• Sonuç bulunamadı

İslam iktisadının bugün uygulandığı herhangi bir ülke olduğunu söylemek gerçekçi olmayacaktır. Ancak tarih için aksini söylemek mümkündür. Hz. Peygamberin kurduğu toplum düzeninde İslam ekonomik anlayışı uygulanmıştır. Hz.

Muhammed’in profesyonel bir uluslararası tüccar olması dolayısıyla, onun vazettiği dinin de ekonomik alana yönelik önemli düzenlemeler getirmiş olması sonucunu kaçınılmaz olarak doğurmuştur.

Konjonktürel olarak İslam’ın doğuşu, güç dengeleri açısından elverişli bir tarihsel ve toplumsal zeminde meydana geliyordu. Çölleşmiş ve sönmüş uygarlıklar arasında İslâm bir yeşil vaha olarak ortaya çıkıyordu. Hz. Muhammed yaşarken Roma ve Sasani İmparatorlukları yüzlerce yıldır yaptıkları savaşların en yıkıcı olanını gerçekleştirmişlerdi. Miladi 610 civarında Pers İmparatorluğu Bizans’la korkunç savaşına başladığında Hz. Muhammed’e ilk vahiy gelmişti (Morris, 2017, s. 408).

Hz. Peygamber vefat ettiğinde ise, her iki imparatorluk da mali ve siyasi bakımdan tükenmişti (Hodgson, 2017a, s. 190). Doğu-batı eksenindeki bu konjonktür, İslam medeniyetinin doğuşu ve gelişmesi açısından uygun bir zemin sağlamıştı. Ne var ki, Müslümanlar antik dünyanın önemli eserlerinin çoğunun ne asıllarından ne de çevirilerinden haberdar oldular. Bunun yerine çoğunlukla kendi özgün ve klasik modellerini yaratmak durumunda kaldılar (Hodgson, 2017a, s. 143).

İslam uygarlığı ticari yönleri ağır basan bir uygarlık olarak doğmuştur. Bu hem Hz.

Muhammed’din hem de ilk üç halifenin profesyonel tüccar olmasından da kaynaklanmaktaydı. Tabi İslam’ın temel kaynağı olarak Kuran’ı Kerim de ekonomik

9 Zuhruf 43/32; Nahl 16/71

77 ilkeleri topluma ve yüzyıllar sonraya vazeden bir din ve hayat kitabı olarak ortaya çıkmıştır.

Hz. Muhammed iyimser, iş tecrübesi olan ve kendine inanan biriydi. Onun iktisat politikası, girişimciliği, etkin kaynak dağıtımını ve servet üretimini teşvik ediyordu (Koehler, 2016, s. 27). Bütün bu politika iki temel değer üzerine oturtmuştu: tevhit ve hilafet. İslam devlet anlayışında adalet ekonominin/devletin/yönetimin/mülkün temeli olarak konumlanmıştı.

Hz. Muhammed, hicret ile Medine’de önemli bir ekonomik yapı kurmuştur. Bu yapının temel özellikleri şunlardır (Koehler, 2016, s. 13):

1. Caminin ve pazarın şehir hayatının merkezi olması. Bu durum daha önce Mekke’deki Kabe’nin de hem ibadet hem de ticaret merkezi olarak üstlendiği fonksiyondan ileri gelen bir yapıydı. Arap kabileleri Hac için Mekke’de toplandıklarında aynı zamanda o ortamda bir ticari sistem oluşuyordu. İslam toplumlarında geleneksel olarak yeni şehirlerin kurulması, gelişmesi, ticaretin ve esnafların ticari faaliyetlerinin hep cami/ibadethane merkezli olduğu görülmüştür.

Dolayısıyla İslam toplumlarında barış ve huzur içinde yapılan ibadetle birlikte üretim ve ticaret de bir aradadır. Zaten İslam inancı çalışmayı, üretmeyi ve ticareti de ibadet kabul eden bir anlayışa sahiptir.

2. Medine pazarında ticaret vergiden muaf tutuldu. Bu uygulama şehrin gelişmesi ve Muhacirler ve Ensara ekonomik olarak daha rahat koşullar sağlamak amacını taşıyordu. Zira kamu gelirleri önemli ölçüde ganimetlerden elde edilmeye ve hatta bir kaynak bolluğu oluşmaya başlayacaktı ki, bu daha sonra yeni para sisteminin oturtulması için önemli olacaktı. İslam iktisadi düşüncesinin olağan dönemlerde vergiler konusundaki yaklaşımı denk bütçe mantığına dayanıyordu. İlk dönem vergi kaynakları zekât, cizye, haraç maden ve define vergisi şeklindeydi (Mannan, 1970, s.

391).

3. Sosyal güvenlik harcamaları için vergi kondu ve ayrıca Medine’de dünyanın ilk kamu emeklilik planı yapıldı. Hz. Ömer zamanında bir nüfus sayımı yapılarak çeşitli toplumsal kesimlere senelik emeklilik maaşı bağlandı (Koehler, 2016, s. 114).

78 4. Ticari teşvik primleri getirilerek ticaretin daha da geliştirilmesine yönelik adımlar adıldı.

5. Tüketicinin korunması iyileştirildi. Tekeller yasaklandığı gibi pazarda tüketiciyi aldatmaya yönelik davranışlar yasaklanarak, belirsizlik yaratan durumlar ortadan kaldırıldı.

6. Ticari sözleşmelerin nasıl tasarlanacağına ilişkin ilkeler koyuldu. Sözleşmelere ve kurallara bağlılık İslam ekonomisinde çok önemliydi. İslam düşüncesi ekonomik faaliyetlerde kurallara riayeti temel almıştır. Kuran piyasaların varlığını kabul ederek, ticareti helal kabul etmiştir. Alışveriş (bey') ve ticaret sözleşmelerine çok büyük önem vermiştir. Bireyler sözleşme temelli ticari ilişkiler kurmak ve bu sözleşmelere uymakla yükümlü kılınmıştır. Alışverişin (bey') tarafları, yapılan mübadelenin içerdiği tüm riskleri paylaşırlardı (Askari, 2014, s. 176).

7. İçeriden öğrenenlerin (insider trading) ticareti yasaklandı. Bu şekilde piyasada ahlaki olmayan yolla elde edilmiş bilginin, fırsat eşitliğini bozarak çıkar sağlanmasının önüne geçilmiş olundu.

Bu uygulamalarla yeni devletin başta Hz. Muhammed olmak üzere ilk halifelerinin de geçmişte profesyonel tüccar olmaları, yeni devletin ticari gelişmeyi ve piyasayı destekleyen ve böylelikle ekonomik gelişmeyi sağlayan bir temelle kurulduğunu göstermektedir. İslam’da başından beri iktisadi büyümeye imkân sağlayan bir tavır görülmektedir (Koehler, 2016, s. 15).

İslam uygarlığının üç başkenti olan, Medine, Şam ve Bağdat’ta uygulanan iktisadi politikalar da ilk dönem tarihsel tecrübeler açısından çok önemlidir. Bu başkentler uluslararası ticaret merkezlerine dönüşmüştü. Sınırları Çin ve Atlantik’e kadar uzanan bir ticari ağdı bu. Kıdemli memurların atamalarında liyakat sistemi gözetiliyor, bu atamalar onların dini mensubiyetlerinin ne olduğuna bakılmadan yapılıyordu. Çünkü hem Kur’an-ı Kerim emaneti ehline vermek10 gerektiğini vazetmekte hem de yeni kurulan uygarlık çok kültürlü ve çok dinli bir coğrafyada geçmişten kalan farklı inançlar ve onların yetişmiş elemanlarına sahip bir yapıda gelişiyordu. Bölgede geçmişten kalan bir kozmopolit gelenek zaten vardı. İslam da bunun üzerine herhangi bir sivil tekelcilik kurmayarak bu çok kültürlü yapıyı bir

10 Nisa 4/58

79 uygarlık haline dönüştürüyordu. Ticaretin ve ekonominin gelişip büyümesini sağlayacak etkenlerden en önemlisi de belki bu kozmopolit yapı olacaktı (Hodgson, 2017a, s. 167).

Uluslararası ticaret ve ekonomik gelişme ancak barışın ve huzurun kalıcı olduğu beldelerde mümkündür. Roma ve Sasani imparatorlukları arasındaki uzun dönemli savaşlar da uluslararası ticaret yollarının bu bölgelerden daha aşağıya Arabistan’daki yollar üzerine doğru kaymasına neden olmuştu (Hodgson, 2017a, s. 198). İslam da temelde bir savaş ve şiddet dini değil, barış (slm) dini idi (Morris, 2017, s. 409). Her ne kadar Müslümanlar savaştan uzak duramadılarsa da, bunlar temelde savunma savaşı niteliğindeydi ki Kur’an’ın çeşitli hükümleri de bunu vazediyordu11. Dolayısıyla İslam, klasik dönemde ekonomik gelişme açısından o zamana kadar sunulmamış bir ortam meydana getiriyordu. Orman’ın da ifade ettiği gibi, ilk Müslümanların iktisadi alan ve İslami normlar arasında kurdukları ilişkiyi anlamak önemlidir. Onlar İslami normlar ışığında iktisadi realiteleri anlamaya ve nihayetinde o realiteleri düzenlemeye ve şekillendirmeye çalışmışlardır.

Dünyanın ilk emeklilik planı Medine’de ortaya çıkmıştı. Bunu Medine’deki deneyimli Bizanslı memurlar yapmıştı (Koehler, 2016, s. 13). Bu işte Bizanslı memurların deneyiminden faydalanılması, gelişmeye (bilgiye/liyakate/deneyime) açık, çok kültürlü bir devlet zihniyetinin varlığına işaret etmektedir. Yine Medine’de bir sosyal güvenlik sisteminin kurulmuş olması da, günümüz kavramlarıyla bir analoji kurulacak olunursa, bir nevi “sosyal devlet” anlayışının yerleştirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.

Şam’da meydana gelen ekonomik gelişmelerden biri Dinarın piyasaya sürülmesidir.

Bu bir parasal birlik manasına gelmektedir. Piyasa ve pazar devlet genişledikçe büyümektedir. Bu büyüyen pazarda parasal birliğin oluşturulması çok büyük önem ifade ediyordu. Müslümanlar para meselelerinin farkındaydılar ve tek piyasa için tek para sistemi uyulandı. Burada da yine liyakat anlayışı gereği geçmişten kalan bilgiye ve deneyime hürmet edilerek liyakat anlayışı ile Hıristiyan vergi memurları istihdam

11 “Size savaş açanlara karşı, siz de Allah yolunda savaşın. Sakın haddi aşmayın, çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” Bakara 2/190. Kur’an’ı Kerimin savaş anlayışı Yahudilik ve Hıristiyanlığın dışında üçüncü bir yol önermektedir. Yahudilikte, “saldırmadan saldır”, Hıristiyanlıkta ise “saldırıya uğradığında diğer yanağını dön” vazedilmektedir. Oysa İslam’da “saldırıya uğrarsan karşılık ver”

demektedir. Ancak eğer “vazgeçerlerse artık bırakın” denmektedir (Eliaçık, 2011b, s. 797).

80 edildi (Koehler, 2016, s. 14). Farklı dinden olanlara kamusal istihdam sağlanması, onların deneyimlerinden faydalanılması, ilk dönem İslam toplumu yöneticilerinin açık fikirli, çok kültürlü ve gelişmeye açık bir vizyon sahibi olduğunu göstermektedir. Bu durum aynı zamanda Robinson ve Acemoğlu’nun ifade ettiği kapsayıcı kültürdür.

Bağdat’ta ise 10. yüzyıl başlarına kadar “banka” sektörü oluşmuştu. Altın ve gümüş paralar takas ediliyordu. Şehirler arasında para transferi yapabilecek ve devlet ve özel sektöre borç verebilecek bir sistem oluşmuştu. Çek (Farsça cak) kullanılıyordu.

İslami piyasa ekonomisi bir finans sistemiyle birlikte geliştiriliyordu. Oluşan zenginlik aynı zamanda bilimsel/felsefi gelişmeler için de kullanılmaya başlanmıştır.

Abbasi Halifesi el-Me’mun (813-833) elde edilen gelirler ile 830 yılında Beyt’ül Hikme’yi (bilgelik evi) kurmuştu (Kaya, 1992, s. 88). Yunancadan tercümeler sistemli olarak bu dönemde başlamıştı. Hindistan’dan tıp, matematik ve coğrafya bilgileri alınıyor ve geliştiriliyordu (Koehler, 2016, s. 14). Ekonomik gelişme bilimsel ve felsefi gelişmeyi destekliyordu. Ancak en önemli husus gelişmeye ticarete ve bilimlere olan yaklaşımın tutucu değil, dışa açık ve özgürlükçü bir tarzda olmasıydı.

Devlet ve ekonomik anlayış kurulma aşamasından itibaren iktisadi büyümeye imkân tanıyan bir yaklaşım ve zihniyetle gelişiyordu. İslami ortak pazarın kurulması, girişimciliği, küresel ticareti ve yeni birleşik yatırım çeşitlerini teşvik ediyordu. Hz.

Muhammed ekonomiyi takas çağından para çağına geçirmişti (Çizakça, 2014, s.

149). Yeni bir parasal rejim kurulmuştu. Ancak yenilikler birkaç alanda değil, paradan uluslararası ticari ilişkilere, sosyal dayanışmadan devletin adalet merkezli düzenleyiciliğine kadar pek çok alana yayılmaya başlamıştı. Hayırsever vakıflar sistemi, off-shore ticaret merkezleri kurulmuştu. Bugün Batılı ülkelerde özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük bilişim firmalarının temelini atan venture of capital (risk sermayesi) olarak bilinen mudaraba ortaklıkları kurulmuştu. Tüketicinin korunma yasaları çıkmış, tekelcilik yasaklanmıştı (Koehler, 2016, s. 15). Bütün bu çerçeve devletin ve piyasanın adalet temelinde yapılandırılmasına dayanıyordu.

İslam uygarlığının klasik dönemindeki başarılarının arkasındaki bu olumlu gelişmelerle ilgili genel eğilimleri ve uygulamaları saptamak önemlidir. Sezgin, İslam uygarlığının genel yapısına baktığında çeşitli gelişme sebepleri tespit etmiştir.

81 Bu sebepler modern zamanlarda dahi yine bir toplumsal gelişme anlayışı açısından etkili ve önemli ilkeleri içerisinde barındırmaktadır. Sezgin İslam uygarlığının geliştiği dönemlere dair toplumsal ve bilimsel etkenleri şöyle sıralamıştır (Sezgin, 2014, s. 247-249):

1. Güven ve bilgi açlığı: Erken İslami dönemde zaferlerin verdiği güven duygusuna bilgiye susamışlık eşlik ediyordu. Bu da öğrenmeye tutkunluğu ve yabancı unsurlara karşı açıklığı doğuruyordu. İlim Çin’de de olsa alınmalıydı.

Çünkü ilim müminin yitik malıydı.

2. Din bilim birlikteliği ve uyumu: sınırlardan malların serbestçe geçtiği bütünleşmeye başlayan bir coğrafyada yeni dinin temel kaynakları olan Kur’an ve sünnet bilimleri engellemediği gibi teşvik etmekteydi.

3. Yönetimin bilime desteği: Emevi ve Abbasi hanedanları ve diğer devlet adamları bilimsel çalışmaları çok yönlü olarak desteklediler.

4. Çok kültürlülük ve kapsayıcılık: Fetihler sonrası diğer dinlerin mensuplarına iyi davranılarak onlara değer verildi. Onların yeni topluma katılmaları sağlandı.

5. Öğretmen-öğrenci ilişkisine dayalı güvenilir bilgi aktarımı: Avrupa’nın Ortaçağ ve sonrasında dahi bilmediği, benzersiz ve verimli bir öğretmen-öğrenci ilişkisi gelişti. Öğrenciler kitapların yanı sıra doğrudan hocalarının verdiği derslerle geliştiler.

6. Bilimsel uğraşının “tekelci” uzmanlara hasredilmek yerine, geniş meslek gruplarına açılması: Bilimle uğraşmak sadece din adamlarının uğraşı değildi.

Bütün meslek gruplarına açık bir faaliyetti. Doğa bilimleri, felsefe, filoloji ve edebiyat çalışmaları başlangıcından itibaren teolojik değil dünyevi bir anlayışla yapılarak sürdürüldü.

7. Camilerden üniversitelere, bilimin halkla buluşması: 7. yüzyıldan itibaren Camilerde halka açık ders faaliyetleri başladı. Bilim halkla buluştu ve büyük camilerde bilim insanları kendi eğitim kürsülerine (ustuvane/sütun) sahiptiler.

Bu camiler, 11. yüzyılda devlet üniversiteleri kuruluncaya kadar doğal bir süreç içinde üniversitelere dönüştüler.

82 8. Arapça yazının kolaylığı: Arapçanın kolay ve hızlı yazılması, kitapların

çoğaltılmasını ve geniş bir yayılma alanına sahip olmasını destekledi.

9. Filolojinin gelişmesi: Filoloji, alimlere eserlerinin redaksiyonu ve yabancı dillerle ilgili çeviri faaliyetleri açısından önemli bir zemin hazırladı.

10. Yabancı terminolojinin alınması konusunda açıklık: Bu durum tam tanımlama ve bilimsel kesinlik için bir bakış açısı oluşturdu. Değişik bilim alanlarında, kendine özgü bir Arapça terminoloji oluşturuldu.

11. Kâğıt üretiminin artması ve mürekkebin kalitesinin iyileştirilmesi: Önceleri papirüs endüstrisi ve daha sonraları Çin’den alınan kâğıt üretme tekniği ile kurulan imalathaneler Hicretin ilk yılından itibaren yazılı aktarım sürecini destekledi. Ayrıca silinmeden uzun süre kalıcı bir mürekkep türü geliştirilerek metinlerin yüzyıllarca korunması sağlandı.

12. Ilımlı bir eleştiri kültürünün hâkim olması: Adaletsiz, ölçüsüz veya keyfi olmayan bir eleştiri kültürü oluşmuştu.

Bütün bu gelişme anlayışı olgunlaştığı dönemlerde İslam toplumlarını geliştiren uygulamalar olarak tarihte yerini almıştı. Bu pratiklerin terkedildiği dönemlerde uygarlığın gücünü kaybettiği görülmeye başlanmıştı.