• Sonuç bulunamadı

çeşitli siyasal sistemlerde birçok reform akımı ortaya çıkmıştır. Farazmand155 bu reform akımlarını dönemsel olarak şu şekilde sınıflandırmıştır: Genel itibariyle, gerçekleştikleri dönemin bütün siyasal ve ekonomik eğilimlerini taşıyan bu akımlarından birincisi, İkinci Dünya Savaşının hemen ertesinde ortaya çıkan anti-komünist, anti-Sovyet ve emek karşıtı politikalar neticesinde, az gelişmiş ülkelerin idari kapasitelerinin bu yönde oluşturulduğu, batının ve dünya kapitalizminin gücüyle oluşan reform akımıdır. Soğuk savaş döneminin bütün özelliklerini taşıyan bu reform akımlarındaki temel amaç az gelişmiş ülkelerdeki güvenliğin ve emniyetin sağlanması ayrıca bu ülkelerin kapitalist dünyaya adaptasyonudur.

152 James G. March ve J.P. Olsen, “The New Institutionalism: Organizational Factors in Political Life”, American Political Science Review, No:78, 1984, s. 736.

153 Ali Farazmand, Administrative Reform and Development: An Introduction, s.5. 154 B. Guy Peters, “Government Reorganization: A Theoretical Analysis”, s. 389. 155 Ali Farazmand, Administrative Reform and Development: An Introduction, s.7.

Bu nedenle bu ülkelerde kapitalist gelişimin sağlanması amacıyla idari ve siyasal mekanizmaların kontrolü gerektiği için yoğunlukla katı bir bürokratizasyon politikaları yürürlüğe konulmuştur.

İkincisi, 1960’lı yıllarda yine batı etkisiyle bürokratikleşmiş toplumlara önemli bir güç sağlayan kurumların inşa edildiği dönemdir. Bu dönemde yine aynı şekilde bir bürokratizasyon süreci yaşanmıştır. Ancak, bu süreç tarım ve toprak reformuyla birlikte yürütülmüştür. Çünkü, özellikle toprak reformuna karşı çıkan feodal güçlerin ve köy- temelli bir devrimin engellenmesi için kurumların merkezileştirilerek bir manevra kabiliyeti sağlanmaya çalışılmıştır. Gerçekte, bu dönem bürokratizasyonunun temel anlamı sadece ulusal politikaların toprak ağalarına, feodal güçlere karşı oluşturulması değil, aynı zamanda bütün kır ve kent yerleşimleri üzerinde bürokratik kurumların kontrolü sağlamayı hedeflediği dönemdir.

Üçüncüsü, küreselleşme sürecinin desteklediği 1970’lerdeki kamu idaresi reformları dönemidir. Bu yıllarda daha önceki on yıllık periyotta başlayan uluslararasılaşma politikaları devam etmiştir. Bu dönemin genel karakteristiklerinden biri olan refah devleti anlayışının bir sonucu olarak, kamu sektörünün ve onun faaliyetlerinin çok daha genişlediği bir reform hareketi uygulanmaya başlandı.

Dördüncüsü, 1980’li yıllarda belirgin olarak başlayan, ulusallaştırma ve kamu sektörünün geliştirilmesi eğilimlerinin karşıtı olarak ortaya çıkan; özelleştirme, ticarileştirme, piyasalaşma, hükümetin masraflarının kısılması156 ve debürokratizasyon157 gibi idari reformlar dönemidir. Bu dönemde küçülme (downsizing), kamu sektörünün masraflarının kısılması ve kapitalist gücün global kaynaklarını oluşturan diğer politikaların öncülüğünü, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere yapmıştır. Bu dönem, sermayenin ve pazarın kamu sektörü pahasına genişlediği, hızlı küreselleşme dönemidir. 1980’li yıllardan beri global kamu idaresi reformlarının öncülüğünü özelleştirme ve hükümetlerin harcamalarının ve faaliyetlerinin azaltılması düşüncesi yapmıştır. Bu dönemde Sovyetler Birliğinin çöküşü sermayenin küreselleşmesinin adımlarını hızlandıran başka bir nedendir. Ayrıca bu dönemin genel karakteristiklerinden bir diğeri, dünyadaki pek çok azgelişmiş

156 B. Guy Peters, “Government Reform and Reorganization in an Era of Retrenchment and Conviction

Politics”, s. 671.

ülkenin, globalleşen devletler ve globalleşen uluslararası şirketler tarafından baskılanmaya başlanmasıdır.

Bu süreçte, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Ticaret Örgütü gibi devletlerüstü organizasyonlar, dünya üzerinde devletlerin globalleşmesinin ve şirketlerin uluslarüstüleşmesinin enstrümanlarını zorlayıcı bir güçle oluşturmuşlardır. Hükümetlerin yapısal olarak uyumlaştırılması ve özelleştirme, bu dönemde birikmiş sermayenin ve kapitalizmin globalizasyonunun anahtar stratejilerini oluşturmuştur. Sonuç olarak bu periyotta küreselleşmenin etkisiyle refah devleti düşüncesi parçalanmış, bütün dünyada işçi ve köylü sınıfının yerini global şirketler almıştır. Ayrıca şirketler globalleşirken servetleri ve güçleri hemen hemen bütün azgelişmiş ülkelerin kapasitelerini geçmiştir158.

Beşincisi, 1990’lı yıllardaki piyasa temelli felsefenin geliştiği ancak devlet fonksiyonlarının yönetiminin ve özel sektör işletmeciliğinin bu gelişmelerden uzak kaldığı bir idari reform çabalarının olduğu dönemdir. Kamu idaresi bu dönemde bütün kamu hizmetlerinin sağlayıcısı ve sunucusu olan bir yapıdan piyasanın düzgün işlemesi için önlemler alan bir yapıya yönlendirildi. Yeni şirketleştirilmiş devlet (corporate administrative state) anlayışı daha önceki refah devleti anlayışının yerini aldı ve kamu yönetimi genel yönetimin içinde sosyal kontrolü gerçekleştirmek için dönüştürülmeye başlandı. Çünkü piyasalaşma ve özelleştirme toplum içinde büyük bir kaos ve sosyal karışıklık yaratmış aynı zamanda serbest piyasanın taleplerine ve istikrarına yardımcı olmamıştı159.

Bu yapısal gelişmenin pek çok belirtileri Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere gibi sanayileşmiş ülkelerde görülmüştür. Daha çok hapishane, daha etkili polis gücü, suçların engellenmesi için daha çok ekipman, deregülasyon, askeri amaçlı yatırım gibi politikalar bütçe harcamalarını artırmıştır. Bu ülkelerde refah devleti anlayışından polis devleti160 anlayışına doğru yönelen “yeni bir sosyal sözleşme” ortaya çıkmıştır. Ayrıca refah devleti konsepti yerini zorlayıcı şirketleştirilmiş devlete bırakmıştır. Sonuçta “kamu

158 Ali Farazmand, “Globalization and Public Administration”, Public Administration Review, Vol: 57, No: 6, 1999, s. 517.

159 Ali Farazmand, Administrative Reform and Development: An Introduction, a.g.e., s.8.

160 Joseph Davey, The New Social Contract: America’s Journey from Welfare State to Police State, Westport, Connectict: Preager, 1995, s. 158.

yönetiminin” yerini “kamu”nun yönetilmesi anlayışı almıştır.161 Bu dönem küreselleşmenin de hem özel hem de kamu sektörüne yön veren ayrıca devletin rolünü belirleyen ortak elitler sermayenin kullanımında da büyük fırsatlar elde etmişlerdir. Özelleştirme ve globalleşmenin bu dönemi içinde özellikle hükümetlerin en üst seviyesinde yolsuzluklar baş göstermeye başlamış bu yüzden her yerde siyaset ve kamu idaresinin hesap verebilirliği ve etik problemleri tartışılmaya başlanmıştır. Artık yeni dalga; dünya çapında hükümetlerin, bilim adamlarının ve politika koyucuların ilgilerini cezbeden, kamu hizmetlerinin ve kamu idaresinin hesap verme sorumluluğu fenomenidir162.

Son idari reform trendi, managerialism ve piyasa tabanlı reformların aşırılıklarının modifiye edilerek idari reformlara oryantasyonuyla ortaya çıkan reformlardır. Piyasa tabanlı reformların başarısızlıklarını önemli sosyal sonuçları açısından hızlı bir şekilde keşfedenler, Latin Amerika ülkeleri olmuştur. Bu yönetim anlayışının yeniden düzenlenmesi ve aşırılıklarının giderilmesi zorunluydu. Şöyle ki, çevre ile ilgili endişeler, sosyal eşitlik ve gelir dağılımındaki adaletin korunması gibi toplumsal ilkeler ile daha çoğunlukla küreselleşmenin dayattığı özel işletme yönetim tarzının (corporate managerialism) kimi durumlarda birbirleriyle örtüşmeyeceği düşünülmüştür. Gelişmekte olan ülkelerinde büyük bir çoğunluğu benzer endişeleri taşımışlardır. Global köyü yağma eğiliminde olan (pillage the village)163 ve gittikçe egemen duruma geçen global şirketlere karşı diyalektik baskı daha çok bu nedenden dolayı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, küreselleşmeye karşı olan akım büyüyerek muhtemelen küresel yağmaya karşı da bazı sonuçlar elde edecektir.

1.3.1. GÜNÜMÜZ REFORM DALGASININ TEMEL ÖZELLİKLERİ

Daha önce de ifade edildiği gibi, özellikle 1980’den itibaren kamu yönetiminde yoğun bir global reform hareketi görülmektedir. Bu reform dalgası iki anlamda global

161 Ali Farazmand, “Institutionalization of the New Administrative State/Role”, Paper Presented at the 1997 Annual Conference of the American Political Science Association (APSA), Washington, DC, August 30- September 2, 1997, s. 56.

162 Ali Farazmand, “Ethics, Professionalism and the Image of the Public Service”, Special Publication of the United Nations, Paper Presented at the World Conference of Experts on Public Administration and Finance, New York: UN/ST/SG/AC, Mayıs 6, 1997, s. 43.

163 J. Brecher ve T. Costello, Global Village or Global Pillage: Economic Restructuring from the Bottom Up, Boston: South End Press, 1994, s. 111.

olarak nitelenebilir. İlk olarak, dünya üzerinde coğrafi anlamda geniş bir yaygınlığa sahiptir. İkinci olarak, söz konusu reform çabaları devlet faaliyetleriyle ilgili de oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır. Ülkeler devletin rolünden vatandaşla ilişkisine kadar birçok alanı yeniden biçimlendirecek reform çabalarına girişmektedirler164.

Çok sayıda ülke oldukça kısa zamanda devlet reformunu gündemlerine almıştır ve başka ülkelerde uygulanan ya da tasarlanan reform çabaları diğer ülkeleri de tetiklediğinden kısa zamanda yayılmıştır da. Bu açıdan günümüz reform hareketi, her ne kadar oldukça çeşitli deneyimlerde ve coğrafyalarda ülkeleri kapsasa da, bazı temel ortak özelliklere sahip görünmektedir. Halen devam etmekte olan reform hareketi bazen klasik idari sorunlara bildik çözümler sunmakla eleştirilse de önceki reform dalgalarından en azından üç özelliğiyle farklı görünmektedir. Şöyle ki, günümüz reform hareketi doğrudan reel dünya deneyimlerinden ayrılmış kelimeler, semboller ve işaretlere yaptığı vurguyla post-modern sembolik bir özelliğe sahip görünmektedir. Sözgelimi McGregor165 reform sözvarlığıyla ilgili bir çalışmasında “re” öneki içeren reinventing (yeniden icat), reforming (reforme etmek), reengineering (yeniden inşa), remaking (yeniden yapma) gibi oldukça çok kelime tespit etmiştir. Reform terminolojisinde postmodern felsefeye ilişkin bir diğer örnek eski-yeni, etkinlik-etkinsizlik, girdi-çıktı, kazanç-harcama, katılım-hiyerarşi gibi çeşitli karşıtlıklar setinin varlığıdır.

Mevcut reform hareketinin sembolik post-modern karakteri değişik ülkelerde devlet reformu politikalarının fikirler, kavramlar ve yaklaşımlar açısından benzerliği ile de ortaya çıkmaktadır. Böyle bir evrensel eğilim, çağdaş yönetim araçlarının her bedene uygun olduğuna dair inancı da yansıtmaktadır. Günümüz reform hareketlerini diğerlerinden ayıran ikinci özellik de işte her ülkeye uygulanabilir bu tip evrensel ilkeler öneren niteliğidir. Reform literatürünün ana temasını Osborne ve Gaebler’in166 10 ilkesinde olduğu gibi “kürek çekmek değil dümen tutmak”, “hizmet vermektense yetki devretmek”, “hizmet sunumuna rekabetçilik getirmek”, “girdileri değil sonuçları finanse etmek” gibi özdeyişler oluşturmaktadır. OECD gibi uluslararası kuruluşlar da genelde bu tip evrensel reform ilkelerine geliştirmekte ve bu yönde katkılar sunmaktadır.

164 Donald F. Kettl, The Global Public Management Revolution: A Report on the Transformation of Governance, Washington, D.C.: Brookings Institution Press, 2000, s.1.

165 Eugene B. Jr. McGregor, “Making Sense of Change”, içinde: Jeffrey L. Brudney, Laurence Jr. O’Toole and Hal G. Rainey (eds.), Advancing Public Management, New Developments in Theory, Methods and Practice, Washington. D.C.: Georgetown Universty Press, 2000, s. 119.

1997 yılında yayımlanan kamu yönetimi reformlarıyla ilgili bir OECD raporuna göre, günümüz reform hareketinin diğer bir özelliği de yaygın siyasal önceliğinin olmasıdır167. Reform çabaları özellikle 1980’den beri birçok ülkede hükümet gündemini işgal etmektedir. Devlet reformuna ilişkin siyasal ilgi ise iktidardaki partinin siyasal yelpazedeki yerinden de bağımsızdır. Sözgelimi Yeni Zelanda’da İşçi Partisi gibi sol kanat bir partinin iktidarında piyasa tabanlı reformlar uygulanmıştır. Diğer birçok ülkede de 1990’larda iktidarda bulunan merkez ya da sol partiler, kendilerinden evvel kamu yönetimindeki performansı geliştirmeye yönelik piyasa tabanlı reform çabalarına girişen muhafazakâr partilerin siyasal çabalarını değiştirmemişlerdir (sözgelimi İngiltere’de).

Yukarıda sayılan bu üç özellik günümüz reform hareketini önceki reform çabalarından ayırt ettiği gibi, ülkeler arasında benzer niteliklere sahip olduğunu ve benzer stratejilerden hareket ettiğini de göstermektedir. Kettl168 bu yıllarda yayımlamış olduğu bir çalışmasında yukarıda zikredilen ve benzer özellikler taşıyan bu son kamu yönetimi reform dalgasının kökenlerini oluşturan stratejileri beş başlık altında sınıflandırmıştır. Bu çalışmanın bundan sonraki kısmında adı geçen yazarın yapmış olduğu sınıflandırmaya sadık kalınarak günümüz reform hareketlerinin temel stratejileri analiz edilecektir.

1.3.2. YENİ KAMU YÖNETİMİ REFORMLARININ TEMEL STRATEJİLERİ

1.3.2.1. Performans Değerlendirmesi: Tutumluluk, Verimlilik ve Etkinlik

Geleneksel kamu idaresi modelinde hem bireyler hem de organizasyonun bütünü için performans ölçümleri hem yeterli değildi hem de belli bir standardı yoktu. Çünkü, mevcut değerlendirmeler plansız ve belli bir sistematikten uzak ölçümlerdi. Gerçekte, özel sektörle karşılaştırıldığında kamu sektöründeki performans ölçümü daha zordur. Ancak, küçük bir çabayla kamu sektöründe de rahatlıkla performans ölçümü yapılabilirdi. Belki de bu durumu hiçbir ölçümün çokta gerekli olmadığı bürokratik organizasyonların yapısının bir sonucu olarak kabul etmek gerekir, çünkü bu tip organizasyonlarda neyin üretildiği, nasıl

167 OECD, Issues and Developments in Public Management, Organisation for Economic Co-operation and Development, Paris, 1997, s. 117.

168 Kettl, The Global Public Management Revolution: A Report on the Transformation of Governance, s. 1-3.

üretildiği, övgüyü veya yergiyi kimin aldığı ya da kimin daha iyi çalıştığı hususlarında açık bir fikir yoktur. Bu durumda herhangi bir idareci için verdiği emirlerin kimin tarafından yerine getirildiği pek önem arzetmez. Dolayısıyla, bu emirlerin performansının ölçülmesine de gerek kalmaz. Eğer gerçekte açık bir amaç yoksa, süreçler ve hedefler için hiçbir fikir oluşmayacak buna bağlı olarak programların veya insanların değerlendirilmesi çok seyrek veya yetersiz olacaktır169.

Geleneksel kamu idaresinin performans değerlendirmesi hususundaki bu sıkıntılarından yola çıkan ve günümüz kamu yönetimi reformlarının genel stratejilerinden biri olan performans kavramı, çok değişik anlamlara gelmekle birlikte, çoğunlukla bir program ya da kurumun ürettiği sonuçlar ve hizmet kalitesi ile ilgilidir ve girdiler (para, personel, yasal otorite, siyasal / bürokratik destek) üzerine, girdileri çıktılara ve sonra sonuçlara (süreçlere ilişkin standartlar, düzenlemeler, uygulanabilir yasalar ile uygun program veya kurumun faaliyetleri) dönüştüren süreçler, faaliyetler üzerine ve girdi-çıktı ilişkisiyle ilgilenen verimlilik ve prodüktivite üzerine odaklanır170. Dolayısıyla, herhangi bir üretim birimi ya da örgüt açısından performans, üretim miktarı yada gerçekleştirdiği üretimin belirlenen hedeflere (örneğin planlanan üretime) oranı olabilir.

O halde, hükümetlerin daha az vergiyle daha iyi bir hizmet üretmeleri nasıl mümkün olabilir? Çünkü vatandaşlar her zaman ve her yerde daha az vergi ödemek eğilimindedirler ve bu durum onların kamu hizmetlerinden daha az faydalanmalarına yol açar. Bundan dolayı hükümetler mevcut veya temel gelirlerine karşılık daha çok kamu hizmeti üretmenin yollarını bulmak zorundadırlar171. Bu sebeple, hükümetler, örgütün amaçlarını göz önünde bulundurarak kaynakları uygun miktar ve kalitede, uygun zamanda ve uygun yerde en uygun maliyetle elde etmeleri gerekir. Tutumluluk (economy) olarak ifade edilebilecek olan bu durum girdi maliyetleriyle ilgili olup, girdilerin sürece ilişkilendirilmesidir. Tutumluluk, kullanılan girdilerin maliyeti ve onların tutumlu kullanımları ile ilgilidir. Girdileri ölçmek çıktılara göre her zaman daha kolaydır. Aynı şekilde, hükümetlerin yine örgütün hedeflerini göz önünde tutarak, belirli girdilerle en yüksek çıktının elde edilmesini veya sabit değer ve miktardaki çıktının en az girdiyle elde edilmesini sağlamaları gerekir.

169 Hughes, a.g.e., s. 157.

170 Joseph S. Wholey, “Performance – Based Management: Responding to the Challenges”, Public Productivty and Management Review, Vol: 22, No: 3, 1999, s. 280.

171 Kettl, The Global Public Management Revolution: A Report on the Transformation of Governance, s. 1-3

Verimlilik (efficency) kavramıyla ifade edilen bu durumsa, girdilerle çıktı arasındaki ilişkidir. Eğer bir program hedefini mümkün olan en az kaynakla gerçekleştiriyorsa verimlidir. Yani verimlilik, çıktıları üretme maliyeti ile ilgilidir172.

Performans ölçümündeki tutumluluk ve verimlilik kavramlarına ek olarak, örgütün hedeflere ulaşma derecesi ve bir faaliyetin arzulanan etkisi ile gerçekleşen etkisi arasındaki ilişkinin boyutunun derecesi de bu eksende önem arz etmektedir. Etkinlik (effectiveness) olarak ifade edilen bu durum da ise; çıktılar ve etkiler, stratejik hedeflerle ilgili politikalar ve yapılması istenenlerle karşılaştırılır. Hedefin gerçekleştirilmesi, amacın başarılmasıdır. Buradaki ilişki hedeflenen / planlanan çıktılarla gerçekleşen çıktılar arasındadır. Etkili ve etkin bir program, hedeflediğini gerçekleştirendir. Aslında, etkinliği ölçmek zordur. Eğer performans ölçüm sistemleri kamu hizmetlerinden beklenen sonuçları gerçekleştirdiğini gösterecek kapasitede olmazlarsa çok sınırlı kalırlar. Sistem, dar anlamda verimlilik kadar etkinlik değerlendirmelerine de yer vermelidir. Şöyle ki, kamu yönetiminde ilgili taraflar, paydaşlar çok çeşitlidir. Farklı paydaşlar farklı beklentiler içerisinde olacaktır ve kamu yöneticileri bunları dengede tutmak durumundadır173.

Yukarıda da değinildiği gibi, günümüz kamu yönetimi reform hareketlerinde kamu kesimi performans ölçüm ve değerlendirmelerine ilişkin olarak literatürde yaygın kullanımla, “Three E’s” olarak nitelendirilen tutumluluk (economy), verimlilik (efficiency) ve etkinlik (effectiveness) kavramlarına174 başvurulmaktadır. Bu kavramlar günümüzde bir kurumun girdi – süreç – çıktı ve etki seviyelerini modellemektedir. Performans ölçümüne ilişkin bu kavramlar, Türkçe literatürde ise kısaca “VET (Verimlilik-Etkinlik- Tutumluluk)” olarak ifade edilmektedir. Her ne kadar, bu modelin literatüre hakimiyeti akademik literatürde eleştirilmiş, performans için fayda (efficacy), adalet, kalite, tüketici tercihi gibi ek boyutlar da öne sürülmüş ve performansın tanım ve boyutuna ilişkin

172 Ali Baransel, Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evrimi, İstanbul: İşletme Fakültesi, 1993, s. 35-36. 173 Sözen, a.g.e., s. 115.

174 Ancak bu kavramların Türkçeye aktarılmasında ve tanımlanmasında tam bir görüş birliği sağlanamamıştır.

Economy kavramı tutumluluk, ekonomiklik; efficiency kavramı verimlilik, etkinlik, prodüktivite, üretkenlik,

rantabilite; ve effectiveness kavramı etkinlik, etkenlik, etkililik şeklinde kullanılmakta bazen üretkenlik, rantabilite kavramlarında olduğu gibi Türkçe’de farklı manalarda kullanılan kavramlarla karıştırılmaktadır. Bu çalışmada en çok kabul gören uygulamaya uyularak söz konusu kavramlar, economy-tutumluluk, efficiency-verimlilik, effectiveness-etkinlik şeklinde kullanılacaktır.

tartışmalar devam etse de175 literatürde genel olarak bu üç boyut, performans ölçüm modeli olarak birlikte anılmaktadır.

Performans ölçümlerinde daha çok tutumluluk ilkesini ilgilendiren girdi kaynakları, genel olarak fiziksel, insani (personel, müşteri vs.) ve finansal kaynaklar olarak düşünülür. Finansal girdiler, diğer kaynakların elde edilmesi de genelde mevcut fonlara bağlı olduğundan belki en önemli girdidir. Zaten, kamu sektöründe yaygın kullanılan birçok ölçüm de bu “tutumluluk” türevi veya girdi odaklı perspektife dayanmaktadır. Böylece, benzer tipte kurumlar arasında karşılaştırmalar yapılabilir. Genel ölçüm örnekleri, vaka başına maliyet, hizmet tipi başına maliyet, personel sayı ve kategorileri şeklindedir. Bunlar hasta başına maliyet, personel / öğrenci oranı, toplamaktan vazgeçmenin ünite maliyeti, yardımcı işçilerin sayısı, vasıflı ve profesyonel istihdamı ve bunun gibi spesifik ölçümlere çevrilebilir. Bu performans ölçümlerinde herhangi bir değişim “tutumluluk”u yansıtır176.

Tutumluluk kavramı, başka bir ifadeyle, esas itibariyle bütün kaynak kullanıcıları ve karar vericilerin, kararlarında mal ve hizmet üretiminde tutumluluğu, en çok çıktıyı minimum maliyetle elde etmeyi sağlama çalışmalarının bir sonucudur ve kısaca, bir faaliyet için kullanılan kaynakların minimum maliyette ve uygun kalitede olmasıdır177. Böylece veri olan bir ürün düzeyine en az maliyetle ulaşmaktır ve hem üretim sürecinin en uygun üretim ölçeği içinde gerçekleştirilmesini hem de dışsal fayda ve maliyet etkilerinin göz önüne alınmasını öneren bir kavramdır. Pozitif tasarrufların ve dışsallıkların mümkün olduğunca yüksek olmasını, mal ve hizmetlerin optimum ölçeklerde üretilmesini öngörür. Böylece, bir mal ve hizmetin istenen düzeyde ve miktarda üretilebilmesi için gerekli olan girdi miktarından daha fazla girdi kullanılmamalı, aksine gereğinden fazla olan girdilerin diğer mal ve hizmet üretiminde kullanımına olanak sağlamalıdır. Bu sağlandığı taktirde kamu mal ve hizmet üretiminde tutumluluk ilkesi gerçekleşmiş olacaktır178.

O halde, tutumlu olarak nitelendirilebilecek hizmetlerin iki yönü vardır; kalite ve maliyet. O hizmetle ilgili materyallerin kalitesi teknik şartnamelerde ve profesyonel

175Neil Carter, “Learning To Measure Performance: The Use of Indicators in Organizations”, Public Administration, Vol: 69, Bahar 1991, s. 95.

176 Tony Boland ve Alan Fowler, “A System Perspective of Performance Management in Public Sector

Organizations” The International Journal of Public Sector Management, Vol:13, No:5, 2000, s. 421.

177 The Swedish National Audit Office, Handbook of Performance Auditing: Theory And Practice, Stockholm: RRV, 1999, s. 72.

178 Nihat Falay, “Denetim, Verimlilik / Etkinlik / Tutumluluk (VET) ve Sayıştay”, Sayıştay Dergisi, 135. Kuruluş Yıldönümü Özel Sayısı, Nisan-Haziran, 1997. s. 21-27.

kılavuzlarda izah edilmiş olmalı, kurumun çeşitli seviyelerinde standartların oluşturulması için iç düzenlemelerin kurulması gerekir ve kaynakların kalitesi sağlandıktan sonra yönetim bunların o işle ilgili hizmet üretiminde kullanımı için minimum ya da kabul edilebilir düzeyde maliyetle sağlama ihtiyacında olması gerekir179.

Diğer performans unsurlarına baktığımızda, bunlar, tedavi edilmiş hastalar, çözülmüş suçlar, farklı derecelerde değişik vasıflar kazanan öğrenciler vs. gibi miktarı belirlenebilir