, İletişim Yayınları, İstanbul, s.317.

221 Konur Ertop, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Dil Sadeleşmesi”, Tanzimattan Cumhuriyete

Türkiye Ansiklopedisi, Cilt:2, İletişim Yayınları, İstanbul, s.337.

222 Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, “Osmanlı Ne Demektir, İttihad-ı Anasır Nasıl Mümkündür”,

Tasvir-i Efkar, 4 Kanunusani 1910.

223 Benedict Anderson, Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, Çeviren: İskender

Savaşır, Metis Yay., 5. Baskı, İstanbul, 2009, s.27.

224 Hüseyin Cahid, “Anasır-ı Osmaniye’nin Birleşmesi”, Tanin, 15 Teşrinisani 1908.

II. Meşrutiyet dönemine kadar olan dönemde Türkler de aslında öz dillerini unutma noktasına gelme derecesinde ülkede farklılaşmayı yaşamışlardır. Ümmetçi ulemanın Arapça ve Acemce kelimeleri yerli Türkçe yerine koymaları sayesinde Türklerin kendi dillerine yabancı kaldıkları yolunda bir eleştiri vardır. padişah fermanları, mahkeme ilamları, telif ve tercüme eserler Türk dilini ortadan kaldırmıştır. “…o kadar ki, sözde mutlu bir dönemi, bir yeni düzeni Türk ulusuna

müjdeleyen (Tanzimat-ı Hayriye Fermanı) bile, Arap-Acem ve Osmanlı eğitiminden yoksun Türkler için, hiçbir anlamı olmayan her hangi bir Osmanlı belgesinden başka bir şey değildi.”226

Kanun-u Esasi’de belirtilen resmi dilin Türkçe olması ile halkın birbirini anlamalarının kolaylaşacağı düşünülmüştür. Çeşitli unsurların arasında birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için öncelikle birbirlerini anlamaları sağlanmalıdır. Örneğin, devlet içinde birlik ve beraberlik için çalışanlar olduğu kadar, ittihadın meydana gelmesinden rahatsız olanlarda vardır. “Anasır-ı muhtelifeye mensub birçok

zevat bu konuda iyi niyetli iken öte taraftan bu gelişmelere engel olmaya çalışanları da var diyor. Bir Türkçe bilip bizim gazeteleri okursa niyetimizi anlar yoksa yanlış rivayetlere kanabilir.”227 Dil çeşitlilik gösteren unsurlar açısından bir ortak payda olabilir. Irk ve lisan ve mezhepçe Osmanlı unsurları arasında mevcud bulunan farklılığın, ittihada engel olmadığı inancı ile hareket eden iktidar, lisan-ı resmideki iştirak ile beraber, Müslim, gayrimüslim unsurlarının birbirlerinin diline az çok vakıf olmalarını da sağlayacağından, dil birliği, ittihadın gerçekleştirilmesine dair korkuların azalmasına vesile olacağını düşünmüşlerdir. İttihad-ı anasıra en büyük mani olarak görülen dil meselesinin resmi dil vasıtasıyla halledildiği düşünülmüştür.

228

Fakat resmi dilin Türkçe olarak belirlenmesi problemlerin çözümünü sağlamamıştır. Ayrıca mahalli lisan tartışmasını da getirmiştir. Memuriyetlerde, eğitim ve öğretimde, kanunların ilanında mahalli lisan kullanılması isteği229 İttihat ve Terakki’yi zorlamıştır. Neogolos ve La Turki gazetelerinin beyanatlarına kızan ve

226 Ali Kemal Meram, Türkçülük ve Türkçülük Mücadeleleri Tarihi, Kültür Kitabevi, İstanbul,

1969, s.76.

227 Hüseyin Cahit, “Nasıl Aldatıyorlar?”, Tanin, 9 Temmuz 1909. 228 Süleyman Nazif, “İttihad-ı Anasır”, Tasvir-i Efkar, 14 Ağustos 1909. 229 Bu istek ve eğilimlerden üçüncü bölümde bahsedilecektir.

“…Onların tedbirleri uygulamaya konulursa Türkiye’de ne kadar millet varsa o

kadar resmi dil olacaktır…Onların isteklerine göre her milletin kendi jandarması olacak, ayrı hakimi olacak. Bu idare altında Osmanlı imparatorluğu ne hale gelir?”

diyen Hüseyin Cahid, Rum, Bulgar ve Makedonlara ayrı muhtariyet verilirse bu unsurların birbirini daha fazla sevmeyeceğini hatta birbirinden nefret etmek için daha çok neden bulacaklarını belirtmektedir.230

Resmi dilin Türkçe olarak belirlenmesinin unsurların dillerinden uzaklaşmaları için bir neden olmadığını ifade etmeye çalışmaktadırlar. Cemiyetin bir lisan mektebi vardır, ki bu mektepte “İslam Hıristiyan ve Yahudi etfalinden 60 kadar

şakirdi (öğrenci) ailelerinin servetine göre şehri 10 ve 15 ve 20 guruş bedel ile dahil olmuşlardır.” Bu okulda öncelikle Osmanlıca, Fransızca ve Yahudice eğitimi

verilmekte olup, Rumca ve Ermenice için de eğitmenler bulunmaktadır.231 Bu örnek iktidarın dil eğitimi hakkında modern bir tavır sergilediği, dil eğitiminin önemini kavradıkları hakkında bir kanıt olabilir. Hükümet hiç kimsenin lisan ve dinine taarruz etme fikrinde değildir. “ Ermeni, Ulah, Bulgar, Rum, Dürzi, Süryani, Kaldani,

Maruni, Yahudi herkim olursa olsun ecdadının maneviyesine riayetkar olmayan bir hükümet-i meşruta, esas hürriyeti bizzat ihlal etmiş olur.”232

Kullanılan Türkçe’nin nasıl olması gerektiği hakkında aydınlar fikirler üretmişlerdir. 233 Hiç lüzumu olmayan Arabi, Farsi kelimeler eskiden olduğu gibi devamlılık kazanması ile beraber bu kelimelerin kullanılmasında Arap ve Acemin kurallarına uymak mecburiyeti doğmaktadır. Oysaki milliyetini idrak etmiş bir millet lisanını mahvetmez hissiyatı aydınların bunun tersi durumda milletin milli geleceği tehlike altına girebileceği endişesini taşımalarını sağlamıştır. Bir milliyetin geleceği için her şeyden önce vücud-u lisan şarttır. Türkçe şimdiki gibi lüzumlu lüzumsuz gelmelerden, faydasız kaidelerden oluşursa Türkçe konuşmayan unsurların bu lisanı öğrenmeleri ve eğitimlerinde kullanabilmeleri pek mümkün görünmemektir. 234 Ali Kemal, Osmanlı lisanının Macar lisanı ve diğer lisanlara göre garip halde olduğu düşüncesindedir. Bir yazar tarafından yazılmış en basit kıtayı bile köylü anlayamaz.

230 Hüseyin Cahit, “Gayrimüslimlerin Askerliği Münasebetiyle”, Tanin, 21 Mayıs 1909. 231 “Lisan Mektebi”, İkdam, 10 Nisan 1909.

232 Süleyman Nazif, “Anasır-ı Osmaniye’nin İttihadı”, Tasvir-i Efkar, 6 Eylül 1909. 233 Süleyman Nazif, “Lisan Meselesi”, Tasvir-i Efkar, 12 Temmuz 1909.

Çünkü lisanın içinde çok yabancı kelime vardır. Macar yazarlar dillerini 19 yüzyılda yenilemişlerdir. Yabancı sözleri çıkarmışlar, köylünün de fikir sahibi olması kolaylaşmıştır. Türkler dolayısıyla Osmanlılar için de lisan meselesi, adeta büyük bir mesele-i hayatiyedir. Yabancıların, -İngiliz, Fransız, Alman hatta Rusların- lisanca ve edebiyatça üstünlüklerinin nedeni milyonlarca kişi tarafında kullanıyor olmasındandır. Türkçe de o mertebeye erebilir. 235 Bir yazar tarafından yazılmış en basit kıtayı bile köylü anlayamaz. Çünkü lisanın içinde çok yabancı kelime vardır.236 Ayrıca dilin karmaşık yapısı, başka türlü konuşup başka türlü yazmak da oldukça zorlayıcıdır. Dilin bu yapısı milletin ilerlemesine engel olarak değerlendirilmiştir. Kısacası “yeni lisan en tabii bir lisandır ve milletin istikbali bundadır.”237 İbtidai mekteplerden başlayarak rüşdiye, idadi ve büyük mektepler için ders kitaplarını hep açık lisan ile yazmağa azim edildiğinde ana lisanını okuyarak yetişen gençler Türklüğün, Osmanlılığın her noksanını ikmal edecekleri gibi lisanı da saflaştırıp, temizleyeceklerdir.238

2.3.2. Kanunlar ve İttihad-ı Anasır