• Sonuç bulunamadı

II. 8 “Şerhu Hadîsi’n-Nüzûl” Adlı Eserin Tanıtımı

1.3. Nüzûl Hadisi ve Hadis Edebiyatındaki Yeri

2.1.1. İbn Teymiyye ve Te’vil

İbn Teymiyye, “Allah’ın kendisini vasfettiği ve Peygamber’in (s.a.v.) Rabbimize atfettiği niteliklerin tamamına tahrif (manayı bozma), ta’til (iptal etme, yok sayma), tekyif (mahiyetini reye dayalı belirleme) ve temsil (benzetme) olmaksızın iman etmekteyiz” demektedir. Çünkü tahrif, Kur’an’da zemmedilmiştir.290 Şöyle ki, “ ُري ِصَب لا ُعيِمَسلا َوُه َو ء يَش ِهِل ثِمَك َس يَل ”291 âyetindeki “ هلثمك سيل

ءيش ” cümlesi Ehlü’t-Temsil’in iddialarını geçersiz kılmakta, “ريصبلا عيمسلا وهو ” cümlesi ise Muattılâ’nın (Ehlü’t-Ta’tîl) iddialarını geçersiz kılmaktadır.292 Ehl-i

Kitab’ın yaptığı şey de tahriftir. Dolayısıyla te’vil yerine tahrif kelimesinin tercihi daha uygundur. Halef uleması da kendi yaptıklarına te’vil adını vermişlerdir. Böylece dini bir terimi kullanmayı amaçlamışlardır. Hâlbuki yaptıkları dini bir te’vil sayılmaz. Aksine onların davranışları zemmedilmiş te’vil kategorisindedir.293

Konunun daha iyi anlaşılması bakımından yukarıda geçen kelimeleri açıklamamız gerekmektedir.

2.1.1.1. Tahrif

İbn Teymiyye’ye göre tahrif üç kısımdır:294

1- Anlamı Değişen Lafız (Söz, Kelime) Tahrifi

Bazıları, sırf konuşan Mûsa Peygamber olsun diye “ve Allah Mûsa ile

konuştu”295 âyetindeki Allah lafzını üstün okumuşlardır.

290 Mâide, 5/13.

291 Şûrâ, 42/11.

292 İbn Teymiyye, es-Safediyye, I, 103. 293 Burhâmî, Ehl-i Sünnet Akîdesi, 52-53. 294 İbn Teymiyye, Tevhid ve Kader, 44-45. 295 Nisâ, 4/64.

2- Anlamı Değişmeyen Lafız (Söz, Kelime) Tahrifi

Bu duruma “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur”296 âyetindeki “dal” harfini üstün okumak örnek verilebilir. Bu tür hata genellikle cehaletten kaynaklanan hata olup kasıtlı olarak art niyetle yapılan bir hata değildir.

3- Anlam Tahrifi

Delilsiz olarak bir kelimeyi açık anlamının dışında kullanmaktır. Allah’a nispet edilen “yed” yani “el” kelimesinin kuvvet, nimet ve benzeri sözlerle anlamını değiştirmektir.

2.1.1.2. Ta’til

Dilde boşaltmak (bir şeyin veya kavramın içini boşaltmak) ve terk etmek anlamına gelen ta’til, terim olarak; “Allah için gerekli olan isim ve sıfatların tamamını veya bir kısmını inkâr etmektir.” Bu da iki kısımdır:

1- Tam (Külli) Ta’til

Cehmiyye gibi Allah’ın sıfatlarını tamamen inkâr etmektir. Bunların aşırıları, Allah’ın isimlerini de inkâr ederler.

2- Kısmi (Cüz’î) Ta’til

Eş’ariyye gibi Allah’ın bazı sıfatlarını kabul edip bazılarını inkâr etmektir. Bu Ümmet içinde ta’til fitnesi ile bilinen ilk kişi Ca’d b. Dirhem’dir (v. 124/742).

2.1.1.3. Tekyif, Temsil ve Teşbih

Tekyif: Bir sıfatın niteliğini anlatmaktır. Allah’ın elinin ya da yakın semaya inmesinin niteliği şöyle şöyledir, demek gibi.

Temsil ve Teşbih: İlki bir şeye örnek vermek, diğeri ise benzer vermek ve benzetmektir. Temsil (iki şey arasında) her bakımdan eşitlik ve denklik bulunmasını,

296 Fâtiha, 1/2.

teşbih ise birçok bakımdan eşitlik ve denklik bulunmasını gerektirir. Bu ikisi birbirinin yerinde de kullanılır. Bu ikisi ile tekyif arasında iki bakımından fark vardır: 1- Tekyif, bir şeyin niteliğini mutlak olarak veya bir benzerle sınırlayarak anlatmaktır. Temsil ve teşbih ise, örnek ve benzerle kayıtlanmış bir niteliği gösterir. Bu bakımdan tekyif daha geneldir. Çünkü her mümessil (temsil yapan) aynı zamanda mükeyyifdir (niteleyen), bu durumun tersi olamaz.

2- Tekyif sıfatlara özgüdür. Temsil ise değer (adet), sıfat ve zâtta olabilir. Bu bakımdan temsilin zât, sıfat ve değer ile olan ilgisi bakımından temsil daha geneldir.

Hem temsil hem de tekyif batıldır. Tekyifin reddi O’nun hakkındaki bilgimizin sınırlılığını kabul etmek anlamına gelir yoksa mutlak olarak Allah’ın mahiyetinin nefyi demek değildir. Allah’ın sıfatlarının birer keyfiyeti elbette vardır ama bizler bunları bilememekteyiz. Temsil ise mutlak olarak merduttur. Çünkü Allah’ın sıfatlarının hiçbir benzeri yoktur. Hâlbuki Allah’ın bir keyfiyeti olmakla birlikte bu konuda bilgimiz yoktur. Yani mahiyet vardır ama bize malum değildir.297

Bu bakımdan İbn Teymiyye, İslâm düşüncesinde te’vil kavramının üç bağlamda anlaşıldığına dikkat çekmiştir: “İlki, lafzın gösterdiği ile anlamının uyumu açık olsa bile, bir işin aslına yani kendisine döndürülmesidir. Diğeri, birbirine uyumu olsa da, bir sözün yorumlaması ve manasının açıklanmasıdır. Böylece İbn Teymiyye’nin tefsir ve te’vil kavramlarını neredeyse aynı anlamda gördüğü anlaşılmaktadır.298 Sonuncusu ise, bir delilden dolayı lafzın çeşitli anlamlarından

birinin tercih edilmesidir.” İbn Teymiyye, sözü edilen üç anlamdan sonuncusunu kabul etmediğini açık bir şekilde ifade etmiştir. Zira te’vil, bir delilden dolayı lafzın çeşitli anlamlarından birinin tercih edilmesi şeklindeki tarif sonraki dönemlerde ortaya çıkmıştır. Sahabe, tâbiûn, dört mezhep imamı ve diğer âlimler te’vili ilk iki anlamda kullanmışlardır.299

Netice olarak selef nazarında te’vil iki anlama gelir: İlki, bir şeyin hakikati yani bir sözün delalet ettiği hakikate göre anlaşılmasıdır. Diğeri ise, zahiriyle uyumlu olsa da olmasa da bir sözün yorumlanması ve manasının açıklanmasıdır. Bu durumda tefsir ile te’vil birbirine çok yakın veya eş anlamlı olmaktadır. Bu yaklaşımıyla İbn

297 Burhâmî, age., 61-62.

298 Ebû Zeyd, Felsefetu’t-Te’vîl, 12-13.

Teymiyye, zahirine uygun düşmeyen bir açıklamayı tefsir olarak kabul etmiş olmaktadır. Buna göre selefin nassların zahirine uygun düşmeyen açıklamaları bulunmakta ve bunlar tefsir olarak görülmektedir.300

İbn Teymiyye tefsir ile te’vilin kastedildiğini ifade ettikten sonra tefsiri (te’vil) şöyle tarif eder: “Her ne kadar keyfiyetini ve iç yüzünü bilmesek de kastedilen mananın açıklanmasıdır. Şöyle ki cennette şarap, süt, su, bal, altın ve vb. şeylerin bulunduğunu biliyoruz ama bunların keyfiyetini bilmiyoruz. Bunların keyfiyeti ise dünyadaki mevcut keyfiyetlerinden farklıdır.”301

Tüm bu açıklananlarla birlikte; İbn Teymiyye’nin, “O’nun te’vilini ancak

Allah bilir”302 âyetindeki “te’vil” kelimesine atfettiği anlam son derece mühimdir. O,

buradaki te’vile; “Allah’ın ilminde gizlediği ve bizim bilemeyeceğimiz bir keyfiyettir.” der. İmam Mâlik’in, “istivâ” kelimesinin anlamının malum, keyfiyetinin meçhul, buna iman etmenin vacip ve bu hususta soru sormanın bid’at olduğunu ifade ettiği gibi kendisi de bunu aynı şekilde ifade eder ve tüm Ümmetin İmam Mâlik’le aynı görüşte olduğunu belirtir. Allah’ın sıfatları veya fiilleri hakkında “nasıl, niçin ve ne şekilde” gibi şeyler söylenemeyeceğini belirterek te’vile her şekliyle karşı çıkar ve bunda da görüldüğü gibi selef’e tabi olmuştur.303

İbn Teymiyye’nin te’vile karşı çıkmasındaki nedenlerinden biri, İslâm dünyasında özellikle bazı akımların âyetlerin anlamlarına ilişkin birçok alakasız te’vil yapmalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim kimileri “Küfrün elebaşlarını

öldürün!”304 âyetinde geçen kişilerin sahabe’den Talha ve Zübeyr olduklarını iddia

etmişlerdir. Benzer bir şekilde “İki denizi salıvermiştir.”305 âyetinde iki denizle

kastedilenin Ali ve Fâtma; âyette geçen “İnci ve mercân”306 ile de Hasan ve Hüseyin’in kastedildiği iddia edilmiştir. Netice de te’vilin amacından saptırılarak âyetleri anlamaktan çok siyasetin bir aracı kılınması sakıncalı olduğu gibi İbn

300 İbn Teymiyye, es-Safediyye, I, 291. 301 İbn Teymiyye, age., I, 289. 302 Âl-i İmrân, 3/7. 303 İbn Teymiyye, age., I, 289. 304 Tevbe, 9/12. 305 Rahmân, 55/49. 306 Rahmân, 55/22.

Teymiyye gibi âlimler sanki Kur’an’ın bütün âyetlerinin te’vile uygun olduğu gibi bir anlayışın önünü kesmek istemişlerdir.307

Selefiyye ekolünün bariz temsilcilerinden ve savunucularından olan İbn Teymiyye, kendi görüş, nazar ve anlayışlarına göre konuşanlardan, Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine muvafık olanları için bir problem görmezken, muhalif olanların ise hata üzere olduğunu belirtmiştir.308 Allah’ın sıfatları, fiilleri ve gaybi haberler gibi

müteşâbih konularda Peygamber’in (s.a.v.) sünneti, ashabın ve ashaba tabi olanların sünnete tam anlamıyla bağlılıkları düşünüldüğünde, bu tür konularda re’yin ve te’vilin asla yerinin olmadığı görülecektir. Dolayısıyla İbn Teymiyye’nin te’vil yanlılarına karşı takındığı eleştirel tutum ortaya çıkmaktadır.

Nüzûl ve İstivâ gibi âyet ve hadislerde geçen sıfatlarla ilgili olarak İbn Teymiyye, bizim bu konulardaki sözümüz; “Allah’ın, Peygamber’in (s.a.v.), Muhâcir ve Ensâr’ın, onlara en güzel şekilde tâbi olanların ve hidayette olduklarına dair Müslümanların icmâ ettikleri hidayet önderlerinin sözüdür.”309 diyerek, bu ve buna

benzer konularda bu şekilde söylemenin ve iman etmenin herkese farz olduğunu belirtir.

Ancak İbn Teymiyye’nin yorumlamalarına baktığımızda durumun böyle olmadığı ya da kısmen böyle olduğu görülecektir. Bunları daha sonraki bölümlerde ele alacağımız için burada anlattıklarımızla iktifa ediyoruz.