• Sonuç bulunamadı

2.5. İSLAMİ GELİŞME YAKLAŞIMI

2.5.1. İslam’da Gelişmenin Teorik Çerçevesi

2.5.1.1. Gelişme, Refah ve Felah İlişkisi

İslam’ın iktisat anlayışı için ekonomik faaliyetin ulaşacağı maddi ilerleme bir amaç değil, insanın refahını, mutluluğunu, kurtuluşunu sağlayacak olan bir araçtır. İslam iktisadı açısından gelişmenin nihai amacı, insanın mutluluğa, refaha ve felaha ulaşmasını sağlamaktır. Bu amaç sadece gelişmenin maddi yönleri ve makroekonomik göstergeleriyle gerçekleştirilemez.

İslami gelişmenin odak noktası insandır. İnsanın mutluluğu ve refahının sağlanmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de, “O Allah'tır ki yeryüzündekilerin tümünü sizin için yarattı.” denmektedir.44 O nedenle İslam iktisadı da insanı temel alır.

Gelişmenin salt maddi değil manevi boyutlarıyla insanın selametine katkı sağlaması elzemdir. Bu temel bakış açısı, İslam iktisadının pozitif değil, insani ana bir amaca odaklanmış normatif bir yaklaşımı benimsemiş olduğunu göstermektedir. Bu en başta İslam iktisadının ve onun gelişme anlayışının konvansiyonel iktisat yaklaşımından ayırmaktadır.

Çağdaş kalkınma planları teknik hesaplamalar ve tekniklerle doludur. Ancak bu planlar ve onlarla ilgili yapılan şeyler, o ülke nefes alıp veren, alışveriş yapan, çalışan, gülen-ağlayan, yani maddi ve manevi tüm boyutlarıyla o ülke vatandaşlarıyla, insanla ilgili olduğuna dair en ufak bir işaret dahi vermemektedir.

Bütün bu süreçte gözden kaçırılan en önemli nokta insandır. İslam'ın odak noktası ise insandır. Bu nedenle, bütün planlama süreci insanoğlunun gelişimine odaklanmalıdır (Khan, 2017, s. 106).

Zaim, iktisadi kalkınma meselesini incelerken de sadece maddi unsurlara ve göstergelere odaklanılmasının hata olduğunu belirtmektedir. Bir o kadar da önemli olan insanların kurtuluş noktası, iç dünyası ve mutluluğudur. İktisadi kalkınma

44 Bakara 2/129

136 meselesinde hareket noktası da burası olmalıdır. Başlangıç da son da insandır ve her şey insanda başlayıp bitmektedir. O nedenle iktisadi kalkınma konusu insan unsurundan başlamalıdır (Zaim, 2019, s. 6). İslam’ın gelişme anlayışı, insanın maddi ve manevi dünyasının birlikteliğini temel alır. İnsanı salt materyalist bir maddi temelle ele almaz. İnsanın mutluluğu, huzuru, mutmain olması, gelişme sürecinin önemli bir parçası olarak ele alınır.

Ancak salt makro göstergelere odaklanıldığında bu yapılamaz. Mutluluk üzerine yapılan kimi uygulamalı çalışmalarda bireylerin yıllık gelirlerinin belli bir seviyeden sonra insanı mutlu etmediğini ortaya koymuştur. 2018 Yılında Nature Human Behavior dergisinde yayınlanan ve dünya genelinde 1,7 milyondan fazla kişi üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, bireylerin yılda 60.000 ile 75.000 dolar arasında kazanmaları halinde, “gelir doygunluk noktasına” ulaştıkları ve duygusal refah içinde oldukları görülmüştür (T.Jeb vd., 2018, s. 33). Benzer bir çalışma 2008-2009 yıllarında, 450.000 Amerikalı üzerinde yapılmış ve benzer sonuçlar elde edilmiştir. Orada bulunan gelir doygunluk noktası da yıllık, 75.000 dolar olmuştur (Chowdhry, 2006).

Bir noktadan sonra insanın daha fazla gelir elde etmesinin, onun mutluluğuna bir katkı sağlamadığı ortaya çıkmaktadır. Görünen o ki bir yerden sonra gelirin ve maddi tüketimin marjinal faydası azalmaktadır. Bu da ihtiyaçların sonsuzluğu varsayımı ve bu yolla insanın sonsuz bir tüketici ve haz avcısı olarak konumlanmasının ne kadar yanlış bir insan varsayımı olduğunu göstermektedir.

Maddi gelişme, İslami gelişmenin olabilmesi için gereklidir ama yeterli değildir. Bu gelişmenin refahla ve felah ile meydana gelmesi gerekir. Refah, büyümenin yanında temelde gelir dağılımı adaleti ile sağlanabilecektir (Zaim, 2019, s. 6,7). Eğer gelir dağılımı önemsenmeden büyüme ile kalkınmanın sağlandığı öne sürülür ise bu refah getirmeyen bir durumdur. Oysaki kalkınma refah ile birlikte olmalıdır. Ancak o zaman bir gelişmeden söz edilebilecektir. Bir ülkenin İslami anlamda ekonomik gelişmeyi sağlamış olabilmesi sadece maddi kalkınma göstergelerine bağlı değildir.

İnsanların refaha ve felaha da ulaşmış olmaları gereklidir. Bu da manevi gelişmenin de sağlanmasına bağlıdır.

137

Şekil 4 İslami Gelişmenin Boyutları

Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur

İslami gelişmenin en önemli unsurlarından biri maddi gelişmede adaletin temel değer olmasıdır. Bunun yanında insanın değerleriyle manevi gelişimine odaklanmasıdır.

Şekil 3’te bu iki sürecin birleşerek felahı ve refahı oluşturması gösterilmektedir.

Gerçek bir mutluluk ve refah durumunun olabilmesi hem maddi gelişmeye hem bunun gelir dağılımı adaleti başta olmak üzere adaletli bir biçimde gerçekleşmesine ve eşanlı olarak insanların bireysel olgunlaşmasını ve gelişmesini de içine alacak şekilde toplumun manevi gelişmesini de sağlaması gereklidir. İnsani salt maddi kaynaklarla mutluluğa ve kurtuluşa eren bir varlık olarak tanımlamaz İslam anlayışı.

O nedenle, temel ihtiyaçlar ve adalet içinde maddi refahın sağlanması önemlidir ama yeterli değildir. İnsanın manevi gelişimi de İslami gelişme anlayışında olmazsa olmazdır. Salt maddi kaynaklar ile ulaşılan seviyenin İslami anlamda bir gelişme olması söz konusu değildir.

Bir ülkede kişi başına düşen gelir ve diğer insani gelişme bileşenleri değişmese bile, sadece daha adaletli bir gelir dağılımı sağlandığında, bozuk gelir dağılımındaki durumuna göre İslami anlamda daha fazla gelişmiş olacaktır.

Bu noktada, literatürde birbirinin yerine kullanılan gelir dağılımı adaleti ile gelir dağılımında eşitlik kavramlarının aynı şey olmadığını kaydetmemiz gerekmektedir.

İslami Gelişme

Refah

Maddi Gelişme

Felah

Manevi Gelişme

138 Bu iki kavramın birbirinden net olarak ayırt edilebilmesi burada kritik önemdedir.

Adalet kim ne kadar çalışıyor, emek harcıyor, gelire katkı sağlıyor ve dolayısıyla hak ediyor ise onu kazanması anlamına gelmektedir. İnsan için yalnızca emeğinin/çalışmasının karşılığı vardır.45

Eşitlik ise, gelirden tüm bireylerin, çalışma, çaba ve katkı düzeylerine bakılmaksızın aynı payı olması demektir. Bu bakımdan iki kavramın birbirinden farkı çok büyüktür ve adalet, eşitlik demek değildir. Dolayısıyla ahlaki bir piyasa ekonomisinde adalet adına eşit gelir dağılımından söz edilemez. Adaletli gelir dağılımı, ekonomik kesimlerin, GSYH üretimine yaptıkları katkıya göre gelirden pay almaları olacaktır.

Nitekim Kur’anı Kerim’de, Allah rızıkta, kiminizi kiminize üstün kılmıştır,46 demektedir. Bir başka yerde, “Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Ve onların kimine kimini derecelerle üstün kıldık ki, bazısı bazısını tutup çalıştırsın. Rabbinin rahmeti, onların derleyip topladıklarından daha hayırlıdır”47 denmektedir. Bu hem gelirin bir noktaya kadar eşişiz dağılımının kabul edilebildiğini hem de sınıfsal farklılıkların olağan olduğunu ortaya koyan bir yaklaşımdır.

Bununla birlikte zengin kesimler ile yoksul kesimler arasında aşırı uçurumun olması, toplumsal huzursuzluk yaratma potansiyeli barındırdığından dolayı bu açıklığın belirli bir dengede tutulmasında yarar vardır. Bunu sağlamak için de üst gelir grubundan Müslümanlara, muhtaçlar ile paylaşma (infak), bir sorumluluk olarak verilmiştir. O mal ve nimetler yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmamalıdır.48

İslam iktisadında, özelde İslam’ın gelişme yaklaşımında, uygulanacak tüm politikaların sosyo-ekonomik adalet üzerindeki nihai etkilerini göz önünde bulundurmak zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk kaynağını Kuran'ı kerimden almaktadır.

Felah, mutluluk, manevi iyilik durumu, İslam'ın refah anlayışının ulaşmak istediği bir noktadır. İslami gelişmeye yakın bir toplum, daha mutlu insanların olduğu bir

45 Necm 53/39

46 Nahl 16/71

47 Zuhruf 43/32

48 Haşr 59/7

139 toplum olarak tespit edilebilir. Burada hayata bakış açısındaki anlam ve amacın ne olduğu önemlidir. Hayatı sadece maddi bir doygunluk ve tüketim zamanı olarak kurgulamak İslam’ın gelişme perspektifinde yer almamaktadır. 21. yüzyılda tüketim toplumu boyutuna ulaşmış gelişmiş toplumların bireylerinin manevi amaçlarının, mutluluklarının ne düzeyde olduğu önemlidir. Örneğin depresyon ilaçlarının ya da uyuşturucu maddelerin kullanımı konusu da bununla ilgilidir. Freud uygarlığın bedeli nevrozla ödenir derken kuşkusuz içinde bulunarak analiz ettiği Batı toplumlarından bahsediyordu. O halde manevi gelişme ve onun bir ifadesi olan felah İslami gelişme anlayışının ikinci temel boyutudur.

İslam düşüncesinde felah, sözcük anlamı olarak dünya ve ahiret mutluluğu anlamına gelmektedir. Kişinin dünyada elde edeceği başarı, mutluluk, huzur ve ahirette ulaşacağı ebedi kurtuluş ve saadeti ifade etmektedir. Ancak bunun sağlanması için ferdin dini ve ahlaki yükümlülüklerini yerine getirmesi gereklidir. Râgıp el-İsfahâni felahı dünyevi ve uhrevî olarak ikiye ayırmıştır. Dünyevi anlamda felah, dünya hayatını güzelleştiren uzun ömür, zenginlik, şeref ve bunlarla ulaşılan mutluluktur.

Uhrevî manada ise ölümsüz bir ömür, tüm temel ihtiyaçların karşılandığı bir varlık, insanın şerefli bir varlık olarak tekamülü ve cehaletten kurtulmuş bir ilim içinde olmasıdır. Kuran insanların felaha ulaşabilmesini namaz kılmak gibi dini ibadetlerini yerine getirmenin yanı sıra şunlara bağlamaktadır; kişilerin kendilerine ihsan edilen nimetlerden başkalarını faydalandırmaları, faiz yememeleri, zulüm ve haksızlık etmemeleri, hayırlı işler yapmaları49 (Bebek, 1995, s. 301).

İslam düşünce ve iman temelinde insanların bu hasletlere sahip olmasına önem verirken aynı zamanda bunların hayata geçirilmesine, salih amele, dinin sunduğu pratikleri uygulamaya da önem vermiştir. O nedenle felah sadece teorik bir kategori değil aynı zamanda pratik bir yönü olan bir durumdur. İslam’da “güzel düşünüp güzel davranma"50, ilmiyle amel etme yani teorinin ve pratiğin bir arada olması önemlidir. Kur’an-ı Kerimde bu konuya çok sık vurgu yapılmakta, tekrar üstüne tekrar edilmektedir. Düşünce ve davranışın birlikte olması ve birbirini tamamlaması istenmektedir. İslam tarihinde daha ilk yıllarda ortaya çıkan Mutezile ekolü,

49 Bakara 2/2-5; Al-i İmran 3/ 104, 130; Enam 6/21, 135; Yusuf 12/ 23; Hac 22/77

50 Bakara 2/195, 236; Al-i İmran 3/134, 148; Maide 5/93; En’âm 6/84; A’raf 7/56, 161; Tevbe 9/100, 120; Yunus 10/26; Hud 11/115; Yusuf 12/22, 36, 56, 90; Nahl 16/30, 90, 128; Hac 22/37; Kasas 28/14; Ankebut 29/ 69; Lokman 31/ 22; Ahzab 33/ 29; Saffat 37/ 105, 121,131; Zümer 39/ 10, 34, 58;

Necm 53/ 31;

140 Müslümanca bir eylemin, inancın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve bu nedenle insan iradesine vurgu yapan bir anlayışı temsil etmektedir (Aktay, 2014, s. 19).

Dolayısıyla İslam’da bir bütünlük anlayışı ve denge vardır. Dünya ve ahiret, iman ve amel, din ve dünya, bilim ve din gibi kategoriler dikotomik değil, tamamlayıcı ve birbirine bağlı birbirini bütünleyen kategorilerdir. İslam inancı Hıristiyanlıkta olduğu gibi "Sezar’ın hakkı Sezar’a, tanrının hakkı tanrıya"51 şeklinde bir din ve dünya ayrımına gitmemektedir. İslam bütünleşik bir yaşam kurgulamaktadır. Bu nedenle İslam’da seküler bir dünya anlayışı yoktur. Bu çerçevede din ve ekonomi birbiri içine geçmiş ve birbirine bağlı kategorilerdir.

Refahın en önemli bileşeni adalettir. Bir ülke iktisadi anlamda kalkınmış ancak gelir dağılımı ve refah anlamında başarısız ise İslami anlamda gelişmiş bir toplum özelliği göstermez. Kalkınmanın makro göstergeleri açısından örneğin kişi başına düşen gelir düzeyleri benzer ya da aynı değerlere sahip iki ülke ele alındığında, gelir dağılımı daha adil olan ülke diğerine göre İslami açıdan daha gelişmiş bir ülkedir. Buradan hareketle gelir dağılımı adaleti ve bütünüyle adalet olgusu İslami gelişmenin olmazsa olmaz bir boyutudur.