• Sonuç bulunamadı

2.4.1.1. Yaş

İş güvencesizliğinin belirleyicileri içerisinde en önemli demografik değişkenlerden biri yaştır. Mohr’un (2000) yaptığı araştırmanın bulgularına göre, yaş ve iş güvencesizliği algısı arasında güçlü bir olumlu ilişki bulunmuştur. Buna göre, yaşlı çalışanlar gençlere kıyasla daha fazla iş güvencesizliği algısı hissetmektedir. Hartley ve arkadaşlarının (1991) yapmış oldukları araştırma sonuçları da bu bulguyu destekler niteliktedir. Ancak, yapılan araştırmalar genelde iki değişken arasındaki ilişkinin doğrusal olmadığı yönündedir. 20-59 yaş arasındaki deneklerin, 20 yaş altı ve 60 yaş üstü deneklere kıyasla iş kaybından daha fazla etkilendikleri bulunmuştur. Naswall ve Witte’nin (2003) araştırmalarının sonucunda da değişkenler arasındaki olumlu ilişki desteklenmemiştir. Araştırmacılar, Hollanda ve İsveç’ten elde ettikleri bulgularında yaşın yordayıcı olmama nedenini; orta yaş grubunun (30-50 yaş) çocuk ve aile sorumluluğuna sahip oldukları için, bir gelire ihtiyaç duyduklarına ve daha fazla iş güvencesizliği hissetmelerine bağlamışlardır. Leana ve Feldman (1990), doğrusal olan ilişkiyi, yapılan araştırmalara genelde 20 yaş altı ve 50 yaş üzeri deneklerin katılmamasıyla açıklamaktadır (Öz, 2008, s.157).

Ailesini geçindirme ve çocuklarını yetiştirme sorumluluğuna sahip olma olasılığı daha yüksek olan 30-50 yaş arasındaki bireylerin, potansiyel bir iş kaybını oldukça kötü ve olumsuz bir durum olarak algılama eğilimlerinin, sadece kendi bakımından sorumlu, daha genç bireylere ya da emeklilik planları yapan daha yaşlı bireylere göre çok daha fazla olduğu öne sürülmektedir (De Witte, 1999, s.162).

Yaşın örgütteki çalışma süresi ile ilişkisi dikkate alındığında, aynı örgütte uzun yıllar boyunca görev yapan yaşlı bir çalışanın, sadece o örgütte yerine getirdiği görevlere özgü becerilere sahip olacağı ve bu nedenle başka bir örgütte istihdam edilebilme olasılığının düşük olacağı düşünülebilir. Bu bağlamda, yaşlı bir çalışan mevcut işine çok daha bağlı olacağından, potansiyel bir iş kaybını çok daha fazla tehdit edici bir durum olarak algılayabilir (Seçer, 2009, s.322).

2.4.1.2. Cinsiyet

Rosenblatt, Talmud ve Ruvio’nun (1999) örneklemini öğretmenlerin oluşturduğu araştırmalarında cinsiyetin iş güvencesizliğine ve örgütsel bağlılık, işten ayrılma niyeti, değişime direnç, algılanan performans ve algılanan örgütsel destek gibi iş tutumlarına etkisini incelemişlerdir. Araştırmacılar iş güvencesizliği biçiminin ve algılanan iş güvencesizliği düzeyinin cinsiyete göre farklılık gösterdiği sonucuna ulaşmışlardır. Bu araştırmanın

sonuçlarına göre, erkeklerin algıladıkları iş güvencesizliği düzeyi bayanlara göre çok daha yüksektir. Erkekler daha çok işin finansal özelliklerinin değişimi ya da kaybı hakkında endişe duyarken, bayanlar işin içeriği ve özelliklerinin değişimi ya da kaybı hakkında endişe duymaktadırlar (Rosenblatt vd., 1999, s.14-15).

Ancak bazı araştırmacılara göre iş güvencesizliği, sadece erkekler için olduğu kadar bayanlar için de aynı derecede stres yaratan bir durumdur. Tek yaşayan, aile üyeleri içinde çalışan tek kişi olan bayanlar için potansiyel bir iş kaybı tehdit edici bir durum olarak algılanabilir (Dewitte, 1999, s.161).

Kinnunen, Mauno, Natti ve Happonen’nin (2000) yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre bankacılık sektöründe ve fabrikada çalışan kadınlar erkeklere kıyasla daha fazla iş güvencesizliği algısı hissetmektedir. Araştırmacılara göre, erkeklerin baskın oldukları iş kollarında kadınlar daha fazla iş güvencesizliği algısı yaşamaktadır. Yapılan bir diğer araştırma sonucuna göre de, kadınların erkeklere kıyasla iş kaybından daha kötü etkilendikleri ve işleriyle ilgili daha fazla belirsizlik hissettikleri bulunmuştur (Öz, 2008, s.156-157).

2.4.1.3. Medeni Durum

Bir eşle birlikte yaşamak iş güvencesizliği algısının olumsuz sonuçlarına karşı tampon etkisi göstermektedir. Aynı evi paylaşan ve/veya evli olan çalışanların kazançlarına daha az bağımlı oldukları varsayılabilir. Ancak bunu söyleyebilmek için eşin bir gelirinin olması gerekmektedir. Naswall ve Witte (2003), çalışanın kazancına yönelik bağımlılığının bir göstergesinin de yaşadığı evde çocuğu olup olmaması olduğunu belirtmiştir. Ancak yaptıkları araştırma, kişinin bir başkasının sorumluluğunu üstlenmesinin işiyle ilgili olarak daha fazla kaygı duyacağı hipotezini desteklememiştir. Bunun nedeni olarak da, şöyle bir varsayımda bulunulmuştur: Çocuğa sahip olmanın olumsuz etkisi, hem eşin varlığı, hem de içinde bulunulan ekonomik durum dolayısıyla hafiflemektedir (Öz, 2008, s.158).

Demografik özelliklerden biri olan medeni durum iş güvencesizliği algısını belirleyen faktörler arasındadır. Evli olmak bireye evi geçindirmek üzere gelir sağlama sorumluluğu yüklemektedir. Bu bağlamda, gelir kaybı ile sonuçlanabilecek potansiyel iş kaybı, evli bir çalışan tarafından çok daha büyük bir tehdit unsuru olarak görülebilir. Bunun yanı sıra evli olmak, çalışan eşlere sosyal destek sağlaması bakımından da iş güvencesizliği ile ilişkilendirilmektedir (Seçer, 2009, s.323).

2.4.1.4. Kişilik Faktörleri

İş güvencesizliğine sebep olan bireysel unsurlardan bir kısmı, bireyin niteliği ve istihdam edilebilirliği ile alakalı iken, bir kısmı ise içinde bulunduğu durumu algılama şeklini etkileyen kişilik özellikleri ile alakalıdır. Daha yüksek nitelik seviyesindeki çalışanlar daha düşük niteliklilere kıyasla daha güvenceli işlerde çalışmaktadırlar. Yani bir başka deyişle birey eğer yüksek nitelikli ise bu durum işyerinden atılma riskini de düşürecektir. Kişilik ile ilgili özellikler, iş güvencesizliğini algılama ve direnç gösterebilmede güçsüzlük ile yakından alakalıdır. Özgüveni daha düşük, kötümser, dışsal kontrol odağına sahip olan bireylerin iş güvencesizliğini algılama ve tepkileri diğerlerine göre daha farklı olacaktır. Bu özellikler daha çok öznel iş güvencesizliğini etkilemektedir. Ayrıca çoğu zaman işten çıkarılma tehlikesini artıran özellikler olabilecektir (Çakır, 2007, s.126).

Ashford, Lee ve Bobko, 1989 yılında yaptıkları araştırmalarında, kontrol odağını iş güvencesizliğinin algılanan güçsüzlük boyutu ile ilişkili kişisel faktörlerden biri olarak ele almışlardır. Araştırmada dışsal kontrol odağına sahip bireylere kıyasla içsel kontrol odağına sahip bireylerin, çevresel olayların onlar üzerindeki etkisinin az olduğuna ve çevreden gelebilecek her türlü tehdide karşı koyabilecek güce sahip olduklarına çok daha fazla inandıkları belirtilmektedir. Araştırmacılar, içsel kontrol odağına sahip çalışanların iş güvencesizliği algılarının daha düşük düzeyde olacağını ileri sürmüşlerdir (Ashford vd., 1989, s.807).

İyimserlik de iş güvencesizliği algısının belirleyicilerinden biri olduğu düşünülen kişisel bir özelliktir. İyimserlik bireyin yaşadığı olaylar hakkında olumlu bir bakış açısına sahip olduğunu ifade etmektedir. İyimser kişiler stres içeren durumları olumlu bir yaklaşımla karşılar ve stres kaynağı olarak gördükleri sorunlarla mücadele ederler. Bu özellikteki kişiler olumlu sonuçlara ulaşacaklarına dair inanca sahiptirler. Buna bağlı olarak, iyimser kişilerin daha düşük düzeyde iş güvencesizliği algısına sahip olacağı öne sürülmektedir (Bosman vd., 2005, s.18).

2.4.2. Örgütsel Faktörler

Greenhalgh ve Rosenblatt’a göre örgütsel değişime sebep olan, küçülme, yeniden yapılanma, teknolojik değişim ve fiziksel tehlike durumları gibi gelişmeler çalışanlar için iş güvencesizliğini tetikleyen tehdit kaynaklarıdır. Küçülme çalışan tarafından işinin bütününe yönelik, iş kaybı ile sonuçlanabilecek bir tehdit unsuru olarak algılanabilir. Yeniden yapılanma bazı iş pozisyonlarına veya departmanlara son verilmesi veya işin bazı özelliklerinin sınırlandırılması ile sonuçlanabileceğinden bu durum çalışan için hem işin bütününe hem de işin özelliklerine yönelik bir tehdit unsuru teşkil edebilir. Teknolojik

değişim sonucunda ise çalışan, örgütte onun becerilerine duyulan ihtiyacı azaltacağını düşünebilir. Bu durum çalışan için işini kaybedeceğine yönelik öznel iş güvencesizliği algısına sebebiyet verebilir. Tehlikeli işlerde çalışan kişiler için fiziksel tehlikeler sonucunda sakatlanma iş durumunun devamlılığına yönelik bir tehdit unsurudur (Greenhalgh ve Rosenblatt, 1984, s.441-442).

İşletmelerin artan rekabet ortamında avantaj sağlamak adına başvurdukları küçülme (downsizing), yeniden yapılanma (re-organization) ve dış kaynak kullanımı (outsourcing), şirket evlilikleri ve satın almaları, esneklik uygulamaları iş güvencesizliği kavramının başlıca sebepleri olarak gösterilebilir. İşgücünün, maliyetlerin ve iş süreçlerinin düşürülmesi maksadıyla çalışanlardan bir kısmının işini geçici veya sürekli olarak işten çıkarılmasını gerektiren küçülme operasyonları ile işten çıkartılmayıp çalışmaya devam edenlerin yaşadığı iş güvencesizliği kaygısı, “geride kalanlar sendromu” olarak da ifade edilmektedir (Şentutan, 2005, s.85).

Ülkemizde ya da yurt dışında konuyla ilgili yapılan araştırmaların çoğunda, işe bağlı gerginlik ve stresin olumsuz örgütsel sonuçlarına dikkat çekilmektedir. Eren Gümüştekin ve Öztemiz, (2005) yapmış oldukları çalışmada stresin neden olduğu her türlü rahatsızlık, psikolojik ve ruhsal sorunların doğrudan bireyin performansına etki ettiğini, çalışma ilişkilerine ve iş başarısına yansıdığını tespit etmiştir (Eren Gümüştekin ve Öztemiz, 2005, s.282). İş güvencesizliği de stres yaratıcı bir faktör olarak görüldüğü için aynı sonuçlar geçerli olabilmektedir. Sonuçlara göre işe bağlı gerginlik ve stres işten kaçınma ve işi aksatma, işbirliği eksikliği, işe gecikme, özür uydurarak hiç gelmeme, işten ayrılma niyetini artırma, işi bırakma ve devamsızlık oranlarını artırma gibi olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır (Yürür ve Keser, 2011, s.170).

Ashford ve diğerleri, rol belirsizliği ve rol çatışması yaşayan çalışanların yüksek düzeyde iş güvencesizliği algısına sahip olacaklarını öne sürmüşlerdir. Rol belirsizliği ve rol çatışması, çalışanın, işverenle arasındaki psikolojik sözleşme bakımından, kendisine düşen görevleri tam anlamıyla yerine getirip getirmediği konusunda endişe duymasına neden olmaktadır. Bu durum çalışan için ne kadar endişe verici ise algıladığı iş güvencesizliği de o kadar yüksek olacaktır. Özellikle örgütsel değişim söz konusu olduğunda, çalışanın rolü hakkında gerekli ve doğru bilgiden yoksun kalması, işini olumsuz yönde etkileyecek olayların gerçekleşeceğine dair tahminlerde bulunmasına neden olabilir (Ashford vd., 1989, s.806-807).

2.4.3. Çevresel Faktörler

Anderson ve Pontusson işgücü piyasası güvencesizliğinin tanımını yaparak, algılanan iş güvencesizliğinin iş gücü piyasasının koşullarına ve bireysel istihdam edilebilirlik özelliklerine göre değişebileceğini öne sürmüşlerdir. Araştırmacılara göre, yüksek düzeyde işsizlik oranı çalışanın başka bir iş bulabilme konusundaki beklentilerini olumsuz yönde etkilemekte, iş güvencesizliği algısını pekiştirmektedir (Anderson ve Pontusson, 2007, s.215). Türkiye’de Önder ve Wasti’nin (2002) 2000 ve 2001 yıllarında yaptıkları araştırmalarında, Kasım 2000 krizi öncesi ve Kasım 2000 krizi sonrasında algılanan iş güvencesi seviyesi arasında değişiklikler bulunmuştur. Anket uygulamasının kriz öncesi dönemde yapıldığı işletmelerde iş güvencesi seviyesi ve iş güvencesi memnuniyeti, kriz sonrası küçülme politikalarının izlendiği 2001 yılının son çeyreğinde gerçekleştirildiği işletmelerden daha yüksek bulunmuştur.

İş güvencesizliği yaratan etkenlerin ekonomik boyutunu yaşanan ekonomik krizler, yapılan özelleştirmeler ve yaşanan işsizlik oluşturmaktadır. Türkiye’de 1994 ile 2002 yılları arasında yaşanan üç büyük ekonomik krizin (1994, Kasım 2000 ve Şubat 2001) ortak çıktılarından biri işsizlik oranında kaydedilen artıştır. Buna göre 1994 krizinde işsizlik oranı %7,8 iken %8,2’ye çıkmış, imalat sanayinde istihdam, özel sektörde %2,2, kamu kesiminde %7,4 azalmıştır (Koyuncu ve Şenses, 2004, s.28-29).